Kürtler Türkleri hiç terk etmedi!

2010’da devlet Ve Öcalan arasında arabuluculuk yapan “Balıkçı” lakaplı İlhami Işık:

Haberin Devamı

Tarihte herkes Türkleri terk etmiştir. Ve ne yazık ki terk edenler de hep kardeş sıfatıyla anılanlar olmuştur. Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgarlar, Araplar, Azeriler... Terk eden edene! Ama Kürtler terk etmemiştir. Etmez!

Sormak lazım; Türkiye işgal edilirken, ulusal kurtuluş döneminde, Türk’ün en zayıf olduğu, devletinin, ordusunun bile olmadığı dönemde niye acaba Kürtler terk etmediler bu ülkeyi? Bu soru sorulmuyor...

Dünkü konuşmamızda, “PKK’nın tarihinde binlere varan örgüt içi infaz var. Bu örgüt içi infazlarda PKK’nın çok önemli üst düzey yöneticileri de var, sıradan PKK militanları da... Bu konuda uzmandır, ustadır PKK... Kendi tarafında olmayan solcuların infazında da ustadır. Ben de PKK tarafından iki kez vuruldum. Hâlâ bir kurşunu vücudumda taşıyorum” dediniz. Bu nasıl oldu?

Leninist örgütlenme felsefesine göre, onlar gibi düşünmeyenlerin tasfiye edilmesi gerekir... Bu anlamda Stalin öldürmeye doymadı; Troçki’yi ta Meksika’da öldürttü. Bu Leninist örgütlenme biçimlerine yabancı bir şey değildir. Sınıflandırma yaparlar. Oportünist, revizyonist, ihanetçi gibi... Bunun ucu açıktır. PKK örgütlenirken de kendisi dışında olan yapılara karşı acımasız davrandı. Bunun örneklerinden biri de benim. 1980 öncesi, Batman’dayım... Tabii o zamanlar PKK yoktu. ‘Ulusal Kurtuluşçular’ diyorlardı kendilerine... Sonradan ‘Apocular’ oldular... O zamanlar liselerden liselere sürgünler olurdu... Bizim okula da böyle Diyarbakır’dan bir çocuk geldi... İlk onunla tanıştım. Bana sol kitaplar verdi, okudum... Sonra başka arkadaşlar edindim böyle. Batman’a dışarıdan gelen bu çocuklar sayesinde siyasallaştım... PKK’nin kurucularından, daha sonra yine örgüt içi infazla öldürülen Mehmet Şener de çocukluk arkadaşımdı. Okumayı severdim. Ondan da kitaplar alıp okuyordum... Ama onlardan olmadım.
Kürtler Türkleri hiç terk etmedi
O zamanlar ilkokulda bile evli barklı olanlarımız vardı

- Kaç yaşındasınız o zamanlar?

17-18... Yıl 1976-1977... Aktif bir insandım. İyi bir futbolcuydum. Hatta amatör kulüpler yaşımı büyütüp beni almak istiyorlardı kadrolarına. Ama olmadı tabii o ortamda... Neyse, daha o günlerde diyalog veya müzakereyi acı bir yenilgiyle öğrendim. O dönem PKK’nin ideoloğu ve kurucularından olan Mazlum Doğan Batman’ı örgütlüyordu. Ben de yeni politikleşiyordum. Sosyalizme ilgi duyuyordum. Tam 3 ay hiç evden çıkmadım...

- Neden? Korkudan mı?

(Gülüyor) Yok canım... O zaman şu modaydı; özümsemekten ziyade ezberlemek. Lenin’in, Stalin’in kitaplarını... Ben de hepsini ezberledim... İnanılmaz bir ezber yeteneğim de var... Konuşmalara “Şu sayfanın, şu paragrafı” diye başlardık.

- İlk hangi kitabı ezberlediniz?

Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı.

- Kuran gibi ezberlediniz?

Tabii... Çünkü karşıdakiler de öyleydi. Herkes ezberliyordu. Kim önemli noktayı ezbere biliyorsa birinci oydu. Ben iyi bir örgütçüydüm... Sevenlerim de, kız arkadaşlarım da çoktu... Yani PKK açısından iyi bir potansiyeldim. Beni de içlerine almak istediler...

- Yürüdünüz mü, arkanızda 50 kişi mi yürürdü?

Öyle oluyordu, hayranlarım vardı... Kalabalıktık... Ama şimdiki liseli gençler gelmesin aklınıza... Koca koca adamlardık. Bizim dönemimizde lisede okuyan gençler evli barklıydı. Bazılarının 3- 4 çocuğu bile vardı. O zamanlar geç başlanıyordu okula. Bizim oralarda erken de evlenilir. İlkokulda bile evli barklı insanlar vardı.

- Siz evli miydiniz o zaman?

Yok... Ama şimdi 4 çocuğum, bir de torunum var... İşte o ortamda bir gün beni ve Mazlum Doğan’ı karşı karşıya getirdiler. Biliyorsunuz, Mazlum Doğan 21 Mart 1982’de, yani bir Newroz günü cezaevinde kendisini yaktı... İşkenceleri protoste etmek için... İşte onunla yarıştık. Kim daha çok biliyorsa, arkadaşlar diğer tarafa geçecekti. Belki 70’e yakın insan toplandı.

- Nerede toplandınız?

Batman’da ‘Fakirhane’ denilen, öğrencilerin çorba içtiği bir yer vardı. Hiç unutmuyorum, tıpkı bir horoz dövüşü gibiydi... Biz ortadayız. Herkes Mazlum Doğan’la beni izliyor. Kim kimi yenerse o tarafa geçecekler. Tabii o zaman öyle daha kan, şiddet başlamamış. Silah filan yok...

- Sözle savaşıyorsunuz?

Sözle tabii... Ben başladım anlatmaya... İşte “Lenin şöyle diyor, Stalin böyle diyor” diye... Ben birlikte mücadeleyi savunuyorum, onlar ayrı örgütlenmeyi... Konuştum, konuştum... Ama sonra Mazlum Doğan bir konuştu ki... Ben Lenin’i, Stalin’i söylüyorum sadece... O Eritre’den, Angola’dan giriyor, İspanya’dan, Latin Amerika’dan çıkıyor. Ve komutanların da adlarını söyleyerek... Onun tarafını seçtiler tabii, yenildim.

- Arkadaşlarınız Doğan’ın yanına mı geçti?

Tabii... O gün şunu anladım; eğer müzakere ve diyalog içerisindeyseniz bir sürü bileşeni dikkate almalısınız. ‘Olumlular ve olumsuzlar’ diye... Olumsuz da olumluya dönüşebilir, olumlu da olumsuza... İkincisi de, sadece siz yaşamıyorsunuz böyle sorunları... Bazıları diyor ki, “Sadece bizim başımıza geldi!” Hayır, bizden çok daha acılısı yaşanıyor... Bizden çok daha zorluyor bazıları çözümü... Sadece adı değişik olabiliyor. Onların deneyimlerini, yanlışlarını ve doğrularını en az kaba hatlarıyla bilmek durumundayız. Üçüncüsü; tarihsel gerçekliğinizi saklamayacaksınız. Birileri sizden hep saklar. Resmi tarih, yalanlar tarihidir. Tarihsel gerçekliğinizi şu veya bu şekilde tam öğrenemezseniz de atasözleriyle, anlatıcılarla, dengbejlerle, hikâyelerle öğrenebilirsiniz... Bunları birleştirmelisiniz. Böyle olursa diyalogdan, müzakereden sonuç alırsınız. Ama soruna ben merkezli baktığınız zaman o müzakereden sonuç çıkmaz.

- Peki sizce Kürtler ve Türkler yüzleşti mi?

Kürtler tarihin hiçbir döneminde Türklerle olan birliği masaya yatırmamışlardır. Türklerle olan birliği hep kafalarında ve yüreklerinde taşımışlardır. Birilerinin dediği gibi bu zorla sağlanan bir birlik de olmamıştır. Türk tarihine baktığınız zaman herkes Türkleri terk etmiştir. Ve ne yazık ki terk edenler de hep kardeş sıfatıyla anılanlar olmuştur. Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgarlar, Araplar, Azeriler... Terk eden edene! Ama Kürtler terk etmemiştir. Bazıları diyor ki, “Hayır, Kürtlerin üzerinde zorba, güçlü bir devlet var. O devlet zor kullandığı için terk etmemişlerdir Türkiye’yi.” O zaman onlara sormak lazım; Türkiye işgal edilirken, ulusal kurtuluş döneminde, Türk’ün en zayıf olduğu, devletinin, ordusunun bile olmadığı dönemde niye Kürtler terk etmediler bu ülkeyi? Bu soru sorulmuyor. Çünkü öyle bir tarihsel sosyolojisi yok Kürtlerin, Türklerden farklı. Ne iyi günde ne kötü günde Kürtler bu birlikteliğin coğrafi sınırlarını çizmeyi tartışmadılar. Bugün de tartışmıyorlar. Ayaklanmalar ulus devlete bir başkaldırıydı. Bu unutulmasın... Kürt liderlere bakıyorsunuz, idama giderken bile yarın büyük bir fitne veya çarpışmaya neden olacak bir duruşu bile sergilemiyorlar. Şeyh Said’e, Seyit Rıza’ya, Bediüzzaman Said Nursi’ye, Abdullah Öcalan’a bakıyorsunuz... Bir tanesi korktu mu? İsteselerdi hepsi de farklı şeyler yapabilirlerdi. En zayıf durumda Öcalan yakalandı, savaşı değil, barışı tercih etti. Onun için yüzlerce insan kendini yaktı. Bunu korkmakla izah etmek ne kadar vicdani? Sevmeyebilirsiniz, nefret de edebilirsiniz ama düşman bile görseniz onu doğru tanımlamalısınız. Bırakın dost veya yakın olmayı... Bediüzzaman’a o kadar ağır şeyler yapıldı. Bakın, kimleri örgütledi o? Hep Türkleri! Yönünü Türkiye’ye, Türklere çevirdi. Bunlar yetmiyor mu? Bu kadar çok ders var önümüzde... Bir halk tümden korkak olabilir mi? Onun için Kürtlere o haksızlığı yapmaktan vazgeçmek lazım.

Federal yapı istemek ayıp bir şey değil ki!

- Şimdi Kürtler ayrılıyor deniyor ama...

Hayır... PKK solcu, Leninist bir yapıydı. Leninist bir yapının ayrı bir devleti savunmaması düşünülemezdi. Bunu sadece PKK savunmuyordu ki! Ama o ideolojik yapının sosyolojik bir gerçeği yoktu. Onun için de daha sonra ayrı devletten vazgeçti. Şimdi tüm halkıyla, farklı inançlarıyla, kültürleriyle, dilleriyle barışık ve korkusuz, demokratik bir cumhuriyet kurulsun istiyor... Korkularını atmış, kıştan kurtulmuş...

- Şu anda tam olarak istenen ne peki?

Biz demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti istiyoruz... Bunun önündeki tek engel de 12 Eylül anayasası! Artık herkesin kendisini korkmadan ifade edebileceği bir ülkede yaşamak istiyoruz...

- Türkiye Cumhuriyeti şemsiyesi altında mı?

Tabii... Türkiye Cumhuriyeti şemsiyesi altında. Şu anda federalizm de düşünülmüyor, özerklik de... Coğrafi anlamda hiçbir sınır düşünülmüyor. Tabii bir 10 yıl sonra ne olur bilemem. Federal bir yapı istemek ayıp değil ki! Yerinden yönetimin güçlendiği, insanların daha özgürce, kendi kararlarını vereceği bir yönetim biçimini istemek... Ama bu anlaşılmıyor.

Beni bir gün PKK’lı olurum ihtimaliyle öldürmediler

- PKK sizi niye vurdu?

1980 öncesi en güçlü bizdik Batman’da... Yani İGD. Ama PKK sert söylemlerle daha fazla büyüdü... Büyürken de artık farklı ses, aykırı ses oldular. Başkalarını tanımama teamülü de başladı... Kendilerinden farklı düşünenleri, çeşitli bahanelerle okula almamaya başladılar... Bir gün arkadaşlar geldiler, “Bizi Apocular okula almıyorlar” dediler. Ben de gittim, “Alacaksınız!” dedim. Tartışma çıktı ve beni vurdular.

- O zaman siz lisede değilsiniz ama değil mi?

Lise bitmişti... Ankara Siyasal Bilgiler’e kaydolmuştum... Ama Batman’daydım, okula gitmiyordum... Örgüt yasaklıyordu. Halen PKK devam ettiriyor bunu mesela. Örgüt sana emir vermişse aksini yapamazsın. Bizde de öyleydi.

- Nasıl vurdular sizi?

Okulun bahçesinde, 5 kişi...

- “Okula alın bu arkadaşları” dediniz diye mi?

Evet... Ama ben de kavga etmeye gittim... Elimde bir hançerle gittim... Dizildiler karşıma. Ellerinde silah, 5 kişi. Beşi de boşalttı şarjörünü. 4 tane değdi bana...

- 4 kurşun ve hayatta kaldınız?

Evet... Bacaklarıma sıktılar çünkü. İsteseydiler öldürürlerdi. Sonradan öğrendim, Mehmet Şener’den... ”Öldürmeyin, korkutun” demişler...

- Sakat kalabilirdiniz?

Onların umurlarında bile değildi sakatlık. Ama ölmemem umurlarındaydı, bir gün PKK’li olabilirim ihtimaliyle...

- Döndürebiliriz yolundan diye düşündüler yani?

Evet...

- Dönmediniz mi hiç?

Hayır. Hiç PKK’lı olur muyum?

- Neden olmazsınız?

Şiddetin tanımı bana hep soğuk kaldı.

- Sonra bir kez daha vuruldunuz galiba?

Aslında iki kez daha... Bir keresinde bir polis öldürmeye çalıştı beni. İstanbul’dan Batman’a gidiyordum. 1980’de... İnfazcı bir polisti. Sokak ortasında birkaç PKK’li öldürmüştü. Sonra eroinle yakalandı. Böyle bir polisti. Mersinli bir arkadaşım vardı, Murat, o da İGD’liydi. Kendini önüme attı. 3 tane kurşun değdi ona. O olmasa beni öldürecekti. Ondan sonra ikimizi de içeri attılar... Polise mukavemetten! Çünkü sıkıyönetim dönemiydi... 6 ay kaldım hapiste, çıktım. Bir bayram günü, arkadaşlarla yürüyorum, 7- 8 PKK’li, hepsi silahlı, karşımıza çıktılar... Tak tak tak bastılar kurşunu... Herkes kaçtı. Bir tane 14’lü değdi bana. Şu anda diz kapağımın altında hâlâ duruyor. Hatıra olarak saklıyorum. O akşam PKK’nin merkez yöneticileri geldiler... Vuran 4-5 PKK’liyi getirdiler. Meğer yanımdakilerden biriyle problemleri varmış. Beni yanlışlıkla vurmuşlar. Dediler ki, “Buyur getirdik, cezalarını sen kes!” Kasten yapılmamış ki, “Güle güle” dedim. Olay öyle kapandı. -BİTTİ-

DİĞER YENİ YAZILAR