Ankara’da çok komik bir şey oluyor. Biri (veya birileri) seçimle fena halde dalga geçiyor. Sağa sola (muhtemelen “korsan”) astıkları bill boardlarda Belediye Başkan adayı olarak şair Cemal Süreya’yı görüyoruz mesela. Afişin altına da şairin meşhur “555K” şiirinden bir alıntı koymuşlar:“Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz. Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını, işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” (Meraklısına not: 555K, “5 inci ayın 5 inci günü saat 5’te Kızılay’da” demek olan ve Demokrat Parti’ye karşı yapılmış dev protesto gösterisinin ismi. Partinin de sonunu getirmiştir hakikaten. Zira 22 gün sonra 27 Mayıs 1960 darbesi oldu)
Sonra başka bir yerde yazar Sabahattin Ali’yi görüyoruz. “Memur kenti yaftalamalarını bitirmeye geliyoruz” demişler altında.
Sonra binlerce Melih Gökçek afişi arasında Mali Hizmetler Müdürlüğü adayı olarak Jaques Mesrine’i görüyoruz. “Tüm halkımıza tüm bankalardan karşılıksız kredi imkanı” diyor. Kim peki Jaques Mesrine? Fransa’nın en ünlü katili! Sayısı cinayet, banka soygunu ve adam kaçırma gerçekleştirmiş, deflarca hapisten kaçmayı başarmış bir suç makinesi!
İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürü olarak da Herman Hesse’yi “aday” göstermişler. “Milli Kütüphaneyi nizama sokacakmış!” Sidharta ve Bozkırlar Kurdu’nın yazarıdır ve şahsen ben pek sevmiştim kitaplarını… En komiğine geliyorum şimdi: Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü adayları Marlon Brando! “Hükümeti reddedemeyecekleri bir teklif ile devireceğiz”
Bu sabah, bir kumru çifti evime girdi. Daha doğrusu hanım içeri girdi, bey cam kenarında bekledi. Anladığım kadarıyla yuva yapacak bir yer arıyorlardı. Pencereyi açık bulunca içeri girdiler.
Dişi kumru abajurun üzerine kondu. Ben, kuşu ürkütmemek için olduğum yerde hareketsiz kaldım. Kumru, uzun uzun etrafı inceledi. Pencere kenarındaki kocası da onu izliyordu. Arada da gugukluyordu…
Sahne bana çok komik geldi. Ev arayan evli bir insan çifti gibiydiler. Hatta daha da ileri gideyim: Ev bakan bir Türk çifti gibiydiler. Geniş kalçalı kadın, emlakçıyı, ev sahibini falan beklemeden açık bulduğu pencereden palas pandıras içeri dalmış da daha edepli kocası “Yahu Nigar, adamları bekleseydin, ne bu böyle hırsız gibi giriyorsun içeri…” der gibiydi.
Dişi kumru ise tipik bir “çok bilmiş Türk kadını” tavrındaydı. “Aman ne bekleyeceğim be.. Kimse oturmuyorsa kimsenin evine girmiş sayılmayız..”
Tam bir sene önce bugün içime Piti’-nin ateşi düştü…
Tam bugün karar vermiştim “bırakılmış” bir hayata “dokunmaya”…
Aynı dün olduğu gibi Diyarbakır’daki Newroz Meydanı’nda Öcalan’ın mektubu okunmuştu… Mektup okunurken tam otuz yıldır bunu beklediğimi fark etmiştim… Evet o mektup barışın nişanesiydi…
Okunduğu sırada gözyaşları dökenlerdendim… Zira kişisel hayatının üçte ikisi savaş içinde geçmiş biriydim...
Hiçbir seçim bu kadar çirkin geçmemişti. Siyasetten hiç bu kadar tiksindiğimi hatırlamıyorum.
Karşı karşıya olduğumuz siyaset değil çünkü.
PM’nin deyimiyle müthiş yapışkan ve utanmasız bir öfkeyle karşı karşıyayız.
Nedenini unutturacak kadar (sahi neydi?) anormal bir öfkeden söz ediyorum.
12 Eylül öncesi çocukluğuma gelir. Hayal meyal hatırladığım yıllar. Solcunun geçtiği sokaktan sağcı geçemezdi, sağcının oturduğu kahveye solcu giremezdi, sağcıların öldürdüğüne karşılık solcular birini vururdu… Birinin kahramanı ötekinin “vatan haini”ydi, ötekinin “şehidi” diğerinin “bir pislik daha eksildi”siydi…
Özetle: Birinin acısı öbürünün sevinci, birinin kıvancı ötekinin utancıydı...
Bir çocuk için berbat yıllardı. İki üç aile bir araya gelip ağız tadıyla bir yemek yiyemezdik. Sadece siyaset konuşulurdu. Sonra da illa ki bir fikir ayrılığı illa ki bir sürtüşme, kavga çıkardı. Komşular, akrabalar hatta kardeşler birbirinin düşmanı olmuştu.
O günler aklıma geldiğinde “bir ülke nasıl bu kadar ayrışabilir?” diye hayret ederdim. Nasıl olurdu bu denli bir düşmanlık, kin, nefret?
İnsan böyle günlerde ne yazmalıdır?
Kolera günlerinde aşk/rejim/seyahat/edebiyat yazıları olur mu?
Olabilir mi?
Olmuyor.
Çiçekler açar, kadınların aklına fazla kiloları gelir. Fiks mevzuu.. Modern kadın için “bahar temizliği” demek “kilo temizliği” demek. Zira kış, tombul kadının can simididir.
Çekersin altına simsiyah mus çoraplarını (bacakları ince gösterir, selülitleri örter) üstüne de dar bir etek (iyice semirmiş kalçayı dar gösterir, şişmiş göbeği toplar) üste de bol bir kazak (kalınlaşmış kolları ve yağlanmış sırtı örter) en altına da topuklu bir pabuç… İyi bir makyaj, havalı saç…
Tamam… Bakarsın aynaya, “oldu bu tarz” dersin.
“Balıketi seksiliği” diye de bir trend yarattığını “sanıp” mutlu mesut gezersin.
O elindeki mausu yavaşca bırak şimdi…
Bıraktın mı?
Şimdi de elini klavyeden çek. Arkana yaslan. Ellerin iki yanında olsun.
Tamaaaam.. Şimdi derin derin nefes al. Aldığın her nefesi parmaklarının ucuna gönder… Yavaş yavaş parmaklarının çözülecek… Derin nefes almaya devam et. Her nefeste bağımlılığından biraz daha kurtulacaksın…