Artık asla inanmayacağım!

Haberin Devamı

İstanbul Valisi’nin, “Gezi Parkı’na kesinlikle müdahale olmayacak” sözüne inanma gafletini gösterdim, üstelik kız kardeşimi de bu söze inanarak sürükledim peşimden. 20.15’te Gezi Parkı’nın girişindeki merdivenlerde ilk bomba düştü yanıbaşıma... Tek bir uyarı yapılmadan. 30 dakika sonra ayıldığımda sağım solum yaralı dolu revirdeydim!

Artık asla inanmayacağım



Beni iyi tanıyanlardan sıkça duyduğum bir laftır; “Çok fazla iyi niyetlisin be Mine!” Zira inanırım ağızdan çıkan her lafa! Bunun sebebi aldığım aile terbiyesi ve altı yıl boyunca evimize gelip bize din eğitimi veren Mehmet Emin Hoca! Kızkardeşim Zekiye ve ben, sadece Kuran’ı hatmetmeyi değil, mealini de öğrendik. Ne mi öğrendik? Doğru olmayı, dürüst olmayı, insanları sevmeyi ve saymayı, haysiyetli olmayı! O yüzdendir ki şiddete, haksızlığa, eşitsizliğe hep karşı oldum. Belki de o yüzdendir ki arkadaşlarımın çoğu hep solcu oldu.

AKM’nin önündeki polisler sakin gibiydi...

Her neyse!.. Ben verilen sözlere inanan biriyim ya, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun, “Gezi Parkı’na kesinlikle müdahale olmayacak” sözüne güvendim ve kızkardeşim Zekiye’yi aradım... “Gel şu Gezi Parkı’ndaki güzel insanları bir gör” dedim. “Emin misin abla? Durum karışık değil mi?” dedi tereddütle! Ben “ Vali söz verdi. Gezi Parkı’na müdahale yok!” diye ikna ettim!

Kız kardeşim ve halamın kızı Mihrimah Abla’yla Taksim Meydanı’na vardığımızda saat tam 20.00’ydi. Pek çok gazeteci arkadaşımı gördüm... Onlarla ayak üstü sohbet ettim... Gezi Parkı’nın girişindeki merdivenlere doğru yürümeye başladık. Herkes sohbet ediyordu çevrede, biraz ileride halay çekiliyordu, genç bir grup şarkı söylüyordu... AKM’nin önündeki polisler de sakin görünüyordu... Tam da böyle neşeli bir ortamda çok eski bir arkadaşıma rastladım merdivenlerin ilk basamağında... Mimar, ÖDP’li bir arkadaşım... Altı yıldır görmemişim Sema’yı, çocuklarını sordum, ikisi de çadırlardaymış! 22 yaşındaki Sare ile 20 yaşındaki Ömer... Çok severiz birbirimizi... Bir konuşuyoruz, bir sarılıyoruz... Adeta sevgi yumağı oluyoruz, iyi ki bulduk birbirimizi diye seviniyoruz... Mihrimah Abla da fotoğraflarımızı çekip duruyor yanımızda...

Artık asla inanmayacağım



Kalabalık dalga gibi çığlık çığlığa...

Derken, ne olduğumuzu bile anlamadan kafamı sıyırıp geçiyor ilk gaz bombası... İki, üç, 10 ve daha... Müthiş bir panik aynı anda, can havliyle binlerce insan koşuşturmaya başlıyor Gezi Parkı’na doğru... Kalabalık dalga gibi birbirinin üzerine yığılıyor. Çığlık çığlığa... Merdivenlerin yanındaki duvara sıkışıp kalıyorum! Nefes alamıyorum, göz gözü görmüyor, dünyayla tek temasım Zekiye’nin elime sıkıca yapışan eli! Alerjik astımım var ve daha iki ay önce zatürreden hastanede yatmışım... Tam “Her şey bitti, buradan sağ çıkamayacağım” diye düşünürken, duvarın üzerinden genç bir el uzanıyor. Önce beni, ardından Zekiye’yi çekiyor yukarıya. O el kimin eli hâlâ bilmiyorum, ama büyük olasılıkla hayattaysam onun sayesinde! Bombalar hâlâ üzerimize yağıyor... Zaman ağır akıyormuş böylesi durumlarda, ne kadar süre geçti bilmiyorum, ama sonradan öğrendiğime göre bir-iki dakika! “Koşmayın, panik yapmayın, sakin olun” diyen bir ses duyuyorum. Nefesim tümden kesiliyor, sonrası aklımda kalan Zekiye’nin “Yardım edin! Ablam astım hastası. Ölüyor” diyen çığlıkları... Bayılmışım... Bir gönüllü genç doktor kucakladığı gibi Gezi Parkı’nın Elmadağ tarafındaki revirine taşımış. Yaklaşık 30 dakika baygın kalmışım. Ayıldığımda ilk gördüğüm sağımda solumda onlarca yaralı insandı. Ayılmıştım, ama kalkamıyordum... Zekiye panikle “Onu buradan götürmem gerek, burada ölür” diye ısrar ediyor, çocuklar ise, ki onlar da benim gibi fazla iyi niyetli olsa gerek, “Gezi’ye müdahale olmayacak burası güvenli... Gitmeyin, çıkamazsınız. Yolda başınıza bir şey gelir, ambulans bulamazsınız. Bir şey olursa biz tedavi ederiz” diyorlardı. Zekiye hepimizden daha akıllıymış... Belki de ilk kez böyle bir saldırıya uğradığından kötülüğü hissetmiş olmalı... Oradaki gençleri ikna etti. Yarı baygın beni ayağa kaldırdılar, Taşkışla’ya kadar bize eşlik ettiler. Bir süre orada kaldık, tam kendime gelene kadar... Yürüye yürüye Dolmabahçe’ye geçtik, tek bir taksi bile yoktu, zar zor bir araba durdurdu Zekiye ve eve ulaşabildik.

Bu saldırılar çok derin yara bırakacak toplumda

Zekiye’nin siyasetle hiç ilgisi olmamıştır dersem yeridir. Müthiş sinirliydi, ama daha çok üzgündü. Sabaha kadar yanımdan ayrılmadı, sürekli soruyordu, sanki bana değil de kendine; “Bize mi marjinal diyor bu Başbakan? Kim marjinal? Sen mi, ben mi, Sema mı, bize yardım eden o çocuklar mı, o gönüllü doktor mu?” Ne cevap verebilirim ki! Galiba marjinal olan Başbakan, galiba yalan söyleyen vali, gözü dönmüşçesine insanların başlarını hedef alarak gaz bombası atan polis!

Doğrudan etkilendiğim için yazıyı yazarken abartmamak için elimden geleni yapıyorum. Hiçbir yazımda bu kadar otosansür yapmadım kendime... O çığlıkları, o yaralıları, orada arkamızda bıraktığımız gençleri hiçbir zaman unutamayacağım. Şansımız var ki tek bir kişi bile ölmedi, oysa onlarca ölüm olabilirdi o panikte! Bu saldırılar çok derin bir yara bırakacak toplumda... Belki ben bir gün affederim, ama Zekiye asla affetmez!

Artık aşırı iyi niyetli olmayacağım. Beni bu hale getirmeyi başardılar! Her demeçlerinde bir yalan arayacağım. İşte 11 Haziran’dan bana kalan budur! Bir de bu iktidara acil din eğitimi gerek bunu bilir, bunu söylerim. Umarım bizim rahmetli Mehmet Emin Hocamız gibi bir din adamı çıkar ve bu politikacıları ıslah eder!

Her yer gezI her yer gaz!

Polis Gezi Parkı’na girmedi, ancak onlarca biber gazını ‘adrese teslim’ gönderdi...

VATAN havanın kararmasından sabahın ağarmasına kadar Gezi Parkı’nın nabzını tuttu. İşte ‘en uzun’ gecenin hikayesi... Polis, akşam saatlerinde hem meydanı hem de AKM önünü kontrol altına aldıktan sonra özellikle Talimhane, İstiklal Caddesi ve Gezi’nin AKM tarafından gelen ‘taş’ atışlarının hedefi oldu. Polis bu bölgelere sürekli biber gazı, ses bombası ve plastik mermi ile müdahalede bulundu. Saatler 21:45’i gösterdiğinde çevik kuvvet Gezi Parkı’nın içine 100 metre kadar girdi.

Polis check-in yaptı!

Burada özellikle BDP’li protestocular attıkları slogan ile dikkat çekti. Polis parka girdi ve bazı çadırları imha etti. Müdahaleden dönen polislere ‘Gezi’ye müdahale olmayacak dendi ama girdiniz’ diye sorulunca cevapları manidar oldu: “Sosyal medyayı sadece onlar bilmiyor. Biz de biliyoruz. Foursquare’den check-in yaptık, paylaştık ve çıktık!”

Ciguli de gitsin!

Gezi Parkı’nın içinde farklı bir tablo var. Parkın içine baktığınızda marjinal renkler azınlıkta kalıyor. İçeride binlerce kişi parklarını koruyor. En çok konuşulan konuların başında ise “Hülya Avşar ile Necati Şaşmaz’ın Başbakan Erdoğan ile görüşecek olması. Tepkileri çarpıcı. Bir tanesi ‘Türk televizyon tarihinin en çok adam öldüren kahramanının Başbakana vereceği akıl ‘Kafalarına sıkın olur’ diyor. Bir başkası ‘Ciguli de gitsin, bir tek eksik o kaldı’ diye bağırıyor.

Tekrar Gezi Parkı’ndayız. Polisin biber gazları art arda parkın içinde patlıyor. Dakikalar içinde onlarca biber gazı parka düşüyor. Kimisi Mete Caddesi’nden diğerleri ise Cumhuriyet Caddesi tarafından geliyor. Bu sırada megafonla parktakiler uyarılıyor: “Biber gazlarını kovalardaki suların içine atın, etkisi azalır”. Özellikle parkın içine serpiştirilen damacanalar bu konuda en etki olanları. Damacananın içine atılan biber gazı hemen etkisini yitiriyor.

Revire biber gazı

Parkın içinde bu hengame yaşanırken Mete Caddesi tarafına kurulan ‘revir’de bir hareketlilik yaşanıyor. Başta görev alan doktor ve kollarına girdikleri yaralılar duman içinde revirden çıkıyor. Öndeki doktor bağırıyor: “Beyaz bayrak salladık, reviriz dedik. Dinletemedik. Daha çok gaz attılar.”

Basın günah keçisi

Saatler ilerledikçe ve gaz bombaları parka düştükçe tansiyon daha da yükseliyor Gezi Parkı’nda. Kimisi çadırlarını toplayarak ayrılıyor parktan. Bazen de kavgalara dönüşen tartışmalar yaşanıyor. Kimisi ‘Taş atma, provoke etme’ sözünden çıktı kimisi ise gazetecilere ‘Ne çekiyorsun’ diye sataştı. Zaten 16 gündür devam eden eylemlerin günah keçisi oldu haberciler. Bir yandan polisler saldırdı ‘Ne çekiyorsun’ diye, bir yandan da göstericiler. Yayın politikasından hoşlanmayanlar habercileri hedef bildi. Haberin emekçileri ise ne İsa’ya yaranabildi ne de Musa’ya... Ama her türlü olumsuz koşula rağmen alın terlerinden hiç tasarruf etmediler!

DİĞER YENİ YAZILAR