Aslantepe’de seyirci rekoru AK Parti’nin!..

Haberin Devamı

Bir buçuk yıl önce stadın açılışında hoş olmayan bir sürprizle karşılaşmış, bir grup taraftarın protestosuna maruz kalmıştı Başbakan Erdoğan... Aynı statta bu kez, AK Parti hiçbir maçta kırılamayacak bir rekora imza attı. Sahanın içi de, merdiven araları da hınca hınç doluydu. Görevlilerin hesabına göre en az 80 bin kişi vardı Aslantepe’de... Kimini ‘içgüdüleri’ getirmiş buraya, kimini inancı... Hepsinin ortak noktası ise Başbakan’a olan sevgileriydi. Erdoğan olmasa, böyle bir izdiham asla olmazdı...

Hafta başından beri davetiyemi bekliyorum, gelmiyor! Sonunda dayanamadım aradım AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’yu... Yapmam böyle şeyler, ama mecburdum, zira kafaya koymuştum AK Parti’nin 4. Olağan İstanbul İl Kongresi’ne katılmayı... Bu Türkiye’de bir ilk; koskoca statta yapılacak bir siyasi parti il kongresi... İki kişiden birinin oyunu aldığını göstermek istiyor belli ki AK Partili yetkililer... Tabii bir de bu stadın açılış töreninde yaşanmış tatsız bir olay var, onu unutmak istiyorlar! Her ne kadar “Biz ne gövde gösterisi yapmak peşindeyiz ne de rövanş almak niyetindeyiz” deseler de her kim olsa yapar! Az buz değil 52 bin kişilik stadı dolduracaklar! Ve davetiye ortada yok, günlerden cumartesi olmasına rağmen!

Hemen açtı telefonumu Aziz Babuşçu’nun basın danışmanı... Ben biraz kırgın bir sesle, “Beni unuttunuz galiba Hüseyin Bey” diye girdim söze... Kısa bir sessizlik, adamcağız neyi unuttuğunu düşünüyor besbelli! “Kongreye davetiye gelmedi adıma” diye devam ettim. Yine bir sessizlik, “Kusura bakmayın basından çok az insan çağırdık. Onlar da genel yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri ve bazı yazarlar...” İşte bu sefer cidden kırıldım! Daha birkaç ay önce iki gün tam sayfa yayınlanan bir röportaj yapmıştım il başkanıyla, İstanbul hedefleri üzerine...

“Ne cimriymiş bu Galatasaraylılar!..”

Baktım iş işten geçmiş, son kez şansımı yokladım, “Davetiyesiz gelsem girebilir miyim?” Cevap; “Yok olmaz! Ben sizin isminizi kapıya bildiririm. Sorun çıkmaz” dedi Hüseyin Bey... Yine unutulurum diye korktum ve genel yayın yönetmenimizin davetiyesini almayı ihmal etmedim. İyi ki de almışım!.. Çünkü yine unutulmuşum! Daha doğrusu hatırlandığım noktaya kadar varmam aksi halde mümkün değildi. Davetsiz bir misafir olursanız başınıza her şey gelir! Bu korkuyla iki saat önceden taksiye atladım ne olur ne olmaz diye... Yine iyi ki öyle yapmışım, çünkü Aslantepe civarı ana baba günüydü! İstanbul sanki stada akıyordu. Yüzlerce otobüs vardı stat çevresinde... Bir de insan seli ki dört bir koldan... Organizasyon sağlam tutulmuştu, izdiham yaşanmıyordu. Stada giriş sorunsuzdu, polis noktasını geçtim. X-Ray ve aramadan da... Tedbirliyim ya, önce bir tuvalete gireyim dedim. Girdim, ilk iş elime sabunu aldım, suyun altına tuttum. Öyle bekledim! Su yok! Öyle duruyorum elimde sabunla! Zaten ışıklar da yanmıyor. Genç bir kız söylenmeye başladı sinirle, “Ne cimriymiş bu Galatasaraylılar, koca stat yapmışlar, ama tuvalette ışık yok, su yok!” Terslik işte... Bir şişe su aldım, meseleyi çözdüm.

Şimdi mesele protokol tribününü bulmaktı. Hemen ampul yandı kafamda, “Ara bir meslektaşını!” Çantamda cep telefonumu aramaya başladım. Genelde zor bulurum, ama yok! Panik atak başlıyor sanki! Daha bir ay önce kredi kartıyla aldığım i-Phone yok! Derin nefes aldım önce, yoksa saçmalayabilirim! Hemen tuvalete koştum belki orada bırakmışımdır diye... Yok! Stres yine zirve yapıyor! Üç derin nefes!.. Koştur koştur polis noktası... “Telefonum burada kalmış olabilir mi?” dedim. Mutlu son; x-Ray cihazında düşmüş. Kısa bir check etme durumu, numaramı söyledim, aradılar, telefona kavuştum. Bin bir teşekkür ettim polislere...

Şimdi üç bilinmeyenli denklem çözme vakti... Protokol tribünü nerede? Kimse bilmiyor! Elimde protokol davetiyesi, bir o kapı bir bu kapı dolanıp duruyorum; benim gibi ne yapacağını bilmez birçok kişiyle... Vakit kaybetmemek gerek, bir yandan kapı arıyor bir yandan ayak üstü röportaj yapıyorum. Boylu poslu, bir beyefendi ilk muhatabım. “Sizi buraya getiren nedir?” diye soruyorum. Vallahi şiir gibi cevap geliyor Ömer Yararbaş’dan; “Sadece içgüdülerim ve yüreğim beni buraya sürükledi!” Böyle cevaba ikinci soru ne olur ki? Zaman kazanma sorusu oluyor; “Ne işle meşgulsünüz?” Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken birlikte çalışmışlar. Daha öncesinde Refah Partisi’nde de öyle. Peki şimdi? Bu cevap da ilginç, “Şimdi sivilim, işadamıyım!” Anlaşılan o ki, partide çalışırken kendini nefer görenlerden, dava adamı! Bir sorum daha var, “İstanbul için yüzde 55 hedefi kondu. Bu hedefe ulaşabilecekler mi?” Gayet emin; “Eğer Başbakan bu hedefi koyduysa ulaşılır. O asla afaki hedefler koymaz. Hesabını kitabını mutlaka yapmıştır.”

Ömer Bey ile birlikte kapıyı buluyoruz. Tam kapının önünde bir anda tanıdık bir simayla yüz yüze kalıyorum; Fatih Terim! Jilet gibi siyah bir takım elbise, bembeyaz bir gömlek, iki dirhem bir çekirdek! “Biraz önce sohbet ettiğim beyefendi ‘Beni buraya içgüdülerim getirdi’ dedi. Sizi buraya getiren nedir Fatih Bey?” diyorum. Gülerek başlıyor söze, “Sayın Başbakan’a ‘Hoş geldin’ demek istiyoruz. Onun için buradayız. Biliyorsunuz bu stat Galatasaray’ın!..” Hafif bir gurur, anlaşılan şampiyonluk vesilesiyle ve biraz da Allah vergisi kendi havası... İyi öyleyse, şimdi bir gol atma zamanı!

“Stat Galatasaray’ın ya, o zaman maruzatımı belirteyim; tuvalette ışık da yoktu, su da... AK Partili bir genç hanım, ‘Meğer bu Galatasaraylılar ne cimriymiş. Koskoca statları var, elektrik yok!’ diye söylendi biraz önce!” diyorum. Taktik değişti, az önceki hava da öyle! En azından bir Fenerli olarak ben kendimi çok daha iyi hissediyorum: “Böyle ayakta mı söyleşi yapacağız?” diyor, yoluna devam ediyor. Ben de üstelemiyorum.

Statta coşku artıyor. Önce hece hece, “Re-ceep Tay-yippp Er-doğannn” sonra daha hızlı... Birkaç kez, davullar eşliğinde... Bakıyorum ki coşku yüksek, “Ne gerek var protokole, gideyim milletin arasına...” deyip dalıyorum tribünlerden birine... Sadece koltuklar değil, merdiven araları da hınca hınç dolu... Bir stat görevlisi, “En az 80 bin kişi vardır bu statta” diyor. Maçlarda da görev yapıyormuş, arkadaşı da öyle... Ona göre en az 85 bin kişi en az... Hesap doğru gibi, zira hem sahanın içi dolu hem de tüm merdiven boşlukları... Stada giremeyenler de cabası...

Hemen başlıyorum muhabbete... 46 yaşındaki Ahmet Yurdunkulu Bayburt’tan gelmiş... Sorum aynı, “Niçin geldiniz?” Ahmet Bey, “Bizi buraya getiren inanç” diye başlıyor söze coşkuyla ve devam ediyor; “Vatan sevgisi ve Başbakan sevgisi bizi buraya getirdi!” Yanındaki 52 yaşında Kastamonulu Enver Kayabalı’na soruyorum bu kez; “İstanbul’da yüzde 55 alabilir mi AK Parti?” Coşku dozu biraz fazla Enver Bey’in; “Sen onun üzerine yüzde 15-20 daha ekle!” diyor. Bakıyor ki ben “Acaba?” dercesine bakıyorum, açıklamak gereği duyuyor, “Türkiye’nin selameti için, istikrar için Başbakan’ın 5-6 yıl daha Türkiye’nin başında olması gerek. Bu millet bunu biliyor, o yüzden yüzde 70 alacaktır.”

Konu dönüp dolaşıp başkanlık sistemine geliyor. “Tabii olsun” diyor Enver Bey. Bizi dinleyenlerden biri söze giriyor; “Başbakan da Bülent Arınç olsun!” Bunun üzerine Enver Bey, “Başbakan Erdoğan’ın yeri kolay kolay dolmaz, ama AK Parti içinde çok düzgün, çok iyi siyasetçiler var. Mesela Ahmet Davutoğlu da başbakan olabilir. Yalnız Başbakan giderse AK Parti dağılabilir, dikkatli olmak lazım! Dayatma olmaması lazım!”

Stattaki pankartlara göz atıyorum. Özellikle CHP’nin belediyeleri aldığı ilçelerle ilgili... Avcılar İlçe Teşkilatı, ‘Biz Hazırız’ diye koskoca pankart asmış. Kartal İlçe Teşkilatı’nınki ise pek manidar; ‘Değerinizi Dünya Biliyor... Kartal 2014’ü bekliyor...”

“Başbakan’ı canlı canlı gördük ya...”

Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin dört bir yanından gelmişler. Mesela Hatay’dan otobüsle 14 saatte gelmiş 52 yaşındaki terzi Ahmet Geran ve 50 yaşındaki pastaneci Abdullah İldiz... Onlar da “Bizi buraya getiren evvela vatan sevgisi, sonra da Başbakan sevgisi” diyor...

Statta coşku dozu iyiden iyiye artıyor. Artık gürültüden sohbet etmek zor! Yine de Bağcılar Gençlik Kolları’ndan üniversiteli Ömer Faruk Taş’la konuşuyorum. “Başbakanımız ‘dindar gençlik’ dedi. Biz bunun ne anlama geldiğinin farkındayız. Bunun için mücadele ediyoruz” diyor. Açıklamaya devam ediyor; “Biz vatanımıza, milletimize sahip çıkmak isteyen bir gençliğiz. Hakk’a hizmetkârlık ettiğimize inanıyoruz, biliyoruz. Tıpkı Başbakanımız gibi... ” Ömer bunun için buradaymış. Bağcılar’dan çok insanla karşılaştım statta... Anladığım kadarıyla en iyi organize olan ilçe teşkilatı onlar...

Statta neredeyse kadın-erkek oranı eşitti. Ama hanımların daha coşkulu olduğunu söyleyebilirim. Pek çok kadınla konuştum. Öncelikle belirtmeliyim ki, hepsi Başbakan’ı çok seviyor. Bağcılar’dan gelmiş iki hanımla sohbet ediyorum. 42 yaşındaki Ergül Çakmaz, stada kongre başlamadan üç saat önce gelmiş yer bulabilmek için, ama ona rağmen bulamamış. Eşi gelememiş, hastanedeki kaynının başındaymış. “Ayıp olmaz mı?” diye soruyorum. “Yok canım” diyor ve o sırada bildik şarkının sözleri yükseliyor statta, o da tekrarlıyor; “Beraber yürüdük biz bu yollarda... Beraber ıslandık yağan yağmurda...” Anlaşıldı, kaynı da eşi de aynı yolda ıslanmış! Yani mesele yok! Kaç çocukları olduğunu merak ediyorum, tam Başbakan’ın dediği gibi üç çocuk... “Ama Kazakistan için hedef büyüdü, beş çocuk!” diyorum şaka yollu... Utanıyor biraz, “Aman aman! Yetiştirmek mesele, bize üç çocuk yeter!” diyor

45 yaşındaki Kevser Korkmaz, çıtayı biraz yüksek tutmuş, onun dört çocuğu var. Şimdiden torun sahibi... “Biz Başbakan’ı dinledik, üç çocuk yaptık, bir de üstüne fazladan oldu. Bizim için beş çok fazla” diyor.

Peki ikisinin gelme sebebi neymiş? Kevser Hanım veriyor cevabı; “Canlı canlı Başbakan’ı görmek için!.. ” Kocasından izin bile almamış gelmek için, “Söz konusu Başbakan ise gerisi teferruat!”

Bu kongrenin ortaya koyduğu bir gerçek var, AK Parti demek Erdoğan demek... Bu stattaki herkes Erdoğan için gelmiş öncelikle, sonra dava, sonra parti geliyor!

DİĞER YENİ YAZILAR