Gazete Vatan Logo

‘Kılıçdaroğlu işte belgeler kılavuzunu değiştir’

Erdoğan, 1926-1950 yılları arasında CHP dönemine ait camilerle ilgili 9 belgeyi açıkladı. Erdoğan, 513 cami, çoğunun üzerinde cami olan 327 arsa, 1070 mescidin satıldığını belirtti ve ”Bunlarla birlikte, kilise, manastır, türbe, mezarlık, imaret, darüşşifa ve benzeri çok sayıda tarihi eserin satışı yapılıyor” dedi

ANKARA - AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, TBMM grup toplantısında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirdi; 1926-1950 yılları arasında CHP dönemine ait, camilerle ilgili 9 belgeyi açıkladı. Erdoğan, şöyle dedi:

MİLLETİMİZ HATIRLIYOR: Geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösteremeyenler, en azından geçmişleriyle ilgili tartışmalarda susma erdemini gösterirler. Tek parti CHP döneminin zulmünü bu millet iliklerine kadar yaşamıştır. Tek Parti döneminin zulmü, sadece sözlü hatıralarda değil, yazılı belgelerde de mevcuttur. O dönemde, kitapların nasıl yasaklandığını, toplatıldığını, yakıldığını, evlerin basılıp Kuran-ı Kerimler’in, dini kitapların, hatta Osmanlıca eserlerin alındığını bu millet çok iyi hatırlıyor. İki tane kitaptan yola çıkarak, 1940’larda yüzlerce kitabın yasaklanmasını meşru göstermeye çalışmak yüzsüzlüğün ta kendisidir.


ŞAPKASINI ALIP GİDEN ZAT: Kılıçdaroğlu’nun yol arkadaşlığı yaptığı bir zat var. Eski Başbakanlardan, eski Cumhurbaşkanı. Biliyorsunuz, bu zat, şapkasını kaptırmaz, şapkasını alır gider ama 12 Haziran seçimlerinde Kılıçdaroğlu ile al takke ver külah yapmaktan kaçınmadı. Kılıçdaroğlu’nun 28 Şubat’ın özenle dışında tutulmasını istediği bu zat, 1966 yılında Başbakan iken, CHP’nin camileri kapattığını ifade ediyor. İnönü, aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Acaba Cumhuriyet’in hangi devrinde camiler kapalı ve ibadet yasak olmuştur? Hiçbir zaman olmamıştır’ diyor. Yani bugün Kılıçdaroğlu ne diyorsa, o gün de İsmet İnönü aynısını söylüyor. İnönü’nün bu açıklamasının ardından, 19 Ekim 1966’da, Yeni İstiklal Gazetesi, “İnönü’nün yalanlarına karşı vatandaşı ispata çağırıyoruz” diye bir kampanya başlatıyor.

BELGE AÇIKLADI: Camilerin kapatılması, müzeye, depoya çevrilmesi, ahırlara dönüşmesi... Bu değişim ile dönüşüm, 19 Kasım 1935’te çıkarılan bir yasayla başladı:

Belge 1: Camilerin satışını mümkün hale getiren yasa; Resmi Gazete. Her vilayette camiler kapatılmaya başlanıyor.

Belge 2: Cetvel. 1926-1950 arasında 513 cami satılıyor. 327 cami arsası ki bunların da çoğunun üzerinde cami var, bunlar da satılıyor. Bin 70 mescit satılıyor. Kilise, manastır, türbe, mezarlık, imaret, darüşşifa ve benzeri çok sayıda tarihi eserin satışı yapılıyor. Toplamda 3 bin 411 adet hayrat vakıf taşınmazının satışı gerçekleştiriliyor.

Belge 3: Bakanlar Kurulu kararı. Sivas’taki Ulu Cami’nin, bakım ve onarım giderleri devlet bütçesinden ödenmek şartıyla, devlet müzesi yapılmak üzere Milli Eğitim’e tahsisi. İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Kılıçdaroğlu, sen neyle konuşuyorsun? Kılavuzu değiştir kılavuzu.

Belge 4: Vakıflar Umum Müdürlüğü’nden Tekirdağ Valiliği’ne. Satılmasına vekiller heyetince -yani Bakanlar Kurulunca- karar verilip tebliğ edilmiş ve edilecek olan cami ve mescitlerin satış ilanlarının mevkii, mahalle ve sokak ve vakfı adı tasrih edilmek sureti ile harap vakıf bina şeklinde neşrettirilmesi, cami, mescit yeri denilmemesi saygı ile rica olunur.

Belge 5: Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa önemli bir yazı gönderiyor: Üsküdar’da Atik Valide Camii ve müştemilatından Atik Valide Tekkesi ile Çinili’deki Efgan Tekkesi, Milli Müdafa Mükellefiyeti Kanunu hilafına, vakıflar müdürlüğüne haber verilmeksizin işgal edilmiş ve yapılan teşebbüs sonunda yalnız Efgan Tekkesi’nin havuzlu odası boşaltılarak içinde hayvan bağlı bulunan Atik Valide Tekkesi odalarının işgaline devam edilmekte bulunmuştur. Bu eserler ve Efgan Tekkesi’nin havuzu emsalsiz ince ve kıymetli yadigarlardır. Bunca tebligata karşı vuku bulan bu gibi tecavüzler şüphesiz ki layıksız ve acıklıdır. Cumhuriyet tarihinde yanıklı iz bırakacak olan bu gibi hallere son verilmesinin icabedenlere tebliğine müsaade buyrulmasını önemle arz ve rica ederim. Vakıflar Umum Müdürü.

Belge 6: Karacabey’den bir vatandaştan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne gönderilen yazıda, kazada mevcut camilerin tamamen ciheti askeriyece işgal edildiğinden bahisle, Ramazan’da cemaatle namaz kılınmak üzere cemaati çok olan Ulu Camii’nin tahliyesi istirham edilmektedir.

Belge 7: Gaziantep’teki Selim Efendi Camii, ne olmuş biliyor musunuz? CHP’ye satılmış. CHP burayı teşkilat binası olarak kullanıyor.

Belge 8: Edremit’teki Yıldırım Camii, üzerine halkevi yapılmak üzere CHP’ye satılıyor. 300 lira bedel mukabilinde CHP’ye satılıyor.

Belge 9: Osmangazi İlçesi, Tophane Mahallesi’ndeki cami, bando ve muhafız birliğine teslim ediliyor. O döneme ait, yüzlerce gazete kupüründen biri: 20 Nisan 1936. Gazetenin adını da vereceğim, Cumhuriyet Gazetesi. ’Bu ne insafsızlık. Seferihisar’da tarihi bir cami ahır yapılmış.’

BAŞKAN’DAN ÖZÜR DİLE: Kılıçdaroğlu, önce Diyanet İşleri Başkanımızdan, o makamdan özür dile. Bakın senin, sana değer vererek, Kutlu Doğum haftalarına çağıran bir Diyanet İşleri Başkanı’na, ’Edebe, adaba, mugayir bir şekilde onurun varsa bunları açıkla’ diyorsun. Bunları gel bize sor.

Pembe İncili Kaftan cevabı

- Suriye’deki Baas rejimiyle benzer zihniyeti olan biri bize dış politika konusunda tavsiyede bulunamaz. Kılıçdaroğlu sen Baasçı’sın. Kendi ülkesini, ekonomisini kötüleyen biri bize ”Pembe İncili Kaftan”dan söz edemez. Kılıçdaroğlu, Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan hikayesinden bahsetti. Biri ona bu hikayeyi özetleyerek anlatmalı. AK Parti’nin 9.5 yıl boyunca dış politikada ortaya koyduğu tavır, işte o Pembe İncili Kaftan’da ortaya konulan, ecnebilerin karşısında el pençe divan duran liderlerin olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti değil... Kılıçdaroğlu, iktidara geldiğinde Yunanistan ekonomisini de kurtaracaklarını ifade etmişti. Yunanistan’ın en büyük gazetesi de ’Dayan Yorgo, Kılıçdaroğlu geliyor’ diye haber yapmış, dalgasını geçmişti.

Aşk kelimesini Türkçe’den çıkarmak dili katletmek olur

ANKARA - Başbakan Erdoğan, Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Dil ve Edebiyatı Derneği, Türk Dil Kurumu ve Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Anayasanın Dili Sempozyumu’nda konuştu. Erdoğan şöyle konuştu:

- Türkçe’nin kısırlaştırılmasına yönelik olarak acıklı, acımasız girişimler tarihimizde maalesef oldu. Bunu da biliyoruz. Türkçe mecrasından çıkarıldı ve bir kalıba sokulmak istendi. Dünyadaki her dil başka dillerden ödünç kelimeler alırken, bu son derece tabii bir şeyken, Türkçe’deki tüm yabancı kelimeleri ayıklamaya yönelik tasarruflarda bulunuldu. Merhum Nihat Sami Banarlı’nın çok güzel bir tespiti vardır bu konuda, gençlik yıllarımızda bir sohbetinde kendisini dinlediğimizde onu söylüyordu, hatta Türkçe’nin Sırları kitabında da ona bir atıfta bulunur, ’Ketebe, yektübü Arap’ındır, kitap, katip benimdir’ diye bir yaklaşımı vardır. Gerçekten çok farklı bir tespit ve yaklaşım... Nitekim, kitabı, katibi dışlayanlar, örneğin katibin yerine sekreteri getirenler sanki Türkçe’den bir kelime ürettiler, hiç alakası yok. İthal bir kelime. Katibe acaba niyeydi bu düşmanlık diye baktığınız zaman, aslı belli oluyor zaten. Bu tabii olmayan ideolojik girişimler ne yazık ki Türkçe’yi ciddi manada kısırlaştırdı. Türkçe’nin sağladığı o engin muhayyileyi de ciddi manada köreltti. En önemlisi de Türkçe üzerinde yapılan operasyonlar tarihimizle bugün arasındaki en önemli irtibatı, en önemli köprüyü yani kuşaklar arasındaki dil birliğini ortadan kaldırdı. Adeta bizim şah damarımızı kestiler.

- Aşk kelimesinin kökeni farklı olduğu için Türkçe’den çıkarılması dili katletmek olur. Zira bu kelimenin yerine geçecek hiçbir kelime yoktur. Sevgi kelimesi, aşk kelimesindeki manayı, ruhu, musikiyi asla ve asla yansıtmayacaktır. Dili doğal mecrasında, tabii akışı içinde bırakmak, dil üzerindeki mühendislik faaliyetlerine mutlaka ve mutlaka ’dur’ demek zorundayız. Zira dil üzerinde mühendislik yapmak, dünyanın sınırları üzerinde mühendislik yapmaktır. Dile müdahale etmek düşünceye müdahale etmektir.

- Geçenlerde İstanbul’da bir açılışta ifade ettim; son dönemde başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizdeki yatırımlara yabancı isimlerin verildiğini çok ama çok fazlasıyla görüyoruz. Türkçe’de çok güzel karşılıkları olduğu halde maalesef, tower, mall, rent a car, check-up, check-in, computer gibi birçok yabancı kelimelerle donatılmış caddeleri görüyoruz. Dilimiz açıkça bir istila altında. Bu istilayı Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanı gibi ya da yakın tarihte dile yapılan müdahaleler gibi girişimlerle engelleyemeyiz.

Anayasanın dili, Yunus Emre dili olmalı

- Anayasanın dili mana noktasında açık ve sarih olmadığı için Türkiye çok büyük sıkıntılar yaşadı ve yaşıyor. Eskilerin çok güzel bir sözü var, ’Efradını cami, ağyarını mani olmak’. Anayasamızın dili zaman zaman karşımıza çıkan meselelerde efradının cami, ağyarını mani olmadı. Örneğin, 367 meselesinde anayasanın dili ciddi şekilde istismar edildi. Mana son derece açıkken lafız farklı yerlere çekilmek suretiyle Türkiye’ye ağır bedeller ödetildi. Aynı şekilde 1982 Anayasası ’ama’, ’ancak’ kelimesinin sıkça kullanılmasıyla özgürlükleri genişleten değil, daraltan bir anlam sergiledi. Yeni anayasanın çok sarih olması, ’ama’lardan, ’ancak’lardan arındırılmış bir anayasa olması özellikle önem arz ediyor. Anayasanın dili Yunus Emre’nin dili olmak zorundadır. Anayasanın dili dünyamıza, muhayyilemize, özellikle de özgürlüklerimize sınır koymayacak. Tam tersine anayasa, diliyle, ihtiva ettiği manayla kucaklayıcı olacak, kuşatıcı olacak, 75 milyonun her birinin ’işte bu benim anayasam’ diyerek sahipleneceği bir anayasa olacak.

Haberin Devamı