‘Dalgaların Sesi’ne kendinizi bırakın

24 Haziran 2016

Nasıl ki, Ezra Pound söz konusu olduğunda, tüm genellemelerimizi bir kenara bırakmak zorunda kalıyorsak, Yukio Mişima için de aynı şey geçerli.

İki yazarın da tutkuyla desteklediği dünya görüşleri kabul edilecek türden değildi. En azından benim için. Pound Faşizm taraftarıydı. Onun için faşizm, eski bir geleneğin doruk noktasıydı.

Mişima da faşistti. 1970’li yıllarda Japon toplumunun eski değerlere dönmesi için gerekirse silahlanılması gerektiğini savunuyordu. Mişima’nın eskiden kastı ise, Samuraylarla simgelenen geleneksel Japon kültürü ve düzeniydi. Ancak bu konuda yaptığı bir konuşma dinleyiciler tarafından aşağılanınca seppuku yaparak intihar etmişti. (Seppuku bizim harakiri olarak bildiğimiz intiharın doğru adıdır.)

Işıltılı bir anlatım...

Yani neresinden bakarsanız bakın siyasi görüşlerini benimseyemeyeceğim bir yazar Mişima, tıpkı Ezra Pound gibi. Ama yine tıpkı Ezra Pound gibi eserlerine ve kişiliğe de kayıtsız kalamayacağım…

Çünkü Mişima’nın dünyası karanlıktır. İnsanın kuytuda kalmış yönlerini bir bir bulup deşer ve nasıl karanlıktan gelen bir sese kayıtsız kalamazsa insan, onun romanlarına da öyle teslim olursunuz.

Bunun sırrı da yalın anlatımıdır.

Son olarak Zeyyat Selimoğlu’nun özenli çevirisi ile tekrar okuma şansı bulduğum “Dalgaların Sesi” ise onun bu karanlık dünyasının aksine daha ışıltılı bir anlatımı ve yorumu barındırıyor.

Devamını Oku

Tatil erteleten festival başlıyor

23 Haziran 2016

Bu sene yıllık tatilime Temmuz 20'den sonra çıkacak olmamın tek iyi yanı 23. İstanbul Caz Festivali'ni kaçırmayacak olmam. Hatta bu festival için "Tatile geç çıkmanıza sebep olacak festival" desem abartmam, inanın. Zira her yıl, tatile giderken aklım bu festivalde kalırdı. Sıcak yaz gecesine uygun giyindiğimi, konsere gittiğimi, harika bir atmosferde müzik dinlerken tatlı bir meltem estiğini hayal eder, içlenirdim. Çünkü İstanbul Caz Festivali, hiçbir zaman bir müzik şöleni olmakla sınırlı kalmamıştır benim için. Bu festival, aynı zamanda İstanbul'un güzel ve tarihi mekanlarında vakit geçirme rehberim -hatta biraz da bahanemdir.- Pazartesi gecesi nihayet bu özlemim bitiyor. Kaç yazdır, tatillerimiz festivale denk geldiği için bu buluşmayı yaşayamıyordum. 27 Haziran gecesi Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi'nde başlayacak olan festivalle nihayet bu özlemim bitiyor. İşte hem kendim hem de sizin için hazırladığım kaçırılmayacak konserler ve şahane mekânları listem:

1) Bir Caz festivali geleneği olarak; ilk konser asla kaçmaz. Çünkü İKSV muhakkak bir şey planlamıştır. Nitekim festival açılışını Damon Albarn (27 Haziran, 21.30) ile Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi'nde yapıyor. Dünyaca ünlü bir pop ikon olan Damon Albarn üretkenliği ile de tanınan bir sanatçı. Festivalin açılış konserinde de bu üretkenliğini ortaya koyarak ve dünyanın farklı ülkelerine dağılmış 50 kişilik Suriyeli Müzisyenler Orkestrası ile sahne alıyor. Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin yer alacağı konserin amacı, elbette mülteci sorununa dikkat çekmek. Umarım dünya bu sesleri duyar.

2) Yine bir festival klasiği olarak ikinci konser de kaçmaz. Bu kez mekân KüçükÇiftlik Park. 28 Haziran saat 20.00'da başlayacak konser başlı başına bir festival. Yerinizde duramayacaksınız çünkü popüler müzik tarihinin en ilham verici prodüktörlerinden Nile Rodgers, grubu CHIC ile sahnede olacak. Rodgers, CHIC’in iki kurucusundan biri ve grupla birlikte Atlantic Records’un 3 milyon satan tek single’ı “Le Freak” gibi onlarca hit parça besteledi. We Are Family (Sister Sledge), Like A Virgin (Madonna), Let’s Dance (David Bowie), Diana (Diana Ross), Notorious (Duran Duran), Cosmic Thing (The B-52's) gibi liste başı albümlerin prodüktörlüğünü de yaptı. 2014’te Daft Punk’la birlikte çalıştığı Random Access Memories albümü ve yılın şarkısı ‘Get Lucky’ ile üç Grammy ödülü aldı. Bu konserin ön grubu da şahane: Unknown Mortal Orchestra. Yarı ABD'li yarı Yeni Zelandalı olan bu grubun geçen yıl Kasım ayında Salon'da verdiği konserin tüm biletleri tükenmişti.

3) 11 Temmuz Pazartesi günü ise doğru Yeniköy'e... İstanbul'un bu güzel Boğaz semtindeki harika bir mekânda, Avusturya Kültür Ofisi Bahçesi'nde nefis bir konser var saat 21:00'de. Ama öncesinde Özdemir Erdoğan ve Ergüven Başaran’ın Yaşam Boyu Başarı Ödülleri verilecek. Sonrasında da Başaran’ın swing grubu Swing Unltd, yerinizde duramayacağınız ritimleriyle sizi dansa davet edecek. Swing Unltd’dan sonra da son dönemde New York swing gecelerinin aranan grubu The Hot Sardines sahne alacak.

4)

Devamını Oku

Özgürlük, eşitlik ve hafiflik… Yaşasın 21 Haziran!

21 Haziran 2016

Üsküdar-Kabataş teknesi… Üst katta oturuyorum. Az ileride Kız Kulesi, karşısında Topkapı Sarayı ve Ayasofya ile seyrine doyulmaz tarihi yarımada… Dolmabahçe Sarayı ise dantel bir nakış gibi… Deniz, martılar ve dalgalar. Az önce bir kuş sürüsü suya değip hızla yükseldi. Rüzgâr saçlarımı savuruyor. Kıyıya vardığımda yakınacağım bunaltı, sıcaktan burada hiçbir iz yok. Hatta rüzgâr hafif hafif ürpertiyor. Hani, merserize bir hırkam olsa omzuma atabilirdim. Öyle tatlı bir serinlik…

Telefonuma bakıyorum, takvim 21 Haziran’ı gösteriyor. “Demek ki, yılın en uzun günü bugün”, diye iç geçiriyorum. Bugünden sonra günler kısalacak. Güneş ışınları her geçen gün daha da kırılarak gelecek bizim buralara. Ürperiyorum. “İşte,” diyorum; “soğuk ve kapalı kış günleri boyunca özlemini çektiğimiz, bugünmüş. Dünya sanki bugün için dönüp durmuş güneşin etrafında. Her dönüşünde günler biraz daha bugüne varmak için uzamış.” Ama yarın her şey değişecek. Yarından sonra kışa doğru dönecek bu yarıküre; geceye! Oysa daha yaz yeni başlamadı mı? Daha birkaç gün olmadı mı havalar ısınalı? Şunun şurasında kaç kez, “Esmiyor” dedik? Ama işte… Hayat, varıldığında dönüşe geçilen bir yolculuk. Zaten bu yüzden her anın farkında olmak ve tadını çıkarmak gerekli, değil mi? Zira şunun şurasında kaç yaz sığar bir insan ömrüne? Kaç yaz gecesi, tül perdelerin dalgalanışı seyredilir, soğuk karpuza peynir eşlik eder, gece yarısı kalkıp kana kana su içilir, “Biraz da kanepede yatayım,” denir.

Yaz güzeldir. Eşitlikçidir. Bir sandalet, bir tişört ve bir şortta buluşur herkes. Bir dondurma tüm çocukları mutlu eder. Haşlanmış bir mısır herkesin eline yakışır. Yaşlı-genç, evli-bekâr her yaş ve yaşam biçiminden insan balkonları şenlendirir, bir ortanca gibi açılır hayatlar. Sonra… Sonra yaz özgürlüktür. Çocuklar daha bir geç girer yazın eve, hatta sokağa geceleri de çıkılır. Evler pencerelerini açar, perdelerini kaldırır. Yerleşik düzen ve ilişkiler bir anda değişir. Mesela kadınlar tencere tencere yemek yapmak zorunda kalmaz yazın; peynir-zeytin-domates, belki biraz kızartma, yanında da bir demlik çay bir şölene dönüşür yaz geceleri. Okullar kapanır, izinler alınır. Sonra… Sonra kışın sıkı sıkı kapanılan evlerden çıkılır ve kalkıp gidilir; başka bir diyara, başka bir hayata… Özetle; yaz hafiftir. Hafif kıyafetleri ve yemekleri sever, ruhu hafifletir. Bu yüzden… Bence bu gece özel bir şey yapın ve 21 Haziran’ı kutlayın. Mesela güneş batarken eşinizle, sevgilinizle, anne-babanızla ya da çocuğunuzla; kısacası bir sevdiğinizle eski fotoğraflara bakın. Yahut bir şiir okuyun, sevdiğiniz bir müzik dinleyin. Ya da hiçbir şey yapmayın, pencereyi açın ve hayatı, hayatın seslerini dinleyip kokusunu içinize çekin.

Zira şunun şurasında kaç yaz yaşayabilir ki bir insan?

Devamını Oku

Her derdin bir püf noktası var

11 Haziran 2016

İnsanın kıyıda köşede sakladığı biraz enerjisi olmalı, zor günlerde kullanmak için. Ev, iş, arkadaş ilişkilerinden artırdıklarını çocukluğundan kalma kumbarasında saklamalı.

Evet, her yetişkinin çocukluğundan kalma bir kumbarası vardır. Belki farkında değildir ama vardır. Elbet kimininki boştur, kimininki dolu. Bazısının da bir dolup bir boşalır ama herkesin bir kumbarası vardır.

En çok küçük mutluluklar birikir bu kumbaralarda. Bu mutlulukları çoğaltmak içinse bazı püf noktaları öğrenmek gerekir. Hayattan, enerjimizden, kendimizden idareli kullanmak, kumbaramıza daha çok atabilmek için.

Mesela hayatımızdan çıkarıp attığımız insanların bıraktığı ve çürümeye yüz tutmuş anıların bıraktığı izleri en iyi karbonatlı, sirkeli su temizler. Bir kova suya biraz karbonat, biraz sirke katıp bir süngerle içini dışını ovduk mu ruhumuzda açılan yaraları ne mikrop kalır ne de bir katkı maddesi birikir.

Yahut üzerimize dar gelen, toplum ya da aile tarafından ısrarla içine sıkıştırıldığımız dar kalıpları, kimlikleri içlerine su dolu torbalar koyup buzlukta bir süre bekletebiliriz. Torbalardaki su, buz tutup genleştikçe kalıplarımız da iyice genişleyecektir. Sonra efil efil giyeriz bu sıcak yaz günlerinde ayağımızda şıpıdık bir terlikle…

Kayıplarımızın, yitirdiklerimizin ardından yaktığımız yas mumlarının bıraktığı izlere gelince… Üzerimize damlayıp, yapışıp kalmışsa ruhumuza ve her gün bir yara kabuğunu soyar gibi soymamıza rağmen bir türlü kurtulamamışsak bıraktığı acılardan inanın, bunun bile bir püf noktası var. Öncelikle hiç zorlamayın bu donup kalmış mumları. Araya bir koruyucu, transfer alın… Sonra da ılık bir ütüyle (ama kesinlikle kızgın olmasın) yavaş yavaş geçin üzerinden tüm lekelerin. Emin olun, o yas lekeleri hiç zorlanmadan ve sizi zorlamadan koruyucu kılıfa geçecektir… Siz sadece araya birini alıp sakin sakin anlatın…

Şayet, vızıldayıp duran bir sızı ya da kaşıntı yüzünden gözünüze uyku girmez olduysa ya da uykunuzdan fırlıyorsanız sakın küçümsemeyin o ısırığı. Hemen üzerine gidin. Bir parlatıcı veya ojeyi ısırığın üzerine sürün. O minicik ısırık artık hava almayacağı için kendi varlığında yok olup gidecek, siz de birkaç saniyeye kadar varlığını bile unutacaksınızdır. Ama sakın yok sayıp kaşıyıp durmayın, büyüdükçe büyüyecek ve kumbaranıza atacağınız enerjinizi, uykunuzu azaltacağından size bol keseden harcatacaktır.

Devamını Oku

Halil Hoca Osmanlı ve din ilişkisini anlatıyor

4 Haziran 2016

“Tarihçilerin Kutbu” Halil İnalcık’ın yeni kitabı, oldukça tartışmalı bir meseleyi, din - devlet ilişkisini tarihsel kökenleriyle beraber ele alıyor.

Tarihe bakışımız hep biraz sorunlu olmuş. Ya tümden reddetmişiz geçmişimizi ya da kutsamışız. Bugün de "Bizden kötü devlet yok" söylemi ile "Herkes bize karşı çünkü biz en büyüğüz" arasında salınıp duruyoruz. Açıkçası bu söylemler beni çok yoruyor. Hele bu tartışmaların bilgiden yoksun bir fanatizmle gerçekleşiyor olması karşısında tek çarem İlber Ortaylı caps'lerine sığınmak oluyor.

Son yıllarda artan Osmanlı tutkusu da bu tartışmalardan. Mesela adam Mimar Sinan'ın en güzel eserlerinden birinin önünden geçiyor ama o camiyi kim yapmış bilmiyor. Fakat lafa gelince başlıyor efelenmeye...

Hal böyle olunca tarihi yorumlayışımız da "işimize geldiği" gibi oluyor. Ama biz istediğimiz gibi yorumlasak da gerçek gerçektir, eğsek büksek de değişmez.

Devlet - İslamiyet ilişkisi

O yüzden en iyisi okumak ve öğrenmek. Tıpkı çok sık gündeme gelen ve önümüzdeki yıllarda epey tartışılacağa benzeyen "Osmanlı ve İslamiyet ilişkisi" gibi. Çünkü Osmanlı bir şeriat devleti olduğu kadar aynı zamanda da sivil bir yapı da sergiliyordu. İslâmiyetle 9. yüzyılda tanışan Türkler, kendi devlet anlayışlarını İslam dünyasına da taşımıştı. Böylece devlet ve hukuk kavramlarında, bağımsız sivil otorite ve onun kanun koyucu gücü lehine büyük bir değişiklik ortaya çıkmış, şerîat ile yan yana bir sivil hukuk alanı da gelişmişti.

İşte Prof. Halil İnalcık'ın bu konunun temel kitabı niteliğindeki "Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet İlişkisi", Osmanlı tarihinin köklerini göz ardı etmeden devlet ve İslamiyet arasındaki değişken ilişkinin dökümünü sunuyor. Kutadgu Bilig’deki devlet anlayışından başlayarak, Uc’larda bir yanda gâzî beylerle başlayan kuruluş öyküsünü, devlet kurumsallaştıkça Uc’ların, gâzîlerin ve dervişlerin önemlerini kaybedişini, bu arada yeni kurumların ve anlayışların yükselişini aktarıyor. Fatih Kanûnnamesi’yle örfün hukuk alanına resmen girişinin, ulemanın giderek ayrışmasının öyküsünü ve kuruluştan beri süren Hıristiyanlık İslâm tartışmalarını da ele alıyor.

Özetle; "Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet" netameli bir meseleyi Halil İnalcık'ın rehberliğinde anlatıyor.

Devamını Oku

Vizesiz seyahatin yükselen yıldızı Belgrad!

3 Haziran 2016

Üç günlük Belgrad gezisi sonrasında şunu diyebilirim Belgrad Kalesi’ne muhakkak çıkın, Tuna Nehri kenarında balık yiyin, gece ikiden sonraki gece hayatına karışın, denk gelirseniz maça gidin… Ya da sadece kafanıza göre takılın.

Rehberimiz “Az ileride Sava ve Tuna Nehri birleşiyor” diyor. O an, soluk soluğa çıktığım Belgrad Kalesi’ndeki tüm sesler birden kesiliyor. Artık, Kanuni’nin şehri ele geçirişine, Zigetvar seferi sırasındaki ölümüne, cesedinin mumyalanışına dair anlatılanlar bir bir rüzgara karışıyor. Çünkü az ileride, akıntının uzun çizgisini daha sert çizen şu büyük Y harfinin olduğu yerde dört ülkeyi dolanarak gelen Sava, Avrupa’nın en büyük ikinci nehri Tuna’nın sağ koluna dönüşüyor. Birleştikleri yer öyle belirgin ki, sanki kavuşmalarını cümle aleme ilan etmek istiyorlar. Şimdi onların buluştukları yere bakıyorum. Farklı coğrafyalara, köklere, tarihe sahip iki nehrin, tüm bu farklılıklara rağmen birbirine dolanarak, karışarak akışları ister istemez aklıma Tito ve ölümünden sonra parçalanan Yugoslavya’yı getiriyor. Yugoslavya halklarının Sava ve Tuna nehri gibi bir arada akıp giderken ayrılan yollarını, aktıkları toprağı parçalayışlarını ve lime lime oluşlarını hatırlıyorum; Tuna’nın kırmızı aktığı günleri. Ürperiyorum.

Elbette ki, üç günlük gezimiz süresince o günlere dair pek bir şey görmüyor ve hissetmiyoruz. Belirtmeliyim ki, Türk olduğumuz için de herhangi bir antipatiyle karşılaşmıyoruz.

Belgrad Kalesi’nden… Tuna ve Sava’nın buluştuğu yer. Soldaki heykel, bir elinde kılıç diğerinde kartal olan Victor heykeli.

Oysa Sırbistan’ın tarihinde ve kimlik yaratımında “Türkler”in büyük rolü vardır. Ünlü psikanaliz Vamık Volkan, toplumların kimlik inşasında “seçilmiş bir travma” kullandıklarını anlatırken Sırbistan’ı örnek verir ve Türklere duydukları korku ve öfke ile etnik kimliklerini inşa ettiklerini söyler.

Devamını Oku

Yeni rota Balkanlar

30 Mayıs 2016

TURİZMDE yaşanan olumsuzluklara rağmen Tatilbudur.com, 2016 yılının ilk 4 ayını yüzde 40 büyüme ile kapattı. Şu ana kadar 350 bin kişilik rezervasyon gerçekleştiren tatilbudur.com’un ziyaretçi sayısı 20 milyonu geçerken çalışan sayısı da 1.200 kişiye ulaştı.

2015 Kasım ayında MCI, İş Girişim Sermayesi ve 37 Vantures ile ortaklığa imza atan Tatilbudur.com’un Kurucu Ortağı ve Genel Müdürü Bülent Kuş, yeni destinasyonlarından olan Belgrad’da bir basın toplantısı yaparak 2016 yıl sonu hedeflerini ve sektöre ilişkin öngörülerini paylaştı. Yıl sonunda yüzde 80 olan online satışlarını 5 puan artırarak yüzde 85’e çıkarmayı hedeflediklerini belirten Kuş, 1 milyonun üzerinde kişiye seslenmeyi ve yüzde 40 büyüme hedeflediklerini söyledi.

Yerli turiste avantajlı fiyat

2016’da yurt içi erken rezervasyon oranlarının daha da artacağını belirten Kuş, beklentilerini şöyle sıraladı: “Rus ve Avrupalı sayısında beklendiği üzere azalma olacak, otel fiyatlarında geçen yıla oranla yüzde 20’lere varan bir düşüş yaşanırken yerli turiste yönelik avantajlı fiyatlar sunulacak. Rusya, Avrupa ve İngiltere’den beklenen azalmaya karşın Ortadoğu, Ukrayna ve Balkan ülkelerinden artış yaşanacak. Sektördeki tahmini kayıp yüzde 45 olacak.”

Bu koşullara rağmen her krizin aynı zamanda bir fırsat olduğunu unutmamak gerektiğini söyleyen Kuş, bu nedenle yeni destinasyonlara yönelmekten vazgeçmediklerini ifade etti. Yeni destinasyonları arasında Tayland, Belgrad, Balkanlar ve maç turları yer alan tatilbudur.com 139 TL’ye uçak bileti dahil 4 geceli Bodrum, Seferihisar ve Side turları gibi turlar da sunuyor. Ramazan Bayramı için de Selanik, Halkidiki-Thasos, Selanik-Sofya, Thassos, Güney İtalya turları bulunuyor.

Devamını Oku