Hangi içecek neyle yenmeli?

16 Haziran 2018

Sıcaklar bastırınca yediğimiz yemekler ve içtiklerimiz de değişmeye başlar. Yaz sofraları bol meze, rengarenk salatalar demektir. Bir de rakı ve balık.

Yaz gelip sıcaklar bastırınca yediğimiz yemekler, içtiğimiz içkiler de yavaşça değişmeye başlar. Yemek masalarımız dışarıya, bahçelere, balkonlara taşınır, yaz sofralarında geçirdiğimiz zaman kışa göre uzamaya başlar, hatta masalarımız sanki biraz daha kalabalık olur. Marmara ve Ege kıyılarında olanlarımız için yaz sofraları bol meze, çeşitli otlar, başta o eşsiz çoban salatası olmak üzere rengarenk salatalar demektir. Bir de tabii ki rakı ve balık.
Balığın yanında bira da olur
Rakı ile balığın birlikteliği uzun süredir yeme içme yazarları arasında tartışma konusu oldu. Bazılarımız balığın yanında içilecek içkinin beyaz şarap olması gerektiğini iddia ederken, ben balığın yanında artık bizim buralarda da bulunan bir Bavyera buğday birası, yani Weissbier bile içilebileceğini söyledim. Ama doğrusunu isterseniz, on binlerce kişinin “yaz gelse de rakı-balık yapsak” dediği ülkemizde bu birlikteliğe itirazım olacak değil, ayrıca güzel bir ikili oluşturdukları da bir gerçek.
Ancak öte yandan sevgili arkadaşım Mehmet Yaşin’in de hep dediği gibi balığın aslında bir kış yemeği olduğuna da değinmeden yapamayacağım. Yaz ayları bildiğiniz gibi balık yasağının olduğu, yani bir hayli önceden yakalanmış balıkları yediğimiz, kış ayları ise balıkların soğuyan denizlerde yağlanıp lezzetlendiği aylardır. Hatta sonbahardan başlamak üzere kış ortasına kadar her balığın kendi mevsimi, yani en lezzetli olduğu aylar vardır. İşte o aylarda balık yediğinizde yanında canınız gene rakı çekiyorsa onu, yoksa bir beyaz şarap, ya da balık ızgara ise yanında Kalecik Karası veya Pinot Noir gibi bir üzümün kırmızı şarabını içmek size kalmış.
Etin yanında kırmızı şarap
Kış aylarında olduğu kadar yazında hepimizin keyif aldığı kırmızı etlere gelince, kışın yemeye bayıldığımız görkemli steak’lerin yerini de yaz gelince küçük mangallarda dumanlar saçarak pişen köfteler, şiş ve sucuklar ile olmazsa olmaz eşlikçileri domates, biber ve soğanlar alıyor. İyi bir steak’in yanında en iyi bir Şiraz veya Cabernet Sauvignon üzümlerinin şarabının gittiği bence pek tartışılmayacak bir konudur. Amerikalıların kehribar renkli Amber Lager tipi biraları da çok iyi steak eşlikçisi olabiliyorlar ve ülkemizdeki kraft bira üreticilerinden bazıları onların da iyi örneklerini yapmaya başladılar. Ama yazdan, mangaldan ve ızgara köftelerden, sucuklardan bahsediyorsak, o zaman akla ilk gelen içkilerin başında şüphesiz sosis patates de olduğu gibi sarışın bir lager bira geliyor.
Salatanın yanında roze şarap Bu yıl çilek başta olmak üzere salataların içinde şeftali ve armut gibi meyvelerin kullanılması çok yaygınlaştı. Bu aromatik salatalar da yanlarına sanki bir roze şarap çağırıyorlar. Sayıları gittikçe artan roze şaraplarımız artık ithallerini hiç aratmayacak kalite ve lezzete geldiler. Yaz sıcağında salatanın yanında bir bira içip serinleyeyim diyorsanız gene bir Weissbier veya meyveli bir salatanın yanında tropikal kokular saçan aromalara sahip bir India Pale Ale tipi bira deneyebilirsiniz. Viski ve çemensiz pastırma Viskiye gelince, ülkemizde uzun yıllardır Adana kebabı ile viski içenlerle ilgili olumsuz yorumlar yapılmıştır. Şahsi kanaatim kısa soluklu, yani sıcakken, içindeki yağ donmadan yenmesi gereken bir yemek olan kebabın en iyi eşlikçisi özellikle yaz sıcağında buz gibi bir biradır. Ama işin ilginç yanı viskinin de özellikle son yıllarda yemeklerde de içilmeye başlanmış olması. Lezzetinin de somon, kurutulmuş etler, çemensiz pastırma, kabuklu deniz mahsülleri gibi başlangıç yemekleriyle iyi uyum gösterdiğini kabul etmek gerekir. Ancak ana yemeklere gelince, kırmızı et olsun, balık olsun, başlangıçlara eşlik etmiş olan viskinin masadaki rolünün sona erdiği de bir gerçek. Yeme içme konusunda herkesin yıllardır sürdürdükleri alışkanlıkları vardır. Bu da kötü birşey değildir. Ancak naçizane tavsiyem yeni şeyleri denemekten çekinmemenizdir. İlk başta kıvırdığınız yukarıdaki örnekler gibi birçok eşleşme hoşunuza gidebilir. Bu da yeme içme dünyanıza zenginlik katar. Ama bunu yaparken yeme içme konusunda yıllardır keyif aldığınız birlikteliklere itiraz edenleri de pek dinlemeyin. Damak sizin damağınız, keyif sizin keyfiniz, hayat sizin hayatınız...

Devamını Oku

Masanın yıldızı mezeler değil kebap olmalı

2 Haziran 2018

Dünyadaki en lezzetli yemeklerden biri olan Adana Kebabı’nın geçmişi aslında o kadar da eskilere dayanmaz. Evet, etin ateşin üstünde çeşitli şekillerde pişirilmesinin tarihi insanoğlunun ateşi bulmasına kadar geriye gidebilir. Ama Adana’da bizim bildiğimiz haliyle satır kıymasının baharatlarla yoğrulup şişlere geçirilmesine kayıtlarda ilk olarak yüz yıl önce rastlanır. Bu muhteşem kebabın yüz yıl gibi kısa bir sürede milli içeceğimiz olmayı başaran çay gibi Adana’dan bütün ülkemize yayılarak sevilmesi de aynı çayın ki gibi tam bir başarı öyküsüdür.

Damak ile mide kavgası

Adana Kebabı’nın vücudumuzdaki etkisini en iyi sevgili dostum Tayyar Zaimoğlu’nun Adana’da karşılıklı kebap yerken anlatmıştı: “Adana kebabı o kadar lezzetlidir ki, ağzına bir lokma aldığınızda damak ile mide arasında kavga başlar. Damak ‘Biraz daha ağzımda dursun, tadını daha da alayım derken, mide ‘Haydi gönder artık’ diye kızar!” Tayyar bey bu işi bilir. Adana’da adeta baştan yarattığı efsane kebapçı Onbaşılar hâlâ bu muhteşem yemeği yiyebileceğiniz en iyi yerlerin başında geliyor. Tabii konu Adana ve kebap olunca çok kimseden çok farklı kebapçı isimleri duymanız şaşırılacak bir şey değil. Benim Türkoğlu Caddesi’nde defalarca kebap yediğim Koço’nun Yeri, hem karşınızda metruk da olsa tarihi bir binaya karşı kaldırıma atılmış masaları, hem de harika kebabı ve yediğim en iyi diyebileceğim domates ezmesiyle her Adana seyahatimde gitmeden yapamadığım bir yer. “Görevimiz Yemek” program çekimi için gittiğimizde yediğimiz Kaburgacı Yaşar Usta’nın kaburgadan yaptığı Adana Kebabı da doğrusunu isterseniz fazlasıyla aklımın, daha doğrusu damağımın bir kenarında kaldı.

İstanbul’da Adana lezzeti
İstanbul’a gelince, Adana Kebabı’nın İstanbul’a gelişi yetmişli yıllarda Beyoğlu’nun ara sokaklarında, omuzundan yukarısının dumanla kaplı olduğu küçük ocakbaşılarla olmuştur. Ve bunların çoğu da gerçekten çok iyi idi. Şimdi ise şehrin neredeyse kebapçı olmayan mahallesi kalmadı. Bazıları da Adana’da yiyebileceğiniz kadar lezzetli, ama o harika şehrin kokusundan mahrum, kebaplar yapıyorlar. Benim İstanbul’da Adana Kebabı yiyeceğim zaman ilk aklıma gelen yerler (alfabetik sırayla) Cihangir’deki Adana İl Sınırı, Nişantaşı ve Göktürk’teki Başköşe, Eminönü’ndeki Hamdi ve Beyoğlu’nun ara sokaklarındaki ocak başı, kebabı ve sohbeti çok keyifli olan Kenan Usta.
Meze ana yemeği aşmasın
Öte yandan gelelim İstanbul’un gelen göçlerle birlikte balığa olduğu kadar kebaba da yaptığı kötülüğe! İstanbul’un vaktiyle özellikle Rum meyhanecilerden gelen bir meze kültürü vardı. Mezeler küçük tabaklarda sofraya gelir ve içilen içkiye eşlik ederlerdi. Balık yemeye gideceğiniz zaman ise meze sınırlı tutulur, balığa hakkettiği yer bırakılırdı. Şimdi ise maalesef herşey birbirine karıştı. Tarama gibi meze sofrasının olmazsa olmazlarından birinin yerini balık sofrasında ne işi varsa, acılı ezme aldı. Mezelerle tıka basa dolan müşteriler sıra Boğaz’ın güzelim balıklarına gelince “doyduk” diyerek yüz çeviriyorlar. Aynı şey ne yazık ki kebapçılarda da geçerli. Bir domates ezme, süzme yoğurt ile belki bir iki küçük tabaktan ibaret olması gereken iştah açılar İstanbul kebapçılarında ardından güzelim kebaba yer bırakmayacak ziyafet sofralarına dönüşmüş durumda! Onun için naçizane tavsiyem, balık veya kebap yiyeceğiniz zaman, masanın asıl yıldızının ana yemeğiniz olacağını aklınızdan çıkarmayıp ona midenizce genişçe bir yer ayırın.

Devamını Oku

Endülüs’ün büyülü başkenti: Sevilla

12 Mayıs 2018

“Sevilla’yı görmediyseniz hayatınızda hiç bir şey görmemişsinizdir” der İspanyollar. Endülüs’ün başkenti Sevilla Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birisi.

İspanyollar “Sevilla’yı görmediyseniz hayatınızda hiç bir şey görmemişsinizdir” derler. Endülüs’ün başkenti Sevilla gerçekten de Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birisidir. Çok görkemli bir katedralin etrafından küçük meydanlara açılan daracık sokaklar şehrin dört bir yanına dağılırlar. Sanki geçmiş devirlere tanıklık etmeleri için dokunulmadan kalmış evlerin arasında kaybolmak, sonra önünüze çıkan bir meydanda, meydana hakim bir kilisenin gölgesinde kalmış bir café’de oturup dinlenmek, etrafı ve geleni geçeni seyretmek Sevilla’nın keyfini çıkarmanın en iyi yolu.

Sevilla’nın çok zengin bir tarihi var. Uzun yıllar İspanya’nın güneyindeki bu bölgeyi kendilerine vatan yapmış olan Müslüman Araplar zamanında da Endülüs’ün en önemli şehirlerindendi. Şimdi katedralin çan kulesi olarak kullanılan ve şehrin neredeyse her yerinden görünen Giralda da aslında o zamanlardaki caminin minaresiydi. Dikdörtgen bir planı olan Giralda, Marakeş’teki Kutubiye Camisi’nin minaresinden esinlenilmişti ve onun gibi Magrip mimarisinin en önemli eserlerinden birisidir. Sevilla Müslümanlar zamanındaki önemini zamanla Cordoba ve daha sonra Granada’ya kaptırdıysa da keşifler döneminde tekrar İspanya’nın en önemli şehirlerinden biri olmuştur. Şehrin ortasından geçen Guadalquivir nehri sayesinde Sevilla Amerika’nın keşfinden sonra Yeni Dünya ile yapılan ticaretin merkezi olmayı başarmış, keşif seyahatlerinin bir çoğu buradan başladığı gibi Yeni Dünya’nın zenginlikleri de bu şehre akmış.

Guadalquivir nehrinin kıyısı keyifli bir yürüyüş yapmak için ideal. Torre del Oro, yani Altın Kule, ismini bir zamanlar sömürgelerden gelen hazinelerinin saklandığı yer olmasından alıyor, biraz ilerisindeki La Maestranza Plazade Toros da İspanya’daki en tipik boğa güreşi arenalarından biri. Ama Sevilla’da katedralden sonra mutlaka görülmesi gereken eser Alcazar. Müslüman emirlerin kendilerine yaptıkları bu saray daha sonra Hıristiyan krallar tarafından da kullanılmış, bahçeleri ise Granada’nın Alhambra’sı kadar etkileyici olmasa da bir zamanlar buralarda sürülen sefaların tanığı olarak görülmeye değer.
Şehrin en iyi oteli Alfonso XIII yüzyıl öncesinin şık devrini yaşatmaya devam ediyor. Orada kalmasanız bile barına gidip veya otelin ortasındaki avluda oturup bir içki içmeye değer. Sevilla tapas barları ve restoranlarıyla yeme içme konusunda da çok zengin bir şehir. Ama mutlaka görülmesi gerekeni 1670 yılında kurulmuş olan El Rinconcillo. Alt katı harika bir tapas bar ve ayakta atıştırmaya itirazınız yoksa harika bir yer, üst katta ise tapas kadar yerel yemeklerin tadına varabileceğiniz iyi bir restoran var. Soğuk bir Gazpacho çorbası içmeyi, küçük kızarmış yeşil biberlerden ve severseniz jamon iberico yiyin. Sevilla İspanya’nın en önemli flamenco merkezi ve bu olağanüstü müzik ve dansı seyretmek için en iyi şehirlerden başında geliyor.
Granada’nın sınır kentleri
Sevilla’ya arabayla bir saat mesafedeki Cadiz, Atlas Okyanusu’na uzanan bir yarımada üzerinde kurulu ve Avrupa’nın en eski yerleşimlerinden birisi olduğu söyleniyor. Ama Cadiz’e gelmeden yolda Jerez de la Frontera’ya uğramanızda yarar var. Endülüs’te adları “de la Frontera” diye biten bir çok kasaba var. Bunlar Müslümanlar’ın Endülüs’ün çoğunu kaybedip Granada’yı 200 yıl kadar daha tutmayı başardıkları yıllardaki “frontera”, yani “sınır” kentleri. Jerez adeta uykuya dalmış, sakin bir şehir. Etrafı ağaçlarla sarılı küçük bir meydanı var, burası da bir café’de oturup bir sherry içmek için ideal, çünkü Jerez ve çevresi İspanya’nın bu ünlü şarabının üretildiği yer. Şehirdeki Gonzalez Byass başta olmak üzere sherry üreticilerinin tesislerini ve mahzenlerini gezmek ve brendi ile kuvvetlendirilmiş bu şarapların yapılışını izlemek mümkün.
Cadiz’in her sokağı denize çıkar
Cadiz’e devam edecek olursak, burası tam bir sahil kenti. “Cadiz’de ne tarafa 100 metre yürürseniz karşınıza deniz çıkar” derler. Cadiz’in Atlantik Okyanusu’nun dalgalarının dövdüğü sahili panjurları kapalı beyaz evleri, daracık sokakları ve gün batımının kızıla boyadığı çok görkemli, şehre hakim katedraliyle çok güzel bir akşamüstü gezinti imkanı sunuyor. Deniz kenarındaki Atlantico, İspanyolların klasik Parador zincirine ait modern bir otel ve şehrin en iyi oteli. Yemeğe gelince Cadiz kadar deniz ile iç içe olan bir şehirde tabii ki balık yemek gerekir ve El Faro da rastlayabileceğiniz en iyi balık lokantalarından birisi. Onlarca yıldır değişmemiş, artık restoranın dekorunun bir parçası olmuş beyaz ceketli garsonlar, ceketlerle aynı ketenden masa örtüleri, ahşap duvarlar, klasik bir restorandan hoşlanıyorsanız bayılacağınız bir atmosfer ve iyi bir yemek.
Cordoba ve Granada ile Akdeniz sahilinin muhteşem şehri Malaga’ya gelince, onları da bu yazıya sığdırabileceğimi sanmamıştınız umarım. Endülüs öyle bir iki defa gitmekle bitirilemeyecek kadar zengin, doyulmayacak kadar güzel bir yer.

Devamını Oku

Türkiye’nin kraft biraları zenginleşiyor

28 Nisan 2018

Ülkemizde kraft biracılık konusunda çalışmalar sürüyor. Farklı şehirlerden gelen 7 üretici geçen hafta Antalya’da buluştu, tecrübelerini ve hayallerini anlattı.

Sifnos adasında kaldığımız otelden çıkmış kumsalın diğer ucunda, kilisenin etrafındaki birkaç evden ibaret olan köye doğru yürüyorduk. Öğlen güneşi Ege Denizi’nden gelen hafif esintiyi etkisiz hale getiriyordu. Ayaklarımız kah suyun içinde kah sıcak kumların üstünde yürürken önümüze çıkan bir tavernaya girmeye karar verdik. Yunan adalarında sık sık karşınıza çıkan balıkçı lokantalarından birisi, birkaç ağacın sağladığı gölgeliklerin altında mavi masalar, sandalyeler, keyifli insanlar.

Tavernalarda meze istemek için mönüye bakmaya gerek yoktur. Uzomuzu da “yeşil Barbayani, yoksa Mini” diye sipariş ederken genç garson “uzo listemizi görmek ister misiniz” diye sordu. Tabii ki isterdim, uzo sayfasını buldum, tam farklı bir uzo isteyecektim ki, sayfayı çevirdim ve gözlerimi yerinden fırlatacak bir sürpriz ile karşılaştım: “Yunan Kraft Biraları Listesi”

Listeler gittikçe uzuyor

Kraft biralar küçük üreticilerin yaptıkları artizanal ya da benim pek sevmediğim bir tabir ile butik biralardır. 1980’li yıllardaki “Amerikan Bira Devrimi”nde ortaya çıktılar ve hızla bütün dünyaya yayıldılar. Yunanlıların da iyi kraft biraları olduğunu biliyordum ama küçük bir adadaki bir kumsalın üstündeki bir tavernada 11 biralık bir kraft bira mönüsü açıkça beklemiyordum. Listeyi veren delikanlı tavernanın sahibinin yeğeniymiş, yazları Atina’dan gelip işletmeye yardımcı oluyormuş. “Patronu nasıl ikna ettin uzoların yanında kraft bira satmaya” diye sordum. “Zor oldu” dedi: “İlk önce yalvar yakar bir tane koydurabildim, sonra o satınca ikinci, üçüncü derken bir ara otuz kraft birayı bulduk. Sonra stok problemleri çıkınca patron vazgeçecek diye korktum ve 10-15 kraft biralık bir listede karar kıldık.”

Tatları da adları da keyif verici

Bunları neden anlattığıma gelince, geçen hafta sonu Alanya’da çok keyifli bir etkinlikteydim: 1. Türkiye Kraft Bira Sempozyumu. Türkiye Bira Koleksiyonerleri Derneği’nin düzenlediği etkinlikte farklı şehirlerden gelen yedi üretici bilgilerini, tecrübelerini, hayallerini ve tabii ki biralarını birbirleri ve katılımcılarla paylaştılar.

Devamını Oku

İstanbul’un üç lezzetli semti

21 Nisan 2018

Bu pazar İstanbul’un kimliğini özellikle Çarşı’sı ile en iyi korumuş olan semtlerinden Beşiktaş’tan başlayıp Boğaziçi’nin Rumeli kıyısından küçük bir lezzet gezintisi yapacağız. Arnavutköy de kıyısından geçen kazıklı yola rağmen başka bir devirden kalma ahşap yalıları, daracık sokaklarıyla İstanbul’un en güzel semtlerinden biri ve son yıllarda iyi restoranlarıyla yeme içme meraklısı İstanbulluların çok rağbet ettikleri bir yer. Oradan Bebek Oteli’nin barı ve Lucca gibi eski ve yeni İstanbul klasiklerinin bulunduğu Bebek’ten geçip şehrin gökdelenlerinin hemen yanı başındaki Reşitpaşa’ya ve oranın yeni nesil restoranlarına geçeceğiz. Ama gelin gezintimize Beşiktaş “Çarşı”dan başlayalım.

BEŞİKTAŞ Çarşı’nın siyah - beyaz lokantaları

Beşiktaş Çarşısı her daim kalabalıktır. Önünde en çok kalabalık biriken yerlerin başında da efsanevi Tarihi Karadeniz Dönercisi gelir. Caddeye bakan devasa bir tombul döner hemen önünüzde kesilip bir pidenin içinde elinize tutuşturulur. Şansınız varsa kaldırımda küçük bir taburenin üstüne oturursunuz. Ama bunu başaramayıp dönerinizi ayakta yeseniz bile bu muhteşem lezzete fazlasıyla değer. Bu dönerci kokusu, yağı, tadı tam kıvamında olan döneriyle adeta “döner zincir lokantalar yerine böyle köşe başındaki yerel dönercilerde yenir” diye haykırır.

Beşiktaş’taki Şöhretler Köftecisi benzerler mekanlar arasında dekoru ve havası en hoşuma gidenlerin başında gelir. Duvarlar Beşiktaş’ın milli olmuş futbolcuların kocaman portreleri ve “Çarşı”nın sevgili takımının zaferlerinin tablolarıyla dolu. Köfte de İstanbul’da yiyebileceğiniz en iyilerin arasında. Hele futbol meraklısıysanız, Beşiktaşlı olmasanız bile İstanbul’da daha keyifle köfte yiyebileceğiniz bir mekan bulmanız zor olabilir.

Çarşıdan yukarı doğru tırmanan yokuşu birkaç yüz metre yürümek zahmetinde bulunursanız sağ tarafta karşınıza İstanbul’un belki de en iyi sakatat lokantası çıkar. Baba Söğüş adından da anlaşılacağı gibi söğüş kelle ile meşhur, ama beraber gittiğim sakatat hayranı arkadaşımın bayıldığı beyin ve benim de pek severek yediğim dana kuyruğu ile oldukça geniş ve ilginç bir lezzet yelpazesine sahip. Beşiktaş eskiden beri balıkçı lokantaları ve birahaneleriyle de sadık bir müdavim kitlesine sahiptir. Akaretler’de yeni açılan Craft Beer Lab de çok geniş ithal bira çeşitleriyle kısa zamanda biraseverler için iyi bir yeni adres olmayı başardı.

ARNAVUTKÖY Boğaz’ın gurme mekanları dikkat çekiyor

Arnavutköy de yıllardır sahildeki balıkçı lokantalarıyla Boğaziçi ve balık denilince akla gelen semtlerdendi. Ancak son yıllarda özellikle yalıları deniz kıyısında bırakıp arkalarından geçen dar ana cadde üstünde açılan lokantalar dikkat çekmeye başladılar. Bunlardan Hudson iyi bir brasserie. Sokağa bakan masaların bulunduğu bir teras, içeriye girince hemen dikkatinizi çeken davetkar bir bar, iki taraftaki duvarların önünde uzun koltuklar ve samimi masalar. Atmosfer güzel, yemekler daha da güzel. Lezzetli makarnalar ve ana yemeklerin yanı sıra mönüdeki patates püresi üstünde börülce köftesi, karides veya tavuklu taco ve yemeye doyamayacağınız kaburga bun gibi hoş sürprizler Hudson’a uğramak için yeterli neden.
Bir ara sokakta adeta saklanmış olan Antica Locanda İstanbul’un iyi İtalyan lokantalarından biri. Şef Gian Carlo Talerico evlenip İstanbul’a yerleşince burayı açmış, iyi de etmiş. Biz İtalyan lokantalarını ve İtalyan yemeklerini hep sevmişizdir, ama şehrimizde iyi İtalyan lokantalarının sayısı ne yazık ki bir elin parmakları kadar. Şef Milanolu olunca özellikle makarnalarda krema ve peynir sosları öne çıkıyor, ama İtalya’nın güneyinin yemeklerine inince de domates sosları eksiksiz nefasetleriyle burası iyi bir İtalyan lokantası dedirtiyor.
REŞİTPAŞA Şehrin yükselen yıldızı
Ve gelelim Reşitpaşa’ya. Maslak’ın gökdelenlerinden İstanbul Boğazı’na adeta akan tepelerde kurulu bu semt son yıllarda çok hoş restoranlarala dikkat çekmeye başladı. Odun Pizza İstanbul’un en iyi pizzacılarının başında geliyor. Odun ateşinde tam Napoli usulü pufuduk kenarlı ince pizzalar yapıyorlar. Pizza yiyecekse ya Margarita, ya da Marinara yiyecek kadar fanatik olan yazarınızı Odun Pizza’nın Margarita’sı sulu ve lezzetli sosu, hafif yanık kenarıyla fazlasıyla memnun etti. Ekin Uzunyol’un “modern esnaf lokantası” Havan’dan da Reşitpaşa’nın parlayan yıldızlarından. Berna Uzunyol her daim kızının yanında, mutfaktan dana kaburgalı hamburger, Boşnak mantısı ve böreği, Hünkar beğendi, fıstıklı humus gibi çok lezzetli günlük yemekler çıkıyor. O günün mönüsünü sosyal medya hesaplarından takip edebildiğiniz gibi, yemeklerinizi her esnaf lokantasında olduğu gibi mutfağın önündeki tezgahtan görerek seçmeniz de mümkün. Havan’dan her öğlen Maslak’taki plazalarda çalışanlar ve lokantayı bilenlerle dolup taşıyor. Esnaf lokantası gibi çok eski bir geleneğimizin ferah ve güzel bir dekorda ne kadar başarılı bir şekilde yorumlanabildiğini görmek için gidin derim, lezzetli yemekleri de yanınıza kar kalır.

Devamını Oku

Lezzetli şehir Kastamonu

14 Nisan 2018

Kastamonu gerçek bir lezzet diyarı. Kuyu kebabı, pastırması, sucuğu muhteşem. Döneri ise Bursa’nınki ile yarışır.

İstanbul-Kastamonu uçuşu bir saat sürüyor. Uçak inişe geçtiği zaman önünüze çıkan manzarayı seyretmeye doyum olmuyor. Uzaklarda bembeyaz karlarla kaplı sarp dağların eteklerinden başlayıp göz alabildiğine uzanan ormanlar, ağaçların arasında gelişigüzel serpiştirilmiş yemyeşil boşluklar, birkaç küçük köy, sizi bir anda alıp bambaşka bir dünyaya taşıyor. Havalimanınına 45 dakika mesafedeki adı pek hoşuma giden Daday kasabasına giden yolda da manzara pek değişmiyor.

Daday’daki İksir Resort Town Kastamonu seyahatinde kalmak için ideal. Güzel restore edilmiş eski bir konak ve etrafındaki birkaç bina bir havuzun etrafında toplanmışlar. Yürüme mesafesindeki kendi çiftliklerinin ürünleriyle gerçek bir köy kahvaltısı yaptıktan sonra isterseniz at sırtında çevreyi gezebiliyorsunuz. Daday’ın etli ekmeği çok meşhur. Ekşi mayalı bir yufkanın içine az soğan ve baharatlarla tatlandırılmış oldukça sulu bir kıyma konuluyor. Dört nesildir kendilerini bu işe adamış olan Memişoğlu’nda nefis köpüklü ayran eşliğinde yediğimiz etli ekmek çok lezzetli bir öğlen yemeğiydi.

Kastamonu çok lezzetli bir şehir, daha doğrusu vilayet. İlkbaharda ülkemizin dört bir tarafında çok sevilerek yenilen kuyu kebabı ilk olarak Kastamonu’nun sarımsağıyla ünlü Taşköprü ilçesinde yapılmış. Bu harika yemeği bize kazandıran da 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşından sonra memleketine dönen Abdurrahman Kesici adında bir Taşköprülü imiş. Kastamonu’daki Kırcalar Kuyu Kebap kuyularda dört beş saat pişen bütün kuzuları afiyetle yiyebileceğiniz bir lokanta. Kuzunun masaya neredeyse bütün olarak gelmesi sizi neresinden başlasam diye şaşırtmasın, Kırcalar’da en lezzetli yerinin gerdanın, bir de tabii ki inciğin olduğu ipucunu size veriyorlar. Ben de size bir öneride daha bulunayım, kuzunun yağında pişen pilavlarını yemeyi sakın ihmal etmeyin.

Pastırma ve sucuğu olağanüstü

Kastamonu’nun hak ettiği kadar tanınmayan pastırması yolunuz Kastamonu’ya düşse de düşmese de mutlaka tatmanız gereken bir lezzet. Kastamonulular elle kesilmemiş olan pastırmayı yemezler derler. Tabakoğlu’nun çok iyi korunmuş konaklar ve Osmanlı’dan kalma devasa resmi binaların arasında dolaşan dar sokaklarla süslü eski şehirdeki dükkanı tam bir pastırma mabedi. Keyfinize göre çemenli veya çemensiz pastırmalar gözünüzün önünde neredeyse şeffaf diyebileceğiniz incelikte büyük bir ustalıkla gözünüzün önünde kesiliyorlar.

Sedat Tabakoğlu pastırmanın en makbulünün yağı üstünde antrikottan yapıldığını söylüyor, tadınca hemen hak veriyorum. Tabakoğlu’nda damağım pastırmalar ile Sedat Bey’in kocaman bir tavada masaya getirdiği olağanüstü lezzetteki sucuklar arasında gelip gidiyor.

Devamını Oku

İlkbaharın damak çatlatan lezzetleri

7 Nisan 2018

Baharın gelmesiyle beraber sofraların tadı da arttı. “İlkbaharı mükemmel yemeklerle karşılamak için nereye gitmeliyim, ne yiyip, ne içmeliyim” diyorsanız, işte cevabı.

Yazıyı yazmak için klavyenin başına oturunca canım bu güzel ilkbahar gününde Urfa’daki Cevahir Han’ın avlusunda olmayı çekti. Dayanılmaz yaz sıcakları daha basmamış, avludaki serin bir gölgelikte oturuyorum, masada sadece onların yapabildiği nefasette bir çağla aşı ve insanın içini açan bir narlı bostana. Bu kadar güzel ilkbahar yemekleri olabilir mi?

Kemenin mevsimi geldi

Gaziantep’e geçecek olursak tam keme zamanı. Ama belki ondan da önemlisi bir kebabın yanına en çok yakışan yiyeceklerden yenidünya veya batıda bilinen adıyla Malta eriği zamanı geliyor. Yenidünya kebabı yemek için Gaziantep’te İmam Çağdaş veya Eminönü’ndeki Hamdi’ye gitmenin tam zamanı.

Oğlak çevirme muhteşem

Marmara veya Kuzey Ege’de ise tam kuzu zamanı. Çanakkale Biga’ya on beş dakika mesafedeki Pomak dağ köyü Işıkeli’nde muhteşem kuzu çevirme yapıyorlar. Hatta şimdi aslında tam oğlak zamanı, onun da tadına doyum olmuyor. Oralara kadar gidemem diyorsanız Başakşehir’deki Kuzubeyi’nde Çorum Kargı’nın ünlü sırık kebabını (kuzu çevirme) çok güzel yapıyorlar. İlkbaharda oğlak da çeviriyorlarmış.

Kuşkonmaz zamanı

Bir ilkbahar lezzeti de yurtdışından: Almanya’da tam “Spargelzeit”, yani kuşkonmaz zamanı. Baş parmak kalınlığındaki kuşkonmazlar ve üstüne dökülen Hollandaise sos bir faninin tadabileceği en nadide lezzetlerin başında geliyor. Ben yanında şerbetçiotunun acımtraklığını bolca hissettiren Jever gibi bir Kuzey Alman birasını tercih ediyorum.

Devamını Oku

Gastroekonomi’nin kalbi İstanbul’da

24 Mart 2018

Önümüzdeki hafta sonu İstanbul’da çok önemli bir toplantı, Global Gastroekonomi Zirvesi var. Son yıllarda dünyanın en iyi restoranları listelerinde şaşırtıcı bir istikrarla yer alan Peru, gastronomi turizmi denilince Bask bölgesi başta olmak üzere İspanya, mutfağını adeta baştan yaratıp efsanevi Noma başta olmak üzere dünyanın en ilgi çeken restoranlarından bazılarının bulunduğu Danimarka, milli turşuları kimçiyi bütün dünyaya tanıtmayı başaran Kore. Bütün bu ülkelerin önde gelen isimleri, şefleri deneyimlerini ve başarılarının hikayelerini izleyicilerle paylaşacaklar.

Gastronomi turizmi son yıllarda baş döndürücü bir hızla önem kazandı. Artık insanlar başka şehirlere, başka ülkelere yemek içmek için birkaç günlük seyahatler yapıyorlar ve gittikleri yerlerde de normal turistlerden çok daha fazla para harcıyorlar. Gastronomi turizminin lokomotiflerinden İspanya’yı ziyaret eden 55 milyon turistin kişi o harcaması bin 255 dolar iken ülkemize gelen 38 milyon turistin kişi başı harcaması sadece 681 dolar. Son yıllarda Londra gibi ihtişamlı bir imparatorluk başkenti kadar yıldız şeflerin yaratıcılıklarını konuşturdukları çok iyi restoranlarıyla da dikkat çeken İngiltere’de turistlerin kişi başı harcaması ise bin 556 dolar. Dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde İspanya’nın ilk 10 arasında üç restoranı bulunurken Peru’nun başkenti Lima iki restoranla lezzet düşkünlerinin gitmeyi düşünecekleri ilk şehir olmayı başarabildi.

Türkiye Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği TÜRYİD’in düzenlediği ve Ekonomi Bakanlığı’nın desteklediği Lütfü Kırdar’daki Gastroekonomi Zirvesi’nin amacı da gastronominin ülkelerin ekonomisine olan katkısını vurgulamak ve bu katkının yukarıda örneği verilen ülkelerde olduğu gibi arttırmak. TÜRYİD Başkanı Kaya Demirer “29 Mart’taki bu zirve gastronominin potansiyelini kendi ülkelerinde görüp değerlen-direnlerin, yoktan var edenlerin, olanı globalleştirenlerin, araştırma-geliştirme ve eğitimi gastronomi alanına çekenlerin, yatırımcıları sektöre getirmeyi başaranların, sıradan sanılanı yıldızlaştıranların, dikkat çekmeyen gelenekleri hayret verici kılanların ve yaratıcılığı gastronominin kalbine koyanların kendi hikayelerini anlatacağını bir zirve olacak” diyor. TÜRYİD üyesi binden fazla işletme yılda 2 milyar liralık cirolarıyla ülkemizdeki yiyecek içecek sektörünün yüzde onunu sağlıyorlar.

Kaya Demirer ile Morini restorandaki bir öğlen yemeği sohbetimizde gastronomi konusuyla nihayet ilgili bakanlıkların da ilgilenmeye başlamasından olan memnuniyeti yüzüne yansımıştı. Yabancı turistler kadar iç turizmin de ne kadar önemli olduğunu konuştuk. UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler listesine hem de gastronomi dalında girmeyi başaran Gaziantep ve Antakya kadar, Konya’dan Şanlıurfa’ya, Kastamonu’dan Adana’ya birçok şehrimizin daha milletimizin yeme içme meraklısı gezginlerinin dikkatlerini çekmeye başlamış olmaları güzel bir gelişme. Ancak sayılar ne yazık ki hâlâ yeterli değil. Öğlen nefis yemekler sunan esnaf lokantaları, köfteci ve kebapçılar ne yazık ki çoğu şehrimizde akşam saatlerinde kapanıyorlar, kaybolmaya yer tutan yöresel ev yemeklerini sunan lokanta sayısı ise çoğu kentimizde gene ne yazık ki yok gibi. Ancak iç turizmin yaratacağı gastronomik talebin ortaya çıkaracağı zenginlik ile çeşitli il ve ilçelerde yapılmakta olan enginar, Ege otları gibi yerel ürünlerin festivalleri, Trakya veya Urla gibi şarap bölgelerimizde bağbozumu gezileri gibi etkinliklerin ilk önce yerli, sonra da yabancı turisti çekerek sağlayacağı katkı... Uzun ve meşakkatli bir yol, ama ucundaki ödül milyonlarca insanımızın hayatını değiştirecek zenginlikte!

Devamını Oku