'AKP Diyarbakır'ı alırsa PKK biter'

'Zana ile Tuğluk arasında fark yok her ikisinin lideri de Öcalan!'

Haberin Devamı

DTP içinde ‘barış güvercinleri’ ve ‘şahinler’ diye iki farklı kanat olduğu tespitlerinin tümüyle aldatıcı olduğunu ileri sürüyor Kürt aydını Ümit Fırat...


‘Bir fark varsa o da üslup farkı’ diyen Fırat’a göre; Zana örgüt tabanını dinamik tutan mesajlar veriyor. Tuğluk ise milliyetçilik gibi konularda hassas olan çevrelere güya ’milliyetçilik karşıtı’ ve ’devrimci’ mesajlar vermeye çalışıyor. Ama her ikisi de aslında Öcalan’ın verdiği görevleri yerine getiriyor...

Kimsenin onun yerinde olmak isteyeceğini sanmam. Her dediği iki elin parmaklarını geçmeyecek kişi dışında herkesi kızdırıyor. Ne diyor ki bu adam? “Kürt sorunu silahla, adam öldürmekle çözülemez!” İnsani bir yaklaşım değil mi? Gel de bunu PKK’lılara anlat! Ümit Fırat, Kürt olduğu için bu cenahtan başladık konuşmaya. Diğer bir sözünü ele alalım şimdi; “Kürt meselesi işle, aşla çözülmez.” Biraz düşündüğünüzde öyle çözülemeyeceğini herkes biliyor, ama Başbakan’dan askere herkes, çözümü aşta görmekte ısrar ediyor. Fırat’ın her lafı, birilerini feci kızdırıyor. PKK’nın tehdit ettikleri arasında olması bu yüzden belki... O, uzun yıllardır barışçı çözümden yana bir aydın olmanın acısını çekiyor, ama tebessümü de yüzünden eksik etmiyor. Devlet bakmış ki, Fırat’ın hayatı tehlikede, koruma vermek istemiş. O, istememiş. Kahramanlık olsun diye değil, kendine ait kısıtlı bir özel alanı koruyabilmek, kendince keyifli bulduğu bir-iki zevki yaşayabilmek, mesela iki duble rakıyı arkadaşlarıyla birlikte rahat rahat yudumlayabilmek için... “Ne yani adamcağız da yan masada rakı içmek mecburiyetinde mi kalsın?” diyor. Gerçi, onun rakı masasında konuştukları mesele de aynı. Zaten 63 yıllık hayatının tümü bu mesele etrafında geçmiş ve geçecek...
Herkesin çözüm için geç kalmış olduğu, bugünün geç, yarının ise telefisi için daha da geç olduğu bir mesele Kürt meselesi... Peki onun net bir çözüm önerisi var mı? Aslında çok var. Hepsi de tabu deviren cinsten... Biz sayalım, siz kararınızı verin: Öcalan’a af çıkmadan çıkacak bir af nafile... Kısmi çözüm, Belçika tipi federal bir modelde... Anayasa’da tüm vatandaşları tek bir sıfatla tanımlamak gerek; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı... Merkezi yapı kırılmalı...

Gelelim saptamalarına... Onlar da en az çözüm önerileri kadar tehlikeli! DTP, PKK’nın meşru uzantısıdır ve bunda bir tuhaflık yoktur... Öcalan yandaşları için tanrısal bir simgedir... Aysel Tuğluk ile Leyla Zana arasında temelde sadece küçük nüanslar var, bu kadarı da olur elbette. Geldikleri, yetiştikleri ortamlar tamamen farklı, ama her ikisi de Öcalan’a, onun düşünce ve prensiplerine bağlıdırlar! İkisinin lideri de Öcalan’dır!..

* Geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak’ta sizin ve Aysel Tuğluk’un yazıları alt alta yayınlandı...
Ya denk geldi ya da editör arkadaşlar öyle olsun istediler. Ben o yazıda öldürerek, insan hayatına kastederek bir yere varılamayacağını söylüyordum. Benim felsefem budur.

* Aysel Tuğluk’un yazısı için yorumunuz ne oldu? ’Çocuklar ölüyorken, kime ne anlatabiliriz ki!’ diyor...

Yazının baş kısmını okuyunca ’E kızım sen oturup şiir yazmışsın!’ dedim. Ama sonraki bölümlerde daha önce asıllarını başka bir yerde okuduğum şeyler sıralanmıştı.


* Öcalan’ın avukat görüşmelerinin tutulduğu zabıtlarda da aynıları vardı...

* Ama Aysel Tuğluk ılımlı kanattan...
Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü Tuğluk da dahil hiçbir DTP’li milletvekili PKK otoritelerine, şeflerine, dönüp de; ’Bizi buraya, Meclis’e gönderdiniz, ama burada da birtakım kuralların olduğunu bilmek lazım. Bir emirle bizi Kandil Dağı’ndaki rehin erlerin teslim töreninin bir parçası haline getirmemelisiniz. Bir arkadaşımıza milli maçlara ilgi duyuyor diye palyaçoluk yapıyor dememelisiniz. Böylesi durumlar yaşanınca burada da kimse bizi adamdan saymıyor. Bizi küçük düşüren davranışlar meseleye bir yarar sağlamaz!’ diyemiyor.

Silahla hiçbir sorun çözülmez

* Gerçekten de zor durumda olamazlar mı? Haşim Haşimi’nin dediği gibi onlara zaman tanımak, onları anlamaya çalışmak gerekmez mi?

Hayır. Eğer siyaset yapmak üzere yola çıkmışlarsa, Meclis’i tercih edip politika yapacaklarsa, mebus olmanın neleri gerektirdiğini de öğrenecekler. Meclis bir siyasi staj kurumu değildir. Siyasette stajın yeri parlamento değildir. Orası ülke yönetiminin en yüksek organıdır. Meclis’te bir toplumu temsil ediyorsunuz... Bir örgüt baskını ve bir çatışma oluyor. Sonuçta baskında hayatlarını kaybeden oniki askerin dışında sekiz askeri de rehin alıp götürüyorlar. Bu askerlerin rehin alınması ve diğerlerinin öldürülmesi benim a’dan z’ye reddettiğim, benimsemediğim bir mücadele metodudur. Ben, silahlı çatışmalarla hiçbir sorunun çözülemeyeceğine inanan bir insanım. Öldürülen bir insanın hayatının yerine daha iyi başka bir şey koyamazsınız... Diyeceğim, DTP’li bir milletvekili olarak askerlerin bırakılması için elinizden gelen çabayı gösterebilirsiniz. Bu sekiz insanın bir an önce özgürlüklerine kavuşturmak için uğraşabilirsiniz. Hatta gidersiniz oralara, bir lobi faaliyeti yürütürsünüz ve o insanların serbest bırakılması için, bir bahane, bir gerekçe de uydurabilirsiniz. Ama bunu yapamadılar. Son dakikada ucu ucuna törene yetişip, ondan sonra ’Biz gitmesek bırakmazlardı’ dediler. Tabii kendileri de dahil kimseyi inandırmayı başaramadılar.

* Aysel Tuğluk, ’Bana kullanıldık gibi geldi’ demişti ama...

O zaman insan sormaz mı, niçin kullanılıyorsun peki, söylesene kardeşim! ’Benim ne işim var orada?’ desene! Aslında onun oraya gitmeme gibi bir şansı yoktu. Gitmemek demek o siyasetle bağlarının kopması, emre itaatsizlik demekti.

KÜRTLER’İN TÜRK OLMADIĞINI ÜNİVERSİTEDE ÖĞRENDİM...

Özgürlük ve barış için, ’kan ve demirle değil, silahsız külahsız’ çözüm getiren her türlü siyasi yapının içinde oldu bugüne kadar Ümit Fırat...1945’te Erzincan’da doğdu. Aslen Bingöl-Kiğılı... Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdi. Üniversitede iktisadın yanında hayatını değiştiren bir şey daha öğrendi; “Kürtlerin aslında Türk olmadığını!” Gençliğinde, sol ve sosyalist fikirleri benimsedi. Türkiye İşçi Partisi’nin ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın aktif üyesi oldu... 1973’te Ankara’da Zafer Çarşısı’nda bir kitapçı dükkanı açtı ve 1979’a kadar bu işi yürüttü. 12 Eylül sonrasında hemen her solcu gibi o da bir davada yargılanıp sekiz yıl cezaya mahkum oldu ve dört yılı cezaevinde geçti. 1989-1990 yıllarında henüz Halkın Emek Partisi (HEP) kurulmadan önce bir Kürt partisi kurma girişimi içinde yer aldı. Bu girişim daha sonra SHP’den ihraç edilen ve istifa edenlerle birlikte ’Yeni Oluşum Grubu’na, daha sonra HEP’e kadar uzandı. Ancak bu partide kurucu olarak yer almadı... 1991 yılında Murat Belge’nin öncülük ettiği 40 kadar yazar, aydın, akademisyen ve politikacı arkadaşıyla birlikte Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı... 1992’de ise Kürt Aydın İnisiyatifi’nin kurucuları arasında... 1993 sonrasında Cem Boyner liderliğindeki Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucularından ve aktif yöneticilerinden biri oldu. Kısacası Ümit Fırat, pek çok Kürt aydın oluşumunda hep ilk sıralardaydı. Şimdi tek başına, hiçbir siyasi bağlantısı yok ve her platformda çözüm önerilerini dile getiriyor...

DTP, sol sosyeteye şirin görünecek mesajlar veriyor

* DTP içinde ayrışma olacak mı sizce?

DTP ve benzeri örgütler içinde ayrışma olmaz. Cesaret edebilenler olursa, 4 yıl önce yaşandığı gibi bazı kopmalar, ayrılmalar olur...

* DTP için örgüt diyorsunuz...
DTP nihayetinde kendi başına bir örgüt değil. Kendisi dışında oluşan bir alan üzerine monte edilmiş bir yapı. Esas olarak siyasi güç potansiyeli PKK’dır. DTP işin meşru görüntüsüdür... DTP’ye kadar genel olarak bir parti kapatılacakken bir yedek oluşturulurdu. HEP kapatılmadan önce DEP kuruldu. Bir de o arada ÖZEP... Yine DEP kapatılırken HADEP kuruldu. HADEP kapatılırken DEHAP... Böyle yedekli gidiyorlardı. Biri biterken diğeri otomatikman devreye giriyordu. Peki DEHAP orta yerde duruyorken, ne oldu da DTP kuruldu? Bana göre DEHAP’ta bir miktar partileşme, kendisi olma eğilimi ortaya çıkmıştı. Aslında HEP, DEP, HADEP, DEHAP kesintisiz bir zincir oluşturuyorlardı. Devam eden bir politik birikim, gelenek oluşmaya başlamıştı. Ben daha önce de söyledim, yazdım, 2004 belediye seçimlerinde DEHAP’ın aday tespitleri, parti yönetiminin de bir siyasi tercihi ve ağırlığı olduğunu göstermişti. Bu, PKK elitleri için, merkez için hoşgörüyle karşılanacak bir şey değildi.

* Hep yedekli gidiliyor dediniz... Peki şu anda DTP’nin yedeği var mı?

Hayır. Ama anında kurarlar. Biri kapanınca öbürü kuruluyor. Tabelalar gidiyor, boyanıp üzerlerine yeni partinin ismi ve amblemi yazılıyor. Binalarını bile değiştirmiyorlar.

* O zaman DTP içinde, Refah ve AKP gibi bir ayrışma beklemek yanlış mı?

Hayır. Hiç boşuna beklenmesin böyle bir şey. Ayrıca bu onların da gücüne gidiyor söyleyeyim. Siz, yani medya, PKK’dan koparmak veya ona cephe almalarını istediğiniz birileri olduğunu açık açık ifade ediyorsunuz. Yani birileri birilerini DTP içinde ayrıştırmaya, onları PKK’dan koparmaya çalışıyor. ’Bunlar ılımlıdır’ deyip... ‘Bunlar sertlik yanlısı değil... Bunlarla konuşulur... Bunlar çok da oradan değiller... Konuştuğumuz zaman ortaya çıkıyor, şiddeti reddediyorlar’ falan diyorlar. Ama bu doğru değil. Mesela biz Ahmet Türk’le baş başa konuştuğumuz zaman çok iyi anlaşabiliriz. Ama o resmi görüşünü açıkladığı zaman sizinle konuştuğu şeyleri söylemiyor. O yüzden ben bu tip umutlardan vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyorum...

* Kimler bu umutlardan vazgeçmeli?

Yani Batı’da yaşayan, DTP’lilerin bir kısmını daha ılımlı bir çizgiye çekip PKK’dan koparıp daha yaşanabilir bir Güneydoğu ve Doğu hayali kuranları kastediyorum.

* PKK’dan kopmazlar mı sizce?

O zaman yok sayılırlar. Onlar partiye kafa tutup birilerini oradan koparacak insanlar değiller. Orada oldukları zaman bir anlam ifade ediyorlar, olmadıkları zaman yok sayılırlar.

Leyla Zana görünüşte daha şahindir

* O zaman şöyle sorayım; Leyla Zana ve Aysel Tuğluk arasında fark yok mu?

Zana ile Tuğluk arasında sadece bir üslup farkı var. Zana örgüt tabanından geliyor, dolayısıyla o alanı dinamik tutan mesajlar veriyor. Tuğluk ise, kendisine verilmiş bir görevi ifa ediyor. Ertuğrul Özkök, Hakkı Devrim gibi devlete daha yakın duran ve işin arka planıyla fazla ilgili olmayan şahsiyetlere verdiği ’ılımlı’ mesajların yanı sıra, bir de milliyetçilik gibi konularda hassas olan bazı sol sosyete mensuplarına güya ’milliyetçilik karşıtı’ ve ‘devrimci’ mesajlar vermeye çalışıyor.

* Kim o sol sosyete mensupları?


Bazı sol ve liberal entelektüeller!.. Onlar kendilerini bilir.

* Gerçekten de Zana ve Tuğluk arasında hiç fark yok mu?

Hangisi daha şahin, hangisi daha ılımlı, konjonktüreldir. Leyla Zana görünüşte, daha şahin, daha serttir. Neticede Aysel Tuğluk da kendi adıyla yazdığı ya da kendi imzasıyla yayınlanan metinlerde daha ılımlı mesajlar verir.

* Zana, ’Bizim üç liderimiz vardır’ diyor...

Birini tek başına söyleyemediği için diğer ikisini birlikte telaffuz ediyor. Zana’nın lideri Öcalan’dır. Zana, o siyasi anlayıştan, o ekolden gelen ve PKK’dan ötürü yargılanan biridir. 10 sene 3 ay hapis yattı. O dünyadan geldi, o dünyaya ait. Tek başına ‘Bizim liderimiz Öcalan’ dediği zaman bazı Kürtler rahatsız olacaktır. Diğerlerini de saymak lazımdır. Üç liderimiz var demesi bundandır. Yoksa inandığından değil. Esas olarak Zana’nın gönlündeki siyasi lideri Barzani değil, Öcalan’dır.

* Peki Aysel Tuğluk’un lideri kim?

Onun da lideri Öcalan’dır. Tuğluk, o partiye eş başkan olarak getirilmeden önce Öcalan’ın avukat görüşmelerine katılan, o zabıtları, o notları tutan, dışarıya ileten avukatlardan biriydi. Bu nedenle mahkemelik oldular, barolar tarafından disiplin soruşturması falan da yapıldı sanırım. Avukatlıkta da çok eski değil. Henüz genç, yeni bir avukat... Öcalan DTP’nin kuruluş talimatında, ’Senin memleketindeki Munzur nehri kadar parlak beyaz şeffaf’ diyor bir yerde. Görüşme meydanda. Bu avukat görüşmesini yayınlayan da kendileri. Yani Tuğluk ne derse desin, ne yazarsa yazsın, Öcalan’a sadıktır, ona bağlıdır. Tuğluk açıklamalarında hep bir şeyler söyler. Onun arka planını bilmeyen insanlara bu sözler son derece ılımlı, demokrat gelir. Ama bunları Öcalan söylüyor. Tuğluk’un yazdıklarında eğer bir yumuşama, bir ılımlılık veya uzlaşı seziliyorsa, bunu imza sahibinde değil de Öcalan’da aramak gerekir. O sözler Tuğluk söylediği zaman mı ılımlı oluyor? O banyo edip, rehabilitasyondan geçirip de söylemiyor ki! Bunları Öcalan söylüyor. Eğer bir ılımlılık aranacaksa, bu sözler güven vericiyse Öcalan’a bakmak lazım.
Kimse DTP’lileri ayartmaya çalışmasın

* Genel beklenti hep DTP içinden birilerinin çıkıp ’PKK terör örgütüdür’ demesi... Böyle biri çıkar mı sizce?

DTP içinden bugün bunu söyleyecek hiç kimse çıkamaz. Çünkü yok olur. Öyle bir karizmaya sahip kimse yok. Diyemezler. Bunu doğru da bulmuyorum zaten...

* Derse?
Bir kere birincisi hayati bir tehdit söz konusu olur. Çünkü oraya milletvekili olarak seçilmiş bir insanın öyle ‘Canım sıkıldı, ben bu oyunu oynamıyorum’ deme inisiyatifi yok. İki, kapının önünde bulur kendisini. Hiç kimse de ona sahip çıkmaz. Geçmişte ona oy veren bir tek Kürt kapısını çalıp, ’Ya aslında sen doğru söyledin. Niye sana bu haksızlığı yaptılar’ demez. Onun için bence bu insanları ayartmaktan vazgeçmek, böyle bir beklentiden vazgeçmek lazım.

YARIN:

* AKP Diyarbakır Belediyesi’ni alabilir mi? n Belçika tipi federal bir model Türkiye’ye ne kadar uyar? n Öcalan’ın çözüme katkısı olur mu?

DİĞER YENİ YAZILAR