Sanatçılar halka örnek olmalıdır safsatasına inanmıyorum ama yine de çok göz önünde bir insansanız özellikle insanların vicdanına değecek konularda biraz dikkatli olmak lazım diye düşünüyorum.
Mesela, içki içerse insanlara kötü örnek olmaz, bu kişisel tercihidir, kimseyi hiç ama hiiiç ilgilendirmez.
Ama çoğunluğu Müslüman bir ülkede Ramazan’da sokak ortasında içerse onu seven muhafazakar kesimin gönlünü kırmış olabilir.
Mahalle baskısına karşı gelen bir protest tavır sergilemekle, nezaketsizlik etmek arasında bir fark var çünkü. İşte bu yüzden Serdar Ortaç’ın da kumara olan düşkünlüğü yüzünden “Ama çok ayıp, gençlere kötü örnek oluyor” diyenlere sonuna kadar karşı çıkarım. Size ne adamın kendi parası kendi keyfi... İster sokağa atar, ister yastığının altında saklar, derim.
Fakat memleketin en önemli seçiminden bir gün önce Bodrum’a gidip karısıyla şezlongda yayarsa, işte o zaman hem kızar hem de teessüflerimi bildiririm.
Bu kadar mı Bodrumunuz gelmişti Sayın Ortaç?
Oyunuzu kullanıp bir gün sonra gitseydiniz olmaz mıydı?
Nasıl olsa Bodrum kaçmıyor. Karyalılar’dan beri orada duruyor.
Oy ver kardeşim oy ver...
Güzel poponu kaldır o koltuktan, git oy ver.
Sana bu ülkenin yönetimiyle ilgili, geleceğiyle ilgili fikrin soruluyor. İradene başvuruluyor.
Git oy ver...
Sen kendini adama saymıyorsan, ‘Ben fikirsizin tekiyim, siz seçin ben her gelene razıyım ezikliğinde isen’ koltukta yaymaya devam et.
Ama sen yine de koyun olma, oy ver...
Karanlıkta yaşamaya razı olma, oy ver...
Kendini aptal yerine, enayi yerine koydurma, oy ver...
Bundan tam bir yıl önce havalı havalı şöyle bir şeyler yazmışım:
“Ne ahlak zabıtasıyım ne de toplum polisi...
Muhafazakârlıktan, mutaassıp yaşamaktan bahsedecek en son kişi benim belki.
Ama en azından iki yüzlü değilim.
Hem evli olayım hem de canımın istediği gibi yaşayayım demiyorum mesela.
Evlilik kurumuna bir daha silah zoruyla bile girmeyeceğimi söylesem de o kuruma saygı duyanlara ben de saygı gösteriyorum.
Ayrıca bu memlekette medeni kanun denen bir şey var.
Ve o kanun birden fazla evliliği yasaklar.
Haydi zenginin malı züğürdün çenesini yorsun biraz.
Sorarım size ey okur, bir insan neden toplam 8 katlı 770 metrekarelik bir evde oturmak ister?
İsterse o ev ev midir?
Bir sıcaklığı var mıdır?
Annenin mutfaktan kafasını uzatıp “Yemek hazıııır” diye seslendiğinde sesinin duyulmadığı, 770 metrekare içinde kaybolup gittiği, ya da yemeklere anne elinin değmediği ev ‘yuva’ mıdır?
***
Reza Zarrab’ın eşi Ebru Gündeş’e hediye ettiği, ikinci derece tarihi eser olarak tescil edilen Mehmet Arif Bey Yalıları’ndan söz ediyorum.
Yalnız o yalılar şu anda Mehmet Arif Bey’in bıraktığından biraz farklı...
Malumunuz, özellikle güney ve batı sahillerindeki butik oteller çocuklu müşteri kabul etmezler.
Aileler de bu duruma çok bozulurlar.
Ben de bunu anlamam... Çocuklu bir aile neden üç beş odalı küçük bir oteli tercih etmek ister ki?
Git büyük bir otele... Havuzu var, koşturacak büyük büyük bahçeleri var, animasyonları var, çocuk sesini yan odaya geçirmeyen kalın kalın duvarları var!
Butik otel dediğin minnak bir ev işte....
O evler genelde romantik konseptler içeriyor.
Ve balayı çiftleri başta olmak üzere, genç çiftlere hitap ediyor.
Şimdi senin ne işin var orada çoluk çombak?
Bu ülkede Uzay Heparı denilince içi sızlamayan yoktur herhalde.
1996 yılında içi de dışı gibi güzel o genç adam elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldığında, Uzay’ı yakından tanıyan tanımayan herkes kahrolmuştu.
Sadece erken veda eden Uzay için değil, daha annesinin karnında babasız kalan bebeği için de...
O bebek şimdi büyüdü. Kanat Heparı babasının bir kopyası olarak karşımızda şimdi.
Babası gibi yakışıklı, farklı...
Lütfen saçma sapan yorumlarımızla üzmeyelim bu çocuğu... Aslında ‘bu çocuğu da’ demeliyim.
Engincan ve İdo’ya yaptığımızı Kanat’a da yapmayalım.
Kılığı kıyafeti ile ilgili hoyrat yorumlarımızı kendimize
İnsanlara sürekli zayıf ve fit olmaları gerektiği baskısı artık giderek daha ağır bir spor faşizmine dönmeye başladı.
Spor yapmıyorsan, yeteri kadar zayıf değilsen, karın kasların yoksa, popon sarkıksa ikinci sınıf insansın... İlkelsin... Çağın dışındasın... Çirkinsin çirkin!
Her sabah Instagram hesapları dalda sallanan elma pozisyonundaki kadınların fotoğraflarıyla dolu.
Adamlar spor salonunun soyunma odası aynasında tişörtlerini sıyırıp baklavalarının fotoğrafını çekiyorlar...
Renkli kulaklıklarıyla koşanlar, neon ayakkabılarıyla yürüyüşe çıkanlar, renkli taytlarıyla kendini ormana vuranlar.
Tamam hepiniz çok sportifsiniz, sağlıklısınız, çok fit, güzel görünüyorsunuz.
Bizim gibi kahvaltıda ezine yerine çimen suyu içerek ömrünüze ömür katıyorsunuz.
Amerikan bla bla üniversitesi resmi olarak açıklamış: “Selfie çekmek bir ruh hastalığıdır!” Halt etmiş o bla bla’cı araştırmacılar... Ayrıca öyle ise bile tek hastalığımız bu olsun, çok şükür.
Cep telefonlarının kamera özelliği icat olunduğundan beri tüm insanlık alemi olarak fark ettik ki, insan en güzel kendi kendini fotoğraflıyor.
Başkası çektiğinde kendimi yaşlı, şişman, çirkin görürken, kendi çektiğim fotoğraflara nasıl bayılıyorum belli değil! Çarşaf çarşaf her yere koyuyorum.
Rahatsız olan bakmasın diyorum.
***
Ayrıca kendimizi sevip sevmeyeceğimizi, beğenip beğenmeyeceğimizi size mi soracağız?
Biz küçükken annemin “Kendini beğenmeyeni kimse beğenmez” sözünü duya duya büyüdük.
Egonun dozunda cilalanmışı her zaman iyidir iyi...