Bir pazar akşamı rastladım Michelin’e

Boğaz’ın kraliçesi Reina’dayız... Denizin en kenarındaki masayı kapmışız... Günlerden pazar, akşam üstü. Gün daha batmadan yemeğe gidesimiz geldi

Haberin Devamı

Dedik ki bu saatte kimse olmaz mekanda. Boğaz’ın tadını çıkarırız. Bir girdik, içerisi cümbür cemaat. Meğer her pazar Ayhan Sicimoğlu döktürüyormuş canlı canlı. Suada’nın pazar partilerini biliyordum da, Reina’nınkiyle ilk kez müşerref oldum.
Pazar kurtlarınız dürterse aklınızda bulunsun.
Akşam dokuza doğru bitti eğlence... Müzikten fırsat buldukça ne kadar şanslı olduğumuzu konuştuk. ‘Kimbilir kaç kişi bu masayı kapmak için yarışıyordur’ dedi biri, özellikle cumartesileri.
Zaten o yüzden Reina mekanlarında aynı masaya çifte rezervasyon uygulanıyor ya, bir kısım 19.00-22.00 yemeğine geliyor, bir kısım 22.00’den sonra. Biz erkencilerdeniz, pazar yemekleri erken yenir, İzmir’de öyle görmüş, öyle bilmişiz.
Şu da bir gerçek tabii, Boğaz’ın kıyısındaki masayı kapanlardan kaç kişi tadını çıkarıyor o manzaranın?.. Evet deniz kıyısındaki masaya oturuyorlar ama gözler hep içeride. Birbirlerine bakmaktan oturdukları masanın ayrıcalığını yaşayamıyor insanlar. Ve yedikleri yemeğin de tabii...
Hoş, bizim oturduğumuz yerde farkına varılmayacak gibi değildi yemekler. Çünkü Michelin yıldızlı bir ustanın elinden çıkmaydı hepsi: Yunanlı Lefteris...
Ağzınızı sulandırmadan önce şu Michelin hakkında iki kelam etmek gerek belki. Onun için restoranların Oscar’ı da diyorlar. Dünyada çok az miktarda restorana verilen bir mertebe.
Üç kademesi var: Tek Michelin almış bir mekan ‘kategorisinde çok iyi’ olarak nitelendiriliyor; iki Michelin ‘tekrar gidilmeye layık’ bulunuyor; üç yıldız almış bir yer ise ‘sadece o yemekler için o ülkeye seyahatin değer olduğunu’ simgeliyor.
Üç almak her babayiğidin harcı değil, biz bire hasretiz o ayrı.
Bizde olmasa da elin Michelin yıldızlıları bize geliyor neyse ki. Kaya Demirer bu işe baş koymuş bir işletmeci. 90’lı yıllarda Bodrum’da Karaf adlı balıkçıyla girdiği restoran işletmeciliğinde geldiği nokta için, bir nevi kültür elçiliği de denebilir.
Kuş da kondurmuş...
Gerek Gümüşsuyu’ndaki Topaz’da, gerekse Reina içindeki Varoulko adlı Yunan restoranında dünyaca ünlü şefleri getirerek damaklarımızı şenlendiriyor. Mısır, Fas dahil, Akdeniz ülkelerinden belli aralıklarla bir şef getirtip farklı mutfaklarla tanıştırıyor bizleri. İlerisi için bizden ödüllü şefleri de o ülkelere götürüp kültür alışverişi yapmayı hedefliyor.
Boğaz kıyısında şanslı masalarından birini kaptığımız Varoulko için bildiğimiz tipik Yunan restoranlarından diyemeyiz. Hani öyle mezelerin, biz Egelilerin aşina olduğu Girit otlarının kol gezdiği bir meyhane menüsü aramayın yani.
Yunan şef Lefteris, ki dünyada deniz mahsülleri konusundaki uzmanlığı nedeniyle sihirbaz diye anılıyormuş kendisi, degüstasyon menüsü hazırlamış burada. Hafta içi iki seçenek sunuyorlar, ara sıcakları değişik.
Ama pazar günleri... Bir başka. Taze fasulyeyle sübyeyi birarada bulabileceğiniz, Yunan peyniri olarak bilinen fetayla enteresan mezeler hazırlamış Lefteris, yeme de yanında yat misali. Uzatırsam bir yerinizi şişireceğim lafların özeti, Varoulko’ya bir de pazar akşamı gitmelisiniz.
Bu arada... Michelin’i kapıp dişimizin kovuğuna gitmeyecek bir sunumla taçlandıranlar da var menülerini, ‘Ee bu mudur’ deriz ya. Daha da çok görmeden sallarız gıyaplarında: ‘Kuş mu kondurmuş yani.’
Lefteris için diyecek bir söz bulamayacaksınız, kesin. Adam kondurmuş vallaha, artık kuş mudur kartal mıdır, yiyen bilir ötesini.

DİĞER YENİ YAZILAR