'Türkiye'deki yeni fay hattı beyaz Türkler'le...'

Haberin Devamı

Siyaset Bilimci Prof. Deniz Ülke Arıboğan ropörtajımızın üçüncü bölümü...

Toplumun karar alma mekanizmasından dışlanan kesimler gidişattan rahatsızlık duyuyor. Seçim sonuçlarından, referandum sonuçlarından, toplumun görünür noktalarındaki kişilerin kılığından, kıyafetinden, bıyığından rahatsızlık duyuyorlar. Toplumun göz önüne çıkan kimliklerinin, bürokratlarının, siyasi kimliklerinin tek tipleşmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Kendilerini bu yeni siyasi kurguda bir yerlere yerleştiremiyor, aidiyet hissedemiyorlar...

* Başbakan “Mahalle baskısı yok” diyor. Katılıyor musunuz?

Bence mahalle baskısı var, hep oldu. Başbakanımız kavramların içeriğini farklı yorumluyor ve kanımca mahalle baskısı kavramını kullanırken aslında devlet baskısını kastediyor. Son dönemde Şerif Mardin hocanın mahalle baskısı kavramını farklı bir formatta ortaya koyması ile kavram, AK Parti iktidarı ile özdeşleşen ve din baskısı olarak nitelendirilen bir şey haline geldi. Halbuki konu sosyolojik bir mevzu, siyasi değil. Eğer mahalle baskısı AK Parti iktidarının liderliğinde gelişmiş bir şey olsaydı ve sadece onlarla özdeşleşseydi adı devlet baskısı olurdu. Bu başka bir şey; var mıdır, yok mudur tartışılabilir.

Mahalle baskısı içinde yaşadığımız sosyal ortamların, kapalı çevrelerin insan üzerinde yarattığı sınırlayıcı etkidir. Sosyal ortamların kendi gelenekleri, düzenleri ve belirleyici eğilimleri vardır. Böyle bir durumdan Başbakan sorumlu olmadığı gibi, cevap verme gereksinimi de yoktur aslında. Yapılması gereken, böyle etkilere karşı vatandaşın hak ve özgürlüklerini koruyacak hukuki sistemleri geliştirmek, farklı olmayı tercih edenlerin güvenliklerini sağlamak ve topluma doğru mesajları verebilmektir.

* Peki Tophane’de olanı nasıl açıklamak gerekiyor?

Bizler Batı dünyasının birkaç yüzyıla sığdırdığı dönüşümü çok kısa süre içinde gerçekleştiriyoruz. Köyden kente, gelenekselden moderne, tarımdan sanayiye geçiş aynı anda, aynı coğrafyada şekilleniyor. Moderni bırakın modern sonrasına, sanayiyi bırakın sanayi sonrasına sıçramış insanlarımız var. Yani Türkiye halkı şu sıralar farklı toplumsal tarihleri, uygarlık biçimlerini bir arada yaşıyor. Aynı mekansal dünyada, farklı dünyalar yaşanmaya başlayınca gerilim doğması da kaçınılmaz hale geliyor. Kaldı ki klasik anlamda mahalle dediğimiz şey, köyle kentin arasındaki bir uzantıdır. Köyden gelen ve kendi kültürünü şehre taşıyan insanlar yine kapalı bir çevre içinde yaşayarak kendi güvenliklerini, psikolojik rahatlıklarını sağlarlar. Mahalle kapalı bir çevredir. Örneğin, “mahallenin namusu” diye bir kavram vardır. Mahallenin büyükleri, gençleri, değerleri vardır. Modernitenin yalnız bıraktığı birey, buralarda bir şeylerin parçasıdır. Ve kentleşme süreci içinde ara geçiş noktasıdır mahalle. Belki de bir eklem noktasıdır. Bu anlamda, o kapalı çevrelerin insan üzerinde baskı yapmadığını ya da belli kuralları empoze etmediğini söylemek doğru değildir. Bu son iktidar dönemiyle ilintili bir şey de değil. Bu anlamda, o kapalı çevrelerin insan üzerinde baskı yapmadığını ya da belli kuralları empoze etmediğini söylemek doğru değildir. Bu son iktidar dönemiyle ilintili bir şey de değil. Yani eminim Sayın Başbakan da mahallenin bir kızını korumak için belki günün birinde birine kızmıştır. Mahallenin erkekleri olarak gidip de “Biraz akıllı olun” demişlerdir.

* Yazar Kadri Gürsel, “AKP iktidarı Tophane saldırısını yapanların, ‘sokakta içki içildiği’ gibi İslamcıların bilinçaltında ‘hafifletici neden’ teşkil edebilecek bir saldırı gerekçesi ileri sürmelerine asla müsamaha göstermemeli ve faillere gereken cezanın verilmesini sağlamalıdır” diyor. Ne diyorsunuz?

Bir kere bu olay istismara açık bir olay. Olayın özünden bağımsız olarak sonrasında ne şekilde geliştirildiği çok önemli. Çünkü bir gerçekler var, bir de üretilmiş gerçeklikler var.

* Üretilmiş gerçeklikler?

Gerçeklikler ideolojilere hizmet eder. Bazen iktisadi, siyasi araç olarak kullanılabilirler. O yüzden gerçeklerden çok gerçeklikleri de tartışalım. Çünkü ortaya çıkan şey bir imaj da yaratıyor. Örneğin Başbakan’ın mahalle baskısını iktidarla özdeşleştirmesi ve “Mahalle baskısı yoktur” diye cevap vermesi, aslında bu yaratılan imajdan ne kadar rahatsız olduğunu da gösteriyor. Elbette güvenlik güçleri bunları araştırmalı ve gereken cezaları vermeli. Bunun arkasında neler olduğunu bulmalıyız. Ben bu noktada önümüzdeki dönemde yeni bir sosyal gerilimle karşılaşacağımızı düşünüyorum. Türkiye’deki yeni fay hattı kanımca kimilerinin Beyaz Türkler diye tanımladığı sosyo-kültürel grupla, diğerleri arasında çizilecek.

* Diğerlerini nasıl adlandıracağız peki? Siyah Türkler, Zenci Türkler ya da Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle Ak Türkler diye mi?

Diğerlerine bir ad koyamadım henüz. Siyah Türkler gibi bir şey diyemiyeceğim. Beyaz Türk kavramı yaklaşık 20 yıldır gündemde. Sanırım ilk Ufuk Güldemir kullanmıştı. Serdar Turgut da Öteki Türkiye kavramını geliştirmişti. “Ötekinin ötekisi” demek daha doğru belki. Bu konuda derin bir sosyolojik analiz gerekiyor.

* “Hayır” oyu veren yüzde 42’nin tümü Beyaz Türk değil tabii?

Tabii ki değil. Aslında Beyaz Türk kategorisinde kabul edilenlerin bir çoğu da “Evet” oyu verdi değişikliğe. Önümüzdeki dönemde bütün bu non-etnik kavramlar, kategoriler arasında bir gerilim olacak gibi görünüyor. Etnik problemler ortadan kalkarsa yeni potansiyel çatışma belki bu noktada şekillenir.

* Yani sağ-sol çatışması bitti, laik-dindar çatışması yumuşadı, Türk-Kürt çatışması da bitebilir... Yeni çatışma Beyaz Türkler’le öteki Türkler arasında yaşanacak?

Evet. Aslına bakarsanız temelde hemen hepsi aynı paketin içine toplanıyor. Şablon da benziyor. Sol-sağ, etnik kimlikler, dindar-laik kimlikleri, hepsi, biri biterken diğerine dönüşüyor. Çatışma hiç yok olmuyor, sadece bir formdan diğerine geçiyor. İktidar doğal olarak kendi dialektik karşıtını geliştiriyor. Toplumun karar alma mekanizmasından dışlanan kesimler şu anda gidişattan rahatsızlık duyuyorlar. Seçim sonuçlarından, referandum sonuçlarından, toplumun görünür noktalarındaki kişilerin kılığından, kıyafetinden, bıyığından rahatsızlık duyuyorlar. Toplumun göz önüne çıkan kimliklerinin, bürokratlarının, siyasi kimliklerinin tek tipleşmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Kendilerini bu yeni siyasi kurguda bir yerlere yerleştiremiyor, aidiyet hissedemiyorlar. Hatta ben geçenlerde şaka yollu bir yazı yazdım, “Batı’dakilerin demokratik özerklik istemesi çok daha muhtemel önümüzdeki dönemde” diye... Kıyı şeridi “Kendi özerk alanımızı ilan edelim, biz ayrı yönetilmek istiyoruz” dese, onları destekleyecek önemli bir kitle bulabilirler gerçekten de. Başbakanımızın önümüzdeki dönemde bu konuya eğileceği görülüyor. O da rahatsız böyle bir bölünme görüntüsünden. “Anayasa değişikliklerine hayır diyen kitlenin korkularının, endişelerinin giderilmesi gerekiyor” diyor. Bakalım..

* Başbakan her seçim sonrası böyle güzel, herkesi kucaklayıcı konuşmalar yapıyor. Ama nedense sonrasında bunları unutuyor... Bu kez ne olur sizce?

Referandum öncesi ve sonrasındaki söylem farklılığı son derece normal. Önümüzdeki dönem sanki muhalefet ve iktidar bir araya gelerek toplumsal anlamda değişime yol açabilecek birtakım anayasal reformları da planlıyorlar gibi... Kendisini tamamen izole etmiş, muhalefetten ve ona oy vermeyen kitlenin taleplerinden kopartmış bir iktidar çok da iyi hizmet veremez. Belki oy alarak kendi iktidarını sağlamlaştırır, ama tarihin önünde “iyi hizmet etmiş” kategorisine girmez. Kanımca “Hayır” oyu veren yüzde 42’lik kesimin de kendisini iyi kötü karar mekanizmaları içinde yer alabilir hissedebilmesi önemli. Oysa şu an tamamen dışlanmış durumdalar. Taleplerinin en tepeye doğru aktarılabileceğine inanmıyorlar, böyle bir kanal yok. Kendilerinden olduğunu düşündükleri, kendilerine benzeyen insanlar karar mekanizmalarının hiçbir yerinde yok artık. Halbuki gerçekten liyakat esası gözetildiği zaman aynı ideolojiyi paylaşmayan, aynı siyasi parti hedeflerine inanmayan insanların da hizmet edebileceği alanlar vardır. İktidarın bu anlamda olumlu adımlar atması toplumun genelini rahatlatır. Unutmamak gerek, bu yüzde 42’lik kitlenin üretici gücü, entelektüel gücü çok yüksek. Memleketin enerjisinin en azından yarısını yok saymak, gerileme demektir. Anketlere göre toplumun eğitimli kesimi orada yığılmış durumda. Ötekileştirme yapmamak lazım.

DİĞER YENİ YAZILAR