Eşcinsellik bir tercih değildir

11 Kasım 2017

“ABD Başkanı eşcinsel çıktı!” Evet, House of Cards’ın yıldızı Kevin Spacey’den (58) söz ediyorum. Ünlü aktörün, soğuk duş etkisi yapan “eşcinselim” sözlerinden hareketle size yanlış bilinen bazı doğruları anlatayım.

Hepimiz biliyoruz ki, erkek çocuklar daha aktif, yaramaz, araba, tren gibi oyuncuklarla oynamaya daha hevesli iken, kız çocuklar bebeğe meraklıdır. Siz bunu çevre etkisi sanabilirsiniz ama hayır.

Daha önce oyuncak görmemiş iki bebeğin önüne bir oyuncak sepeti koyarsanız, erkeğin içinden yine arabayı, tabancayı; kız çocuğun ise bebekleri seçeceğini fark edeceksiniz. Bu tercih, toplum şartlamasıyla değil, doğuştan, çocuk daha ana rahmindeyken beyinde programlanır. Ana rahminde testosteronun yüksek olması erkek çocukta kıza göre davranış farkına neden olur.

Biraz daha açalım. Resim çizen çocuklara bakın. Kız çocukları, insan figürleri (özellikle kız, kadın), çiçek, böcek çizer. Kırmızı, portakal, sarı gibi parlak renkler kullanır, kompozisyonları barışçıldır figürleri yan yana ve karşıdandır. Erkek çocukları ise tam tersi, silah, tren, araba, uçak çizmeyi sever. Resimleri kaotiktir, kuş bakışı yukarıdan çizimlerdir, koyu soğuk renkler özellikle de laciverti seçerler.

Göz temasının gizli anlamı

Demem o ki, cinsiyetler arası davranış farklılıkları toplumda değil, ana rahminde belirlenir. Örneğin birkaç haftalık kız bebekler, insan yüzlerine bakıp gülümsemeyi tercih ederken, erkek bebeklerin dikkati yüze değil, hareket eden mekanik cisimlere odaklıdır. Bir yaşına geldiklerinde kızlar, erkeklere göre karşısındaki ile çok daha fazla göz teması kurar.

Günlük yaşamda da, göz temasının kadın - erkek için anlamı farklıdır. Kadınlar göz temasını karşısındaki kadını daha iyi anlayabilmek için kurarken, ki bu onları mutlu eder; erkekler ise göz temasını hiyerarşik konumlarını test etmek için kurar. Dağa çıkanlar bilir, “Ayı görürseniz, göz temasından kaçının” derler. Nedeni ayının, aksi halde kimin patron olduğunu ispatlamaya çalışacağıdır. Özetle iş hayatında, kadınların göz teması yaratıcı sonuçlar doğururken, erkeklerin birbirlerinin gözünün içine bakıp konuşması tehditkardır, sonucu parlak değildir. Kulağınıza küpe olsun.

Kortizol hormonu artınca

Devamını Oku

Bu pazar kendinize şunu sorun!

4 Kasım 2017

Ben “kitle insanı” mıyım, “azınlık” mıyım? Azınlık, derken dini ve etnik azınlıklardan değil, nitelikli bireyden söz ediyorum

Ve ardından şu sorularla devam edin. Kendimi kalabalıklardan soyutluyor muyum? Kalabalıkların ideallerini, fikirlerini dışlıyor muyum? Kendi bölgeme yabancılaşmış hissediyor muyum? Cevabınız “evet” ise siz “azınlık insanı” olabilirsiniz. Çünkü zaten siz kitlelerin fikirlerini dışladığınız için azınlık kalmışsınız. Hatta azınlığı oluşturan diğerleriyle fikren örtüşmeniz bile önemli değildir sizin için.

Ya da.. Kendinizi herkes gibi mi hissediyorsunuz? Yine de bundan gocunmuyor musunuz? Hatta başkalarıyla aynı hissetmekten zevk mi alıyorsunuz? Kendinizi bir takım özel yeteneklerle tanımlamayı denediğinizde -özel bir uğraş, hobi vs, herhangi bir konuda başkalarından daha başarılı mıyım diye kendinize sorduğunuzda- hiçbir sıradışı niteliğinizin bulunmadığını mı fark ediyorsunuz? O zaman siz “kitle insanı” olabilirsiniz.

Bu “tek düze” insanın yalnız hevesleri vardır, yalnız kendi hakları olduğunu sanır, ama görevleri olduğuna inanmaz. İnsanı zorlayan soyluluktan yoksun, kendi vasatlığından kuşkulanmayı bile aklına getirmez. Kendine güveni Hz. Adem’inki gibi, cennetten çıkmadır. Azınlıklarla da sorunları vardır. “Siz elitler” diye başlayan cümlelerle itham ederler karşısındakileri. Şunu bilmezden gelirler ki, seçkin insan aslında kendini başka insandan üstün sanan bir ukala değildir. Dilediği hedeflere ulaşamasa da başkalarından beklediğinin fazlasını kendinden bekleyen insandır.

Ve bugün toplumda şahit olduğumuz gerçek şu ki; bir yerde kendisinden çok şey bekleyerek güçlükleri ve görevleri sırtlayanlar, öbür yanda kendisinden özel hiçbir şey beklemeyenler. Kitle insanları yaşamayı “her an nasılsa öyle olmak” diye anlıyor, kendi kendini mükemmelleştirmek için zora koşmaksızın, gününü boş geçiriyor öylece savrulup gidiyor.

Sanılanın aksine aslında köle gibi yaşayan kitle insanı değil, azınlık insanıdır. Çünkü seçkin kişi, yaşamını eğer bir şeylerin hizmetine adamamışsa bir anlam veremez ona. Bu yüzden hizmet etme gereksinimini bir baskı olarak algılamaz. Herhangi bir nedenle o gereksiniminden yoksun kalırsa tedirgin olur ve kendisine baskı yapacak daha çetin daha çok çaba isteyen kurallar icat eder. Disiplin olarak yaşamdır bu. Goethe şöyle diyor: Keyfince yaşamak halk adamına göredir. Soylu kişi düzen ve yasa arayışı emeller.

Bugün seçkin dediğimiz insan tipinin sahip olduğu özel hak ve ayrıcılıklar o kişinin büyük oranda kendi yeteneğinin, eğitiminin, çabasının sonucudur. Bu kişilerin çoğunun hayat hikayesine bakın, hep olağanüstü çabayla isimsiz kalabalıkların arasından sıyrılıp kendine yer açabilen, üstünlük sağlayan kişiler olduğunu fark edeceksiniz. Halbuki diğer bahsettiğimiz kitle insanlarının hakları ise, salt yararlanma ve onlara verilmiş armağandır. Hiçbir özel çabayı içermez.

Ve bu büyük kitlelerin fikir sahibi olması, onların kültürlü olduğu anlamına gelmediğinden, tartışma kültürü de ortadan kalkar, nezaket yerini küfüre, doğrudan eyleme ve barbarlığa bırakır. Çünkü fikir gerçeğe meydan okumadır. Fikir edinmek isteyen kimse, önce kendini gerçeği aramaya adamalı, fikirlerinin değişebileceğini kabul ederek masaya oturmalıdır. Demokratik tartışmanın özü budur.

Devamını Oku

Dışı sportif içi sofistike! İşte karşınızda yeni Qashqai...

14 Ekim 2017

Dünyanın ilk crossover’ı Nissan Qashqai, sıra dışı yenilikleriyle sınıfında liderliğe devam ediyor. Nissan Türkiye Genel Müdürü Sinan Özkök, sportif ve sofistike tasarımıyla dikkatleri üzerine çeken yeni Qashqai’yi anlattı.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kompakt yani C sınıfında SUV (crossover) satışları hızla büyürken, rekabette aynı ölçüde artıyor. Dünyanın ilk crossover’ı Nissan Qashqai, otomotiv sektöründe yeni bir çığır açtı, öyle ki 2007’de bu sınıfta 3 bin adedi bile bulmayan SUV satışları 2016’da 65 bin adede ulaşırken, model sayısı ise 20’yi aştı.

C-SUV sınıfını yaratan ve 10 yıldır lider olan Nissan Türkiye Genel Müdürü Sinan Özkök ile Göcek’teki Rixos Premium’da yeni Nissan Qashqai’nin basın lansmanında buluştuk. Yeni Qashqai’nin büyük heyecan uyandırdığını kaydeden Özkök, “2007’de satışa çıkan Qashqai ilk SUV özelliğini taşıyor. Türkiye’de yılda 18 bin adet satış ile pazar lideri” diyor. Piyasaya çıktığı 2007’den bu yana 2.3 milyon adet satan Qashqai, yenilenen yüzü, eklenen donanımları ve yeni premium iç mekânı ile pazardaki gücünü pekiştirmeye hazırlanıyor. Qashqai, tamamen yenilenen ön yüzüyle daha dinamik ve sportif bir görüntüye kavuşurken iç tasarımda yapılan geliştirmeler ile de premium bir kimlik kazanmış.

Premium kimlik kazandı

Qashqai’nin yeni ön yüzünde daha dinamik ve sportif bir görüntü hakim. Bir önceki versiyonlara göre ise en belirgin değişim V motion ızgarada. Biraz daha kaslanan ızgara, aşağıya doğru inen sis farları ve ‘bumerang’ tipi LED farları ile Qashqai’deki değişimin en net göstergesi. Sportif jantları ve köpekbalığı tipi anteni de yenilenen Qashqai’ye çok yakışmış. Ama asıl değişim iç tasarımda. Nissan Qashqai’yi rakiplerinden ayıran da içeride yapılan geliştirmeler ki bu araca premium bir kimlik kazandırmış.

Devamını Oku

40 yıl çalışıp 1 milyar $ harcadılar

8 Ekim 2017

Nobel ödülüne aday gösterilen ve kazananların hikayeleri her zaman ilgimi çekmiştir. Kimi acı, kimi hüsranla perçinlenen, yarı delilik yarı dahilik arasında gidip bilim insanlarının, yazarların cep delik cepten delik yıllarının çabalarının sonucunda gelen başarı öyküleridir her biri.

Bu yılki Nobel Fizik ödülünü üç bilimadamı ortak çalışmasıyla kazandı. Ödül parasının yarısı 1.1 milyon dolar Dr. Rainer Weiss’e gitti. Kendisi MIT Üniversitesi’nde profesör. 85 yaşında. Hitler döneminde henüz küçük bir çocukken doğup büyüdüğü ülkeyi, ailesinin kanatları altında terk etmiş, Çekoslovakya üzerinden Amerika’ya kaçmış. Para ödülünün diğer yarısını ise California Teknoloji Üniversitesi’nden (CALTEC) Dr. Kip Thorne (75) ile Dr. Barry Barish (81) birlikte paylaştılar.
100 yıllık teoriydi
Peki ne yapmış bu bilim insanları? Einstein’in 100 yıl önceki teorisini ispatlamışlar. Einstein nasıl bir dehaysa artık taa 1916’da demiş ki; “Bu uzayın boşluktan oluşması imkansız. Gezegenler nasıl boşlukta asılı duruyor? Yaptığım hesaplara göre, uzay boşluğu diye bir şey yok. Uzay çekim dalgalarından oluşuyor. Gezegenler ve yıldızlar bu dalgaların üzerinde dalgalanıyor.” Einstein, madde ve enerjinin (gezegenler, yıldızlar, ışık vs.) uzayın geometrisini bozduğunu öne sürmüştü. Bu durumu, yatağa uzandığınızda içine gömülmek gibi düşünün.
Uzay ve zaman esniyor
Biraz daha açayım. Einstein’in hes apları uzay ve zamanın çekip uzatılabildiğini, sıkıştırılabildiğini, yırtılıp kara deliklere dönüşebileceğini gösteriyordu. Bu nasıl olabiliyordu? Çünkü tüm gezegenler, yıldızlar ve ışık, dalgalı bir denizin (ya da jölenin) içinde gibiydi. Uzay aslında boş değildi. Gezegenler ve yıldızlar aynı, denizin üzerinde batıp çıkan şamandıralar gibi, çekim dalgalarının üzerinde yüzüyordu. Dolayısıyla ağırlıkları ölçüsünde ne kadar çekim dalgasına battılarsa yakınlarında bulunan cisimleri de o kadar kendilerine doğru çekiyorlardı. Bunu gergin bir çarşafın ortasına koyduğunuz ağır bir kütleye doğru çekilen demir bilyeler gibi düşünebilirsiniz. Zaman, uzay boşluğundaki bu dalgalanmanın etkisiyle esneyip kısalabiliyordu.
“Siz manyak mısınız?”
Bu üç bilimadamı, ilk kez 1975’te Einstein’ın bu teorisini doğrulamak için kolları sıvadı. Uzaydaki çekim dalgalarının ve bunların yarattığı dalgalanmanın karşı karşıya konulan iki ayna arasındaki mesafeyi değiştireceğini öne sürdüler. Lazerle ince ölçümler yapıldı ve sonuçta iki aynanın uzay dalgalarının etkisiyle birbirlerine bir proton atomu kadar yaklaştıklarını belirlediler. Koşa koşa devlete gittiler. Amerika’nın TÜBİTAK’ı olan Ulasal Bilim Vakfı, Dr. Weiss’in kendi ifadesiyle “Kardeşim siz manyak mısınız?” dedikten sonra, 40 yıl boyunca bu bilim adamlarının çalışmalarını desteklemek amacıyla projeye 1 milyar dolar ayırdı.
CERN fikri onlardan
Dahi bilimadamları bugün İsviçre’nin CERN kasabasında kurulu dairesel Hadron partikül hızlandırıcısının yapımını çok daha önceden, taa 1993’te Kongre’ye “Gelin böyle bir makineyi ABD topraklarında biz inşa edelim” diye teklif etti. ABD Kongresi bütçeyi fazla bulup reddetti. Ardından bu kez CERN’dekinin daha ufak, doğrusal bir versiyonu olan LIGO’yu geliştirdiler, Kongre onayladı. Parçacık deneylerinde kullanılmak üzere 1994 yılında LIGO’dan iki tane inşa edildi, çalışmalar başladı.
İki kara delik çarpıştı
Yıllarca süren çabalar, 2015 Eylül’ünde sonuç verdi. İki kara deliğin çarpışmasını izleyen bilim adamları, bu doğa olayı sırasında uzaydaki “Çekim dalgalarını” açıkça tespit etti. İki ay boyunca, verileri kontrol edip, gerçekten doğru olduğuna ikna olduktan sonra dünyaya bu buluşu duyurdular.
Hollywood’a film oldu Dahi üçlünün çalışmaları Hollywood’un da dikkatini çekti. Dr. Thorne’un kara deliklere olan ihtirası onu küçük çaplı şöhrete kavuşturdu. Thorne, 2014’te çekilen Matthew McConaughey başrol oynadığı Interstellar (Yıldızlararası) filminin hem fikir babalığını hem de yapımcılığını üstlendi. Filmde uzaydaki bir solucan deliğinden geçerek birkaç saatliğine devasa bir kara deliğe gidip geri gelen ve döndüğünde kızını 100 yaşında bulan bir astronotun macerası anlatılıyordu. Sonuçta, şu an uzaydaki cisimlerin, dalgaların üzerinde inip çıkan toplar misali durduğunu biliyoruz. Dalgaların yüksekliği ve hızı artırılırsa, çok kısa zamanda cisimlerin bir yerden bir yere gitmesi de mümkün. Aynı; şiddetli dalgada karaya kısa zamanda vuran bir topu düşünün. Dalgalar durulduğunda top da karaya ulaşmakta güçlük çekiyor. Uzay bükülebildiğinden zamanda yolculuğu da mümkün kılıyor. Medeniyetimizin önünde yeni bir ufuk açılıyor.

Devamını Oku

Starbucks’a Türk kahvesi keyfi geliyor

7 Ekim 2017

Starbucks Türkiye, Türk kahvesini standartlaşmak ve yaygınlaştırmak için kolları sıvadı. Türk Kahve Kültürü ve Araştırmaları Derneği (TKKAD) ve 50’nci yılını dolduran küçük ev aletleri üreticisi Arzum ile birlikte önemli bir işbirliğini hayata geçiriyor.

Starbucks Türkiye, 17 Ekim’den itibaren Türk kahvesini, TKKAD tarafından onaylanan içimi yumuşak az kavrulmuş Latin Amerika çekirdek harmanı Veranda ile hazırlayacak ve yeni özel sunumuyla misafirleriyle buluşturacak. Arzum ise bu işbirliğinde her fincanda ideal kıvam sunan kahve makinesi Arzum OKKA ile yer alacak. Starbucks’un misafirlerine servis edeceği üzerinde “3 vakte kadar” yazılı özel fincanlar ünlü tasarımcı Gamze Güven imzasını taşıyor.

Starbucks, Türk kahvesini yaymayı misyon edindi

Starbucks Türkiye Başkan Yardımcısı Tunç Tunaveli, “İlk kez misyonu ve yapısı farklı; ancak Türk kahvesine gönül vermiş üç kurumun Türk kahvesi için işbirliği yaptığını söyleyerek sözlerine başladı. Tunaveli; “Türkiye’de 400 şubemiz var, her gün 200 bin misafir ağırlıyoruz. Bunu da Türk kahvesinin gelişmesi adına kullanacağız, sorumluluğumuzu kabul ediyoruz. Türk kahvesi standartlarını yeniden keşfediyoruz. Ve en uygun kahve çekirdeklerini bulmak için Türk baristalarıyla çalışıyor, harmanlarımızı sürekli geliştiriyoruz. Sunum ritüelini değiştirip yeniden Starbucks mağazalarımıza uyarladık” dedi.

Türk kahvesini standart hale getirme çabaları

TKKAD Yönetim Kurulu Üyesi Osman Serim de, kahve kültürüyle ilgili keyifli bilgiler vererek söze başladı. Anadolu insanının kahve ile ilk kez Kanuni döneminde tanıştığını, kahvenin 1700’lerden itibaren Türkler sayesinde bir dünya içeceği haline geldiğini belirten Serim; “Ne yazık ki, Türk kahvesinin kavrulması, çekimi ocak başında yapılış biçimi emek, zaman ve personel aldığından ve biz de Türkiye olarak hala kahve lezzetini standartlaştıramadığımızdan bu özel tat global pazarda yaygınlaşmadı. Ve 2000’li yılların başından itibaren giderek gözden düştü” ifadesini kullandı.

UNESCO’nun dünya mirası listesine girdi

Çok ilginçtir ki, ne Fransız şarabı, ne İskoç viskisi, ne de İtalyan espressosu ama bizim Türk kahvesi, UNESCO’nun koruma listesine alınan dünyadaki ilk “kültür sıvısı” oldu. 2013 yılında Kültür Bakanlığı’nın ve TKKAD’ın çabaları sonucu, UNESCO, Türk kahvesini tabiri yerindeyse korumaya aldı. Yani özetle kimse Türk kahvesine artık “yok Grek (Yunan) kahve yok Makedon kahvesi” diyemeyecek.

Devamını Oku

Milli Marş toplumun aşil tendonu

1 Ekim 2017

ABD’deki Milli Marş protestosu büyük kutuplaşmayı su yüzüne çıkardı. Başkan Trump, destekçileri, gazi ve ölen asker ailelerinden oluşan bir kesim bu tarz protestoyu bölücülük diye nitelendi-rirken, karşı tarafsa polisin siyahilere şiddetine dikkat çekecek daha iyi bir yöntem olmadığı görüşünde.

Amerika’da milli marş ülkeyi böldü. Polis şiddetine, beyaz ırkın üstünlüğüne ve siyahilere yapılan ayrımcılığı protesto için Amerikan Futbol Ligi’nde (NFL) başlayan milli marş protestosuna, Başkan Trump “Vatan hainleri bunlar, hepsi kovulmalı” diye katılınca, iş, polis şiddetini protestodan, bölücülüğe doğru yön değiştirdi.

Milli marş okunurken ayakta eli kalbinde selam durmak yerine yere diz çökerek, ki bu diz çöküş bana biraz dua ve Allah’a yakarışı hatırlattı, protesto eden onlarca Amerikan futbolcusuna, NBA ligi basketbolcuları da eşlik ediyor. Ünlü NBA oyuncusu Lebron James “Bu ülkeyi tek bir kişi değil, halk yönetiyor, iyi ki de öyle” diyerek protestoları Trump destekçiliği ile karşıtlığı noktasına getirdi. Tribünler de bölündü. Kimi taraftar protestocu oyuncuları yuhalarken, kimileri alkışlarla ya da kendileri de diz çökerek destek veriyor.

Kaos ve tartışma büyüyor. Ülke genelinde bir çok eğlence kulübü ve pub haftasonu Futbol Ligi’ni protesto etmek iş yerlerindeki televizyonları kapalı tutacağını açıkladı. Maçları yayınlayan özel TV kanalı ise oyuncuların bu davranışını “Milli Hakaret” olarak gördüğünden, 300 dolarlık yıllık abonelik ücretlerini isteyen abonelere geri vererek, şifreli kanalı iptal edebileceklerini duyurdu.

Milli Marş protestolarına destek verenler “Bunun vatana millete ihanetle ilgili değil, özgürlükle ilgili olduğunu” söylüyor. TV’lere konuşan birçok kişi “Milli Marş’ın bağımsızlık, birliktelik anlamına geldiğini, ancak ABD’de özgürlüklerin beyazlar eliyle toplumun bir kesimi üzerinde şiddete dönüştüğü için bu eyleme destek verdiğini, bunun marşa saygısızlık değil, tam aksine ülkeye ve bayrağa sahip çıkmak, ortak yaşamı vurgulamak için” yapıldığını ifade ediyor. Karşıt görüşte olanlarsa ellerinde gazilerin ve ölen askerlerin fotoğraflarıyla “Bunu yapanları vatana ihanet ve bölücülükle” suçluyor.

Ulusal Marşlar üzerinden yapılan protestolar her zaman konuşulmuş, en etkili ve tepki çeken protesto yöntemleri olmuştur. Örneklemek gerekirse;

- Kimse ABD’li atlet John Carlos’un ismini hatırlamaz ama o ve takım arkadaşı Peter Norman’ın 1968’de Mexico City’deki olimpiyatlarda şampiyonluk kürsüsüne çıkıp Amerikan milli marşı çalınırken, başları öne eğik, tek ellerinde siyah deri eldivenle yumruklarını havaya kaldırdığı sessiz protestoyu herkes hatırlar. Onlar “Siyah Panter”di. Ve ABD’de siyahilere karşı yapılan ayrımcılığı Olimpiyat kürsüsünden dünyaya haykırdılar.

Devamını Oku

Dünya yuvarlak! Uzay düz değil!

23 Eylül 2017

Can Yayınları’ndan elime güzel bir kitap geçti “Fizik Üzerine Yedi Kısa Ders.” Carlo Rovelli adlı İtalyan bilimadamı, uzay, kuantum, zaman gibi fizik kuramlarını basitçe okuyucuya anlatmaya çalışmış ve başarmış. Bir öğleden sonra kahvemi yudumlayıp çok satan kitabı okurken, aklıma geçtiğimiz haftalarda sosyal medya gürültü koparan “Dünya yuvarlak değildir, düzdür” diyen bizim genç Türk dimağı geldi.

Sezgilerimiz!.. Bunlara sadık kalsaydık hala dünyanın düz olduğunu, güneşin de onun etrafında döndüğünü düşünür olurdu. Sezgilerimiz sınırlı deneyimlerimizin temelinde gelişiyor. Biraz daha uzağa baktığımızda dünyanın bize göründüğü gibi olmadığını keşfederiz. Dünya yuvarlaktır ve Güney Afrika’da ayaklar yukarıda, başlar aşağıdadır. Sezgilerimize güvenmek bilgelik değildir. Köyünün dışındaki koca dünyanın hep bildiği dünyadan farklı olabileceğini reddeden bir ihtiyarın varsayımıdır.

Ne zaman evreni konu alan bir film izlesem, içimi heyecan kaplar. Galaksilerin ve yıldızların uçsuz bucaksız denizinde minicik ücra bir köşede olduğumuzu görmek, bende Tanrı’yı reddetme ya da ona karşı bir ilgisizlik değil, tam tersi ilgi ve hayranlık uyandırır. Olağanüstü muazzam bu sistem karşısında kendimi Allah’a biraz daha yakın hissederim.

Dünyanın evrenin merkezinde olmadığını ispatlayan Kopernik ve Galileo birer rahipti, aynı, genetik bilmini bulan rahip Mendel gibi. Kepler, Vatikan’ın Katolik okulunda ders veren inançlı bir Protestan; Newton ise İncil’i yol gösterici kabul eden hatta bence zaman zaman bağnazlığa düşen bir teolog. “Düşünüyorum öyleyse varım” diyen Descartes’tan, elektromanyetizmi bulan Faraday’a, Robert Boyle’e, Max Planc’a kadar hepsi koyu birer dindardı. Bugünkü uzaktan kumandaların, wireless’ın ve alternatif akımın mucidi Nikola Tesla, Sırbistan’da Ortadoks bir papazın oğlu olarak dünyaya geldi, papaz olmak üzere yetiştirdi. İşte bu ve benzeri din adamları ve Tanrı’ya gönülden inananlar değiştirdi dünyamızı.

Newton nesnelerin neden düştüğünü ve gezegenlerin neden döndüğünü açıklamaya çalışmıştı. Tüm nesneleri birbirine çeken bir kuvvet hayal etmişti. Buna çekim kuvveti adını vermişti. Bu kuvvetin aralarında hiçbir şey olmayan, birbirinden uzaktaki nesneleri nasıl çektiği bilinmiyordu. Ama bugün biliyoruz. Başka birçok şey de biliyoruz. Siz “Nasıl oluyor ya” deseniz de, bunlar kanıtlanmış gerçekler, boşluktan oluşmuyor.

- Dalgalanan, eğilen, kıvrılan bir madde uzay. Kaskatı ve görünmez bir yapı içerisinde bulunmuyoruz, esnek bir yumuşakçanın (jölenin) içine gömülüyüz. Güneş, etrafındaki uzayı büküyor ve dünya da onun etrafında, gizemli bir güç tarafından çekildiği için değil, eğilen bir uzayda bir doğru üzerinde hızla yol aldığı için dönüyor. Tıpkı huni izinde dönen bir bilye gibi. Huninin merkezinden kaynaklanan gizemli kuvvetler yoktur, huninin çeperinin eğik olması bilyenin dönmesini sağlar. Uzay da eğildiği için gezegenler güneş etrafında dönüyor, cisimler yere düşüyor. Bu kadar basit.

- Uzay maddenin olduğu yerde eğiliyor. Gezegenleri gerili bir çarşafın üzerine bırakılan ağır bilyeler gibi düşünün. Bir yıldızın etrafındaki uzayın eğilmesi sonucu sadece gezegenler yıldız etrafında dönmekle kalmıyor, ışık da doğrusal hareket etmek yerine bükülüyor. Einstein güneşin ışığı büktüğünü öngörmüştü. Bu eğrilik, 1919’da ölçüldü ve kanıtlandı. Ama bükülen yalnızca uzay değildir, zaman da bükülür. Einstein’a göre yüksekteki bir konumda zaman, dünyaya yakın alçak bir durumdan daha hızlı akıyordu. Bu da ölçülmüş ve kanıtlanmıştır. Fark çok küçüktür ama deniz kıyısında yaşayan biri, dağ tepesinde yaşayan ikiz kardeşinden biyolojik olarak biraz daha yaşlıdır. Bir gezegene inildikçe zaman yavaşlıyor.

Devamını Oku

Modada türban rüzgarı

16 Eylül 2017

New York Fashion Week’in kapanış defilesini yapan ünlü modacı Marc Jacobs, herkesi şaşırttı. 2018 İlkbahar koleksiyonu tropikal ve Arabik izler taşıyor.

New York Fashion Week’in kapanış defilesini yapan ünlü modacı Marc Jacobs, herkesi şaşırttı. Amerikalı modacı, 2018 İlkbaharı için hazırladığı kıyafetleri; alışılmış New Yorker sokak moda tarzının oldukça ötesinde, tropikal ve Arabik izler taşıyordu. Canlı çiçek desenleri ve parıltılı kumaşlarını, türban, hicab ve egzotik baş bağlama ile kombine eden Jacobs, alışılmış “hot city chics” (Seksi şehir hatunları) bekleyenleri tam anlamıyla ters köşeye yatırdı.

Markenler; Park Avenue Armory’de fonda hiçbir müzik olmadan podyuma çıktılar. Ne ışıklar karartıldı, ne de renkli spotlarla mankenlerin üzerine özel aydınlatma yapıldı. Önceki günlerin sahnedeki ışık oyunları ve gösterilerinden yorulan seyincinin gözleri bir bakıma o sadelik içerisinde dinginleşmişken, birden egzotik kıyafetli türbanlı mankenler podyumda belirince, insanlar afalladı.

Kültürel bir saldırganlık mı?

Sopfia Cappola’nın meşhur filmi “Somewhere”den esinlenircesine koleksiyon “Bir Yerlerde” (Somewhere) adını taşıyordu. Bu yer, ne New York ne Londra, ne de Paris’ti. Bu yer çölün ortasına bırakılmış cesur bir bedevi kadının kızgın kumları savurarak kararlı adımlarla bata çıka özgürlüğe yürüyüşü kadar sade ve güzeldi. Şifon benzeri uçuşan entari giyinmiş kadınlar, başlarını örten türban ve benzeri örtülerle süzülerek, rüya gibi geçiş yaptılar. Eleştiri okları derhal yükseldi. Bu tarz baş örtünmeyi moda değil kültürel bir saldırganlık olarak görenler ve bunu Jacobs’un bilerek yaptığını öne sürenler oldu. ABD’li modacı ise defilesindeki türban ve hicabın günümüz ideolojik türban kullanış biçiminden uzak, “60’lı yılların sonlarındaki moda akımına bir yorum katmak” olduğunu savundu.

Yeni sezonda bunların dışında İskoç ekose kumaş parkalar, dökümlü erkek giyim kuşamı, balıkçı yakalar, püsküller ön plana çıktı. Koleksiyon aksesuar açısından oldukça zengindi. Küçük el çantalarından ipek ve kürk boalara (boyun atkısı), bel çantalarından opera eldivenlerine kadar her şey mevcuttu.

Devamını Oku