Yok be yok, önemli bi şey yok. Oyunu verdin mi onu soracaktım. Henüz vermediysen üşenme hadi hemen git sandığına ve kullan oyunu. Benim oyumdan ne olacak deme. Akşam da açarsın televizyonunu, katılımcılarından biri olarak seçim sonuçlarını izlersin için ferah ferah. Şu dünyada yapmayı en sevdiğim şeylerden biri de bu heralde. Sandıklar kapandıktan sonra yavaş yavaş oylar gelmeye başlıyor ya hani, işte o zaman çok atraksiyonlu saatler başlayıveriyor. Hele bir de kalabalık bir güruhla izliyorsan daha da nefis oluyor. Oylar açıklandıkça laf lafı açıyor, tahminler tahminleri kovalıyor. Hararetli tartışmalara giriliyor falan, baya eğlenceli oluyor. Parti merkezlerinden yapılan canlı yayınlar var bir de, onlar genelde çok trajik yayınlar oluyor ama. Aylarca o meydan bu meydan dolaşıp, çalışan uğraşan didinen parti mensuplarının hüsranını kahrını izliyorsun. Onca emek, onca çaba gelen kötü sonuçla bir anda boşa gidiyor. Gerçi ülkemiz son iki senedir tam bir seçim ülkesi oluverdi. Son iki yılda bugünkü seçimle beraber 4’ncü kez sandığa gittik. Yani kaybedenlerin karalar bağlaması çok uzun sürmüyor. Bir seçim bir seçim daha derken, hep yeni bir umut oluyor teşkilatlarda. Tabii artık sonuçlar çok hızlı bir şekilde açıklanıyor. Eskiden iki gün sürerdi net sonuçları almak. Şimdi seçim gecesi yeni güne girmeden kutlamalar başlıyor, kazananlar balkon konuşmalarını yapıyor. Yani yarın sabah yeni gündemlerin, yeni son dakikaların, yeni bin tane gelişmenin başlayacağı bir gün olacak muhtemelen.
Seçim sonuçları ne olursa olsun ülkemiz için hayırlı ve uğurlu olsun diyelim ve lütfen artık kardeşçe yaşayalım, sevelim sayalım, tahammül edelim, kıymayalım birbirimize. Hepimize yetecek kadar gökyüzü var bu ülkede...
O DEĞİL DE...
- Hani artistliğine uçak bileti fotosu paylaşıyor ya sanal mecralarda bazılarımız, he işte ordaki barcod okutularak tüm kimlik bilginiz elde edilebiliyor. O yüzden fazla şaapmayın bence.
- Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna John Snow kürküyle giderek yine tüm ilgiyi üzerine çekmeyi başardı Bülent Ersoy. Nasıl konuşturacağını o kadar iyi biliyor ki kendinden.
- Taksici mutlu etmek sevgiliyi mutlu etmekten daha zor valla. Uzun mesafe olsun ama trafik olmasın gibi, hep bozuk paran olmak zorundaymış gibi istekleri var. Yağmur yağınca falan zaten bir naz, bir kapris sorma gitsin. Hep tatminsizler. Hep kırılganlar. Hep hassaslar. Hep tripliler.
- Saat kaç, niye şu saat dilimindeyiz şu bu diyorsun falan da eğer evde bir tane bile analog saat bırakmamışsan o da senin ayıbın dostum. Biraz vefa çok rica edeceğim. Eğer olsaydı sana söyleyecekti saati. Her yeri digital yapmışın. Analog saat candır can.
- O özellik şahane bu özellik harika falan diyorlar da bence akıllı telefonların en müthiş özelliği birinin telefonunu karıştırman bitince ekran ışığını manuel olarak kapatabilmek. Eskiden bekle bekle sönmezdi o ışık. İlişkilere büyük hizmet, teşekkürler teknoloji.
Mültecilere sahte can yeleği satacak kadar vicdansız olduk?
- Üzerinde rakip takımın forması var diye 4 yaşındaki bir çocuğa saldıracak kadar gaddar olduk?
- Ölenlerin ardından goygoy yapacak kadar, “Oh iyi olmuş“ diyecek kadar kalpsiz olduk?
- Hayatını kaybeden şehidin ailesine ölüm haberini kameraları çağırıp verecek kadar şuursuz olduk?
- Seçim zamanı tatile gidecek kadar duyarsız ve izansız olduk?
- Trafikte kimseye yol vermediğinde yüzüne hafif bir tebessüm konacak kadar garip tatminler yaşayan insanlar olduk?
- Vur kafasına al lokmasına yaşayan, taksiciye susmuş, markete pısmış, siyasetciden korkmuş, sessize alınmış insanlar olduk?
- Salçalı ekmekle, leblebi tozuyla, ışıklı ayakkabıyla, 9 voltluk pili dilimize değdirdiğimizdeki elektrik akımının titretmesiyle mutlu olabilen çocuklardık hangi ara bu kadar doyumsuz, bu kadar neşesiz olduk?
Ben de isterdim mutluluğun resmini çizeyim ama kasvetli havaların hüküm sürdüğü, karamsarlığın tavan yaptığı, televizyonlarda grip aşısı olmak faydalı mı haberlerinin döndüğü, soğuk ve sıkıcı günler geçirmekteyiz malesef sevgili okuyucu. Tüm bunların üzerine bir de;
- Havayı erken karartmak için saçmasapan bir kış saati uygulamasına geçiyoruz. Neymiş efendim sabah işe giderken hava karanlık oluyormuş da mışmış da mişmiş. Ya zaten insanların ruhu da karanlık oluyor sabah işe giderken, varsın sabah karanlık olsun, esas mesele iş çıkışı. İşten bir çıkıyorsun gece olmuş. Darlanıyor, şişiyor insan. Sonra da vay efendim kocasını yakmış. karısını dövmüş, anasını babasını çocuğunu kesmiş haberleri. Ya en basitinden boşanmaların bu kadar artmasına kesin etkisi olmuştur bence. Sahiden havayı neden erkenden karartıyoruz abicim? Daha mantıklı bir sebep söyleyin bana. Neden?
- Seçimler zırt pırt, sıkıldık şiştik daraldık valla. Yeter ya, ne bitmez derdimiz varmış bizim arkadaş. Reva mı bu bize yani. Hani önceki seçimde mesajı almıştı politikacılar, hani halk koalisyon istiyor, halkın dediği olur diyorlardı. Niye yalan söyledi hepsi, niye kandırdılar bizi? Kursaydınız ya kardeşim. Mecbur muyuz biz sürekli sizin sesinizi duymaya, sizin parti minibüslerinizden gelen berbat seçim şarkılarıyla uyanmaya? Biz mecbur muyuz sizin egolarınız, sizin politik beceriksizliğiniz yüzünden ikide bir sandığa gitmeye? Biz mecbur muyuz sizin seçim merakınız yüzünden işimizin gücümüzün aksamasına?
Vurur yüze ifadesi geyiği baymadı mı?
Merve Özbey'in son şarkısında geçen bir tabir sanal mecraların son günlerdeki konuşma kalıbı oldu. Evet tamam baymadan önce iyiydi, güldük eğlendik. Ama artık fena halde baydı. Son cümleleri kurup zirvede bırakalım diyorum.
- Vurur yüze ifadesi, yok ki gerzoluğun ayakta tedavisi.
- Vurur yüze ifadesi, "şu seçimler bi geçsin de hele, bakarız" diyenlerden yıldık bitanesi.
Sonradan sonraya hayatımıza girmiş, fütursuzca sorulan, sinir bozan bir soru. Sanal mecraların birinde bir haber, bir komik görsel veya bir cümle bir şey paylaşıyorsun, hemen dönüşler geliyor; Oha sen bunu yeni mi gördün? Sen bunu yeni mi duydun? Bu kıl ötesi soruyu soranlara şöyle cevaplar vermenizi diliyorum;
-Evet nolucak yeni gördüm. Ulan seninle aynı şeyleri aynı zaman aralığında görmek bilmek öğrenmek zorunda mıyım ben!
-Evet yeni gördüm! Çünkü senin kadar boş vaktim yok. Hadi yallah.
Neden battın biliyor musun?
-Çünkü kahvaltı hızlı servis edilmesi gereken bir öğündü. Öyle salına salına servis yapmamalıydınız. Yeni uyanmıştık, açtık, sabırsızdık. Hiç olmazsa oturur oturmaz bir çay verseydiniz önümüze. 30 bardak çay içmezdik zaten. Kahvaltı ücretinin içine 3 lira 5 lira daha katıp "sınırsız çay" deseydiniz irrite olmazdık.
-Çünkü markette 20 liraya satılan şarap sizde 70 liraydı. Tamam eyvallah mekanınız güzeldi hoştu, ayrıca serbest piyasa ekonomisi var ülkede ama böyle de geçirilmezdi. Yurdumuz çöl değildi sonuçta, üzümümüz çoktu, şarap sektörümüzün de maşallahı vardı.
-Çünkü şans oyunları oynattığın bayide mecbur olduğun ikramiye ödemelerini yapmıyordun. Biz de o işleri internette yapmaya başladık. Ağlıyorsun şimdi esnaf arkadaşlarına. Kendin ettin kendin buldun.
Eğer yüz kızartıcı, mide bulandırıcı, nefret uyandırıcı bir sebep yoksa ayrılık sonrası yakışanı yapmak diye bir şey var. Demir Demirkan’dı Sertab Erener’di farketmez. Erkeği kadını yok bunun. Sadece biraz insan olmakla alakalı;
1-Arkasından konuşmayacaksın. Ezmeyeceksin üzmeyeceksin, ortamlarda sohbet mezesi yapmayacaksın onu. Öyle kötüydü böyle berbattı şöyle salaktı demeyeceksin. Soranlara “Allah yolunu açık etsin, mutlu olsun inşallah” diyeceksin. Diyeceksin ki senin için “Boş boğaz” demesinler. Diyeceksin ki seni dinlerlerken içlerinden “Anlatıyorsun ama kimbilir sen ne haltlar yedin” cümlesini geçirmesinler.
2- Hep mi kötüydü günleriniz, hiç mi iyi gününüz olmadı. Birbiriniz için kimlerden vazgeçtiniz belki de. Belki annenizi babanınızı karşınıza aldınız. Ne emekler verdiniz birbirinize. En kötü günlerinde hep yanında o vardı. İşinle okulunla alakalı mutsuzluğunda seni nasıl da motive ediyordu. Her şey çok güzel olacak, sabret biraz deyip öpücüğü konduruveriyordu. Kimbilir belki de misyonunuzu tamamladınız artık birbirinize karşı ve koptunuz. O günleri düşün ve o günlerin hatrına hiç olmazsa sus bari.
3- Gittiyse kararına saygı duy. Kabullenmeye çalış. Telefonlar edip mesajlar çekip, evine, iş yerine gidip taciz etmeye devam etme. Şantajlar montajlar yapıp huzursuz edip canını yakmaya çalışma. Olmayınca olmuyor bazen işte. Zorlamanın alemi yok. Kararına saygı duy ve uzaklaş. Belki başka bir dünyanın kapıları açılacaktır bir süre sonra sana. Belki senin de vazgeçip gitmen gerekiyordur.
Dünya daha güzel bir yer olur sanki:
- Schengen vizesi almak için babannemizin takma dişlerinin kalıbına kadar istemeseler. Pasaportumuzu cebimize koyup dilediğimiz ülkeye gidebilsek.
- 365 gün lüks et restoranlarında dallas steak'lere yumulan ve kurban bayramı gelince "ay resmen vahşet ayol" diye ortalığı velveleye veren, 9 gün tatile de zerre itiraz etmeyen zamane duyarlıları.
- bayramdan bayrama kasaplık yapan iş bilmez amatörler. Bunlar yüzünden sokaklar yaralı hayvanlarla doluyor.
- Kestiği kurbanı ihtiyacı olanlara dağıtmak yerine derin dondurucusunda zulalayan bir garip dünyalılar.
- Kaçan kurbanlıkları türlü saçmalıklarla, türlü işkence yöntemleriyle yakalamaya çalışanlar.
- Bayramlarda seyranlarda sabah namazında ince ince siyaset yapan bir tuhaf imamlar. Yahu bırakında insanlar kardeş kardeş bayram namazlarını kılsınlar. Sen neden giriyorsun siyasete politikaya. Sana ne?
Kendimizi tanıyalım, durumumuzu bilelim testi
- Yediğin dondurmanın çubuğuna, içtiğin kola kapağının altına bakıyor musun?
- Ara ara canın kır pidesi çekiyor mu?
Ben istemez miyim şakalı komikli bir pazar yazısı yazayım. Ben istemez miyim kuşlardan çiçeklerden böceklerden bahsedip Polyanna’nın eski manitası gibi takılayım. Ben istemez miyim bir ünlüyü dilime dolayıp koca bir paragraf gülmeli bir şeyler yazayım. Ama valla bu aralar içim çekildi, moral motivasyon denen şeyin zerresi kalmadı bende. Tamam pozitif olmak gerek, olumlu düşünmek gerek ama bazen de ne kadar zorlasan da bünyeyi başaramıyorsun bunu. Şunu anladım ki yaşın ilerledikçe ülkende olan biten şeyleri çok daha fazla dert ediyorsun ve kim haklı kim haksız diye düşünmekten çok “aman kimsenin kılına zarar gelmesin” endişesiyle olaylara yaklaşıyorsun. Ya da en azından bende böyle oldu. En başından beri diyalogla, karşılıklı fikir beyan etmekle, sevgiyle, saygıyla, anlayışla, tahammülle halledilebilecek bir mesele büyüdü büyüdü ve hepimizi üzen can kayıpları yaşandı. Allah bütün kaybettiklerimize gani gani rahmet eylesin.
İletişim çağındayız, uzay çağındayız hikayelerini falan kimse anlatmasın lütfen bir süre bana. Tamam belki cep telefonlarımız akıllandı, bilgisayarlarımıza üstün işlemciler takıldı, televizyonlar kıl kadar inceldi, ama biz insanoğlu nedendir bilinmez kendimizi güncelleyemedik bir türlü. Hâlâ ilkçağ seviyesinde iletişim kuruyoruz reel hayatta. Hatta belki ilkçağdan da kötüyüz. Hiç dinlemiyoruz, hiç anlamıyoruz, hiç hak vermiyoruz, hiç samimi değiliz! Mış gibi miş gibi yapmaktan ciğerimiz soldu. Birbirimize bakmıyoruz, birbirimizi duymuyoruz, birbirimize dokunmuyoruz. Durum o kadar fena ki; biri bizi dinlediği zaman bin kere teşekkür etme ihtiyacı hissediyoruz ona. Sağol beni dinlediğin için, varol beni dinlediğin için, çok mutluyum beni dinlediğin için falan diye uzadıkça uzuyor teşekkür faslı. Hele bir de iyi bir şey duymuşsak mutlaka doğrulatma ya da tekrar ettirme ihtiyacı hepimizde. Hepsini geçtim birbirini anlamak dinlemek isteyenler olursa ona da mani oluyor etrafımızdaki birtakım meymenetsizler.
Son günlerde kimbilir kaç kere kendimi televizyon başında içten içe “o onu demek istemedi aslında, sen de böyle demek istemedin, keşke bir yerde oturup bir kahve içerken bunları konuşsanız” derken buldum. Hani imkanım olsa televizyonun içine elimi sokup birini o kanaldan alıcam, birini bu kanaldan alıcam, salondaki kanepeye oturtucam bunları, mutfağa gidip çay kurabiye falan getirip “siz kardeşsiniz, buyrun burada anlatın derdinizi, anlaşmadan gitmek yok, akşam da karpuz kesip pijama partisi yapacağız” diyeceğim.
Ayrıca da Allah hepimizi etrafımızdaki fitne fesatlardan korusun. “Konuşun anlaşın öpüşün barışın” demek yerine, türlü çakallıklarla, çoğu zaman da iftiralarla sıkıntıyı büyütenlerden korusun! Bir de kraldan çok kralcılar var tabii. Ortalığı geren, gerdiren, yoku var eden, varı yok eden, yaptıklarıyla insanı tiksindiren. Allah onların bin türlü belasını versin. Bela listesi uzun aslında ya neyse, pazar pazar daha fazla bela okuyup negatifi yüklemeyeyim ben.
Diyeceğim odur ki dostlar umarım en kısa zamanda yeni durum güncellememiz gelir. Belki o zaman birbirini daha iyi dinleyen, daha iyi anlayan, daha hoşgörülü, daha tahammüllü, daha iyi, daha sevecen insanlar oluruz.
Ooo boyama kitabı, alıyorum bir dal
Dal boyadım, yaprak boyadım, onu bunu boyadım, rahatladım gevşedim, pırıl pırıl süper bir insan oldum desem inanır mısınız? İnanmazsınız di mi? Bence de inanmayın zaten. Öyle şey mi olur ya.
Abartan abartana. Zaten güzide ülkemizde bir şey trend olmaya görsün. İhtiyacı olan olmayan herkes o trendin peşine düşme telaşına giriyor. Bir de onu boyayınca kendini ressam sananlar var ki o konuya hiç girmeyeyim. Tamam ben demiyorum ki boyama kitabı gereksizdir, saçmadır, bir işe yaramaz. İlla ki vardır bir terapi etkisi, kafayı boşaltması, insanı bükmesi, esnetmesi.
- Her olay sonrasında kim daha duyarlı testi yapan başıboş dangozlar.
- Ölen masum bir çocuğu bile dinine, milletine göre sınıflandırıp ona göre üzülen kafatasçılar.
- Acılı bir haber sonrası attığı tweeti çok etkileşim almayınca silen, kaos nemalanmacıları, leş kargaları, ölü seviciler.
Halkın en güvendiği ünlüler anketi