Sürdürülmesi zor FEDA

22 Mayıs 2018

Motorine 23, benzine 25 kuruşluk zam geldi ancak alınan karar doğrultusunda söz konusu tutarlar ÖTV’den düşülerek pompa fiyatına yansıması önlendi. Peki bu sürdürülebilir mi?

Akaryakıt fiyatlarına getirilen önlemlerden sonra ilk uygulama önceki gece yarısından itibaren devreye girdi. Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşverenler Sendikası, önceki gün gece yarısından itibaren motorinin litre fiyatına 23, benzine 25 kuruş zam yapıldığını açıkladı. Otogaza da

9 kuruş zam geldi. Otogaza gelen zam da yine benzer şekilde ÖTV ayarı ile dengelendi. Maliye, alınan karar doğrultusunda bu tutarlar kadar ÖTV indirimi yaptığı için pompa fiyatlarında bir değişim olmadı. Yani bir anlamda Maliye vergi gelirinden feragat ederek bu zammın tüketiciye ve nihayetinde enflasyona etki etmesini önledi.

Ne kadar feragat?

Geçtiğimiz hafta yapılan bir düzenleme ile akaryakıt fiyatları yukarı yönlü ataklara karşı sabitlenmişti. Yani petrolün varil fiyatında

80 dolarların üzeri görülürse ya da kur yeni bir atak yaparsa maliyet artışı akaryakıt ürünlerine yansıtılmayacaktı. Nitekim petrolün varil fiyatı 80 dolar seviyesinde kalmasına karşılık, karar alındığında 4.38 olan dolar/TL kuru dün itibarıyla 4.65’e çıktı. Yani normal şartlarda petrol ürünlerine kur farkından dolayı zam gelmesi gerekiyordu, ÖTV ayarı ile bu önlendi.

Sürdürülebilir mi?

Peki asıl soru şu. Petrolün varil fiyatı 80 dolarlarda kalırsa ve Türk Lirası da dolar karşısındaki güçsüz seyrini sürdürürse bu denge formülü daha ne kadar sürdürülebilir?

Devamını Oku

Yangın merdiveni, petek musluk ne varsa çaldılar

20 Mayıs 2018

Geçtiğimiz hafta, toplu yemek sektöründe faaliyet gösteren bir şirketin yöneticisi ile buluştuk. Kendi faaliyet alanını ve işini anlatırken laf lafı açtı, konu çok başka yerlere geldi. Geldiği yerlerden birinden ise inanılmaz bir hikaye çıktı.

Bu hikayeyi daha sonra konunun bizzat muhatabı mal sahibi iş adamını da arayarak teyit ettim. Konu yargıya intikal ettiği için ve henüz esas suçlu tespit edilemediği için ne mağduru, ne de suçlanan kişiyi yazmayacağım. Hikaye çok enteresan. Ekonomik krizin toplumu getirdiği noktayı görmek açısından da değerlendirmeye değer.

Ataşehir’de bir bina

İsim vermeyeceğim dedim ancak bazı ipuçları vermekte bir sakınca yok. İş ilanlarını bir araya getiren bir internet sitesi kuran ve daha sonra bu siteyi iyi bir fiyata satan kişi konunun mağdur tarafında.

Ataşehir’de 14 katlı bir iş merkezi var. Olayın nasıl geliştiğini kendi cümleleri ile aktarıyorum: “İş merkezini yaklaşık 16 aydır kiralamaya çalışıyorum. Ne gelen var ne giden. O kadar fiyat indirimi yaptım, yine de bir kiracı bulamadım. Derken biri aradı. Kendisini tanıttı. Binamla ilgilenebileceğini ancak ne peşinat ne depozit veremeyeceğini söyledi. ‘Aydan aya kiranızı alırsınız. Şartlarımı kabul ediyorsanız binaya talibim’ dedi. ‘Buna da şükür’ dedim. Boş durmasından iyidir. Binanın anahtarlarını kendisine teslim ettim. 1 ay sonra bekliyorum ki kira hesabıma yatsın. 3-5 gün geçti hesapta bir hareket yok. ‘Hadi’ dedim ‘Hemen aramayayım’. 10 gün oldu daha ilk kira bile yatmayınca, kiralayan kişiyi cep telefonundan 1-2 kez aradım. Dönüş olmadı. Mesaj attım, cevap vermedi. İlerleyen günlerde hemen her gün aramaya başladım. 1 hafta boyunca bir dönüş olmayınca, binaya gitmeye karar verdim. Gittiğimde ne göreyim. Binada para edebilecek ne var ne yok çalmışlar. Kalorifer peteklerinden, su borularına, armatürlerden, klozetlere, elektrik kablolarından klimalara, hatta yangın merdivenine varıncaya kadar para edebilecek, çıkarılabilen sökülebilen ne varsa götürmüşler. Hemen polisi aradım ve savcılığa da suç duyurusunda bulundum.”

KİM BU UYANIK?

Binayı kiralayan kişinin adı da bende var. Daha önce Fatih’te özel hastane işletmeciliği de yapan bir şahıs bu. Ancak doktor değil. Pek çok yerde kendini doktor olarak tanıttığını duydum.

Google’da arama yaptığınızda bazı vukuatlarına rastlıyorsunuz. Mağdur olan iş adamına sordum. ‘Madem peşinat ve depozito almadın. Bu adamı araştırma ihtiyacı da mı hissetmedin’ diye. Cevap şöyle oldu:

Devamını Oku

S&P’den öğrenenin ticareti mi?

2 Mayıs 2018

Pazartesi günü Borsa bir anda kırmızılara boyandığında kimse durumu izah edemedi. ‘Mehmet Şimşek kabine dışı kalıyor’ dedikodusu ortaya atıldı ancak doğrulanmadı. Satışlar hız kesmedi. İşin aslı dün ortaya çıktı. S&P, Türkiye’nin notunu kırdı. 24 saat önce gelen satışlar, ‘Bu bilgi önceden sızdırıldı’ dedirtti

Tarih 30 Nisan Pazartesi. Borsa’da ilk gong çaldığında her şey yolunda gibiydi. Merkez Bankası’nın 75 baz puanlık faiz artırım kararından sonra döviz de dizginlenmiş, dolar 4.04-4.05 TL bandında stabil olmuştu. Saat 14’te başlayan Borsa’daki öğle seansı da dengeli açılmıştı. Yükselen, düşen hisseler vardı ancak Borsa’daki ticarette olağanüstü bir durum görünmüyordu.
Ne olduysa; saat 16’dan sonra ani bir satış dalgası Borsa’yı kapladı. Önce kimse sebebini anlayamadı. ‘Herşeyi bilen’ oysa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan piyasanın ekranlarda görünmeyi seven analistleri birer birer görüş aktarmaya başladı.
Birisi çıktı “Bugün ayın son günü. Yani vadeli pozisyonların kapatılması gerekiyor. Bu satışın arkasındaki neden bu olabilir” dedi.
Bir diğeri çıkıp, Bakanlar Kurulu toplantısına attı topu. Ali Babacan’ın gidişinden sonra piyasaların en güvendiği ikinci isim olarak kalan ekonominin kaptanı Mehmet Şimşek’in olası bir revizyonda kabine dışında kalacağını, bu yüzden Borsa’nın tedirgin olduğunu ve satış yediğini söyledi.
Bir diğeri sırf ‘Bir fikrim yok’ diyemediği için “Seçim öncesi riskten kaçış bu” tespitinde bulundu.
Bir başka büyük Türk düşünürü, belli ki dış dünyayı da takip ediyor olsa gerek, ABD’nin gümrük vergileri ile ilgili politikasına bağladı düşüşü. Görüşünü desteklemek için “İran ile gerilen ilişkiler de yabancıların satışa geçmesine zemin hazırladı” diye ekledi.
Aslında kimse tam olarak niye satılıyor bilmiyordu.
Ne zamana kadar?
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P), Türkiye’nin kredi notunu düşürdüğünü duyurana kadar. Bu açıklama dün geldi. Borsa’da o sert satışların başladığı Pazartesi günü saat 16 sularından 24 saat geçtikten sonra.
1 Mayıs sebebiyle piyasalar önceki gün kapalıydı. Eminim açık olsaydı, S&P açıklaması yapılana kadar Borsa yine büyük bir satış baskısı altında kalabilirdi.
Aracı kurumlarla konuştuğumda herkesin söz birliği yapmışcasına söylediği şey satış emirlerinin daha çok yurt dışı kaynaklı olduğu yönündeydi. Yani ağırlıklı olarak yabancılar satmıştı. Yerli yatırımcılar garibim kör uçuş yapıyor, durumu anlamaya çalışıyordu.
Bir de çok yoğun bir açığa satış olduğu belirtildi. Yani bazı yatırımcılar da elinde olmayan hisseleri sattı.
Açığa satış bir risktir.
10 liradan elinizde olmayan malı satıp, 7 liradan, 8 liradan yerine koymayı hedeflersiniz. Bunun için elinizde çok ciddi bir bilgi olması lazım. Çünkü o bilgi yoksa ve hisseler düşmeyip yükselirse, bu kez 10 liradan sattığınız hisseyi 12 liradan
13 liradan yerine koymak zorunda da kalabilirsiniz.
Hatta bazı durumlarda açıkçı olduğu farkedilen tahtalarda çok daha yukarılardan sizi mallandırırlar. Açığa satış için elinizin kuvvetli olması lazım. Açığa satışlardaki yoğunluk da insanın şüphelerini artırıyor, ‘S&P’nin not indireceği birileri tarafından biliniyordu’ dedirtiyor.
Bu kez cidden inceleyin Biz bugüne kadar yetkililerden sert çıkışlar duyduk. Borsa keskin düştüğünde, döviz keskin yükseldiğinde arkasında bir spekülatör, bir manipülatör kurum olduğuna dair imalarda bulunuldu. Tehditler savuruldu. Araştırılacağı, yapanın yanına kâr kalmayacağı söylendi. Ben 30 yıldır bu işin içindeyim. Daha şu ana kadar o araştırmalardan bir sonuç çıktığını, birilerinin ceza aldığını görmedim. Yani ne yapıldıysa hep yapanın yanına kâr kaldı, tehditler de havada... Bence Pazartesi günü Borsa’da, hatta Türkiye ekonomisi üzerinde büyük bir oyun oynandı. Şimdi Sermaye Piyasası Kurumu’nun (SPK) devreye girmesi lazım. Pazartesi günü öğleden sonra kimler olağanüstü şekilde satış yapmış, elinde olmayan malı kimler açığa satmış tespit etmesi lazım. Ardından da bu satışçılara dönüp sorması lazım. ‘Kardeşim sen ne duydun da ne biliyordun da böyle aniden satışa geçtin?’ diye. 106’ncı madde hükümleri açık - 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 106’ncı maddesi ‘insider trading’ yani içeriden öğrenenlerin ticaretinin gerçekleşmesi halinde müeyyideleri düzenliyor. - Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasında fırsat eşitliğini bozacak şekilde haksız yarar sağlamak, içeriden öğrenenlerin ticareti olarak tanımlanıyor. Şayet böyle bir durumun gerçekleştiği tespit edilirse Sermaye Piyasası Kurumu devreye giriyor ve suç duyurusunda bulunabiliyor. - Yine aynı kanunun 107’nci maddesinin birinci fıkrasında piyasa dolandırıcılığı (işlem manipülasyonu) suçu düzenleniyor. Mevcut durum itibarıyla içerden öğrenenlerin ticareti suçu için öngörülen müeyyide 3 yıldan 5 yıla kadar hapis veya adli para cezası, işlem manipülasyonu suçu için öngörülen müeyyide 3 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 bin günden 10 bin güne kadar adli para cezası olarak tanımlanıyor. İşlem manipülasyonu suçundan dolayı verilecek olan adli para cezasının miktarı, suçun işlenmesi ile elde edilen menfaatten az olamaz diye de ekleniyor. - Türkiye’yi Halkbank üzerinden cezalandırmaya çalışanları biliyoruz. Türkiye’nin de S&P nezdinde bir soruşturma açması için bana göre tüm şüpheler mevcut. Jet hızıyla not indirimi S&P’den yapılan açıklamada, Türkiye’nin yabancı para cinsinden kredi notunun “BB”den “BB-”ye, yerli para cinsinden notunun “BB “dan “BB”ye düşürüldüğünü, görünümünün “durağan” olduğunu bildirdi. Kredi notunun düşürülmesiyle ilgili olarak, Türkiye’nin makro ekonomik dengesizliklerinin arttığı belirtilen açıklamada, enflasyon görünümünün bozulduğu, Türk Lirası’nda değer kaybı ve volatilite görüldüğü ifade edildi. Türkiye’nin mali pozisyonunun zayıfladığına dikkatin çekildiği açıklamada, ekonominin aşırı ısındığı da vurgulandı. Açıklamada, Türkiye’nin dış finansman koşullarının ve Türk Lirası’nın konumunun daha da bozulması ve özel sektörün hassaslaşması durumlarında ülkenin kredi notunun yeniden düşürülebileceği uyarısında bulunuldu Ancak dün bir başka dikkat çeken açıklama daha oldu. Kurumun üst düzey yöneticisi Frank Gill bir açıklama yaptı. Açıklamasında Başbakan Binali Yıldırım tarafından Pazartesi günü akşamı açıklanan pakete vurgu yapıldı ve bu ek mali genişlemenin kaygı uyandırdığı, bu yüzden de not indiriminin geldiğini söyledi. Binali Yıldırım’ın açıklaması ile not indirimi arasında geçen süre de yaklaşık 25 saat. Yahu ne zaman toplandınız, ne zaman değerlendirme yaptınız ve ne zaman not indirimine karar verdiniz? Ben genellikle komplo teorilerini pek sevmem. Hele hele not indirimlerinin ardından gelen siyasetçilerin ‘Bu bir siyasi komplo’ söylemlerine de çok itibar etmem. Ancak bu kez gerçekten bu işte bir bit yeniği aramak lazım gibi geliyor. Not indiriminin zamanlaması tartışılabilir. Ancak ortada fol yok yumurta yokken, birden Borsa’ya gelen sert satışları izah etmek zor. Aradan 24 saat geçtikten sonra gelen not indirimi ile çok çok zor.

Devamını Oku

Ölüyor balıklar kına yakın alıklar

14 Nisan 2018

Bugün av yasağı başlıyor. Önceki gün gelen sonuçlar gösterdi ki bu yıl avlanan balık miktarı neredeyse yüzde 60 oranında düştü. Alınan onca önleme rağmen bilinçsiz ve yasak avlanmanın önüne geçilemiyor. Böyle giderse Türk balıkçı tekneleri rotayı Moritanya ve Somali’ye kıracak.

Dedem ve 2 dayım balıkçıydı. Sonra onların çocukları, kuzenlerim de balıkçılığa devam ettiler. Tekneyi büyüttüler kocaman bir Gırgır’a dönüştürdüler. Kocaeli Karamürsel’de Abanozlar’ı tanımayan yoktur. Hatta tüm Körfez bölgesinde.

Çocukluğum onların yanında geçti. Sanıyorum 80’lerin sonuydu. İzmit Körfezi, Dilovası’ndaki boya fabrikalarının atıkları ile renk değiştirmişti. Balıkçılar ayaklandı. En küçük sandalından, en büyüğüne kadar yüzlercesi denizde bir uyarı geçişi yaptı. O zamanların etkin yerel gazetelerinden biri olan Kocaeli Gazetesi’nde konuyla ilgili çıkan haberin fotoğrafı bizim tekneydi. Kocaman bir pankart hazırlamıştık. O pankartta ‘Denizde öldü balıklar, kına yakın alıklar’ yazıyordu. Gazete de haberi bu başlıkla vermişti.

Karadeniz ve Marmara bitik

80’lerden bugünlere geldik. Hatırlıyorum da, biz avlanırken istavritin yüzüne bakmazdık. Para etmezdi. Kasalayıp, mezata getirdiğine değmezdi. Kolyos diye bir balık vardı. Şimdi kimse neye benzediğini bilmiyor. Uskumru vardı. İthali değil, Marmara’da çıkanı...

Lüfer, palamut, sarıkanat bol bol avlanırdı. Şimdi ne yazık ki denizde balık yok. Av sezonu bugün bitiyor. 7.5 aylık sezon bu yıl tam bir felaket oldu. Tutulan balık miktarı yüzde 60’lara varan oranda azaldı, fiyatlar katlandı.

Balıkçıların sezonla ilgili değerlendirmeleri şöyleydi: İstanbul Su Ürünleri Hali Komisyoncuları Derneği (İSKOMDER) Başkanı İrfan Mazlum: “Bu sezon keyifli geçmedi. Denize açılan balıkçılar çoğu zaman kıyıya eli boş döndü. Çinekop biraz çıktı ancak diğer türler hemen hemen yoktu. Devletimiz düzenleme yapmazsa, tedbir alınmazsa gelecek sezon da hüsran yaşarız. Aşırı avcılık, balık unu fabrikalarının aşırı fazla oluşu, hamsi ve istavritin yatağı olan Gürcistan ve Abhazya bölgesindeki aşırı avcılık sıkıntı çıkarıyor. Mesela Doğu ve Orta Karadeniz bölgesinde her gün tutulan 10-15 bin ton hamsi un fabrikalarına gidiyor. Çaça balığı diğer balıkların da yemi aynı zamanda. Bu balığın aşırı avlanması balıkların gelişimini olumsuz etkiliyor. İnce balıkların tutulması sıkıntı doğuruyor.”

İstanbul Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifleri Birliği (İSTBİRLİK) Başkanı Erdoğan Kartal: “Daha önce de kötü sezonlar geçirmişizdir ama bu sezon onları bile arattı. Çok yıkıcı geçti. Hem küçük hem de büyük balıkçılar için kötü geçti. Küçük balıkçıların cebine para girmedi. Bu yıl lüfer ve Karadeniz mezgiti neredeyse hiç yoktu. Gelecek sezon da böyle geçerse bittik demektir. Balıkçılar ile hükümet ciddi bir iş birliği yapmalı ve önlemler almalı. Bu sıkıntılar böyle devam ederse balık kalmayabilir denizlerimizde.”

Devamını Oku

Siber zorbalık ve cinsel tacize karşı seferberlik

7 Nisan 2018

Çocuklar arasında siber zorbalık ve cinsel riskler artıyor. Dünyada 8-12 yaş arasında her 100 çocuktan 47’si tacize uğradı. ‘Çare, çocukların kendi öz filtrelerini geliştirmesi’ diyen Turkcell, Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yeni ama çok önemli bir eğitim projesi başlattı. Amaç çocukları dijital dünyanın kölesi değil, efendisi yapmak

Çocuklarımızın hemen hepsinin elinde ya birer cep telefonu ya da birer tablet, sosyal medyada cirit atıp, gözlerini kırpmadan oyun oynuyorlar. Bir araştırma yapılmış. Hapishanedeki mahkumlar bile artık çocuklardan daha fazla açık havada vakit geçiriyor. Ben hatırlıyorum da annem beni sokaktan alamazdı. Şimdi ise çocukları sokağa çıkarmanın imkanı yok.
Dijitalleşme ne yazık ki iyiliklerinin yanında kötülükleri ve büyük riskleri de beraberinde getiriyor. Bu saatten sonra çocukların elinden telefonları, tabletleri almak mümkün değilse çare dijital dünyada çocukları sorumlu bireyler haline getirmek. Onları dijital dünyanın kölesi değil, efendisi yapmak.
Zorbalık yayılıyor
Turkcell Teknoloji Zirvesi geçen hafta gerçekleşirken, Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu beni bir öğlen yemeğine davet etti. DQ Enstitüsü Kurucusu ve CEO’su Dr. Yuhyun Park ve Milli Eğitim Bakanlığı Bilgi Teknolojileri ve Stratejiden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Hilmi Çolakoğlu’nun da bizimle olacağını söyledi. Başlatılan ve çok önemsediğim iş birliğine ilerleyen satırlarda değineceğim. Ancak önce bu konunun neden bu kadar önemli olduğunu somut örneklerle aktarmak sanırım daha dikkat çekici olacak. Çünkü araştırma sonuçları her anne babanın tüylerini diken diken edecek cinsten.
Hangi risklerden bahsettiğimizi de açalım. Dünyada filtresiz ve sansürsüz sınırsız içerik var. Şiddet içerikleri, yalan haberler, nefret söylemleri, güvenlik ihlalleri, siber zorbalık ve radikalleşme en tehlikeli tarafta. Siber zorbalık çok yayılıyor. Örneğin bir çocuk bir arkadaşının çıplak fotoğrafını çekip, diğer arkadaşlarına yollayabiliyor. Bu hiç masum olmayan eylem, intihara kadar gidebilecek bir süreci tetikleyebiliyor.
Randevulaşma oranı Türkiye’de yüksek
Gelelim araştırma sonuçlarına. - 8-12 yaş arası çocukların dünya genelinde yüzde 56’sı siber risklere maruz kalıyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 47. Siber riskten kastedilenler arasında siber zorbalık var. Dünyada 8-12 yaş arasındaki çocukların yüzde 47’si siber zorbalığa maruz kalırken bu oran Türkiye’de yüzde 38. - Görülen bir diğer önemli taviz ise cinsel içerikler. Global tanımıyla çevrimiçi cinsel davranışlar. Dünyada bu oran yüzde 19 iken, Türkiye’de yüzde 12. Çevrimiçi cinsel davranışlar, cinsel içerikli web sayfalarını ziyaret etmek, cinsel içerik indirmek veya yabancılarla cinsel sohbetleri kapsıyor. - İnternetten tanıştığı biriyle buluşma oranı dünyada yüzde 10 iken ne yazık ki Türkiye’de yüzde 19. - Oyun bağımlılığı da eğitime muhtaç bir konu. Oyun bağımlılığı oranı dünyada yüzde 11 iken, Türkiye’de de yüzde 9’u bulmuş. - 2020 yılına kadar 725 milyon 8-12 yaş arasındaki çocuğun dijital dünyada olacağı öngörülüyor. Yine 2020’ye kadar 390 milyon 8-12 yaş arası çocuk risk altında olacak. - Dijital riskler, bilgi ve haberleşme teknolojileri gelişmiş ülkelere kıyasla bilgi ve haberleşme teknolojileri gelişmekte olan ülkelerde daha büyük bir sorun teşkil ediyor. - Burada kritik olan nokta bilgi ve haberleşme teknolojileri gelişmekte olan ülkelerde daha çok çocuğun mobil olmasıyla beraber maruz kaldıkları dijital risklerin daha artması. - Türkiye’de de 8-12 yaş arası çocuklar haftada 24 saatlerini ders çalışma ve ödev yapma dahil değil, sadece eğlence amaçlı olarak dijital dünyada geçiriyor. Bu rakam dünya genelinde haftada 32 saat. Bu süreler arttıkça da siber risklerle karşılaşma oranı daha da artıyor. Önce eğitmene eğitim Turkcell, Dijital Zeka Projesi ve yeni eğitim içeriği ilk kez ve ücretsiz olarak Turkcell tarafından Milli Eğitim Bakanlığı himayesinde 2018-2019 yeni öğretim yılında Türkiye’deki 8-12 yaş arasındaki çocuklarla buluşacak. Proje başlangıcından önce MEB iş birliğiyle 1.000 öğrenci ve 1.600 öğretmene online anketler dolduruldu. Bu anketlerle, internet ve dijital medya kullanımları, desteklenmeleri ve risk altında olabilecekleri alanları ve öğretmenlerinin dijital vatandaşlık konusunda bilgi ve farkındalık düzeyi tespit edildi. Doç. Dr. Mustafa Hilmi Çolakoğlu izlenecek yöntemi anlattı: “Bakanlık olarak 17 milyon öğrencimizin ve 1 milyon öğretmenimizin bu konuda bilinçlenmesi noktasında sorumluluk hissediyoruz. 1.000 öğrenci üzerinde yürütülen testler sonucunda gördük ki Türkiye’deki çocuklar da siber risklere maruz kalıyor. 2018-2020 yılları arasında bu konu özelinde çalışacağız. Önce testleri Türkçeye çevireceğiz. Aynı zamanda öğretmenlerle pilot çalışmalar gerçekleştireceğiz, velileri eğiteceğiz ve akademisyenlerin bilinç düzeylerini arttıracağız. Konuyla ilgili ayrı bir ders koymak yerine, mevcut derslerin içerisinde gerekli mesajların gerekli zamanlarda verilmesini sağlayacağız. Eğitim fakültelerine bu konu ders olarak eklenecek.” Çocuklar zararın farkında değiller Dijital ortamda çocuklar hem kendilerine zarar verebiliyorlar, hem de bir başkasına. Ne yazık ki bunun da farkında olmayabiliyorlar. Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu, yaptıkları iş birliğine giden yolu özetledi: “Çocuklarımızın dijital dünyayla kontrolsüz etkileşimi büyük bir tehlike arz ediyor. Çocuklar kendilerine verdikleri zarar ile başkalarına verdikleri zararın farkında olmayabilirler. Özellikle de çocukların sosyal medyada bilinçsiz ve kontrolsüz bir şekilde tüm erişime açık olması onların gelişimi için tehlikeli bir durum. DQ Enstitü ile Dünya Ekonomik Forum’unda tanıştık. Güney Kore altyapısı gereğiyle teknolojik açıdan ileride, her evde fiber elektriğin ve en hızlı internet şebekesinin olduğu, elektriğin hiç kesilmediği bir ülke olarak teknolojinin çocuklar üzerinde etkilerini Türkiye’den daha önce deneyimlediler. Biz de Türkiye’de ve dünyada öncü bir şirket olarak Turkcell olarak DQ Enstitüsü ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı bu proje kapsamında bir araya getirdik.” “Bir taraftan ‘İnsanların günü 1.440 dakika. Demek ki, işlenmiş data olarak satabileceğimiz, onların daha çok televizyon seyretmesini, daha çok müzik dinlemesini, daha çok internete girmesini bekleyeceğimiz 1.440 dakika var” diyen Terzioğlu’nun diğer taraftan böyle bir sorumluluk anlayışına ortak olması gerçekten çok önemli. Daha önce görme engellilerin, duyma engellilerinin ve mültecilerin hayatlarını teknoloji yoluyla kolaylaştırmak için çalışan Turkcell’in, şimdi de çocukları dijital dünyadaki risklere karşı korumak için harekete geçmesini ben şahsen çok önemsedim. Dijitalin kölesi değil efendisi olmalılar DQ Enstitüsü Kurucusu ve CEO’su Dr. Yuhyun Park dünyada ve Türkiye’de çocukların karşılaştıkları siber risklerden bahsederek, bunların önüne nasıl geçilebileceğini paylaştı. DQ Enstitü’nün, çocukların teknolojinin esiri değil, ustası olması için çalıştığını belirterek şöyle devam etti: “Dijital zekayı dijital yaşam için gerekli olan teknik, zihinsel ve sosyal yeterliliklerin toplamı olarak tanımlayabiliriz. DQ, kişilerin online dünyanın sorumlu üyeleri olmaları ve dijital çağın zorluklarıyla başa çıkmaları için gereken bilgi, beceri, tutum ve değerleri kapsıyor. Çocukları birer dijital vatandaş yapmalıyız. Dijital vatandaşlık, teknoloji ve medyayı güvenli, sorumlu ve etkili kullanma becerisidir. Ayrıca çocuklara dijital araçları kullanarak yeni içerikler oluşturarak, fikirleri gerçeğe dönüştürerek bu ekosistemin bir parçası olma becerisi kazandırmak, dijital girişimci yapmaktır. 8-12 yaş arası, bu alanda bilinçlendirme çalışmalarına başlamak için en ideal yaş aralığı. Doğru ve yanlış farkının gelişmeye başladığı bu dönem çok önemli. Yuhyun Park bu eğitimle çocuklara ekran zaman yönetimini, siber zorluklarla baş etmeyi, eleştirel düşünmeyi, kişisel güvenlik yönetimini, dijital empatiyi öğrettiklerini söyledi. Park, bu eğitimi alan çocukların dijital zekalarının yüzde 10 arttığını, siber risklere maruz kalma oranlarının yüzde 15 azaldığını belirtti. 2 çocuk annesi ve tehlikeyi fark etti DQ Enstitüsü kurucusu ve CEO’su olan Dr. Yuhyun Park, iki UNESCO ödülü sahibi, OECD, IEEE ve WEF tarafından Dijital Okuryazarlık Eğitim Lideri olarak tanınıyor, Harvard Üniversitesi’nden bioistatistik alanında doktorası bulunuyor. Big data istatistiği ve dijital medya alanlarında uzmanlığı olan Dr. Park, hem dijital teknolojilerin büyüyen etkisinden hem de bu büyümenin sonucu olarak ortaya çıkan ve çocukların karşılaştığı siber zorbalık, teknoloji bağımlılığı, yalan haberler konusunda endişeli olduğunu, aynı zamanda da 2 çocuğunun hızla değişen dijital dünyada başarılı bir şekilde büyümesini istediği için bu konuya eğildiğini söyledi. Tüm bunların sonucu dijital geleceğe çocuklarımızı hazırlamak için bu önemli eğitimsel uçurumun eksiğini görerek Digital Intelligence Quotient (DQ) konseptini geliştirdiğini anlattı. Bu eğitim programının tüm dünya çocuklarına ulaşabilmesi için ülkelerin milli eğitim bakanlıkları ve OECD, WEF, UNESCO gibi dünyanın önde gelen platformları ile iş birliği yapan Park ve ekibi, hazırladığı Küresel Dijital Zeka Araştırması Raporu’yla yaklaşan tehlikeyi bilimsel yollarla ortaya koydu.

Devamını Oku

Turkcell’in çoklu oyunu Lifecell ile Avrupa’da

2 Nisan 2018

Sadece konuşup SMS atan yani tekli oyuncu müşteri operatöre ayda 15 lira ödüyor. İnternete giren, müzik dinleyen, televizyon seyreden, gazetesini cep’ten okuyan çoklu oyuncu müşteri 45 lira kazandırıyor. Turkcell, çoklu oyuncuları Avrupa’da da yakalamak için dijital ihracat hamlesi başlattı

Artık kendini bir operatör olarak değil, dijital servis sağlayıcı olarak konumlayan Turkcell’in Genel Müdürü Kaan Terzioğlu, Berlin’deki buluşmamızda söze işlenmiş datanın önemini vurgulayarak başladı.

Ham petrolü satmakla işleyip satmak arasındaki katma değer farkına dikkat çekerek, “Datayı da işleyip ona bir değer katarak satabiliyorsanız bir anlamı var. Küçükken babam bana sorardı. ‘Bir kilo pamuk mu, bir kilo demir mi daha ağırdır?’ diye. Şimdi ben düşünüyorum. Bir dakika müzik mi bir dakika konuşma mı? Tabii ki bizim için işlenmiş data daha değerli. Biz de hedefimizi buraya koyduk. Enerjimizi buna yönelttik ve bugün yüzde 23.4’lük büyüme ile dünyanın en hızlı büyüyen operatörü olduk” dedi.

Türkiye’de Turkcell olan marka yurt dışında Lifecell’e dönüyor. Kuzey Kıbrıs’ta bile hem Turkcell hem Lifecell markası birlikte yer alıyor. Kaan Terzioğlu, dataya katma değer katarak satmanın önemini şu örnekle açıklıyor:

Kalbini kazanıyoruz

“Biz ilk dijital operatör hizmetimizi, belki şaşıracaksınız ama küçük bir pazarda, Kuzey Kıbrıs’ta başlattık. 18 ay önce KKTC’de, Lifecell markasını ve dijital operatör olarak yeni hizmetlerimizi oradaki pazara sunduk. Lifecell markasının bugün Turkcell markasına göre ARPU’su tam 2 kattır. Kıbrıs’ta geçen hafta numara taşıma başladı. Tahmin edin ne oluyor? Lifecell numara almada 1 numaralı operatör. Ve bizim koyduğumuz hedeflere 1 sene öncesinde ulaştı. Bu Kıbrıs’taki bir örnek. 18 aylık süre olduğu için örneği oradan verdim. Dönüyorum, Türkiye’ye bakıyorum. Türkiye’de de bizim tekli oyun, ikili oyun ve çoklu oyun dediğimiz bir tanımımız var. Çoklu oyunda dijital operatör hizmetlerimizden de yararlanıyor müşterilerimiz. Sadece elinde eski Nokia 3110 telefonu olan ses ve SMS hizmetimizden yararlanan bir müşterimiz bize 15 lira ARPU getiriyorsa, elinde akıllı bir cihazı olan data hizmetimizi de tüketen bir müşterimiz 30 lira getiriyor. Fakat bu müşterimizin kalbini kazanıp televizyon seyrettirip, Dergilik’ten gazete okutabiliyorsak, müzik dinletebiliyorsak,

o 32 dakikalık ilişkiyi 100, 200 dakikalara çekebiliyorsak, o zaman 45 lira kazanıyoruz. Bu gerçek rakamlardır. Müşterilerimizin yüzde 57’si çoklu oyundadır.”

Dijital ihracat dönemi

Devamını Oku

Zincir marina olunca zincirleme fırsat geldi

1 Nisan 2018

11 marinada 6 bin tekne kapasitesine ulaşan Setur Marinaları, yeni kampanyası ile yıllık sözleşme yapan müşterilerine diledikleri marinada 30 gün konaklama imkânı getirdi

Türkiye’de denizciliğin popülerleşmesine ve tekne sahipliğinin artmasına bağlı olarak büyük gruplar marinacılığa ilgi gösterdi. Doğuş, IC, Yıldız Holding, Doğan Holding gibi büyük gruplar bu işe girdi. Geldiğimiz noktada ise bu gruplar marinacılık alanında aynı iştaha sahip değiller. Hatta satışı düşünenler var.

Bu alanda 40 yıllık tecrübesi olan Setur, istikrarlı bir büyüme içinde. 11 marina ve 6 bin tekne bağlama kapasitesine ulaşan Setur Marinaları, yeni satın alma fırsatlarını da değerlendiriyor. Örneğin Bodrum Milta’nın Setur’a satışı onay aşamasında. Çok yakında Fenerbahçe ve Kalamış Marina’nın ihalesi yapılacak ve öyle görünüyor ki bu yukarıda saydığımız firmalar ihale ile çok da ilgili değil.

30 gün ücretsiz konaklama

Setur Marinaları Genel Müdürü Emre Doruk, müşteri çekmek için fiyatla oynamanın en kolay yol olduğunu söylerken “Biz zincir olmamızın avantajıyla misafirlerimize çok daha farklı deneyimleri yine uygun fiyatlarla sunuyoruz” dedi. En önemlisinin farklı marinalarda konaklama imkânı olduğunu kaydeden Doruk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Herhangi bir Setur Marinası ile yıllık sözleşme yapanlar, diğer Setur Marinaları’nda 30’ar gün ücretsiz konaklayabilecek. Zincir marina olmamızın avantajını sunduğumuz kampanyamızda, müşterilerimiz, 30’ar günden toplam 300 gün diledikleri marinamızda konaklayabiliyorlar. Yeni yılın ilk ayında başlattığımız bu avantajlar, sektörde ezber bozan yenilikler oldu. Setur Marinas’a Londra, Düsseldorf ve Tuzla Eurasia Boat Show’larında beklentinin de üzerinde aktif satış yaptırdı. Sözleşme kapsamında müşteriler, ücretsiz ek süre ve yol yardımı gibi önemli avantajlardan da yararlanabiliyorlar.” Doruk, 30’ar günün sonunda da aynı marinada kalmak isteyenlerin 60 güne kadar yüzde 50 indirimden faydalanabildiğini söyledi.

Kıdemine göre indirim yapılacak
Sadakat programı da yaptıklarını belirten Emre Doruk, yıllık bağlama sözleşmelerini yenileyen müşterilere 30 güne kadar ilave süre kazanma imkânı getirdiklerini, seyir halinde iken bir teknenin karaya çıkma ihtiyacı oluşması halinde lift hizmetinde de yüzde 50 indirim sağladıklarını kaydetti. Ayrıca sadakat indirimi zincirdeki kıdemine göre de değişecek ve yüzde 25’e kadar ulaşacak. Doruk, “Sadakat kampanyası, yıllık bağlama sözleşmelerinde yatçıların kıdem yıllarına göre indirimler sunuyor. Birlikte geçirilen her yıl için yüzde 2 olarak belirlenen indirim, 10 yıl üzerindeki kıdeme sahip tekne sahiplerine yüzde 25’e varan indirim imkanı sunuyor” dedi.

Kalamış Marina’ya AVM yapılacak mı?
Fenerbahçe ve Kalamış Marina’nın ihalesi Nisan ayının sonunda yapılacak. İhaleye hazırlandıklarını söyleyen Emre Doruk, ihaleye inşaatçıların da ilgi göstereceği, zira marina manzaralı bir AVM yapımına imkân veren bir imar değişikliği sözkonusu olduğu yönündeki iddiaları yorumladı. İşi marinacılık olan bir grubun dışında rant amacıyla bu ihaleye ilgi gösterileceğini sanmadığını kaydeden Doruk, “İddia edildiği gibi büyük bir imar değişikliği yok. Yüzde 13’lük bir imar artışı sağlanıyor. 7 metrelik de yükseklik sınırı var. Yani buraya bir inşaat grubunun rant amacıyla girmesi mümkün değil. Burası bir turizm tesisi. Öyle bir rant yok. Kaldı ki işi marinacılık olan firmalar bile isteksiz görünüyor. Türkiye’nin turizm sektöründe hesap kitap nasıl değiştiyse marinacılıkta da değişti. Biz 40 yıl önce Çeşme Altınyunus Marina ile başlayan yolculuğumuzu devam ettirmek için tabii ki gireceğiz. Ancak bu işten grubumuzun büyük bir beklentisi yok. Yıl sonunda başa baş gelelim bize yetiyor. Biz biraz da gönül işi olarak marinacıyız” diye konuştu.
Satılık teknelere özel ponton ve lift
Setur Marina’larda teknesini satışa çıkaran üyelere de özel hizmet verilecek. Satılık tekneler için özel bir ponton ayrılacak ve potansiyel alıcıların da teknelere daha kolay erişimi sağlanacak. Ayrıca teknesini satışa çıkaran yatçılara sözleşme süresi içerisinde 2 kez ücretsiz çekme & atma, satış sonrasında da kalan sözleşme süresini diğer bir Setur Marinası’na devretme hakkı ve 30 güne kadar yüzde 50 indirimli konaklama imkânı sunulacak. Setur Marinalarında yıllık sözleşmesi olan yatçılar, teknesi Setur Marinaları dışında konaklayan arkadaşlarını, herhangi bir Setur Marinası’nda yıllık sözleşme yapmaya davet ettiğinde, kendisi ve referans olduğu arkadaşı 1 ay ücretsiz ilave süre kazanacak.

Yabancı oranı düştü

Devamını Oku