ÖZÜMÜZE YOLCULUK.... /Kendini bilen Rabbini bilir!

14 Mayıs 2018

İnsanın kendini tanıması, mutluluğun ilk yasasıdır. Öz yapısıyla inanç; insanı doğasına-fıtratına döndüren ve bu doğayı besleyen en temel kaynaklardan biridir. Bu kaynaktan yararlanacağımız bu ayda hem kendimizle hem de Rabbimizle olan bağımızı güçlendirelim ve güçlenelim...

Yaratıcımızı bilmeye giden yol kendimizden geçiyor. Ramazan ayı bize bu imkanı sağlayan bir ay. Varoluşumuzu keşfetmenin ve yaşamanın bereketiyle dopdolu bir ay.
İki gerçeklik vardır...
Hepimizin karşı karşıya olduğu iki gerçeklik vardır. Bunlardan birisi “kainat” dediğimiz, bedenimizin de içinde bulunduğu fizik dünya, diğeri de düşündüğümüz, hayal ettiğimiz, inandığımız, duygularımız ile yaşadığımız kendi özel dünyamızdır. Birinin madde, diğerinin madde olmaması gerekçesiyle birbirinden bağımsızmış gibi görünen bu iki dünya arasındaki etkileşme şüphesiz bir gerçektir. Fizik dünyada olan bir olay, haber bile olsa bizlerin özel dünyasını etkiler, üzer, sevindirir veya korkutur. Hatta hayalimizdeki dünyanın yapısını değiştirebilir. Diğer yandan iç dünyamızın etkilerini dış dünyada görmek de mümkündür. Bunlar bize sanat ve teknoloji harikaları olarak yansır.
Bilgi öğrenmeyle başlar!
Her iki dünyanın da bilgisi öğrenmeyle birlikte şekillenmeye başlar. Dış gerçekliği kavramak iç dünyanın şekillenmesine bağlıdır. Kendi benliğinin ve aynı zamanda dış gerçekliğin bilincine varmış her insan, varlıklar içinde kendi konumunu merak eder. Bu da onu insan nedir, hayat nedir, insan ile iletişimi olan varlıkların, yani kainatın ve onun içindeki olayların bir anlamı, bir amacı var mıdır gibi daha bir çok soruyla karşı karşıya getirir.
Gördüm, benimle bir olanı
Düşünürümüz Yunus Emre bu temel soruları yanıtlamak için insanın kendi doğasını, benliğini seyretmesini önermekte ve bu anlayışını dizelere şöyle yansıtmaktadır:
“Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Bu surete can vereni, kim idiğün - Kim olduğumu - bildim ahi - Kardeş-”
İrfan ile hikmet birbirini bütünleyen değerlerdir.
İrfan ile hikmet
Hikmet, “bilgelik” olarak ifade edilebilir. Hikmet, varlığın sebebini açıklamaya çalışmak, insanın kendini tanımaya çalışmasıdır. Bilgi, beş duyu, akıl, idrak, zeka ve kalp kanalıyla elde edilebilir. Beş duyu yoluyla elde ettiğimiz bilgi, gündelik somut bilgiden öteye geçmez aslında. Kalp ya da gönlü de bilgi kaynaklarına dahil etmezsek varoluşumuza yabancılaşırız. İnsanların aklına ve kalbine hitap eden, yani evrendeki olgu ve olaylara dikkat çekip insanları bakmaya, düşünmeye, duygulanmaya ve anlamaya yönlendiren ayet ve hadisler sayılamayacak kadar çoktur. Kendini tanıma, mutluluğun ilk yasasıdır. Öz yapısıyla inanç insanı doğasına-fıtratına döndüren ve bu doğayı besleyen en temel kaynaklardan biridir. Bu kaynaktan yararlanacağımız bu ayda hem kendimizle hem de Rabbimizle olan bağımızı güçlendirelim ve güçlenelim.

Devamını Oku

Sevenler içinde en çok seven

1 Eylül 2017

Bu sabah bayram namazında tekbirler getirildi; Allahu ekber: Allah en büyüktür, en yücedir. Aslında hayatımızda Yaratıcımızla ilişkimize öncelik verdiğimizde, O’nunla sağlıklı bağ kurduğumuzda gerçek bayramımızı yaşıyoruz. Bu bağ varoluşumuzu besliyor, bizi özümüze yaklaştırıyor. Kendimizle barışık oluyoruz ve barışı destekleyen işler; salih ameller yapıyoruz. Bu bağın sağlıklı olabilmesi için sevgi temeli üzerine kurulması önemli. Korktuğumuzda kendimizi bırakamıyoruz teslim olamıyoruz Rabbimize.

Son günlerde cezalandıran, korkulan bir Yaratıcı inancı baskın olan insanların psikolojik sorunlarla karşılaştıklarına tanık oluyorum. Aslında bu inanç beni ta çocukluğuma kadar götürüyor. Allah taş eder sözünü çok duyardım. Bir anımı paylaşmak istiyorum. 3 ya da 4 yaşlarındayken arkadaşlarımla oynarken kırmızı gül yapraklarından tırnaklarımıza yapıştırmıştık. Bir büyüğüm tırnaklarınız cehennemde kerpetenle kökünden sökülecek demişti. Çocukluğumuzdaki somut zekamızla olayı gözümüzün önünde canlandırıp ürpermiştik. Ama içimin sesinin söylediklerini hiç unutmadım. “Bizim Yaradanımız böyle yapmaz.”

Bu durum beni Kuran-ı Kerim’de “korku” özellikle “Allah’ dan korkmak” olarak tercüme edilen kelimelere yöneltti.

Kuran’da korku olarak tercüme edilen haşye, takva gibi kelimeler, aslında sıradan hayatımızda hissettiğimiz anlamda korku olarak algılanamaz. İnsanın Yaratıcısıyla iletişiminde sevginin devam etmesine yönelik bir çaba olarak yorumlanabilir. Mesela “haşye”, hayranlık duygusuyla ürpermek, adeta hücrelerinde Allah’ın varlığını hissetmektir.

Takva “gösterişten uzak, halis ve kâmil işler ve ibadetler” anlamında kullanılmıştır. İnsanın eylemlerine anlam kazandıran esas öz, takvadır. Kur’an-ı Kerim’de kurbanla ilgili olarak “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır…” Hac suresi, 37 buyrulması, bu gerçeği anlatan ilahi mesajlardandır. Yine Kur’ân-ı Kerim’de, “…Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” Maide suresi, 27, buyrulmaktadır.

Muhammed Esed “takva” kelimesini “Allah’a karşı sorumluluk bilincini canlı tutmak” şeklinde tercüme etmiş ve gerekçesini şöyle açıklamaktadır: “Muttaki” kelimesinin “Allah’tan korkan” şeklinde alışılagelen çevirisi bu ibarenin olumlu içeriğini yeterli biçimde yansıtmaz. Yani Allah’ın her zaman ve her yerde hazır olduğunun farkında olmayı ve kişinin bu farkında oluşun ışığı altında kendi varlığını biçimlendirme, oluşturma arzusunu yansıtmaz. Öte yandan bazı çevirmenlerce benimsenen “Kötülükten sakınan” veya “sorumluluğu konusunda dikkatli olan” şeklindeki çeviri ise “ilahi sorumluluk bilinci” kavramının sadece belirli bir yönünü yansıtır.

Ahmet Hamdi Yazır’ a göre takva, kendini sağlama almaktır. Güçlü bir koruma alanına girerek korunmaktır. Her türlü kötülükten sakınmaktır. Bunun için insanın kendisini, Allah’ın korumasına bırakması ve iyiliklere sarılmasıdır.

Din psikolojisi alanında yapılan çalışmalarda inancın , umut, dayanma gücü ve anlam duygusu sağlayarak kişilerin psikolojik sağlığına katkıda bulunduğu görülmüştür. Yaradan algısının seven, adil ve destekleyici olması daha iyi psikolojik sağlık ve daha düşük anksiyete ile ilişkili bulunmuştur. Korkunun baskın olduğu Yaradan algısınasahip olanların benlik değerlerinin daha düşük ve öfke düzeylerinin daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Devamını Oku

Paylaşma kültürü

27 Haziran 2017

İnsanoğlu kendisini diğer canlılara göre üstün kılan pek çok meziyetinin yanında paylaşma kültürüne, ahlakına sahip olmasıyla da özel bir konuma sahiptir.

Paylaşmak bir ahlaktır, kültürdür, bir anlayıştır, idraktir. Mutluluk, güzellik de paylaşmayı bilmektir. Demez miyiz, “Paylaşılınca mutluluklar artar, sıkıntılar azalır.” Dinler insanoğluna zengin olmayı, çok kazanmayı öğütlemekten çok, dünya hayatının hep geçici olduğunu vurgulayarak gerçek saadetin paylaşmaktan geçtiğini, bir erdemlilik olarak varlığı da yokluğu da paylaşmayı öğütler. Bunu toplumlar için sistemleştirir. Dinimizdeki zekat ve fitre paylaşmanın gereğidir.

Ünlü düşünürümüz Mevlana, “Başkasından istesen, o da verse yine de veren Allah’tır. Onun avucuna cömertlik meylini Allah vermiştir.” diyerek, verme eylemindeki alan ve veren ayrımını kaldırıyor, bütün nimetlerin kaynağı olan Yaratıcıya dikkatimizi çekiyor.

Adalet ve paylaşmayı öneren, zulmü yasaklayan Yüce Yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri fenalık ve azgınlığı da yasaklar.” (Nahl suresi, 90) ayetiyle de toplumsal barış için uyulması ve uyulmaması gereken davranışları gösteriyor.

Hak sahibine hakkını vererek, düşmanlık yapmayarak, insan ile hayvan, birey ile toplum, beyaz ile siyah tüm alanlarda barışın sağlanması için Yaradanımız bizlere adaleti ve doğru bir şekilde şahitlik yapmayı öneriyor:

“Ey İman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhine de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar fakir olsunlar Allah onlara daha yakındır.” (Nisa135)

İslam dini, toplumu, en temel ihtiyaç olan yiyecek ve giyecekten sorumlu tutuyor; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyor peygamberimiz.

Yunus Emre de dizeleriyle bu sorumluluğu ne güzel ifade ediyor:

Devamını Oku

İletişim ve mutluluk

26 Haziran 2017

Bir ilişkiye, bireyler, ayrı geçmişleri ve deneyimleriyle girerler. Bunu, birlikte yaşayarak ve yeni deneyimleri paylaşarak, yeni dünyalar kurmak umuduyla yaparlar. Oysa, bu kolay değildir. Çünkü hepimiz geçmişlerimizin gölgesinde, onun oluşturduğu korku, beklenti ve geleneklerimizin etkisi altında kalıp yoğrulmuşuzdur. Hepimiz birbirimizden farklı olduğumuza ve kimse de mükemmel olmadığına göre, böylesine yeni dünyalar, anlaşmazlığa düşmeden pek seyrek olarak kurulabilir.

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda kötülüğü uzaklaştır; o zaman, görürsün ki seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostun oluvermiştir. (Fussilet suresi, 34)

“Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; biz onların nitelendiregeldiklerini en iyi bilenleriz.” (Mü’minun suresi, 96)

Yukardaki iki ayette de vurgulandığı gibi karşı tarafın olumsuz bir davranış sergilemesi, kişinin, kendisinin de olumsuz davranması için gerekçe değildir. Her insan yaptıklarından tek başına sorumludur.

Hz. Muhammed: Allah’ın selamı Onun üstüne olsun bizlere şöyle seslenmektedir:

“Hiçbiriniz: “Ben insanlarla beraberim. İnsanlar iyilik yaparsa ben de yaparım, kötü davranırsa ben de kötü davranırım” diyen şahsiyetsiz kimselerden olmasın!’ Aksine insanlar iyilik yaparlarsa iyilik yapmak, kötülük yaparlarsa, haksızlık etmemek için kendinizi terbiye edin.”

“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah’ın kulları kardeşler olunuz.”

Karşımızdakinin duygularını anlayıp, paylaşmayı öğrenince; bizim de insan olduğumuzu ve hata yapabileceğimizi düşününce; karşımızdakini tam anlayamadığımızda hoşgörülü davranınca; kişinin temel iyilik özelliklerine inanınca; sevecenlikle yeniden iletişime hazır oluruz.

Devamını Oku

Sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır

24 Haziran 2017

Sevginin olmadığı yerde; öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuzluklar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnızca seven bilir. Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez. Dost gerçek sevendir...

Sevgi insanda birleştirici, bütünleştirici bir eğilim niteliğindedir. Yunus Emre, sevgiyi Allah ve onun yarattığı tüm varlıklara karşı duyulan bir yakınlık, bir eğilim diye anlar. Sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır. Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnız seven bilir. Yeterince aydınlanmamış, Yüce Yaratıcının ışığından yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur. Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez. Dost gerçek sevendir. Dost daha derin bir anlamda Yaratıcımız’dır, kişinin gönlünde ışıyan özdür.

Peygamberler, bilgeler bize O dostu, Yaratıcımızı hatırlatmışlar, bizlerin kalplerini duygunun dilinden konuşarak, fethetmişlerdir. Aynı zamanda onların sundukları öğreti çoğumuzun manevi yönünü beslemiş, güçlendirmiştir. Hem dünyayı olabildiğince anlamaya, hem de ona bağlanmayıp, aşkın yanımıza, sonsuzluğa dikkat çekmişlerdir.

Hz. Muhammed Allah’ın selamı Onun üstüne olsun, hayatının başlangıcından itibaren zorlu deneyimler yaşamaya başladı. Babasını hiç görmedi. Annesi o altı yaşında iken hakkın rahmetine kavuştu. Çok sevdiği dedesi de iki yıl sonra vefat etti. Yani Hz. Muhammed sevdiklerinden ayrılmayla erken yaşlarında tanışmıştı. Ama O hep ileriye baktı. Yeteneklerini ve ahlakını geliştirmeye çalıştı. Güzellikler üretmeye devam etti. Yaratıcısını dost edindi.

En iyi sadaka: Gülümsemek

“Verecek bir şeyin yoksa gülümse, gülümsemek en üstün sadakadır” diyerek, vermenin, sahip olmakla ilgili olmadığını vurguladı.

Vereceğimiz şey koşulsuz sevgi olduğunda, verecek bir şeyimizin olması bizi iyileştirir ve yaşamak için güçlü bir neden oluşturur. İyi işlerde yarışan insanların olduğu bir toplumda barış kökleşir.

Kur’an-ı Kerim’ de Yüce Yaradanımız “Kendileriyle huzur bulacağınız eşinizi yarattım” diyor.

Devamını Oku

Değerlerle yaşamak...

22 Haziran 2017

Yüce yaratıcımız; Hz. Muhammed’i bizlere olan sevgisinin açılımı ve sevgi pınarı olarak göndermiştir. O, sevgiyi kendine zorunlu kılmıştır; öyle ki, O’nun sevgisi herşeyi kuşatmıştır. Çünkü O, sevenler içinde en çok sevendir. 99 ismi içinde O’nu betimleyen isimleri el-Vedûd, er-Rahmân, er-Rahîm, yani çok seven, sevgisi çok yoğun olan, çok şefkatli olandır...

Hayatımızı en anlamlı kılan değer peygamberlerin, bilgelerin, filozofların, mistiklerin, edebiyatçıların evrenin özü olarak bizlere sundukları sevgidir. Böylesine yaşamsal bir değerin Kur’ân’da vurgulanmasından daha doğal bir şey olamaz. Yüce yaratıcımız Hz. Muhammed’i bizlere olan sevgisinin bir açılımı ve bir sevgi pınarı olarak göndermiştir. O, sevgiyi kendine zorunlu kılmıştır; öyle ki, O’nun sevgisi her şeyi kuşatmıştır. Çünkü O, sevenler içinde en çok sevendir. Doksan dokuz ismi içinde Onu betimleyen isimleri el-Vedûd, er-Rahmân, er-Rahîm, yani çok seven, sevgisi çok yoğun olan, çok şefkatli olandır. Eğer O’nu gerçekten sevecek olursak, O’nda yaşamış oluruz. O’nda yaşayabilmek için de öncelikle kendimizi ve yakınımızda bulunan insanları sevmemiz gerekir.

Şahlık güzelliğinin aynası

Bu noktada Mevlana Celaleddin Rumi’yi dinleyelim:

“Ey, Tanrı kitabının örneği insanoğlu, Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Alemde ne varsa senden dışarıda değil. Sen her ne ararsan kendinde ara. Çünkü her varlık sende.”

Ego yani benliğimiz özgürlüğün önündeki en büyük engeldir. Eğer zihnimiz, önyargılarla, korku ve kör inançlarla doluysa düşünme yeteneğini gittikçe kaybedebilir ve sonuçta önyargıların, kör inançların, korkuların esiri olarak özgürlüğünü yitirebilir. Egolarımızı aşacak tek yol sevgidir. Eğer sevgiyi tanımıyorsak, hiçbir zaman başkalarını düşünüp ilgilenen, başkalarını incitmemeye çalışan insanlar olamayız.

“Eğer yalınayak dolaşan insanların geçtiği yolda sivri bir taş görürseniz onu kaldırın. Sizin böyle yapmanızı istedikleri için değil de içinizde hiç tanımayacağınız, hiç rastlamayacağınız kimselere karşı bir duygu olduğu için yapın” diyor düşünürümüz Mevlana.

Devamını Oku