15 Temmuz günü ve gecesinde yaşanan her şeyin iddianamelere yansıdığını söylemek mümkün görünmüyor.
Bu iddianamelerin kamuya yansıyan bölümlerinden “siyasi ayak” konusunda bir bilgilenme olmadığının üzerinde daha önce de durmuştuk.
Darbe girişimine katıldığını kabul edenler de hangi siyasi amaçlarla bunu yaptıkları konusunda hiçbir şey söylemediler.
15 Temmuz kalkışmasıyla ilgili soru işaretleri ve tartışmalar devam ederken CHP genel başkanının getirdiği “kontrollü darbe” iddiasına Hükümet ağır tepki gösterdi.
“Kontrollü darbe” denildiği zaman “kontrol eden” tarafta Hükümet’in yer aldığı söylenmiş oluyor.
İddia açık ve ciddi: 15 Temmuz günü darbeyi durdurma imkanı varken bu yapılmadı, sonraki siyasi faydalar hedeflenerek darbecilerin bir noktaya kadar gitmelerine izin verildi.
“Kontrollü darbe” lafından anlaşılacak olan budur. Bu da halkın sokağa çıkmasının daha önceden planlandığı varsayımını da içermektedir.
“Kontrollü darbe” tartışması ilk kez 19’uncu yüzyılın başında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Karl Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” kitabı bunu anlatır.
Böyle günler gazeteciler için oldukça sıkıntılıdır. Herkes aynı soru kağıdını gazetecinin burnuna uzatır: “Ne olacak?”
“Ne konuda” diye karşı soru sorarak “aptala vurma” imkanı vardır, ama bu kibar bir tavır olmaz, soru sahibini kızdırır.
“Valla bilemiyorum” diye lafa giren gazeteciye önce şüphe dolu bakışlar yönelir.
“Biliyor ama beni adam yerine koyup söylemiyor” bakışları kafayı hedef almış silah gibi durur.
“Aslında şu var, ama bir de bu var” gibi karmaşık tahlilleri de soru sahipleri yemezler.
Onlar soruyu çok açık şekilde “ne olacak” diye sormuşlardır, “şu olacak” diye net bir cevap isterler.
Bu sıkıntılı durumu izleyenler de “Kasmayı bırak yap abine bi tahmin” bakışıyla gazeteciyi ezmeye devam ederler.
Gazeteci, “açık bir şey söyleyeyim de bu eziyetten kurtulayım” havasına girerse de fena halde yanılmıştır. Çünkü ne derse desin karşıdan ve çevreden çok kuvvetli itiraz sesleri yükselir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandum kampanyasında vitesi değiştirdiğinin açık işaretini geçen hafta vermişti.
Geçen haftaya kadar kampanyada önemli bir unsur olamayan "demokrasi vaadi"ni Erdoğan geçen hafta öne çıkardı.
Erdoğan hafta sonunda Diyarbakır konuşmasında vitesi değiştirmekle kalmadı, büyük de bir viraj aldı.
Son iki haftaya kadar kampanya en sert noktada yürüdü. Tekrar edilen açı da aynıydı: FETO hayır diyor, PKK hayır diyor, hayır demek vatana ihanettir.
Bu hafta sonu patlayan cümleyle kampanyanın bütün teması değişmiş oldu: "Evet diyenler kadar hayır diyenler de saygındır..."
Bu değişiklik Ak Partide bir uyum sıkıntısı çıkardı, bütün sözcüler, Başbakan Yıldırım dışında beklemeye geçti.
Erdoğan'ın bu değişikliği Diyarbakır konuşmasında yapmış olmasının tabii ki güncel bir siyasi amacı vardır.
Erdoğan, geçen bir buçuk yılın savaş ortamının, Kürt seçmeni Ak Parti'den uzaklaştırmış olma ihtimaline karşılık, geri çevirmeyi amaçlıyor.
CHP’nin “hayır” kampanyasını önemli kısmını ismini gizleyerek yapmak zorunda kalması iflas durumunun tekrarıdır.
Ülkenin kaderiyle ilgili çok önemli bir halk oylamasına gidiliyor ve genel başkan ile birkaç sözcü dışında CHP adı hiç öne çıkarılmıyor.
Ana muhalefet partisi, toplumdaki kuvvetli bir muhalif dalgayı kendi adıyla kucaklamaya, dalganın önüne geçmeye cesaret edemiyor.
CHP genel başkanı kısa süre önce, referandumda hayır çıkarsa istifa etmesine herhangi bir gerek olmadığını söyledi.
Belke genel başkanın siyaset mantığı çok farklı çalışıyordur, bu kadar başarısızlıktan sonra istifa etmediğime, koltuğumda oturabildiğime göre şimdi istifanın bir manası olmadığını düşünüyordur.
Ana muhalefet partisi CHP’nin,ülkenin en önemli kriz dönemlerinden birini yaşadığı üç yıl içindeki performansı değil ana muhalefet, vasat bir parti görüntüsü bile vermedi.
Yerel seçimde MHP ile mahçup bir işbirliği yaptı, tümüyle başarısız oldu.
Cumhurbaşkanı seçiminde yine MHP ile ittifak yaptı, Ak Parti adayı Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini sağladı.
Referanduma iki hafta kala anketlerden çıkan net sonuç, kararsızların beklemeye devam ettiği görüntüsü.
Yüzde 8-10 oranındaki kararsızların karar vermek için neyi beklediklerine dair muhtelif rivayetler var. Yaklaşık 5 milyonluk bu kitlenin şu ana kadar kendisine yapılan açıklamalarla tatmin olmadığı kesin.
Bundan sonra da kararsızları evet ya da hayır pozisyonuna yönlendirecek olanın, referandumun içeriği olmadığını da söyleyebiliriz.
Bu 5 milyon dolayındaki seçmenin kararsız olmaya devam etmeleri, yani sandığı gitmemeleri durumunda genel oranların evet aleyhine işleyeceğini herkes görebiliyor.
Kararsızlar, her nedenle olursa olsun, Ak Parti hükümetlerinin politikaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikaları nedeniyle kararsız kaldılarsa evet demeye daha yakın oldukları da makul bir tespittir.
Bu kitleden sandığa gitmeyen her seçmen, evet hanesinden bir oyu dışarı çıkarmış olacaktır. Bu miktar ne kadar artarsa evet tarafı o kadar zorlanacaktır.
Buna karşılık bu kararsız seçmen sandığa gitmemesi durumunda ülkenin kaosa gitme ihtimalini yüksek görürse tercihi de kaçınılmaz olarak evet olacaktır.
CHP, kararsız seçmeni kaos ile korkutmamak için, referandumda hayır çıksa da Erdoğan’ın istifasını istemeyeceklerini fazla bağırmadan söylemektedir.
Haberi, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ertesinde Başbakan verdi: “Amaçlarına ulaşmış olan Fırat Kalkanı Harekatı sona ermiştir.”
Ne gerekçeyle çıkmış olursak olalım, askerimizin Suriye’den çıkması iyi haberdir.
Bu harekatın başarısıyla ilgili olarak, Suriye’nin köy ve kasabalarının hangilerinin önemli olduğunu da öğrenmek gerekmiyor.
“Amacına ulaşmıştır” deniliyorsa öyledir, harekatın bitmesi de çok iyi bir haberdir.
Suriye meselesi Ankara’nın Şam yönetiminin değişmesi hedefini koyması ve ilan etmesiyle başladı.
Son aşamada ise Ankara, Rus ve İran yönetimleriyle yaptığı toplantılar ertesinde bu hedefi gündeminden çıkardı.
Bu noktada dikkat etmemiz gereken gelişme, Türkiye toprağında büyük terör eylemlerinin yılbaşı gecesinden bu yana durmuş olmasıdır.
Bu kanlı terör eylemleri “resmen” DEAŞ veya PKK veya ikisinin ortak icraatı olarak ilan edildi. Bu üçüncü ihtimale kim ne kadar inandı bilinmez, ama halen Ankara’nın ESAD’ı gündemden çıkarması ile Türkiye’deki terör eylemlerinin durmasının eşzamanlılığına dikkat çeken de görünmedi.
Referandum kampanyaları hem içerik zayıflığı yaşar, hem seviye kaybederken Cumhurbaşkanı Erdoğan dün vitesi değiştirdi.
Erdoğan’ın kampanyaya yeni bir açılım getiren, demokrasi açılımı getiren cümlesi şöyle:
“16 Nisan’dan sonra hak ve özgürlüklerde daha ileri, daha güzel bir Türkiye göreceğiz.”
Bu cümleyi demokrasi eksiklerinin itirafı olarak da görebiliriz, bunun önemi yok çünkü aslında eksiklerimizi hepimiz biliyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da eksikleri en iyi bilen siyasetçilerden biridir, 2002-2012 yıllarında gerçekleşen demokratik reformlar ve hamleler ortadadır.
Kendimizi ve birbirimizi överek vakit geçirmek gibi kötü bir huyumuzu kenara bırakırsak, 16 Nisan ertesinde yapılması gereken tamiratların listesini de çok kolay çıkarabiliriz.
Erdoğan 16 Nisan’dan sonraya dair önemli bir demokrasi vaadini ortaya çıkarırken, evet veya hayır ayırımı da yapmadı.
Evet çıkarsa, isterse bir tek oy farkla olsun Erdoğan’ın siyasi gücü artacaktır ve her demokratik hamle dışarıdan da destek görecektir.
İki milli futbolcunun FETÖ’cü oldukları için Galatasaray kulübünden ihracı önemli bir dert oldu.
Bu iki futbolcunun “FETÖ suçlusu” olarak Galatasaray kulübünden ihraç edilmesi istendi. Oysa bunlar yargılanmadı, suçlulukları kesinleşmedi, dolayısıyla kanun gözünde halen suçsuzlar.
Galatasaray kulübünden suçluluğu kesinleşmemiş insanlara suçlu muamelesi yapmasını istemek de üzerinde durulması gereken bir konudur. Hem hukuk hem vicdanlar açısından.
Hakan ile Arif, başarılı milli futbolcular oldukları zaman da Fethullah Gülen’in yanında duruyorlar, hatta futbol dünyasının az sayıda muhafazakar mensubu olarak epey takdir ve övgü görüyorlardı.
Bu iki futbolcunun dini hassasiyetlerini bu kadar öne çıkarmalarını eleştirenlere de büyük bir koro saldırıyordu. Bu koronun içinde ve başında kimlerin olduğu da açık arşivlerde bulunuyor.
Bu iki futbolcunun Cemaatçiliğiyle ilgili beyanlar, fotoğraf kareleri, destekler de arşivlerdedir, bulunması çok kolaydır.
15 Temmuz’la birlikte Hakan ve Arif için yakalama kararı çıktı, mal varlıklarına el konuldu.
Bu arada bol kepçe uygulanan müsadereler, devletin suçluluğu kesinleşmemiş vatandaşların mallarına mülklerine el koyma icraatları da ilerde epey baş ağrıtacaktır. Geçerli hukuk kuralına göre, bir malın mücadeleye tabi tutulması için o malın yasa dışı faaliyetler dolayısıyla elde edilmiş olması gerekir. Yani Hakan ve Arif’e Galatasaray ve milli takımda oynamaları için verilen paraların Cemaat ilişkisi dolayısıyla verilmiş olması gerekir.