“Hâlâ var mı salondaki koltuk takımının rengine, duvar rengine uygun tablo arayanlar?” diye sormuş.
Dün Elif Ergu’nun Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz’le yaptığı röportajı okurken bu soruyu görünce yıllaaar öncesine gittim-geldim.
Üniversite yıllarına gittim önce... Taaa, 30’larımın sonlarına kadar uzandım.
O zamanlar, bir de evlerine kütüphane yaptırıp duvar ve koltukların rengine göre ansiklopedi alanlar vardı; dalga geçerdik. Hatta sonra, gerçi hâlâ görüyorum; kitap şeklinde kutular çıktı. Ne demekse!
Kendime ağustosa kadar yapılacaklar-yapılmayacaklar listesi hazırladım.
Neden ağustosa kadar?
Sonrası için kendime güvenmiyorum da ondan! Ha, o zamana kadar güveniyor muyum?
Hayır.
Kim kazandı, kim kaybetti?
Bugünlerde konumuz buysa, baştan açıkça belirteyim:
“Ben kaybetmedim!”
Düşüncelerimden, bildiklerimden, öğrendiklerimden, inandıklarımdan ve inancımdan, hislerimden hiçbir şey kaybetmedim.
Evdekine sordum.
Gösterdim fotoğrafı; “Bunlardan hangisidir?” diye...
Bakmayın benimkinin bir sosis uğruna her şeyi yapar gibi göründüğüne... Aslında ciddi bir kedidir. Sorumluluklarını, nerede nasıl tavır alacağını iyi bilir!
Bütün kediler gibi inatçı ve azimlidir.
Yok!
Kazansa da...
Ki, sandıktan ne çıkarsa kazanmış sayılacak?
Kaybetse de...
Bir savaşta...
Ya da bir kavgada, tartışmada...
Kimin kazanıp kimin kaybettiği nasıl anlaşılır?
Tabii önce, kazanç ve kaybın aslında ne olduğunu belirlemek lazım.
Ne tuhaf!
Birdenbire hepimiz paralelci olduk ya!
Zaten son 1 senedir ne, kim ve hangi taraf olduğumuzun haddi hesabı yok!
Ergenekoncu olduk, balyozcu olduk, çapulcu olduk...
Hani empati oyunları oynardık küçükken...
Önce kendimize sonra da birbirimize “etik” sorular yöneltirdik.
Onlardan biri de şuydu:
“Mesela yolda giderken yerde bir cüzdan buldun. İçinde iyi sayılabilecek para var. Ama cüzdan sahibinin ismi-telefonu da var! Ne yaparsın?”