Hz. Peygamberi rüyada görmek büyük lütuftur

16 Mayıs 2011

SORU: Şöyle bir rüya gördüm: “Hiç tanımadığım bir arkadaşım var. Onunla dağlardan tepelerden geçip bir mezarlığa geldik. Ancak bu mezarlık düz bir arazide değil, bir uçurumun kenarındaydı. Mezarların aralarından inip mağara gibi bir yere girdik. Burada Peygamber Efendimiz vardı. Arkadaşım onu tanıyordu. Ben de tanıştırdı. Peygamberimiz bana oldukça iyi ve de sıcak davrandı. Konuştuğumuzu hatırlıyorum ama ne konuştuk bilmiyorum. Peygamberimizin elinde siyah bir tespih vardı. Galiba namaz kılıyordu. Üzerinde kıyafeti sanki geçmişteki padişahlarınkine benziyordu.” Bu rüyayı anlatırken biraz ürperiyorum. Ama ne rüyamda ne de uyandıktan sonra ne korktum rne de ürperdim. Hatta huzur içindeydim. Bana bu rüyamı açıklar mısınız? İçimden geldiği zaman namaz kılıyorum. Aslında mümkün olduğunca kılmayı istiyorum. Arapça hiç bilmediğim bir dil. O nedenle duaları okurken hata yapıyorum. Dilim sürçüyor. Ettiğim duayla bütünleşemiyorum. Kısacası namazımı Türkçe kılmak istiyorum. Arapça namaz surelerini Türkçe okumamda bir sakınca var mı?

CEVAP: Rüyan güzel. Peygamberimizi görmek büyük lütuftur. Bu senin ruhunun temizliğini gösterir. Arapça en güzel dillerden biridir. Muntazam ve zengin bir dil olduğu için son kitap o dille indirilmiştir. Ama Arapça’ya dilin dönmüyorsa Türkçe okuyarak namazlarını kılabilirsin. Dinde zorluk yok. Yeter ki sen namazını kıl.

Namazda Kur’ân’a bakarak okuyabilirsiniz

SORU: “Namazda Kur’ân’a bakarak okumak caizdir” başlıklı yazınızı ilgi ve dikkatle okudum. Uzun zamanda beri ciddi anlamda kıldığım namazlarda konsantrasyon eksikliği yaşıyorum. Elimde olmadan kafam devamlı başka şeylerle meşgul oluyor. Bunu istemeyerek yapıyorum. Allah’a beni affetmesi ve başka şeylere takılmadan namazımı kılmam için dua ettim. Sanırım dualarım kabul oldu. Bu yazınızdan sonra Kur’ân’dan okuyarak namaz kıldım. Sonuç muhteşem. Uzunca bir süredir ilk defa dikkatim dağılmadan ve ezbere bilmediğim ayetleri okuma fırsatı bularak namazımı kıldım. Namazın tamamında elimden Kur’an’ı hiç düşürmedim. Hatta secdede bile elimde tuttum. Bu doğru mu? Sadece bu kısımda bir tereddüdüm oldu. (Berkin Yaman)

Devamını Oku

Düşüncelerinizi halka anlatın

14 Mayıs 2011

HOCAM biz üç arkadaşız. Akşamları Kur’ân okuyoruz, İslâm’ı araştırıyoruz. Günümüzde İslâm, Hz. Peygamber ve dört halife döneminde yaşanandan çok kötü durumda. Geçen 1400 yıllık süreçte çeşitli odaklar tarafından dine müdahale edilmiş. Mezhep yorumları, tasavvuf anlayışı, tarikatlar, cemaatler... Bunların genel anlamda dine olumsuz etkileri olmuş. Kişiler, görüşler, hurafeler, bidatllarla din özünden uzaklaştırılmış. Bizim niyetimiz bir kitap yayınlayıp dine yapılan ilaveleri (mezhep görüşü vs.) teker yazmak, incelemek, bunların aslında dinle ilgisi olmadığını ayetler yardımıyla halka anlatmak. Belli konu başlıkları altında dinin bir parçası gibi bilinen ama aslında Kur’ân’da olmayan yani hurafe veya bidatları anlatacağız. Bu çalışmamızda sizin yayınladığınız eserler ve diğer Kur’ân odaklı salih niyetli hocalarımızın yayınları yardımcımız olacaktır. (Metin Mutmain)

CEVAP: Düşünceleriniz doğrudur. Zaten ben de yıllardan beri bunları izah etmeye çalışıyorum. Ama siz bu düşüncelerinizi bana değil halka anlatın. Ancak bağnazlar menfaatleri, geleneğin devamında olduğu için anlamazlar.

Yezid’e atfedilen dize

SORU: Yezid’e atfedilen “Ela ya eyyühas-saki edir kesen ve navilha” mısraını şairler pek belagatlı bulurlarmış. Acaba Arapça açısından edebi değeri nedir? (Y. Doç. Dr. Münir Dedeoğlu)

Devamını Oku

Doğruluktan ayrılmayın

11 Mayıs 2011

SORU: Çalıştığımız yerde herhangi bir üstümüz bizden yalan söylememizi istiyorsa ve biz de bunu yapıyorsak sorumlu olur muyuz? (S. E.)

CEVAP: Yalanla iman bir arada bulunmaz. Müslümanlığın birinci şartı, olmazsa olmazı doğruluktur, ahde vefadır. Çalıştığınız işyerinde üstünüzün emriyle yalan söylemeniz asla caiz değildir. Şayet yalan söylemediğiniz takdirde can güvenliğiniz tehlikeye girerse o zaman başkasına zarar vermeyecek yalan söyleyebilirsiniz. Ama başkasının hakkını yemeye ilişkin yalan söyleyen insan, gerçek mümin ve Müslüman değildir. Kur’ân “kendi canınız, ana babanız, akrabanız aleyhinde dahi olsa doğruluktan ayrılmayın” diyor. Bu durumda bir Müslüman nasıl yalan söyler?

Devletten vergi kaçırmak, yetim hakkı yemek demektir. İnsanlar devletin sağladığı imkânlardan yararlanıp çalışırlar, para kazanırlar. Güven içinde yaşarlar. Canları, malları, namusları korunur. Devletin varlığı da vatandaşın üstüne düşen vergiyi ödemek, doğru hareket etmek, kendi özel malını ve hakkını koruduğu kadar devletin malını ve hakkını korumaktır. “Miri malı deniz, yemeyen domuz” zihniyeti, inanmış bir insanın kafasında yer edemez. Devletten kaçırılan vergi, fakir fukaranın, tüysüz yetimin hakkını çalmaktır. Vicdanı olan bundan kaçınır. “Az olsun, temiz olsun, helal olsun” der. Vicdanen huzurla yaşar. Devlet hakkına el uzatanlar eninde sonunda cezasını çeker. Fakir fukaranın hakkı kimseye hayretmez.

Hüddamlık sorunu

Devamını Oku

Hurafeler diz boyu

10 Mayıs 2011

SORU: Bir arkadaşım televizyonda aşağıdaki konuyu sık sık dinlediğini anlattı: “Ayasofya’yı yapan mimarlar kubbeyi taşıyacak dayanıklılığı sağlayamamışlar. ‘Ne yapalım?’ diye düşünürlerken bir kişi ‘Arabistan’a gidin. Orada bir peygamber var. O size yol gösterir’ demiş. Mimarlar gidip o peygamberi bulmuşlar. O peygamber Hz. Muhammed’miş. Gelenleri dinlemiş. Eğilip yerden bir avuç kum alıp içine tükürmüş. ‘Alın bunu harcınızın içine karıştırın’ demiş. Yanındakiler ‘Ne yaptın ya Resulallah? Şimdi muazzam bir kilise yapacaklar, yüzyıllar boyu da ayakta kalacak’ demişler. Peygamberimiz ‘Hiç merak etmeyin, o kilise sonunda Müslümanların olacak’ demiş.” Ne kadar acıdır ki, bu ve benzeri hurafeler pervasızca anlatılıyor. Din adına insanların beyinleri yıkanıyor. Aslında kabahatin önemli bir bölümü, bu sahtekârları adam yerine koyup da söylediklerine inananlarda. Kafalarını hiç çalıştırmadan, hiç düşünmeden dinliyorlar. Akıl edip de “Ayasofya ne zaman yapıldı? Peygamberimiz doğmamıştı bile” ya da “Bir avuç kuma tükürüp de Ayasofya’yı inşa ettiren Peygamberimiz, neden devasa bir camiyi de Kabe’ye yaptırmadı” diye sorsalar. “Din adamı konuşurken soru sorulmaz, sözü kesilmez” anlayışı var. Bu da etkiliyor galiba insanları. Halbuki bilgili ve iyi niyetli din adamları hiç çekinmeden, her türlü soruya açık olmalıdır.

Hocam bir başka konu da şu: Size yöneltilen soruları, 1400 yıl önce yaşamış din bilginlerine atıfta bulunarak yorumluyor, âdeta onlara tasdik ettiriyorsunuz. 1400 yıl önce yaşamış insanlar, Süleyman Ateş’ten ya da meslektaşlarından daha fazla ne bilebilirler? Sizler almış olduğunuz çok ciddi dini eğitim yanında 21. yüzyılın bütün ilmi ve teknolojik imkânlarından yararlanmış, lisan bilen, dünyayı dolaşmış, diğer dinleri incelemiş âlimlersiniz. Biz artık sizin ve diğer iyi niyetli meslektaşlarınızın kendi öz yorumlarınızı duymak istiyoruz. Bu yorumlar zaman zaman alışılmış ve yerleşmiş kalıpları darmadağın etse de... (Doğan Göker)

CEVAP: Hurafeler diz boyu. İnsanlar doğruları değil bu hurafeleri kabul ediyor. Cübbeliler ve bilmem kimler her gün insanların kafasına hurafe püskürtüyor ama 20 bin kişi onları dinliyor. Peygamberimiz, “Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz” buyurmuş. Kimileri de var ki kendini aydın (!) sanıp dini tamamen dışlıyor, Kur’ân ile alay ediyor. Bize yönelik eleştirinize gelince, bu da insaf ölçülerine sığmaz. Elbette dini meselelerde önce Peygamberimizin, sonra sahabilerinin, sonra da onlara yakın derinlikli bilginlerin görüşlerine başvuracağız. Biz İmamı Azam’ın görüşüne işaret ediyorsak mutlaka onları benimsiyor değiliz. Haklı ise ne âlâ ama o görüş Kur’ân’ın ruhuna aykırı ise bunu söylüyor, kendi görüşümüzü belirtiyoruz. Birçok yazımda bin yıl önceki görüşlerin din olmadığını, asıl dinin Kur’ân ve Kur’ân’ın onayladığı Peygamber sözleri olduğunu vurguluyorum. Başka türlü bir tutum, inandırıcı ve güvenilir olmaz. Eski olan her şey dışlanmaz. Felsefeye bakın, felsefenin kaynakları Aristo, Eflatun, Sokrat, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd vb. değil mi? Sokrat, Eflatun 2500 yıl önce yaşamış insanlar ama yine modern felsefede de onlar referans verilir. Temel düşünceler değişmiyor, değişen şekillerdir. Yapıcı eleştiriniz için teşekkür ederim.

Devamını Oku

Allah, kulunun niyetine göre karşılık verir

9 Mayıs 2011

SORU: 31 yaşında, evli, 1 çocuk annesiyim. 15 yıl önce anne ve baba olarak bildiğim insanların halam ve eniştem olduğunu öğrendim. Yani biyolojik annem yengem, babam ise dayımmış. İslâm hukukuna göre evlatlığı araştırırdım ve caiz olmadığını öğrendim. Bir hadiste, “öz annesine babasına, anne baba demeyen lanetlenmiştir, cennete giremeyecektir” diye yazıyordu. Beni büyüten babam vefat etti, annem sağ. Şimdi ben onun karşısına geçip “dayıma ve yengeme anne baba demem gerekiyormuş” diye nasıl derim? Dayımla ve yengemle zaten görüşüyoruz. Onlara dayı ve yengeden daha fazla önem vermeye çalışıyorum. Kendini bana adayan bir annem var ve onun kalbini kesinlikle kırmak istemiyorum. Ama biyolojik aileme de gerekli olanı yapmak istiyorum. Ne yapmam gerekiyor? (Rana Ediz)

CEVAP: Seni büyüten annene ve babana yani halana ve eniştene hiç hissettirmeden anne, baba gibi davran. Ama asıl biyolojik annene de saygı ve sevgide kusur etme. Okuduğun o tür rivayetlerin amacı sizi çocuğu gibi büyüten, size emek veren insanlara anne baba demenize engel değildir. Bir insan saygı için herhangi bir kimseye de baba ya da anne diyebilir. Bu kimselerin mutlaka kendi babası olması gerekmez.

Senin içini Allah biliyor. O rivayetin amacı, annesini babasını bildiği halde onlara anne baba demeye tenezzül etmeyen, onlardan utanan, onları aşağılayan kişiler hakkındadır. Sen öyle bir şey yapmıyorsun. Halan da (yani annen), enişten de (yani baban) durumu biliyor. Senin kendilerinden utanmadığını, dışlamadığını, saygısızlık etmediğini biliyorlar. Onlar da durumun böyle olmasını istemişler. Çocuk özlemlerini gidermek için seni halana ve eniştene evlatlık olarak vermişler. Büyük fedakârlık etmişler doğrusu. Allah, kulunun niyetine göre karşılık verir.

O parayı ihtiyacı olan birine vermelisiniz

Devamını Oku