Hani geçen gün, Sevgililer Günü üzerine geyik yaparken, “Şimdi bu Sevgililer Günü’nde kızlar da erkeğe hediye alacak mı? Normalde alması lazım ama bu içime sinmiyor nedense! Saçma, biliyorum ama öyle!” diye yazmıştım ya...
Aslında bu saçma düşüncem bu kadarla yani sadece Sevgililer Günü’yle kalsa iyi! Hediye gerektiren tüm durumlar için aynı kıstasla düşünüyorum.
Böyle düşünmek istemiyorum ama elimde değil!
Sanki kadınlar hediye almaz, çok da gerekiyorsa, sembolik bir şeyler alır ama erkekler...
Sevgilin olsa da... Olmasa da... Evli de olsan... Hepsi ayrı dert! Tepki göstersen... Göstermesen... Alternatif program yapsan... Yapmasan...
Her durumda üzerinde bir yafta var! Durup dururken töhmet altındasın...
Niye? 14 Şubat Sevgililer Günü diye...
Önce çoğunluktan yani sevgilisi olmayanlardan başlayalım...
Aşk hikâyemiz... Gezici Araştırma Şirketi Sevgililer Günü nedeniyle Türkiye genelinde ‘aşk’ konulu araştırma yapmış. Ben aslında anketlere pek inanmam. Çünkü insanların doğru cevapları verdiğine inanmam!
Bizde anket sorusuna bile yanındakine sorulur ya, “Şu soruya ne cevap verdin?” Aynısını da işaretler!
Onu da geçtim, oradaki en ideal cevabı verir. Olanı değil de, olması gerekeni işaretler. İşin kötüsü bunu bilerek de yapmaz. Yani herkes kendisini mükemmel zanneder. Çatır çatır aldatıyordur mesela, sonra “evlilikte aldatma olmaz”ı işaretler. Üstelik buna inanır da!
Göbeğini önüne koyar, haftada bir yıkanıp dişlerini fırçalamaz, sonra “kadın bakımlı olmalı”yı işaretler.
Kaç gündür ilişkinin adını koymak ya da koyamamaktan bahsediyoruz ya... Ben aslında bir ilişkiye isim koymanın, koymaya çalışmanın bir anlamı olmadığını anlatmaya çalışıyordum ki, bir mail geldi:
- “İlişkinin adının olmamasını siz(ler) istediniz, dolaylı veya direkt, bilerek veya bilmeyerek...
Özgür, bağımsız, güçlü olmayı istediniz ve başardınız. Başaran kadınların sayısı da toplumda hızla artıyor.
Bunu eleştiri olarak söylemiyorum, bu somut bi analiz.
Adamlar, ya ekonomik zorluklardan ya da alternatif bolluğundan, bir de arsızlıklarından “muallak” ilişkileri tercih ediyorlar ya... Ancak bu durum, kadınlara pek uymuyor. Da...
Niye uymuyor? Belki de önce bunu ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Uzmanlara göre, kadınlar için nerede durduğunu bilmek önemli; bizim doğamızda bir ilişkinin parçası olmak yatıyor ve bunu bilemediğimizde huzursuz oluyormuşuz. Doğa derken? Genetik olarak mı? Elimizde değil yani! Peki bundan emin miyiz? Bir sağlama yapalım, bakalım...
Mesela, adamla üç kez yemeğe çıktın, onunla birlikte oldun; veya direniyorsun(!), çok da iyi vakit geçiriyorsunuz ama hiç de sevgilinmiş gibi davranmıyor. Yani bir ilişkide olması gereken ayrıcalıkları seninle yaşamıyor. Eee? Sen de “doğan gereği” ne olduğunuzu merak ediyor ve huzursuz mu oluyorsun?
Hem de ne kadar uzun zamandır... Ne kadar uzun zamandır “ilişkilerin adı yok!” Bir türlü konamıyor... Yani bir ilişkinin ilişki olabilmesi için bir kriter olur değil mi? İşte o yok!
Ne bileyim, bir zamanlar öpüşünceydi, sonra yatınca oldu, şimdi...
Şimdi yok!
Bunların hiçbiri sevgili olmak ya da olmamak için bir kriter değil! İlişkiler, öylesine takılma ile resmileşme arasında kalıyor. Resmileşme dediysem öyle evlilik falan değil ha! Sevgililiğin resmileşmesi...
Soruya bak! “Neden yalnız kalabilmeliyiz?” Sorunun verdiği duyguyla insanın aklına hemen o cevap geliyor:
“Hayatta kalabilmek için!”
Sanki belgeseldeyiz!
Ya da bir derste sorulmuş gibi... Ortaya bu soru atılmış sen de muhatap olmamak, kimseyle göz göze gelmemek için başın önüne eğik öyle duruyorsun. “Başkası cevap versin” diye...
Birini tanımak için içki sofrası yeter” dedik ya... Biraz içki biraz sohbet, işi çözer. Ama... Bir adım daha ileri gitmek için...
Yani dışarıda yenen bir-iki yemekten sonra taraflardan biri “eve” yemeğe çağırır ya!
Hani! Her anlamda ilerlemek için!
Anladınız siz onu!!!