Bireysel emeklilik yaptırdınız ve profil olarak sağlamcısınız. Yani hisse, döviz, altın gibi bir inen bir çıkan enstrümana değil de sabit getirili devlet tahvili ve bonosuna yatırım yaptınız. İçiniz rahat. ‘Param garantide’ diyorsunuz değil mi? ‘Ekstrelerinizi inceleyin’ derim. Şu ara en çok risk altında olan sizin portföyünüz...
Bireysel emeklilik sisteminin (BES) performansı uzun süredir tartışılıyor. Yüzde 25’lik devlet katkısına rağmen şirketlerin fon kazançları eleştiriliyor. Ancak bu kez yazmak istediğim mevzu eleştirilen getiriler değil. BES sistemi incelendiğinde birikimlerin yüzde 40’a yakınının sabit getirili devlet tahvili ve bonosuna park ettiği görülüyor. İçinde sabit getirili menkul kıymet olan karma fonlar da var. Bu karma fonların içindeki sabit getirili menkuller de dahil edildiğinde oran yüzde 55’leri buluyor.
Yani Türk insanı sağlamcı.
Emeklilik gibi hassas bir konuda riske girmek istemiyor. Belki hisse senedi, döviz, altın daha çok kazandıracak ama tersi de olabilir. Yani kazanayım derken kaybedebilirsiniz de. Oysa o para sizin emeklilikte rahat etmek için bir köşeye ayırdığınız para.
Peki sabit getirili fonlar sağlam mı?
Ne yazık ki bunun cevabı hayır.
Hatta faizlerin sürekli oynaklık gösterdiği şu günlerde hisse senedinden bile daha riskli diyebiliriz. Faizlerdeki her 1 puanlık yukarı ya da aşağı yönlü hareket, sizin birikiminizin yüzde 3-4 arası değer kaybetmesine neden oluyor.
Sosyal medyaya yasak ilk başta kulağa pek hoş gelmiyor. Ancak binlerce kişinin Periscope üzerinden maç yayını seyretmesi ve yayıncı kuruluşun ticari zarar görmesi üzerine Digiturk’ten canlı maç yayını başladığında Periscope’a ulaşımın 90 dakika süresince engellenmesine karar verildi
Yıllarca ‘Petrolümüz yok’ diye hayıflandık durduk.
Cari açığın en büyük nedeni enerji ithalatıdır doğru ancak Türkiye için bu ilelebet böyle gitmeyecek.
Teknoloji her gün Türkiye lehine bir aşama kaydediyor. Güneş panellerindeki maliyet düşüşü ve panel verimliliğinin artması güneş enerjisi yatırımları için çok büyük fırsat oluşturuyor. Çin, bundan
10 yıl önce termik santrallerle ilgili olarak yaptığı planı çöpe attı bile. Yeni hedef ülkenin artan enerji ihtiyacını güneş tarlaları ile karşılamak. Bunun için 360 milyar dolarlık bir yatırıma start verildi. Benzer bir şekilde Suudi Arabistan da güneşe yöneldi. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden Suudi Arabistan 200 milyar dolara mal olması beklenen 200 gigawatt’lık bir tarla kuracak.
Önceki gün ABD’den de bir haber geldi. Enerji verimlilik standartları kapsamında yenilenebilir enerjiden daha fazla faydalanmak isteyen ABD’nin Kaliforniya eyaleti yetkilileri evlerde güneş panelini zorunlu hale getirmeye hazırlanıyorlar. Enerji Komisyonu tarafından alınan karar gereğince 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren yapılacak konutların çatısında veya uygun bölümlerinde güneş paneli bulundurmak mecburi olacak.
Bakın bundan çok değil sadece 5 yıl önce yelkenli tekneme solar panel kurmak için harekete geçmiş, CNR Boat Fuarı’na gidip bu işi yapan firmalarla kağıt kalem hesap makinası, maliyet analizi çıkarmıştık. Bütçemi aşan bir maliyetle karşılaşınca rafa kaldırmıştım. Geçen yıl benzer bir çalışmayı yine yaptım. 5 yıl öncesine göre maliyetlerde yüzde 50’ye varan düşüşler olmuştu.
Maliyet hızlı düştü
Güneşle ilgili maliyet analizleri her yıl değil, inanın her 3 ayda bir değişiyor. 2014’ten bu yana maliyetlerde yüzde 85’e yakın bir düşüşten söz ediyoruz. 2010’da güneşten 1 megawat elektrik üretmenin maliyeti 3.5-4 milyon dolarları buluyordu. Kömürde, doğalgazda bu maliyet megawat başına 1 milyon dolarlar civarında olduğu için doğal olarak güneş pahalı bir enerji kaynağıydı. 2014’e gelindiğinde güneş için maliyet 2.5 milyon dolarlara kadar düştü.
Çılgın proje olarak lanse edilen Kanal İstanbul, ilk telaffuz edildiğinde yıl 2011’di. 24 Haziran seçimlerinden önce yeniden gündeme geldi ve AK Parti ile Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük seçim kozlarından biri olarak sahaya sürüldü.
Yap-işlet-devret modeliyle yapımına olanak verecek bir yasa değişikliğinin gündeme alınması ile o meşhur soru dün itibarıyla tekrar gündemde.
Seçimler de bittiğine göre daha rahat, altında siyasi maksat aranmadan masaya yatırabiliriz.
‘Bu projeyi yapacak biri çıkar mı?’
Aslında sorunun soruluş şekli biraz hatalı oldu.
‘Bu projeyi yapacak biri hangi şartlarda çıkar?’ şeklinde sormak lazım.
Yoksa tabii ki gerekli şartlar oluştuğunda bir yatırımcı ya da yatırımcı grubu mutlaka çıkacaktır.
O gerekli şartlar nasıl oluşturulacak?
Operatörlerin fiber altyapıyı ortak kullanmasına ve yeni yatırımları birlikte yapmasına dayalı yeni iş modeli pilot uygulamada görüldü ki çalışıyor. Vodafone Ankara’da bir noktaya gitmek istedi. Türk Telekom’un altyapısı o noktaya yüzde 50 mesafedeydi. Kalan bölümün kazı maliyetini Vodafone karşılayacak, hattı 10 yıl ucuza kiralayacak
Londra’da bu yıl 14’üncüsü düzenlenen 5G Dünya Zirvesi’nde “5G ile geliştirilen yeni iş modelleri” konulu panele konuşmacı olarak katılan Türk Telekom CEO’su Dr. Paul Doany, zirve kapsamında Trafalgar’daki Corinthia otelinde gazetecilerle de bir araya gelerek Türkiye’de uygulanacak yeni sabit altyapı paylaşım sistemi hakkında bilgi verdi ve Türk usulü yeni modelin ayrıntılarını anlattı.
Doany, Başbakan Binali Yıldırım’ın da katıldığı toplantıda imzalanan protokolü daha sonra ‘Türk usulü’ olarak tanımlamıştı. Doany’nin bu sözlerini açık söyleyeyim ilk başta sitem gibi algılamıştım. Ancak anlaşmanın ayrıntıları ortaya çıkınca gerçekten de tüm dünyaya örnek olabilecek Türk usulü bir modelle karşı karşıya olduğumuz görülüyor.
Söz konusu model mükerrer fiber yatırımların önüne geçecek. Ancak daha önemlisi, Türk Telekom’un şu an elinde bulunan fiber altyapının çok daha fazlası, sıfıra yakın maliyetle Türk Telekom yeniden devlete döndüğünde Türkiye’nin bir zenginliği olacak.
Protokol nasıl çalışacak?
Protokol kapsamında sabit altyapı konusunda imtiyaz sahibi olan Türk Telekom, talep edilmesi halinde mevcut fiber altyapısını uzun süreli kullanım taahhüdü veren ve dileyen operatörlere uygun koşullar ile kiralayacak. Yeni altyapı gerektiği durumlarda operatörle işbirliğine gidecek; altyapıyı Türk Telekom döşeyecek, yatırım maliyetini operatör üstlenecek. Karşılığında operatör, bu yeni döşenen altyapıyı belli bir süre ücretsiz kullanma hakkına sahip olurken mevcut altyapıdan da indirimli yararlanacak.
Altyapı Türk Telekom bünyesinde işletilmeye devam etse de aslında Türk Telekom’un devletin verdiği imtiyaz hakkı neticesinde faaliyetlerini yürüttüğü göz önüne alındığında, günün sonunda tüm altyapının sahibi operatörler değil devlet olacak. Bu modelle operatörlerin yatırım maliyetleri azalacak. Altyapısı bulunmayan bölgelere altyapı sağlanacak. Fiber altyapının yaygınlığını daha da artıracak. Daha iyi kalitede sabit altyapı erişimi sunulmasıyla birlikte ürün çeşitliliği artacak. Türkiye’nin genişbant penetrasyonu artacak. Kamunun altyapı üzerindeki hakları korunmuş olacak. Mükerrer yatırımın önü kesilecek, kaynaklar daha verimli kullanılmış olacak.
Türkiye’de yayınlanan spor içeriğinin yüzde 50’den fazlasının yayın hakkına sahip olan, ekonomik büyümesini sporla gerçekleştiren Sadettin Saran, Hırvatistan’da yaptığı otel yatırımı ile turizme adım attı. Memnun kalınca da bu alandaki yeni fırsatları takibine aldı
UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine aldığı Hırvatistan Split’te Adriyatik kıyısında 800 metrelik özel plajı, marinası ile çok çekici 60 bin metrekarelik Grand Hotel Lav yatırımı, Saran Holding’e yeni bir ufuk açmış gibi görünüyor. Bugüne kadar spor, medya, savunma, sağlık, yayıncılık alanındaki yatırımları ile dikkat çeken ve büyümesini bu alanlarda gerçekleştiren Saran Holding’in yeni ilgi alanı turizm.
Spordan vazgeçmeyiz
Saran Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sadettin Saran ile ‘Game of Thrones’ dizisinin bazı bölümlerinin çekildiği Split’e hızlı bir hafta sonu ziyareti yaptık. Adriyatik kıyıları zaten son dönemin yükselen turizm destinasyonu. Saran da burada bir otel yatırımı yaparak ve Le Meridien’in işlettiği
381 odalı otelde yüzde 99 doluluğa ulaşarak doğru bir karar verdiklerinin altını çiziyor. Saran, bu işi sevdiklerini, hem Türkiye’de hem de yakın coğrafyada farklı fırsatlara baktıklarını belirterek şöyle konuştu:
“Aslında bu otel turizm alanındaki ilk yatırımımız değil. Daha önce Çekya’da yerleşik Cedok.com.adlı tur operatörünün sahibiydik. Bu otelin maddi sorunları olduğunu biz de Cedok sayesinde öğrendik. İyi bir fizibilite çalışması ile bu yatırımı yapmaya karar verdik. Marinasını, SPA’sını yeniledik. Kaliteli bir yönetimle birleşince başarı geldi. Game of Thrones turizmi de bize önemli katkı yaptı. Pek çok turistin ajandasına Split, Game of Thrones ile girdi.” Saran, stratejilerini de şöyle özetledi: “Turizmde büyümek istiyoruz. Ancak büyümek isterken fiyat konusunda da son derece titiz olacağız. Örnek olarak Atina Hilton’a da talip olduk. Bir değerleme yaptık ve kafamızda bir fiyat belirledik. Ancak bir başka Türk grup geldi ve bizim belirlediğimizin çok çok üzerinde bir rakama otele talip oldu. ‘Bir oteli alalım da hangi fiyata olursa olsun’ diye bir hırsımız yok. Ekonominin gerçekleri neyi gerektiriyorsa son derece rasyonel yaklaşarak yeni fırsatlara bakacağız. Bu alanı yeni oyun alanımız olarak görüyoruz.”
Saran, spor alanındaki fırsatlara da dikkat çekiyor ve bu alanda büyümeyi de devam ettireceklerini ifade ediyor. Saran Grubu şu an Türkiye’de değişik kanallarda yayınlanan spor içeriğinin yüzde 50’den fazlasının yayın hakkına sahip. Futbolda pek çok ünlü ligin Türkiye yayın hakları Saran Holding’de. Sadece futbol değil, Diamond League, Wimbledon, ATP masters, HBO Boks geceleri, MotoGP, F1 gibi özel izleyicisi olan spor aktivitelerinin de yayın haklarını almış durumda.
Gezi olaylarının yıl dönümündeyiz.
Olayların 1 hafta öncesinde 22 Mayıs 2013’de dönemin FED Başkanı Ben Bernanke, ABD Kongresi’nde konuşmuş, varlık alımlarını kısabileceklerinin ilk sinyalini vermişti.
Dolar/TL kuru 2.37’lerden 2.54’lere kadar çıkmıştı.
Biz ne yaptık?
Kurdaki artışın asıl nedenini ısrarla görmezden geldik.
“İşte Gezi’nin sonucu. Olacağı buydu. Türkiye üzerine kirli oyunlar oynanıyor. Manüplasyon var” dedik, konuyu geçiştirdik. Ben bu söylemlerin tribünlere yönelik olduğunu, kapalı kapılar ardında aslında meselenin özünün kavrandığını ve alınması gereken önlemlerin kısa, orta ve uzun vadeli olarak planlandığını düşündüm hep.
Naif bir düşünceymiş.
İşe bu tarafıyla bakınca Gezi Olayları’nın Türkiye’ye çok büyük faturası vardır. Gerçekten zamanlaması manidar oldu.
Yılların kavgası nihayet tatlıya bağlandı. Artık hızlı internet için gerekli fiber optik kablo döşemede ortak hareket edilecek. Mevcut altyapı da ortak kullanıma açılacak.
Türk Telekom kendince haklı sayılabilecek sebeplerden ötürü, inat ediyor, bu birleşmeye ayak diriyordu.
Turkcell ve Vodafone yöneticileri “Stockholm modeline geçelim. Mevcut fiber altyapıyı bir şirket çatısı altında toplayalım. Yeni yatırımları da bu şirket üzerinden yapalım. Memleket kazansın” derken Türk Telekom’un argümanı daha farklıydı.
O konuda en güzel yorumu bir önceki CEO Rami Aslan, şu sözlerle yapmıştı: “Gelip 5 odalı evime kurulmaya çalışıyorlar. Birinin 1 göz odası var. (Turkcell Superonline’ı kastediyor) Diğerinin evi bile yok, evsiz. (Vodafone’u kastediyor.) Yatırım yapmadan hazıra konmak istiyorlar. Biz buna ‘Evet’ demeyiz. Kârlılığın düşük olduğu kırsalda, otoyollarda, tünellerde iş birliğine varız. Ancak daha fazlasını kimse bizden beklemesin.”
Türk Telekom’un şu anki CEO’su Paul Doany de hemen hemen benzer görüşü ortaya koyuyordu.
Hatta, diğer operatörler TELKODER’i de yanlarına alıp ortak şirket için ilk imzaları attıklarında “Bu ortak fiber işi 25 yıl daha çözümlenemez” diye bir kehanette bulunmuştu.
Şüphesiz bu yaklaşımı eleştiremeyiz. Çünkü rakamlar ortada.
2017 yılsonu BTK verilerine göre, Türkiye’de 330 bin kilometre civarı döşenmiş fiber altyapı var ve bunun yüzde 80’den biraz fazlası tek başına Türk Telekom’a ait.