Suriyeli annelerin acısını şimdi çok daha iyi anlıyorum!

Haberin Devamı

Suriye’den gelecek bir haberi bekliyor her an yüreği ağzında... Yılların haber kameramanı Cüneyt Ünal, pek çok savaş bölgesinden tek bir yara almadan kurtuldu. Bu kez de bir yarası yok ama iki aydır Suriye Ordusu’nun gözetiminde bir yerlerde hapiste... Suriye’deki acıyı yüreğinden hisseden biri varsa bu ülkede, o da Cüneyt’in eşi Nuran... İki ay haber alamadıktan sonra ilk kez umutlu konuşuyor, kucağında kızı Sahra’yla; “Dün Cüneyt’in fotoğrafını iletti İnsani Yardım Vakfı... CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz ise Beşar Esad’dan söz aldı. Umutluyum, çok yakında eşime kavuşacağım!”
Suriyeli annelerin acısını şimdi çok daha iyi anlıyorum
Beş ay işsizliğin ardından el-Hurra kanalından gelen haberle sevinmişti. Yılların kameramanıydı, dokuz yıl CNN Türk’te, ardından yıllarca TRT Türk’te görev yapmıştı. Üç yıllık TRT Türk Kudüs temsilciliğinin ardından, son işi en sert çatışmaların yaşandığı Libya olmuştu. Savaşla iç içe geçmişti hayatı, gözü karaydı... En civcivli ortamda, savaşın göbeğinde daha iyi bir görüntü almak için canını ortaya koyardı. Ve buna rağmen işsizdi beş aydır, ta ki pek bilinmedik Amerikan destekli bir Arap kanalı olan el-Hurra’dan iş çıkana kadar... Yine riskli bir işti, ama 16 aylık bir bebeği vardı, evin kirası vardı, eşyaların taksidi vardı... Hiç borcu olmasa da, hatta belki idare edecek biraz birikmişleri olsa da kabul ederdi işi, zira savaş muhabirliği vardı kanında...

Libya’daki iç savaş gibi kanlıydı Suriye’deki de... Daha üçüncü gününde haber alınamaz oldu Cüneyt Ünal’dan... Kötünün kötüsü haberler gelmeye başlamıştı. Japon kadın gazeteci Mika Yamamoto’nun ölümüyle birlikte kabus başladı. Bir gazetecinin de kayıp olduğu haberini, ikinci bir kayıp vakası izledi... Biri Cüneyt, diğeri birlikte aynı kanal için çalışan Filistinli iş arkadaşı Başar Fehmi Kaddumi’ydi.
Suriyeli annelerin acısını şimdi çok daha iyi anlıyorum
Ne yazık ki Başar’dan hiçbir haber alınamadı bugüne kadar... Cüneyt’le ilgili ilk haber bir hafta sonra çıktı. Bir video görüntüsüydü bu ve bayağı hırpalanmış bir haldeydi Cüneyt! Üstelik görüntü “AK Parti Hükümeti’nin silahlı gruplarla gönderdiği Türk terörist” tanımlamasıyla veriliyordu...

Sahra’nın ağzından baba lafı düşmedi...

Eşi kötü haberi aldığında bile mutlu oldu bir parça, yaşıyordu en azından! Ardından iki ay tek bir haber gelmedi. Bu cehennem azabı bayramın üçüncü gününe kadar sürdü. Yaşıyordu Cüneyt! İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından bir fotoğraf ulaştırıldı eşi Nuran’a... Video görüntüsündeki darp izleri yoktu bu kez, daha iyiydi, biraz zayıflamıştı hepsi o... Ama en önemlisi Cüneyt’in yüzündeki o ölüm korkusu yoktu. Nuran’ın deyimiyle, “Cüneyt, Cüneyt gibiydi!”

Bu haberi alır almaz çaldık kapısını Nuran Ünal’ın... Kızı Sahra ile karşıladı bizi... Artık 18 aylıktı Sahra, adını babası vermişti Arap ellerindeki anılarından yadigâr. Sanki sebebi ziyaretimizi anlamış gibi biz sohbet ederken ağzından heceleye heceleye söylediği ‘Baba’ lafı düşmedi... Bir ara baktık annesinin cüzdanından babasının fotoğrafını bulmuş, öpüyor. Bize gösterip, “Baba” demesiyle başladık hep birlikte ağlamaya...
Suriyeli annelerin acısını şimdi çok daha iyi anlıyorum
Nuran iki aylık azaptan sonra yine umutlu... Yine uyumamıştı, ağzına yemek sürmediğinden bir deri bir kemikti, ama gözünde kaybolan ışık yeniden canlanır gibiydi. Ben bir ara paradan puldan, geçim derdinden söz etmeye kalkıştım, uzattırmadı hiç! “Onları boşverin. Dert bile etmiyorum. Ben sadece kocamın derdindeyim... Yeter ki Cüneyt sağ salim evine dönsün!”

Umut var, hem de biraz daha fazla şimdi... Her ne kadar kırgınsa da hem Dışişleri’nin yeterince ilgilenmemesine hem de el-Hurra’nın vurdumduymazlığına, aldığı haberler yine de iyi... Artık Cüneyt’in tutukluluk halinden Beşar Esad’ın bile haberi var. Esad ile görüşen CHP Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz meseleyi gündeme getirmiş, Esad da ilgileneceğine söz vermiş. Milletvekili işin peşini bırakmayacak. Ve en önemlisi Cüneyt’in gazeteci arkadaşları işin peşinde... Büyük bir umutla 11 Kasım’ı bekliyorlar. Milletvekili o gün ABD’den dönecek ve ilk iş bir gazeteci heyetiyle Şam’a gidip Cüneyt’i alacaklar...

- En baştan başlayalım mı konuşmaya? Merak ettim siz yeni mi evlendiniz? Eviniz çok güzel, eşyalar yeni, sanki yeni gelin evi gibi...

Öyle sayılır... 3 yıldır evliyiz. Ama daha önce Kudüs’teydik. Cüneyt orada çalışıyordu. TRT Türk’ün Kudüs temsilcisiydi. Evlenir evlenmez ben de oraya gittim. 1.5 sene kadar kaldım. Sahra’ya orada hamile kaldım. Sonra Kudüs’ten Türkiye’ye birlikte döndük. O hemen TRT Türk’ün temsilcisi olarak Libya’ya geçti. Ben de İzmir’e ailemin yanına gittim. Sahra orada doğdu. Biz bu eve taşınalı da 8-9 ay oldu.

- Libya’da ne kadar kaldı Cüneyt?

Bir aydan biraz fazla... Doğum yaptığımdan bile haberi olmadı. Çünkü orada da savaş ortamı vardı, telefonlar çekmiyordu. Kaddafi’nin devrildiği günlerdi. Hatta son ödülünü oradaki görüntülerden ötürü aldı. Haber Kameramanları Derneği, Jüri Özel Ödülü’nü ona verdi. O ödülü kızımıza ithaf etmişti. Sahra’nın ismi de Libya’dan, Sahra Çölü’nden geliyor zaten.

- Demek ki Libya güzel anılar da bırakmış üzerinde...

Öyle... Güzel anıları da var tabii. Ama montajı yapılmamış görüntüleri izleyince çok kızmıştım. “Daha yeni çocuğun olmuş, nasıl olur da kendini böyle çatışmanın ortasına atarsın” diye... Bombalar patlıyor, arkadaşları kaçıyor... Ona da sesleniyorlar, “Cüneyt koş” diye... O hâlâ çekime devam ediyor. Sesler uzaklaşıyor. O hâlâ orada çekim yapıyor...

- Kudüs’ten önce neredeydi?

CNN Türk’deydi. Orada da 9 yıl çalışmıştı. Haber kameramanıydı. Sıcak haber neredeyse o da oradaydı. 17 yıllık kameraman. Tecrübeli.

- Peki Suriye’ye ne zaman gitti?

Nisan ayından beri işsizdi. TRT Türk’te sözleşmeli çalışıyordu. Sözleşmesi bittiği için iş arıyordu.

- Ne yazık... Bu kadar tecrübeli ve işsiz...

Maalesef. TRT Türk’ten, “Sözleşmesi yenilenecek” denildi. Ama o süreç uzadı. Cüneyt de işsiz kaldı. 5 aydır çalışmıyordu... Sürekli arkadaşlarını arıyordu, “İş yok mu?” diye... Morali çok bozuktu. Bayağı zor bir dönem geçiriyorduk. Çünkü Kudüs’ten yeni geldiğimizde hiçbir eşyamız yoktu. Orada mobilyalı bir evde, kirada oturuyorduk. Bavulumuzu aldık, çıktık geldik. Elimizdeki tüm birikimle de ev eşyası aldık.

- Ev kira mı?

Evet. 700 lira kira veriyoruz.

- Tabii kirayla da bitmiyordur...

Doğru. Elektriği var, suyu var, telefonu var, doğalgazı var, yemesi içmesi var. Çocuğun masrafı var... O yüzden çalışması gerekiyordu.

- Sizin mesleğiniz ne?

Ben finans sektöründe çalışıyordum. Ama evlenince işi bıraktım, Sahra doğunca da dönmedim. Çok küçükken onu bırakmak istemedim...

- Peki Suriye işi nasıl çıktı? Cüneyt çok sevinmiştir herhalde. Zor bir işe gidiyor olsa bile...

Çok sevindi tabii... Mesleği onun. Zorluklarını biliyor. Bir de çok zor bir dönemden geçtiğimiz için bize ilaç gibi geldi böyle bir iş teklifi. Arife gününden bir gün önceydi. Ev sahibimizi iftara çağırmıştık. Sofradaydık, telefonla aradılar. Ertesi gün apar topar gitti. Ben el-Hurra’nın ismini bile bilmiyordum. Cüneyt de bilmiyordu. Hatta sorduğumda, “Vallahi bir Arap kanalı. Bilmiyorum tam ismini” dedi. Ben de yeni öğrendim. Amerikalıların finanse ettiği bir Arap kanalıymış. Amerika’dan yayın yapıyormuş.

- Ona bu işi bulan arkadaşı kim?

Bilmiyorum. Sadece orada birlikte görev yapacağı muhabir arkadaşının telefonunu istedim. Başar’ın telefonunu verdi. Giderken, “Kendine çok dikkat et. Hiçbir haber hayatından önemli değil” dedim. Çünkü biliyorum nasıl bir ortam olduğunu. Gittikten sonra sürekli mesaj halindeydik. “Havaalanındayım, Kilis’e geçiyoruz, tekrar otele geldik” gibi... Bir gece, Suriye’ye geçiş yapacağını söyledi. Oysa daha önce bana, “Sınırdaki bayram havasını çekmeğe gidiyoruz. Sadece güvenli bölgelere giriş yapacağız” demişti.

- Tabii siz bu arada Suriye’deki haberleri de izliyorsunuz, yüreğinize inmiştir...

Öyle... Her gün birilerinin ölüm haberleri geliyordu. Korku zaten baştan beri vardı... Suriye’ye geçti, aradı, “Çok yorgunum, bir gece burada kalacağız. Telefonum çekmeyebilir. Haberin olsun” dedi. Gerçekten telefon çekmiyordu. Ertesi gün aradı, “Ben döndüm, oteldeyim” dedi. Bir sonraki gün, yani olayın olduğu gün, sabah 9.30 gibi mesaj atmış bana. “Aşkım günaydın, biz Suriye’ye geçiyoruz. Dönüşte yine haber veririm” diye... Ben o mesajı bir saat kadar sonra gördüm. Üstünden yarım saat geçti geçmedi eve bir demet çiçek geldi. “Bayramı ayrı geçiriyoruz” diye Cüneyt göndermiş... Çiçeği aldıktan sonra aradım ama telefonu kapalıydı. Yine herhalde telefonunun çekmediği bir yerdeler diye düşündüm. Akşam 6 gibi yine aradım. Yine kapalı telefonu. Geç saatlerde yine aradım yine öyle... O gece öyle geçti. Meğer o gün akşam 6’da bir çatışma olmuş, benim haberim yoktu. Sürekli Sahra ile ilgilendiğim için ne televizyona bakıyordum ne de internete... Ertesi gün sabah tek tek arkadaşları aramaya başladılar. Kimi bayramımı tebrik ediyordu, kimi “Nasılsın, evde yalnız mısın, kızla mısın?” diye soruyordu. İyice endişelenmeye başladım, “Ya ne oluyor? Bana biriniz bir şey söyleyin artık” dedim. Kimse bir şey demedi. Sonra gazeteci arkadaşı Elif aradı, “Korkulacak bir şey yok. Sadece şöyle bir durum var; bir Japon kadın gazeteci öldürüldü. Bir gazetecinin de kayıp olduğu haberi var. Ama onun Cüneyt olup olmadığını bilmiyoruz. Biliyorsun biz gazeteciler 6 saat içinde arkadaşımızdan haber alamazsak endişeleniyoruz” dedi.

- Ne hissettiniz o anda?

Telefonu kapatır kapatmaz internete baktım. İlk gördüğüm şey, Japon kadın gazetecinin Suriye’de öldürüldüğü haberiydi. Altında da bir Türk gazetecinin kayıp olduğu haberi vardı. Ama isim yoktu. İki dakika sonra Cüneyt’in adı yayınlandı, 5 dakika sonra Cüneyt’in arkadaşları geldi. İlk iş interneti kapattırdılar. Çünkü o sırada ölüm haberi yayınlanıyormuş...

- Ne hissettiniz o anda?

Bana “yyavaş yavaş yaşadığına dair bilgiler tükeniyor” demeye başladıklarında, “Hayır gelecek. Cüneyt bizi bırakmayacak” dedim. Bir türlü konduramıyordum. Daha sonra akşam bir yetkili geldi.

- Nereden?

Dışişleri Bakanlığı’ndan. Takım elbiseli bir adam. Elinde telefonla konuşuyordu. İçeriye girer girmez, “Başınız sağolsun kardeşim” dedi. Ben bayılmışım. Meğer adamcağınızın dili sürçmüş.

- Nasıl?

Gerçekten öyle... Çok üzüldü. Binlerce kez özür diledi. “Ben ne yaptım, yanlış söyledim” dedi. Ben o günü hâlâ doğru düzgün hatırlamıyorum.

- Sonra da inanamaz ki insan yaşadığına...

Ama şöyle de bir şey var; şimdi Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü olan Osman Sert ile Cüneyt TRT Türk’ten arkadaşlar... Kudüs’te de, CNN’de de birlikte çalıştılar. Onu aradım, “Ne oluyor?” dedim. Bana söylediği şuydu; “Cüneyt kayıp. Eğer ölmüş olsaydı, nasıl ki Japon gazetecinin cesedi geldi, onun da gelirdi. Şu anda net bir şey yok. Hiç kimsenin sözüne bakma. Ölüm haberini de ben vereceğim, sağ olduğu haberini de” dedi. En sonunda yaşadığı haberini verdi. Aynı gün askerlerin elinde tutuklu olduğu haberi geldi. Bir hafta sonra da Cüneyt’in Suriye devlet televizyonlarında video görüntüleri yayınlandı... Artık orada olduğu resmen belliydi. Yoksa o görüntüleri görene kadar bir türlü ikna olamıyordum.

- O görüntüleri nerede izlediniz?

Gece saat 1.30 gibi yine arkadaşı Elif aradı. “Sana iki haberim var. Biri iyi, biri kötü. Birincisi Cüneyt’in görüntüleri yayınlandı, Cüneyt yaşıyor. İkincisi, biraz darp edilmiş” dedi. Hemen interneti açtım. Cüneyt’in yaşadığını gördüm, sevindim. Suratındaki morlukları gördüm, üzüldüm. Alttaki yazıda “AKP Hükümetinin Suriye’ye göndermiş olduğu Türk teröristin itirafı” yazıyordu. Bunu görünce beynimden vurulmuşa döndüm. “Nasıl olabilir?” diyordum. Ne sevinebildim ne üzülebildim. Sadece bakakaldım görüntülere. O görüntüleri defalarca izledim. Cüneyt’in korktuğunu görüyordum.

Ben sadece kocamın derdindeyim

- Ne diyor orada Cüneyt?


Sürekli silahlı gruplardan bahsediyor. Silahlı gruplarla geldim, silahlı gruplarla şuraya gittim, silahlı gruplarla buraya girdim diyor... Yani oraya nasıl girdiğini anlatıyor. Birkaç örgüt ismi veriyor. O örgütlerin isimlerini bile doğru düzgün telaffuz edemiyor. Çünkü belli ki bir metin hazırlanmış ve eline verilmiş... Bakışları, hani bir ezberinizi düşünürsünüz havaya bakarsınız ya aynen öyle bir hatırlama çabası içinde. Zaten oradaki görüntünün tamamen düzmece olduğu açık ve net. Çünkü Cüneyt oraya yalnız gitmiyor. Başar, öldürülen Japon gazeteci, onun eşi ve bir de şoförle gidiyor. Bunların hepsi aynı araçta... Görüntüleri de var biliyorsunuz, yayınlandı. Ama çekimi yapan Cüneyt olduğu için, o görüntülerin içinde yok. Yani Cüneyt’in o Suriye televizyonlarında yayınlanan videoda bahsettiği gibi Suriye’ye girerken yanında silahlı kişiler yok. Bu çok planlanmış bir şey. Cüneyt’i terörist gibi göstermek kolay. Çünkü o kamera arkasında.

- Niye böyle bir şey yapsınlar?

Açıkçası niye yaptıklarını bilmiyorum. Ama onların düşüncesi herhalde oraya giden herkes, hele ki bir de Türkiye’den gidiyorsa teröristtir... Orada iki grup savaş halindeler. Gazeteciler tarafsız ve yansızdır. Ama bir yerden bir yere geçerken de bir grupla hareket etmek zorundalar. Bu hep böyle olur. Muhaliflerle hareket etti, onların bölgesinden girdi diye muhalif diye lanse ediliyor Cüneyt. Böyle bir şey yok. O zaman diğer taraftan girdiği zaman ne olacak? Suriye Ordusu’nun adamı mı olacak? Ama onlar bu şekilde görüyor. Muhaliflerin bulunduğu yerde kim varsa hepsini terörist olarak görüp gösteriyorlar. Cüneyt Libya’da da bulundu. Orada da aynı şekilde yine muhaliflerle Kaddafi taraftarları vardı. Niçin orada böyle bir şey olmadı da burada böyle bir şey oluyor? Suriye’de 30’un üzerinde gazeteci öldürüldü ne yazık ki. Dünyada en çok gazetecinin öldürüldüğü ülke Suriye. En tehlikeli ülke şu anda. Oradaki savaşı dış dünyaya iletmemeleri için böyle yapıyorlar herhalde.

- Cüneyt için tümüyle tarafsız diyebilir misiniz?

Kesinlikle... Cüneyt sadece oy kullanmaya giden bir adam. Siyasi olarak hiçbir bağlantısı yok. Cüneyt’in geçmişini araştırdığınızda sadece aldığı görüntüleri ve ödüllerini görürsünüz. Cüneyt sadece gazeteci ve sadece ekmek parasını çıkartmak için Suriye’ye gitti. Onun ideolojik hiçbir düşüncesi yok. Orada kesinlikle tarafsız olarak haber yapmak için bulunuyordu.

- Peki ondan sonrası?

Ondan sonrası yok. 27 Ağustos’tan bu yana sürekli olarak gazeteci arkadaşlarından, sağdan soldan bilgi almaya çalışıyorduk.

- Dışişleri Bakanlığı’ndan peki?

Dışişleri Bakanlığı sonra bize hiçbir bilgi vermedi. Bize hep söylenen, “Bu aşamada size verebileceğimiz hiçbir bilgi yok. Size sadece geleceği günü haber verebiliriz, bekleyin.” Mutlaka onlar da Cüneyt ve Başar’ı kurtarmak için çalışıyordur ama bize söylenen bir şey yok.

- Peki bu son görüntüler? Burada kimin katkısı var?

Bu görüntüler İHH İnsani Yardım Vakfı aracılığıyla geldi bize. Zaten bir hafta öncesinden bizi arayıp “Onlar için birtakım girişimlerde bulunuyoruz” dediler. Bekliyordum açıkçası. Allah’a çok şükür gayet sağlıklı gözüküyor.

- Fotoğrafı kim çekmiş?

Çok detay bilmiyorum... Benim bildiğim bu fotoğrafın hükümet yanlısı birileri tarafından çekilip bağlantılar aracılığıyla İHH’ya ulaştırıldığı. Ondan bir haber gelsin de kim getirirse getirsin... Bakın, Cüneyt hiçbir olaya karışmayan, sadece işini yapan bir gazeteci. Kesinlikle politik değil. Sadece gazeteci. Kurtarılması için yapılan eyleme bile sadece gazeteciler katıldı... Hiçbir siyasi kadro yok arkasında. Bir örgüt yok.

- Beşar Esad’a nasıl bir mesaj verirsiniz?

Oradaki savaştan gerçekten ben de çok üzüntü duyuyorum. Sonuçta her iki taraftan da insanlar ölüyor. Yayınlanan videolara bakıyorum, vicdanı olan bir insanın kaldıramayacağı görüntüler var. Her iki taraftan da... “İnsan nasıl böyle bir şey yapabilir?” diyorsunuz, inanamıyorsunuz. Ben de anneyim, evladım var, eşimin hayatta olduğunu bildiğim halde ne haldeyim, oradaki annelerinin çektiği acıyı düşünemiyorum bile... Ama nasıl acı çektiklerini şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum... İnşallah en kısa zamanda bu savaş biter de anneler ve çocuklar kurtulur. Sonuçta hepimiz Müslümanız. Neyin savaşı bu?

- El Hurra’dan aradılar mı sizi?

Yok. Aramadılar...

- Onlarla da mı sözleşmeli çalışıyor?

Bilmiyorum. Diyorum ya çok anlık oldu her şey.

- Peki maddi olarak destek oluyorlar mı yokluğunda eşinizin?

Bir şey var. Sadece çalıştığı kısım kadar bir para ödendi, o kadar...

- Nasıl geçiniyorsunuz?

Onunla ilgili konuşmak istemiyorum. Ben açıkçası kocamın derdindeyim. Boşverin... O konulara hiç girmeyelim... İlk başta El Hurra’dan bir müdür geldi, geçmiş olsun demek amaçlı. Türkiye’de zaten onlardan bir tek Başar var. 7 yıldan beri çalışıyor onlarla... Sonra ikinci kez yine geldi, durumları hakkında görüştük. Sonuçta onlar da Ürdün üzerinden çalışıyor.

- Peki son görüntüleri izlediğinizde neler hissettiniz?

Telefonda bana görüntülerini göndereceklerini söylediler ama yine nasıl bir kareyle karşılacağım diye endişeliydim. Çünkü en son görüntüler neyse o kalmış beynimde. Mor gözler, bitkin, korku dolu bakışlar... Cüneyt gibi olmayan bir Cüneyt vardı orada. Düne kadar da “Hâlâ şiddete maruz kalıyor mu acaba? Sonuçta terörist olarak lanse edildi, ona göre de davranıyorlardır” diye düşünüyordum. Dün resmini görünce, “Allah’a çok şükür” dedim... Sağlıklı gözüküyor. Sadece biraz zayıflamış. Ama onun dışında bakışları bile düzelmiş. İyi gördüm onu. Bu da beni bayağı bir rahatlattı. Çünkü 27 Ağustos’tan bu yana ilk kez bilgi aldım ondan. En son telefonda konuştuğumuzda yanımda “Baba, baba” diyordu Sahra. Cüneyt dedi ki, “Nuran bu kelimeyi beynimden silmeyeceğim.” En son konuşmamız öyle oldu. Aklımda hep o var. Kesin beyninden çıkmıyordur Sahra’nın en son “baba” deyişi...

- Bu arada hayatınız nasıl değişti?

Geceleri bakıyorum gökyüzüne, “Ben böyle görüyorum ayı, yıldızları ama acaba Cüneyt görebiliyor mu?” diyorum. Nasıl bir ortamda acaba? Ben yemek yiyebiliyorum, o yiyebiliyor mu? Ben uyuyabiliyorum, acaba o uyuyabiliyor mu? Hep aklıma bunlar geliyor...

- Pek uyuyabiliyor gibi bir haliniz yok ama...

O gittiğinden beri geceleri uyuyamıyorum. Sabah 5’e, 6’ya kadar ayaktayım. İlk kez dün akşam koca bir tabak makarna yedim. Fotoğrafları görünce o kadar rahatladım... Sonra biliyorsunuz, Refik Bey, Aydınlık Gazetesi’nden bir gazetecinin de aralarında olduğu bir grup götürmüştü Beşar Esad’a... O görüşme Aydınlık’ta yayınlandı. Refik Bey, Beşar Esad’a, “Türk halkına bu kadar övgüler yağdırıyorsunuz, bu kadar güzel sözler söylüyorsunuz, bir jest yapmak ister misiniz peki?” demiş. Beşar Esad, “Ne gibi?” diye sorunca, Cüneyt ve Başar’ı söylemiş. “İki gazeteci ülkenizde tutuklu bulunuyor, bu konuda bir şeyler yapamaz mısınız?” demiş. Beşar Esad böyle bir şeyden haberi olmadığını ama ilgileneceğini söylemiş. Refik Bey daha sonra bir araştırma yapıyor, Cüneyt ve Başar’ın orada olduğuna dair bilgiler ediniyor. Bize, “Yüzde 70 ihtimal getireceğim onları” dedi. Bir heyet hazırlandı, gidecekti Suriye’ye... Ama Beyrut’tan sonra uçak olmadığı için kaldı. Refik Bey sonra Amerika’ya gitti, seçimler için.11 Kasım’da dönecek. Onu bekliyoruz... Bekleyeceğiz mecbur.

DİĞER YENİ YAZILAR