'Antalya'da çok Şaban Dişli var'

"Nasıl oldu da kazandı" diye soranlara Prof. Akaydın'dan yanıt...

Haberin Devamı

Antalya’da çok Şaban Dişli var!

Başbakanı fena şaşırttı. Ama görünen o ki, Antalyalılar hiç de şaşkın değil. Gerçi Menderes Türel’i de seviyorlar, ama Akdeniz Üniversitesi’ne 30 yılını vermiş Prof. Dr. Mustafa Akaydın’a olan sevgileri yüzde 6 fazla! Bir de işin içine bazı AKP’lilerin rant aşkı girince, Akaydın’ın kazanması farz olmuş. Yakında öğreneceğiz, Akaydın, “Başbakan neden kaybettik diye şaşırmasın. Henüz elimde dosyalar yok, ama Antalya’da Şaban Dişli gibi çok adam var!” diyor

Seçim gecesi, tüm sonuçları metanetle karşıladı Başbakan Erdoğan, üzüldüğü belliydi “Mesajı aldık” derken... Bir tek anlamadığı, belki daha doğrusu hazmedemediği bir yenilgi vardı, Antalya... Bir önceki seçimde Baykal’ın memleketi ve CHP’nin kalesi sayılan Antalya’yı alıp, bu seçimde ciddi bir oy farkıyla kaybetmek! “Tam 28 kere gittim” dedi biraz şaşkın, “Hepsi hizmetlerin açılışı içindi. Tarihinde görmediği hizmeti son beş yıldır gördü Antalya. Raylı sistemlerden tutun, yeşil alanlara kadar... Üzüntülüyüm!”

Peki onu bu kadar şaşırtan neydi? AKP’ye göre Menderes Türel, başarılıydı, Antalyalılar da seviyordu aslında. Oylarını da artırdı üstelik ve buna rağmen CHP adayı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, Türel’e yüzde 6 fark atarak seçildi. CHP’nin oylarını tam üç kat artırarak... Sonuç şaşırtıcı gelebilir Antalyalı olmayanlara, ama en az Menderes Türel kadar sevilen bir isim olduğunu anladım çiçeği burnunda Başkan Mustafa Akaydın’ı ziyaret ettiğimde. Daha havaalanından taksiye binmiştim ki, şoförden aldım ilk mesajı; “Abla ben MHP’liyim, ama büyükşehirde oyumu hocaya verdim!” Gezdikçe gördüm ki, Akaydın’ın seçilmesindeki temel sebep politik olduğu kadar insani de! Antalyalı onu siyasi kimliğiyle de takdir ediyor, ama asıl mesele yıllardır Akdeniz Üniversitesi’nde canla başla verdiği hizmetler. En önemlisi organ nakli konusunda ekibiyle birlikte dünya çapındaki başarılara imza atması. Hayat kurtarıyor kısacası. Yine şoförümüze dönelim; “Hocanın hanımı da doktor ve ikisi birlikte Antalyalı’nın ne derdi varsa yıllardır yardıma koşuyorlar. Bunları nasıl unuturuz!” İşte Erdoğan’ı şaşırtan başarının temel sırrı burada. Tabii ki AKP’nin de biraz yardımı olmuş! Malum Antalya’nın taşı toprağı rant. Belediyenin şaibeli hizmetleri var. Yakında yolsuzluk dosyaları da gündeme gelecek. Hele ki tramvay inşaatı bunların üzerine tüy dikmiş. Lafı uzatmayalım, Başbakan’ı şaşkına çeviren bu zaferin hikâyesini Akaydın’dan dinleyelim...

Tramvay, Türel’in sonu oldu

Sizce Başbakan Erdoğan Antalya’daki sonuca neden bu kadar çok şaşırdı?

Sayın Başbakan gerçekten Antalya’yı önemsedi. Bu çok net bir gerçek, çok sık geldi kentimize.

“Yirmi sekiz kere gittim ve her seferinde birkaç açılış yaptım” diyor...

Bunlarda doğruluk payı var, yanlış değil; ama Sayın Başbakan’ın farkında olmadığı bir gerçek var; Antalya’da beş yıl içinde bazı yanlışlar yapıldı, yani o yatırımlar akıllı yatırımlar değildi ve borçla yapıldı. Bu borçları ben ödeyeceğim.

Antalya’nın ne kadar borcu var?

Sadece tramvay için 300 trilyon lira. Üstelik, raylı sistem yanlış bir çözüm, akılcı bir çözüm değil.

Neden akıllı çözüm değil?

Bir kere, planlamaya dayalı yapılmadı. Kenti kuzeyden güneye ikiye böldü, aceleyle bitirelim diye, seçime yetişsin diye yapılırken de kendi güzergâhındaki binlerce esnafı mağdur etti. Esnaf iflas etti, kapattı işyerini, işçilerini çıkardı. Bunlar tabii büyük bir fatura halinde bu seçimlerde ortaya çıktı.

Tramvay bittiğinde iyi olacak ama...

Hayır, bittiğinde de çözüm olmayacak. Yanlış bir güzergâh seçildiği için vatandaş memnun kalmayacak. Çünkü kentin zaten çok dar olan önemli caddelerinin üçte ikisi tramvay yoluna ayrıldı, geri kalan tek şeritli yol da lastikli ulaşıma... O lastikli ulaşımın geçtiği güzergâhta yarın bir gün bir sağlık sorunu ya da bir yangın yaşansa, itfaiye ve ambulansın gidebileceği bir yol yok. Tramvay böyle sıkıntılara yol açacak; yani yapılan iş tamamen plansız ve kaynak israfı.

1 katrilyon lira borç devraldık

Belediyenin toplam borcu ne kadar?

1 katrilyon civarı.

Menderes Türel, ‘700 trilyon’ diyor...

Öyle ama bendeki bulgular çok daha vahim. Henüz mali durum tespitleri, incelemeler yeni başladı. Ama görünen bu.

Peki elinizde Kemal Kılıçdaroğlu’nun elindeki gibi dosyalar var mı?

Bu konuda iddialı konuşmayayım. Elimizde, geçmişte basına yansımış, savcılığa da intikal etmiş, belediyeyi ilgilendiren konular var. Ama ben, şu yolsuzluktur diyemem şu anda... Yalnız etik olarak yanlıştır diyeceğim çok iş var.

Kemal Kılıçdaroğlu, Kadir Topbaş’a “150 milyar dolar nereye gitti?” diye soruyordu. “1 liralık işi 5 liraya yaptırmışlar, bunun hesabı sorulmalı” diyordu. Bunun gibi mi?

Şimdi bu tür duyumlar bende de var, ama elimde dosya yok henüz. Özellikle belediye şirketleri gerçekten yolsuzluğun en ciddi boyutta yaşandığı yerlerdir. Ben bunu ekranlarda da söyledim. “Türkiye’de yoksulluğun en önemli sebebi yolsuzluktur, yolsuzluğun da en önemli sebebi rantı yüksek şehirlerin yerel yönetimlerinde yapılan yolsuzluklardır” dedim. Ama bu yolsuzlukları ceza kapsamında değerlendiremezsiniz. En önemli yolsuzluk imar rantlarıyla oynayarak yapılır. Bu etik olarak ayıptır ama suç diyemezsiniz, ayıplarsınız insanları, oy vermezsiniz, cezalandırırsınız. Yani sizin elinizde şöyle bir arsa var, bu arsanın emsali belli; 08, konusu da belli; park alanı var, pazar yeri var, okulu var. Siz bir belediye meclisi kararı alıyorsunuz, bunların örnekleri çok, diyorsunuz ki, “Ben bunun emsalini 08’den 2’ye çıkardım, temayı da ticari alan olarak değiştirdim.” Bir tek belediye meclisi kararıyla, burada bu arsanın sahipleri veya bu arsayı almış olan kişiler kimse, o insanların cebine bir anda 250 trilyon lira para koyuyorsunuz.

Yani Şaban Dişli olayında olduğu gibi...

Aynen!

Ve CHP’li Mehmet Sevigen’in olayında olduğu gibi...

Aynen! Mehmet Sevigen olayı etik ayıbı olan bir şey, ama o gereğini yaptı. Şaban Dişli’ de bir rüşvet olayı var açıkça. Burada da bu tür olaylar çok.

Başbakan hiç şaşırmasın!

Antalya’da yolsuzlukların önünü alabilecek misiniz?

Elimden ne gelirse yapacağım. Şu anda belediyenin iç fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Geçmişte bir Ferrokrom Fabrikası satılmıştı Antalya’da. Kentimizin en önemli sanayi tesislerinden biridir. İddialara göre, depolarındaki malzeme fiyatına satılmıştır. Oysa bu fabrikanın Antalya dışında bile ciddi anlamda emlakı ve arsaları var. Bunlar yandaşlara pazarlanıyor. Antalya’nın göbeğindeki eski Tekel binası ve Emlak Bankası ihalesiz bir şekilde birilerine çok ucuz fiyata verilmiştir. Düşünün, satıldı bile diyemiyorum, verildi diyorum.

Bunları araştıracak mısınız?

Bu iş devletin sorumluluğunda ama bakacağız. Sanıyorum Özelleştirme İdaresi’nin ayıpları var burada... Ve Antalya’nın öyle güzel alanları var ki, bir bakarsınız turizm teşvik alanı diye ilan edilir, o bölge Antalya’nın elinden gider, birisine peşkeş çekilir; göstermelik ihaleyle. Örnek istiyorsanız işte Lara. Orada bir sürü rant var.

“Lara’yı Disneyland” yapacağız demişlerdi...

Evet. Lara, Antalya’dan çalınmış bir rant merkezidir.

Nasıl çalınmış?

Bu yolsuzluk boyutunda hükümet devreye giriyor. Hükümet, rantı yüksek Antalya gibi kentlerin belli bir arazi bölümünde de gözüküyor. Yerel yönetim kendisindeyse çok büyük sorun yok, ama değilse orayı hemen merkezi hükümetin iradesiyle turizm alanı ilan ediyor. Lara’da böyle oldu. Lara Belediyesi önce büyükşehire geçirildi, ondan sonra turizm alanı ilan edildi. Büyükşehir Belediye Başkanı da hiç itiraz etmedi buna. Ve ondan sonra Fettah Tamince isimli zat o bölgeyi ihale yoluyla aldı. Bundan sonra da bir daha Antalya halkının eline geçmez, Lara Parkı gitti.

Geri dönüş yok mu?

Geri dönüş yok gözüküyor. Çünkü yeni yasa çıkardılar... Başbakan, açılışlar için geldiğinde de, tatil için de Rixos Otelleri’nde kalır, bunu da bütün Türkiye biliyor. Yani Lara’yı verdikleri Fettah Tamince’nin otellerinde...

Rant uğruna Antalya’yı yok ettiler

Başbakan, ’Ben Antalya’ya 28 kere gittim’ derken, tatil için geldiklerini de mi sayıyor yani?

Dinlenmek için de geldi ama geldiği zaman yaptığı açılışların bir kısmı da Tamince’nin açılışlarıdır... Son geldiği zaman yaptığı açılışlardan biri de bir doğalgaz enerji santralinin açılışıdır. Halbuki buranın idari yargı olarak inşaatı durdurulmuştu, yine de inşaat devam etti, Sayın Başbakan da açılışını yaptı.

Niye durduruldu?

Çünkü tarım arazisi yönünden çok değerli bir yer, Antalya’nın çok kıymetli bir yeri, Burdur yolu üstünde... Üstelik de altından akan çok önemli su kaynakları var. Tesisin atıkları hem tarım arazilerini yok edebilir, hem de yeraltı sularının kirlenmesine yol açabilir. İdari yargı tarafından durdurulan bu tesisin açılışını, bile bile Sayın Başbakan’a yaptırdılar, seçimden hemen önce. Bunlar Antalya halkının gözleri önünde, açık açık yapılan, bilinen şeyler. Cevabı da verilmiyor zaten bunların, “Biz yaptık, oldu” deniliyor. Daha çok var, saymakla bitmez. Bir kısmı idari yargıyla geri dönüyor; mesela Toprak Mahsülleri Ofisi’nin satışı idari yargıdan gerisin geri döndürülmüştür. Yine bir başka olay, Vakıf Zeytinliği... Yıllardır göz dikilen, Antalya’nın geniş çaplı son yeşil alanıdır. Sanıyorum 3 bin dönümlük bir yer. Orayı seçimden önce ihaleye çıkarttılar, yine Antalya’nın elinden gidiyordu. Fakat büyük bir kamuoyu baskısı sonucu seçim sonuna ertelediler ihaleyi. Bu ihale tabii devam edecek. Vakıf Zeytinliği, 1500’lü yıllardan gelen, küçüle küçüle 3 bin dönüm kalan, yıllardır kahramanca savunduğumuz bir yeşil alan. Uçak Antalya’ya yaklaşırken havadan baktığınızda görebildiğiniz tek yeşil alan orası. Gerisi betondur artık Antalya’nın...

Peki ama hiç mi iyi bir şey yapmadı Menderes Türel?

İşte ne yaptıklarını anlatıyorum. Rant uğruna yok ettiler Antalya’yı. Özelleştirme İdaresi eline ne geçirdiyse sattı; 488 dönümlük dokuma alanı 49 yıllığına 24 milyon dolara satıldı...

Yani Başbakan hiç şaşırmasın, “Niye Antalya’yı kaybettik” diye, öyle mi?

Evet, şaşırmasın. Bakın, Sheraton Oteli’nin arkasında 250 dönümlük harika bir yer var. Onun arkasında da çok ciddi bir beton yoğunluk, nüfus yoğunluğu var. O bölge amatör sporlar için kullanılan bir yerdi. Ama değeri çok yüksek bir yer. Stadyum ve kapalı salon yapılmak üzere Gençlik Spor Bakanlığı tarafından Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne verildi ve burada yap-işlet-devret modeliyle bir pazarlama yapıldı. Şimdi orada 120 bin metrekare örtülü alan yükseliyor.

Örtülü alan, yani beton alan...

Tabii... Üçte 1’i ticari, geri kalanı da lüks residence olacak; çünkü bina yükseldi mi denizi görebilen daireleri yüksek fiyattan satabiliyorsunuz. Rant uğruna amatör sporcuları oradan kovaladılar, oradaki tesislerin bir kısmı yıkılıyor. Böyle bir şey olur mu?

Bu tür örnekler çok mu?

Çok! Hem de büyüklerini anlattım size.

Peki, siz hiç imar değişiklikleri yapmayacak mısınız?

Yap-işlet-devret modelleri özellikle halkın sevineceği, memnun olacağı ve onlara istihdam yaratacak bir modelse onu kabul edeceğim. Bir beton yükü yüklüyorsa şehrin merkezine ona karşıyım; ama şehrin kenarına beton yüklerseniz olabilir. Çünkü şehrin merkezdeki nüfus yoğunluğunu azaltırsınız, şehrin fakir mahallesinin de rantını yükseltirsiniz. Çünkü evin hakkı üç kuruşsa beş kuruşa çıkar. Halk da mutlu olur.

Başbakan’ın sözleri nankörlük olarak algılandı ama...

Peki, Başbakan “28 kere gittim. Sonuçları anormal buluyorum” derken, Antalyalılar’a ‘nankör’ demeye mi getirdi?

Antalyalı öyle algıladı, ama ben öyle demeyeceğim.

Siz nasıl algıladınız peki?

Ben Başbakan adına üzüldüm. Yani Başbakan’ın bu kadar emek sarf edip de bu kadar üzüntü çekmesi bizi de üzer. Ben de dedim ki, “Üzülmeyin, siz gene gelmeye devam edin. Biz size gereken ilgi ve alakayı gösteririz, yeter ki siz de partizan bir politikacı kimliği izlemeyin, biz de izlemeyiz zaten.” Ben şu anda artık CHP’nin Belediye Başkanı değilim. Ben, halkın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Belediye Başkanıyım; bana oy verenin de vermeyenin de başkanıyım. Sayın Başbakan’ın da öyle davranması lazım. Zaten zannediyorum seçimden bir-iki gün sonra bu anlamda bir beyanatı oldu. “Ben bütün belediye başkanlarının Başbakanıyım” dedi, kısaca. Bu çok iyi bir davranış.

Organ nakliyle tanındı Gül’ün vetosuyla ünlendi!

30 YIL önce Ankara Üniversitesi’nde yeni uzmanlığa başlamışken, hocası Prof. Tuncay Karpuzoğlu, organ nakli konusunda bir ekip oluşturmuş ve Mustafa Akaydın’ı da bu ekibe almış. Böbrek nakli yapmaya başlamışlar... Başarılıymışlar, derken bir transfer teklifi almışlar Antalya’dan, Akdeniz Üniversitesi’nden... Tıp Fakültesi’nin temelini atmak için... Yıl 1982, geliş o geliş... O günden bu yana Akdeniz Üniversitesi’nin dünya çapında bir organ nakli merkezi haline gelmesinde payı çok büyük Prof. Mustafa Akaydın’ın. Bu çabaları, üniversitede hızla yükselmesini de beraberinde getirmiş. Önce rektör yardımcısı, derken rektör olmuş. 2007-2008 döneminde Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı yapmış. Bu arada geçen yılki rektörlük seçiminde birinci olmasına karşın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanmamasını herkes hatırlar. Sebebi türbanı üniversiteye sokmaması! Akaydın, “Kamuoyunda tanınmamda ve destek görmemde Gül’ün bu kararının payı büyük” diyor...

Menderes Türel’e yapılana çok üzüldüm

ANTALYA’YI, CHP’nin kazanması sansasyoneldi. Bir sansasyon ise devir-teslim töreninde gerçekleşti, hem de hiç hoş değildi. Aslında tören başladığında her şey çok iyiydi. Mustafa Akaydın da, Menderes Türel de, gayet medeni ve saygılıydı. Ama belediye binasının hemen dışında hiç de hoş olmayan bir uğurlama yaptı bazı CHP’liler. Tam Akaydın, Türel’i uğurlarken , CHP’nin kampanya parçası olan Selda Bağcan’ın ’Yuh Yuh’ parçası çalmaya başladı. Bazı CHP’liler şarkı eşliğinde Türel’i protesto eden kalabalığa engel olmak istedi, ama olan olmuştu. Tabii ki bu olay kamuoyunda da anında tepki aldı. Akaydın’a, “Ertuğrul Özkök, köşe yazısında ’Menderes Türel’in yuhalanmasını öyle susturmaya çalışmak yetmez, beklerdim ki, ’Ne bu terbiyesizlik, densizlik, görgüsüzlük, magandalık kardeşim diyesiniz’...” diye eleştirdi sizi. Ne diyorsunuz?“ diye sordum. Akaydın, gerçekten yaşanan bu olaydan çok üzgün, yanıtladı: ”Parçayı duyar duymaz işaret ettim; ’Susturun şunu’ diye. Menderes Türel’den de özür diledim. Kontrolüm dışında bir durumdu. O da anlayışla karşıladı, özrümü kabul etti. ’Hocam üzülmeyin’ dedi. Ama maalesef üzücü bir durum. O dakikaya kadar kabul edilebilir bir nezaket içinde geçmişti her şey. Çok üzüldüm.”

Akaydın, bu üzücü olayın müsebbibinin ses düzenini yapan özel şirketin elemanı olduğunu belirtiyor ve “Belediyede çalışıyor olsaydı, anında işine son verirdim. Ben de yerin dibine girdim! Keşke böyle bir olayla başlamasaydık işe” diyor.

YARIN: Akaydın’ın projeleri neler? Antalyalı, Başbakan’a ne diyor?

DİĞER YENİ YAZILAR