Türkiye’nin yeniden ‘yatırım yapılabilir’ notuna kavuşması için yapması gereken birçok ev ödevi var. Bunun için hızlı çalışma yapılması şart. Piyasalar yeni sisteme alışmaya çalışırken, yabancıların gözü bizde olacak
Fitch Cuma günü; piyasalar kapandıktan sonra; Türkiye’nin notunu BB+’dan BB’ye, görünümünü de ‘durağan’dan, ‘negatif’e düşürdü. Önümüzdeki 18 ay boyunca ev ödevimizi iyi yapmazsak, notumuzun ‘Çöp’ seviyesine inme ihtimali artmış durumda. Geçtiğimiz hafta içinde özellikle borsada yapılan satışlar, böylesi bir not indirimi ihtimalinin önceden ‘fiyatlanmaya’ başladığını düşündürüyor.
Borsadaki satışların sebeplerinden birisi Fitch olsa da, asıl sebebin temel ekonomik yapımız olduğunu göz ardı etmemekte fayda var. Satışların özellikle bankacılıkta olduğunu; bu sektörün ekonominin temel aktörleri ile iç içe olduğunu düşünürseniz; yaşanan satışların sadece bankacılık ile değil ekonominin bütününe dair ipuçları içerdiğini görebilirsiniz.
Fitch; yaptığı açıklamada buna da değinmiş ve yüzde 3 seviyesinde olan tahsili gecikmiş alacak rakamının büyüyebileceği; yüzde 127’deki kredi/mevduat rasyosunun (TL kredilerde yüzde 152 olduğunu ifade ediyor) yeni kredi verilmesi konusunda bankacılık sektörünü zorlayacağını, bunun da kredi büyümesini kısıtlayacağını söylüyor. Finansman koşullarındaki sıkılaşmanın, bankacılık sektörünün; her ne kadar önümüzdeki bir yıldaki taahhütlerini karşılayacak likiditesi olsa da; varlık kalitesinde baskı yaratacağını söylüyor. Fitch enflasyon konusundaki katılığın yanı sıra seçimler sonrasında yeni sistemin başta Merkez Bankası ve ekonomik politikalar konusunda yaratabileceği sorunlara da değinmiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faizler konusundaki görüşleri ve Merkez Bankası’nın başkan yardımcılarının atanması konusundaki yönetmelik değişikliklerinin bağımsız TCMB algısına yönelik yaratabileceği endişelerin de görünüm indirimleri konusundaki ‘nedenler’ olarak paylaşılmış.
Yabancıların gözü bizde
Bu son not indirimi ile Fitch ve Moody’s ‘yatırım yapılabilir’ seviyenin iki, S&P’ye göre de üç kademe altında notlanıyoruz. Kasım 2012’de Fitch, Mayıs 2013’te de Moody’s ‘yatırım yapılabilir (Investing Grade)’ notunu vermişlerdi. Mayıs 2013’ten bu yana dikiş tutmadık. Neredeyse o günden bu yana yokuş aşağı gidiyoruz.
Piyasalarda gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün açıklayacağı yeni kabinede olacak. Ekonomi kurmayları merakla bekleniyor. Kabinede piyasa dostu isimler yer alırsa kısa süreli bir ralli yaşanabilir gibi görünüyor. Bu durumda da dolar/TL’de 4.50’nin altı resmin içine girebilir
Bu haftanın en önemli “göstergesi” bugün açıklanacak kabine olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ak Partili olmayan isimlerin de kabinede yer alacağını açıkladı. İş dünyasından bazı isimlerin ve bazı bürokratların yeni dönemde bakanlık görevlerini üstlenebileceği konuşuluyor.
İsimler belki bir anlamda önemli ancak piyasaların asıl bakacağı “ekonomi yönetiminin felsefesi” olacaktır. Yeni felsefe eskinin devamı; “Yani kaynağı nereden bulursak bulalım, yeter ki yüksek büyüme oranlarına ulaşalım” mı olacak? Yoksa, “Artık yapısal reformları yapmamız gerekiyor, bu reformlar yapılmadan uzun vadede sağlıklı büyümemiz mümkün olmayacak. Bu nedenle kısa vadede büyümeden fedakarlık edilse de uzun vadede bunun meyvelerini toplayacağız” felsefesi mi benimsenecek?
İlki, geçtiğimiz hafta “gaz mı-fren mi?” diye sorguladığım politika seçeneğinden “gaz” olanı, diğeri de sert olmasa da kontrollü bir fren politikası olacaktır. Kanal İstanbul’a dair haberler şimdilik ikinci politikanın rafta kalacağının ilk habercileri. Böylesi bir seçenek; korkarım daha yüksek faiz, daha yüksek enflasyon, daha yüksek kur ve daha yüksek kamu borçlanması ve cari/ticaret/kamu bütçe açığı anlamına gelecektir. Bu politikayı uygulamak için “vitrine” kim koyulursa koyulsun, fark etmeyecektir. Açıklanacak kabine ve Cumhurbaşkanı yardımcılıkları gerçekten yapısal reformlara yönelik olacaksa, kendilerine bir süre kredi tanınacaktır.
Ancak “vitrin düzenlemesi” şeklinde isimler bir araya getirilmişse; piyasalar kısa süre içinde kabineyi ve yeni yönetim biçimini “sağlamlık veya stres testine” tabii tutacaklardır. Bu testin ne zaman başlayacağı, ne kadar süreceği isimlere ve açıklanacak politikalara bağlı olacaktır.
Gaz mı fren mi?
Geçtiğimiz haftaki piyasa hareketlerine bakıldığında OHAL’in “vadesinde” kalkacağı fiyatların içine girmeye başladı. Diğer yandan seçim öncesi ve seçimin hemen sonrasında gerilen piyasalar; açıklanacak yeni kabine ile bir parça rahatlamak, bardağın dolu tarafına bakma gayreti içinde. Eğer kabinede ‘piyasa dostu’ diyebileceğimiz, daha doğrusu piyasanın dilini, politika diline tercüme edebilecek isimler yer alırsa piyasalar bunu kısa süreli bir ralli için kullanacaklar gibi görünüyor.
Piyasalar yeni dönemde ekonomi kurmaylarına ve reformlara odaklandı. ‘Hızlı büyümeye devam mı yoksa yumuşak iniş mi yapılacak’ merak konusu. Yabancı yatırımcı dikkatle izliyor.
Yarın enflasyon verisi açıklanacak. Haftanın ikinci yarısında yeni milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı yemin edecek ve önümüzdeki hafta yeni bakanlar kurulu-güven oyu alması artık gerekmiyor- açıklanacak ve yeni dönem Temmuz ortası itibariyle resmen başlayacak. Yeni dönemde Cumhurbaşkanı başkanlığında yürütmeyi üstlenecek yeni yönetimin nasıl bir politika izleyeceği, özellikle ekonomideki tercihlerin ne yönde olacağı merakla bekleniyor.
Piyasalarda seçim sonrasındaki haftadaki fiyatlamalar genel olarak bu bekle-gör politikasının bir yansıması olarak gerçekleşti. Seçim hemen ertesi günü “istikrar” devam edecek algısı ile 4.5369’a kadar gerileyen dolar/TL kuru aynı gün 4.7234’e kadar toparlansa da haftayı biraz da Arjantin etkisi ile 4.5880’den kapattı.
Yeni dönemde ekonomi politikası nasıl şekillenecek? Mart 2019’daki yerel seçimler erkene alınacak mı? Seçimlerin erkene alınması bir başka belirsizlik. Diyelim ki zamanında yapıldı; kaldı ki erkene alınsa da durum değişmeyecek; o zamana kadar yeni yönetimin tercihi ne yönde olacak? Geçtiğimiz yılın başında KGF ile yaratmış olduğumuz ‘hormonlu büyümenin’ artçılarıyla bu yılın ilk iki çeyreğinde de yüksek büyümeyi başardık. Ancak bunun daha fazla sürdürülmesi; gerek bankacılık sektörünün sermaye yeterliliğinde sınırlara gelinmiş olması, gerekse de yurt dışı fonlamasında yaşamaya başladığımız kısıntılar ve başta Fed olmak üzere artan maliyetler nedeniyle sürdürülmesi zorlaşmaya başladı. Böylesi bir ortamda yine yüksek büyüme stratejisi izlenecek olursa bunun başta Hazine borçlanması olmak üzere; kamunun mali yapısına ek yükler getireceği aşikar. Hazine’nin borç çevirme oranı şimdiden yüzde 120’lerin üzerine çıktı.
Gözler A Takımı’nda
Eğer ekonomik büyümeye “gaz vermeye” devam edecek olur isek bunun yaratacağı ek yüklerin marjinal maliyetleri hızla yükselecek, birçok fiyatlama da bu artan marjinal fiyatlamadan olacaktır. Diğer yandan “yumuşak iniş için fren” politikası ki izlenmesi gereken politika, treni rayda tutmak adına bu olsa gerek; Mart’taki yerel seçimleri kazanmayı hedefleyen bir iktidarın tercihi olur mu? İçinde bulunduğumuz küresel ortamı da göz önüne aldığımızda; koşulları dengeledikten sonra yola devam etmek ve büyümenin kamuya yükünü azaltmak adına bu çok daha doğru tercih olacaktır. Bu yol tercih edilir mi, daha doğrusu hangi yolun tercih edileceği bundan sonraki piyasa gelişmelerini anlamak, fiyatlamak açısından önemli olacaktır.
Tabii ki ekonominin dümeninde kimin/kimlerin olacağı, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, daha doğrusu para politikaları ile mali politikaların ne denli uyum içinde olacağı, yapısal reformlara ne kadar önem verileceği, bunların ne kadar zamanda hayata geçeceği önemli olacak. Hatta yabancılar da ilk elden bunlara bakacak, buna göre Türkiye’de risk alıp almayacağına, para getirip getirmeyeceğine karar verecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimi ilk turda kazanması, piyasalar için belirsizliğin uzun sürmemesi açısından önemli. Dolar dün yurt dışı piyasada 4.67’den 4.58’e geriledi. Borsada yukarı yönlü hızlı hareket olabilir. Ekonominin dümenine kimin geçeceği ve ilk 100 gün piyasalara yön verecek
Seçim haftasına girdik, nefesler tutuldu. Küresel gelişmeler de dikkate alındığında TL ve borsa için kritik olacak. İlk turda seçim biterse sert hareketler görülebilir. İkinci tura kalınması belirsizliğin artması nedeniyle olumsuz fiyatlanacaktır
Geldik son haftaya... Önümüzdeki 5 işgününü de tamamladıktan sonra hafta sonu oy kullanacağız. Seçim sonuçlarına bağlı olarak haftaya Pazartesi günü yayınlanacak yazım, bugün yazdıklarımdan çok farklı şekilde cereyan etmiş olabilecek. Seçim sonrasındaki olası senaryolara bakmadan önce geçtiğimiz; bizim için kısa; küresel piyasalar için hayli “uzun” olan haftadan kalanları hatırlayalım.
Fed (FOMC) politika faizini 25 baz puan artırarak yüzde 1.75-2.0 aralığına yükseltti. Fed üyelerinin tahminlerinden yola çıkılarak hazırlanan “nokta istatistiği” bu yıl içinde 2 kez daha faiz artırım sinyali verdi. Buna göre 2018’de 4 kez faiz artırımının gerçekleşeceği öngörülüyor. (Sonuncusu Aralık ayında olacağından dolayı, benim yılın başında yapmış olduğum 3.5 faiz artışı olacak tahminim hayata geçecek gibi görünüyor.) 2019 yılı faiz artırım projeksiyonu da 2’den 3’e yükseltildi.
Geçtiğimiz haftanın aksiyonları Fed ile sınırlı değildi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) da para politikası konusunda yıl sonuna kadar olan planını açıkladı. Buna göre Ekim-Aralık döneminde varlık alımları 15 milyar euroya düşürülecek ve alımlar Aralık ayı sonunda nihayete erecek. Bu resim çerçevesinde faiz artışlarının; daha doğrusu eksi 0.40 olan politika faizlerinin “normalleşmesi” yani sıfırlanması 2019 yılının 2’inci yarısında olabilecek.
Fed sonrası, ECB kararı öncesinde euro/dolar paritesi 1.1852’ye kadar yükseldi. ECB’nin kararlarını hayata geçirmesinin 1 yılı bulacağı; Fed’in etkisinin daha hızlı hissedileceği beklentisiyle dolar endeksinde (DXY) 95’in üzerine doğru sert bir hareket oldu. Dolara olan iltifatın artmasıyla birlikte başta altın ve gümüş olmak üzere emtia grubunda (Petrol de farklı sebeplerle nasibini aldı) önemli gerilemeler yaşandı. Altının ons fiyatı 1.275 dolara gerilerken, altın ve de gümüş hem 50 hem de 200 günlük hareketli ortalamalarının altında haftalık kapanış yaptılar.
Dolara olan iltifat, gelişen ülke para birimlerine yeni bir “atak” getirirken, dolar/TL kuru arife günkü 3.63-66 bandından; bizim piyasalarımızın kapalı olduğu 15 Haziran’da 4.76’lara kadar çıkarken, haftayı 4.7285 seviyesinden kapattı. Brezilya Reali de atak altında kalan para birimlerinden olurken, 7 Haziran’da 3.9675’e kadar tırmanan dolar/real paritesi Brezilya Merkez Bankası’nın “müdahaleleri” sonrasında haftayı 3.7299 seviyesinden kapttı. IMF ile anlaşma yoluna giden Arjantin Pezo’su da 28.35 ile tarihi rekorunu kırdıktan sonra haftayı 28.05’ten kapatmış durumda.
Bayram tatili nedeniyle kısa sürecek haftada piyasalar Fed ve ECB’yi yakından izleyecek. Fed’in faizleri 25 baz puan artırması beklenirken, vereceği mesajlar ilerisi için önemli
Geçtiğimiz hafta yapılan Para Politikası Kurulu toplantısından “sürpriz artış” çıktı. Toplantı öncesinde ekonomistler arasında yapılan ankette “Artış olmaz” diyenlerle “100 baz puan artış” olur diyenlerin ortalaması 50 baz puanlık bir artışa işaret ediyordu. PPK’da en yüksek beklentinin de ötesine geçerek politika faizini 125 baz puan artırdı.
Bu kararla 1 haftalık politika faizi yüzde 16.5’ten yüzde 17.75’e yükselirken, gecelik borç verme faizi yüzde 19.25, gecelik borçlanma faizi de yüzde 16.25 olurken, Geç Likidite Penceresi (GLP) faizi de 20.75 oldu. Böylelikle 25 Nisan’dan bu yana yapılan toplam faiz artırımı 500 baz puana ulaştı.
TCMB geç kaldı
Geç ve kademeli yapılan bu artışlar ne yazık ki istenen etkiyi yarat(a)madı. Zamanında yapılmış olsaydı 200-250 baz puanlık artışlarla çözülebilecek sorunları 500 baz puanlık bir artışla bile tam olarak çözebilmiş değiliz. Zira gelinen noktada piyasada oluşan güven kaybını faiz artışı ile telafi edebilmemiz git gide zorlaşıyor. Kurlardan da bunu görmek mümkün.
Geçen hafta açıklanan Mayıs’ta yüzde 1.62 artan tüketici fiyatlarıyla yıllık bazda TÜFE yüzde 10.85’den 12.15’e yükseldi. Asıl çarpıcı olan yıllık ÜFE’nin yüzde 20.16’ya ulaşması oldu. Haziran’da vergiler düşürülerek sağlanan sabit akaryakıt pompa fiyatlarına rağmen; kur cephesinde yaşanan belirsizliğin ÜFE tarafında yeni baskılar getirmesi kaçınılmaz görünüyor.
ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın bu denli açılması üreticilerin maliyetlerini satış fiyatlarına yansıtamadıkları anlamına geliyor. Ya talep konusunda bir sorun var ya da bir süre sonra yansıyacak demektir. Bu da önümüzdeki aylarda TÜFE tarafında “birikmiş bir enerji” demek. Ya da bazı üreticiler bu zararı taşıyamadıkları durumda piyasadan çekilecekler demektir. Ya TÜFE tarafında ya da işsizlik tarafında aradaki bu farkın etkilerini ileride göreceğiz.
13 Haziran’da Fed toplantısından sonra faiz kararı açıklanacak. Benim ve de piyasanın beklentisi 25 baz puanlık bir artış yönünde. İletişimi çok daha önceden yapıldığından ve fiyatlara dahil olduğundan önemli bir değişiklik yaratması beklenmiyor. AB Bölgesi’ndeki İtalya ve İspanya siyasi belirsizliği sırasında “güvenli liman” olan ABD tahvil getirilerinde sınırlı bir yükselişe yol açabilir ancak radikal bir hareket beklemiyorum.
Piyasalar için zorlu bir hafta başlıyor. Gözler bugün açıklanacak Mayıs ayı enflasyon verisinde olacak. Yüksek çıkması halinde Perşembe günü yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısının önemi daha da artacak. Kurların kaderini faiz kararı belirleyecek
Başbakan Yardımcısı Şimşek’in ‘Piyasayla inatlaşmayacağız’ mesajından sonra Merkez Bankası uzun süredir beklenen sadeleşmenin 1 Haziran’da başlayacağını duyurdu. Politika faizini GLP ile eşitledi. Yeniden tek faiz dönemine geçti. TL, yüzde 3’ten fazla değer kazandı. Bugün Londra’da yatırımcılarla buluşacak olan Şimşek ve Çetinkaya’nın eli güçlendi
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın Londra seyahati öncesinde Merkez Bankası’ndan para politikasında uzun zamandan bu yana beklenen “sadeleştirme” adımı geldi. Sadeleştirmeden piyasa katılımcıları çok farklı şeyler algılıyor olabilir. Temelde kast edilen çoklu borç alma/verme faiz oranları yerine tek bir politika faizi ile para politikasının yürütülmesi algılanır. 2008 krizinden sonra Fed’in bant uygulaması bu genellemeyi bir anlamda değiştirse de yine de konvansiyonel merkez bankacılığı tek bir politika faizi ile ‘derdini anlatmayı’ tercih eder.
Kafaları karıştırıyordu
Benzer bir politika da zorunlu karşılıklar için uygulanır. Ancak önceki Başkan Erdem Başçı döneminde zorunlu karşılıklardaki Rezerv Opsiyon Mekanizması (ROM) ile karşılıklar sadece kendi para biriminden değil; diğer para birimlerinden de yatırılma esnekliği getirilirken, TL veya DTH’ların zorunlu karşılıkları için altın bile kullanılır oldu. Başçı’nın ‘icatlarından’ biri de çoklu faiz mekanizmalarıydı.
Gecelik borç alma/verme, haftalık politika faizi ve son zamanlarda “zımni politika faizi” haline gelen Geç Likidite Penceresi (GLP) faiz oranları bunların belli başlılarıydı. Hazine yöneticilerinin bile uzun süre anlamakta zorlandıkları bu yöntemi yabancı bankacılara ve fon yöneticilerine anlatmak hiç de kolay olmuyordu. Üstelik TCMB üzerindeki baskılar nedeniyle, kullanılan araçlar amacından uzaklaşmış, belirsizliği artırmıştı.
Bu sakıncaların en azından bir kısmının bertaraf edilmesi için “tekli politika faizine” geçiş konuşuluyor, Çetinkaya da bu yönde mesajlar veriyordu. Nihayet bu konuda adım atıldı.