Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO zirvesindeki temaslarından açık bir manzara çıktı. Batı, Ankara ile ilişkilerinde ağız birliği halinde tavır almaktadır.
Her görüşmede demokrasi arızaları ve çatışma noktaları Ankara’nın önüne getirilmektedir.
Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi “takibe alması” fiilen gerçekleşmiş olmaktadır. FETÖ soruşturmaları dolayısıyla insan hakları ihlalleri de Batı’nın izleme alanlarının arasına girmiştir.
Bir Fransız gazetecinin Türkiye’de gözaltında olmasını Fransa’nın yeni başkanı doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sormaktadır.
Erdoğan, Fethullah Gülen’le ilgili talepte bulunurken Amerika’nın yeni başkanı Trump FETÖ’den tutuklu Amerikalı rahibi sormaktadır.
Batı’nın Türkiye’ye ilişkin ortak hattında hiçbir baskı alanının boş bırakılmaması olduğu anlaşılıyor.
Batı, her imkanı kullanacak, sürekli soracak, sürekli cevap isteyecektir.
Bu soruların çoğunluğunun bildiğimiz arızalara ilişkin sorular olduğunu da biliyoruz. Ankara, Batı’dan gelen ve gelecek hamleleri “düşmanca” baskılar olarak algıladığı zaman da ilişkilerin daha da sıkıntıya girmesi kaçınılmaz olur.
FETÖ soruşturmaları kapsamında görevinden alınan kamu çalışanlarının sayısının 100 binin üzerinde olduğu ifade ediliyor.
Bazı iddialara göre bu sayı, kamuya yansımayan idari tasarruflar dolayısıyla 200 bine yaklaşmış bile olabilir.
Bu sayının büyüklüğü ortadadır. Bu sayının ciddi bir yarayı ifade ettiğini de ifade etmeye devam ediyoruz.
200 bin kamu görevlisinin, generalinden çaycısına, bilgisayar uzmanından korumasına kadar geniş bir alanda Cemaat mensubu olması, terör örgütü mensubu gibi çalışması hala çok inandırıcı gelmiyor.
Bu kadar çok kamu görevlisinin, ikbal uğruna Cemaat ile yakınlaşmasının belli bir açıklaması olabilir, ama bu da bu insanları terör örgütü mensubu yapmaz.
Böyle ortamlarda, kendisi suçlanmamak için insanların başkalarını suçlama acelesine çok tanık olunmuştur.
“Sayın muhbir vatandaşlar” böyle ortamlarda ortaya çıkarlar ve göze girmek için insan hayatlarını mahvederler. “İtirafçılar” mümkün olduğu kadar fazla insanı bulaştırmak için uğraşırlar.
Kamudaki tasfiyelerin küçük bir kısmı idarenin kendi kararlarıyla geri alındı. Ama büyük kısım henüz bekliyor.
Çok partili sisteme geçişten sonra, ikinci kez devlet ve siyaset yeni bir yapıya geçecek.
Bu geçişin ciddi arızalara yol açmaması için devletteki ve siyasetteki değişimlerin uyumlu ve eş zamanlı olması gerekiyor.
Ancak şu andaki sorun, iktidar partisinin ve geniş anlamıyla hükümetin ciddi yorgunluk belirtileri göstermesidir.
Ak Parti, doğum koşullarında müesses nizamın ağır kuşkularıyla karşılaştı.
Bunları aşabilmesi de liberal ve demokrat hareketlerle kurduğu doğal ittifaklarla mümkün oldu.
Ak Parti’nin kurucu kadrosu, demokrasinin bir araç değil gerçek bir amaç olduğu noktasına gelirken bu ittifaklarla her türlü çelmenin üstesinden geldi.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesini kabul eden referandum da yargının değişimini amaçlayan referandum da büyük destekler sağladı.
Ak Parti, demokrasi mücadelesini vermiş olan kurucu kadrodan feragat ederken muhtelif yol arkadaşlarından da feragat etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar Ak Parti genel başkanı olmasının ardından yapılan yorumlara bakıldığında bir yanlış anlama olduğu anlaşılıyor.
Yeni anayasaya göre cumhurbaşkanı parti üyesi olabiliyor, parti genel başkanı da olabiliyor, ama bu mecburi bir durum değil. Cumhurbaşkanı parti üyesi olmadan da seçilebilir, bir partiye üye de olmayabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan açık bir seçim yaptı, kurucusu olduğu partinin genel başkanlığını da bırakmadı.
Bu tercih önemli bir yük de getiriyor. 15 yıllık iktidarının ikinci dönemini sıkıntılı bir şekilde tamamlamış olan Ak Parti yeni değişimlerin eşiğindedir.
Erdoğan da bu aşamada partinin direksiyonunun başında bizzat bulunmayı tercih etmiştir.
Ak Parti on beş yıl önce “mazlum”du, mazlumların sesiydi. Toplumdaki refah ve demokrasi talebinin sesi olurken, kasabadan çıktı, hem köye hem yerleşti.
Son beş yılın sarsıntıları içinde eski korkuların depreşmesiyle tekrar kasabaya sığınma eğilimi ister istemez Ak Parti’yi de etkiledi.
Ak Parti tekrar kasabadan çıkacak, şehirlere ve dünyaya dönecekse, bu sürecin başında yine Erdoğan olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ak Parti genel başkanı olmasıyla başkanlık sistemine fiilen geçmiş olduk.
Erdoğan’dan önce Atatürk ve İnönü hem cumhurbaşkanı hem parti genel başkanıydı.
Çok partili sistemde “tarafsız” olduğu varsayılan cumhurbaşkanlarının aslında gerçek anlamda tarafsız olmadıklarını da biliyoruz.
Anayasa değişikliğinin halk tarafından onayının ardından yeni sisteme göre ilk icraat Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun Cumhurbaşkanının yetkisi içindeki atamalar olmuştu.
Yeni sistemin ikinci uygulaması da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ak Parti genel başkanlığına tekrar seçilmesiyle gerçekleşti. Yeni anayasa ile öngörülmüş olan bakanlık sisteminin diğer kısımları 2019 cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yürürlüğe girecek.
Ama şu andaki fiili durum, bunların esasen gerçekleşmesi için de herhangi bir engel oluşturmuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önemli bakanlar kurulu toplantılarını yönetmektedir ve siyasetin ana hatlarını çizmektedir.
Cumhurbaşkanının parti genel başkanı olması, şu andaki başbakanın cumhurbaşkanının yardımcısı olması anlamına gelmektedir.
7 Şubat bir darbe girişimiydi, ciddi bir olaydı. 15 Temmuz gerçek bir darbe girişimiydi, ciddi bir olaydı. FETÖ örgütlenmesinin giriştiği operasyonlar ciddi olaylardır.
Ama Cumhuriyet gazetesi yöneticilerini FETÖ’ye sokmak bu ciddi olayı sulandırmaktır.
Örgüt işlerine karışmamış, sadece siyasi yazı yazanları terör örgütü üyeliğinden yargılamak da FETÖ’yü sulandırmaktır.
Yanlış bir başlık yüzünden gazeteci tutuklamak aslında FETÖ olayının ciddiyetini hiç anlamamaktır.
Sözcü gazetesinin sahibi ve yöneticilerini FETÖ’den gözaltına almak da FETÖ’ye yapılan gerçek bir destekten başka bir şey değildir.
FETÖ’yü, açık bir suç isnat edilemeyen herkesin içine atıldığı bir çuvala çevirenler FETÖ’ye en büyük iyililiği yapmaktadırlar.
Bu icraatların çok açık sonuçları vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerikan başkanına söylemiş olsa da Amerika’daki FETÖ’cüler Türkiye’ye verilmeyecektir.
Almanya’ya ve başka Avrupa ülkelerine sığınan FETÖ’cüler, Yunanistan’a sığınan darbecileri geri almak da mümkün değildir.
Obama’yı, Türkiye’ye gereken önemi vermediği için çok eleştirdik.
Beklentimiz, Ankara’nın Ortadoğu krizinde Amerika’nın birinci müttefiki muamelesi görmesiydi.
Trump da başkanlık koltuğuna oturduğundan bu yana Ankara açısından farklı bir pozisyona yönelmiş değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile görüşmesi öncesinde Ankara kaynaklı bazı beklentiler açıkça ifade edilmiştir.
Ancak 20 dakikalık bir görüşmeyle, ayrıca çeviri dolayısıyla neti 10 dakika olan bir görüşmeyle Amerika’nın tercihlerinin değişeceğini beklemenin biraz fazla olduğuna da pek az değinilmiştir.
Amerika, Suriye krizi ve DEAŞ’ın tasfiyesinde Suriye Kürtleriyle işbirliği yapmaya devam edeceğini göstermiştir.
Suriye Kürtlerini PYD-YPG’nin temsil ettiğini Trump da Obama gibi kabul etmekte ve bu örgüte DEAŞ’a karşı askeri destek vereceğini tekrar etmektedir.
Amerika, en yetkili ağızdan PKK’nın bir terör örgütü olduğunu söylese de onun uzantısıyla işbirliği yapacağını da gizlememektedir.