Gazete Vatan Logo

‘Nedir bu kepazelik hemen dönün geriye’

Başbakan, 15 Temmuz gecesi yolda darbe haberi aldıktan sonra olanları anlattı. Yıldırım, darbeci uçaklarının engellenmesi emrine ayak diretildiğini söyledi.

‘Nedir bu kepazelik hemen dönün geriye’

Başbakan Binali Yıldırım, gazetecilerin genel yayın yönetmenleriyle Başbakanlık Vahdettin Köşkü’nde bir araya geldi. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaşananları anlatan Yıldırım, geçen 1 yıllık süreçte FETÖ’yle mücadelede atılan ve atılması gereken adımlarla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Başbakan Yıldırım’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

- Efendim o gece yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

O gece İstanbul’daydım. Dolmabahçe Ofis’te görüşmelerimi tamamladım ve saat 9.30 civarında Tuzla’ya gitmek üzere hareket ettik. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden geçtik. Kozyatağı gişelerine 100-200 metre vardı ki öndeki koruma müdürü “Efendim köprüyü kapatmışlar” dedi. Biz geçeli 5 dakika olmuş köprüden… “Kim kapatmış?” dedim. “Askerler” dedi. “Darbe oldu, herkes evine gitsin” filan diye duyuru yapmışlar. “Nedir bu kepazelik? Oyun mu oynuyorlar? Dönün geriye” dedim. Koruma, “Efendim dönemeyiz. Orada ne oluyor, ne bitiyor bir anlayalım, bu çok büyük bir risk. Sonra gerekirse gidelim” dedi. İşi hafife almamız doğru olmaz diye çok ısrar etti arkadaşlar. O zaman eve doğru devam ettik. Bu arada Başbakanlık’tan bir ekibi Beylerbeyi’nde durdurmuşlar. Bir asker camları kırmış, görevliler darp edilmiş diye de bir bilgi geldi. Bu arada biz Tuzla’ya geldik…

Haberin Devamı

Evde önce İçişleri Bakanı’nı aradım, sonra Genelkurmay Başkanı’nı... İkisinin telefonu da cevap vermiyor. İçişleri Bakanı’nkine ulaşılamıyor. Genelkurmay Başkanı’nki çalıyor, cevap vermiyor. Daha sonra Hasan Doğan’ı ve Cumhurbaşkanımızı aradım. Cumhurbaşkanı’yla görüştüm, Daha sonra MİT Müsteşarı’nı aradım. Onunla da görüştüm. Sonra beni arayanlar oldu…

- Saat kaç civarında efendim bu aramalar?

10’a 10 kalayla 11’e 10 kala arasındaki bir saat içerisinde hepsi.

- MİT Müsteşarı’yla mesela?..

MİT Müsteşarı’yla zannediyorum 10.30 -11.00 arasında. O civarda. Cumhurbaşkanı’yla daha önce görüştüm. Bu arada işi anlamak için Ankara Valisi’ni aradım, Emniyet Genel Müdürü’nü aradım, İstanbul Valisi’ni, İstanbul Emniyet Müdürü’nü aradım. Bütün bunları aradıktan sonra Cumhurbaşkanımızla da o ara görüştüm. İşin FETÖ’cülerin işi olduğu konusunda bir kanaat oluştu bizde.

Haberin Devamı

- MİT Müsteşarı bu bilgiyi vermiş miydi siz aradığınızda?

Hayır. MİT Müsteşarı’ndan o bilgiyi alamadım.

- O zamana kadar net değil de daha çok kanaat çerçevesinde herhalde...

Tabii tabii, etraftan aldığımız bilgilerle bir karar oluşturmamız gerekiyordu. Cumhurbaşkanımızla görüştük ve onun da aynı kanaatte olduğunu gördük ve bir şeye karar verdik: “Ölmek var, dönmek yok... İşin sonu nereye giderse gitsin mücadele edeceğiz, asla pes etmek yok, teslim olmak yok”. Ve ondan sonra kendisiyle birkaç görüşme daha yaptık, onların emniyetiyle ilgili, ne planladıklarıyla ilgili. İşin adını koyduktan sonra 11’i 5 geçe bir açıklama yaptım. Bir kalkışma olduğunu, bunun emir komuta zinciri altında olmadığını söyledim... Sonra, partimizin teşkilat başkanıyla, milletvekilleriyle görüştüm. Başbakanlık’ta bir kriz masası oluşturduk. Müsteşara görev verdim, arkadaşlarımıza, danışmanlarımıza görev verdik, milletvekillerini Meclis’e yönlendirdik. Bakanları Başbakanlığa yönlendirdik. Bir faaliyet başladı.

Haberin Devamı

Yani o gece boyunca şöyle ne yapmışız diye bakıyorum. 12 saatlik bir sürede 196 telefon görüşmesi yapmışım, bu da yaklaşık 10 saat sürmüş, yani yolculuk boyunca İstanbul’dan 10 saat süreyle görüşmeler olmuş.

- Darbenin kırılma noktası sizce neydi?

Cumhurbaşkanımızın milletin meydanlara inmesi yönünde yaptığı çağrı, darbenin kırılma noktasıdır.

Kılıçdaroğlu’nun cevabını yadırgadım

- O gece liderlerden kimlerle görüştünüz?

İlk Bahçeli aramış, ulaşamamış. Kılıçdaroğlu aramış ulaşamamış. Doğu Perinçek aramış ulaşamamış. Ben döndüm hepsine kısa süre sonra. Sayın Bahçeli, “Biz sizin yanınızdayız sonuna kadar, destekliyoruz” dedi. Ben “Taraftarlarınızı da meydanlara çağırıyoruz, bu artık parti meselesi olmaktan çıkmıştır, bu bir memleket, bir bağımsızlık meselesi haline gelmiştir” dedim. Doğrusu çok olgunlukla karşıladı.

Kılıçdaroğlu da aynı şeyi söyledi. “Yanınızdayız, demokrasiden yanayız” dedi. Ben teşekkür ettim ama, ona da meydanlara inelim dedim. Bana verdiği cevap tabii ilginç orada, dedi ki, “Tamam, insanları çağıralım da onların güvenliğini kim sağlayacak?” Dedim ki, “Sayın Genel Başkan, bu güvenlik meselesi mi? Memleketin güvenliği, milletin geleceğini konuşuyoruz, yani burada bir var olma, yok olma meselesiyle karşı karşıyayız...”

Haberin Devamı

- İkna oldu mu Kemal Bey?

Ondan sonra bir yorum yapmadı. Ama tabi ben o yorumu o zaman da yadırgadım, yani cevabını da verdim. Neticede, normal şartlarda bir yürüyüş olur, bir miting olur, şu olur, bu olur, orada bu tip meseleler hassasiyet kazanabilir. Ama biz bir darbeye karşı toplumsal bir refleks oluşturuyoruz, karşı duruş oluşturuyoruz, orada artık bunun esamesi olmaz. Yani oradaki bakış bence çok doğru değildi.

Yarın size gösteririm

- Talimatlarınızı dinlemeyenler oldu mu?

Var tabii, çok oldu. Orada ilginç olan, çok ayak direttiler. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, daha sonra Meclis’i bombaladılar, Özel Harekatı bombaladılar. Külliye’ye ateş açtılar, bombaladılar. Özel Kuvvetler’e İstanbul’da tarama yaptılar falan. Bunlarla ilgili epey bir mücadele ettik, yani bu uçakların çekilmesi, bu bombaların, saldırıların durdurulması için.

“Vurun” dedik, yazılı emir istediler. Biz de dedik ki, “Kardeşim, bak bu söylediklerim hep yazılı emir, ya bunu yaparsınız ya da sabah size gösteririm. Bu iş bitecek ve bunun hesabını vereceksiniz.” Ondan sonra “Balıkesir’de uçağımız yok, Diyarbakır’da yok, Bandırma’da yok, Dalaman’da yok...” “Nerede var?..” “Erzurum’da.” Peki, Erzurum’dan gelsin. İşte “Efendim 1,5 saat sürer gelmesi.” Tamam, olsun. “Efendim, uçaklar yüklü değil.” Yüklüden kasıt da bomba. Peki yükleyin, ne kadar sürer? 2 saat sürer filan, öyle şeyler. Olsun dedim, 2 saat sürsün. Sonra 3 uçak geldi, işin seyrini değiştiren o uçaklardı.

Gelen uçaklar, Ankara’daki saldırıları, bombaları atan uçakları baskıladı. Helikopterleri uzaklaştırdı. Hatta onları vurun dedim. Bu sefer “Efendim, işte meskûn mahal, şu olur, bu olur.” Kardeşim, vurmayacaksanız o zaman baskılayın, çıkarın. Çıkaramazsanız da vurun. Sonra baskılama işini yaptı o uçaklar ve ondan sonra bombalama devam etmedi. Ancak olayın Akıncı’dan yönetildiğini fark ettik ve Akıncı’nın bombalanması işi zaten gündüze kaldı.

Yani Cumhurbaşkanımız da gelmişti, o da İstanbul’da kriz merkezindeydi. Vurma işi onun da müdahaleleriyle oldu. O ara Genelkurmay Başkanvekili olarak Ümit Dündar’ı atamıştık. Pistin etrafı bombalandı. Ondan sonra zaten işin oradaki sevk ve idaresi bitti, darbeciler gözaltına alınmaya başlandı. Özel Kuvvetler’den adamlar gönderdik. Hepsini aldılar. Sabaha karşı Genelkurmay Başkanı ile görüştüm. “Beni bıraktılar” dedi, “Biz sizi Başbakanlığa aldıralım, Çankaya’ya” dedim.

Ağustos YAŞ’ıçok çetin geçecekti

- Efendim, bu askerlerin çoğu YAŞ’ta tasfiye edilecekti... Bunu öğrendikleri için mi acaba darbeye kalkıştılar?

Ağustos 2016 YAŞ’ının çok çetin geçeceğini biliyorduk. Ondan önce de HSYK’yla ilgili yasa değişikliği oldu, darbeden tam bir hafta önce... Bütün Danıştay’ın, Yargıtay’ın hakim sayısı, savcı sayısı yarıdan fazla indirildi. Orada ses soluk çıkmadı, aslında en büyük tasfiye oydu. YAŞ’ta da ciddi bir çalışma vardı. Belki bu durumu gördüler, onun için erkene almış olabilirler. Orada ilginç bir detay var. 17 Temmuz’da da Milli Güvenlik Kurulu toplanacaktı.

- Darbeden iki gün sonra yani?

Evet evet. 12’sinde MGK Genel Sekreteri bana gündemi getirdiğinde iç güvenlik, dış güvenlik, terörle mücadele vesaire var. Dedim ki, FETÖ’yle ilgili bugüne kadar ne yapılmış, ne mücadele yapılmış ve yapılması planlanan mücadele nedir, bununla ilgili Silahlı Kuvvetler bir sunum yapsın dedim. Gündeme bir madde ilave ettim. Tabii o MGK’yı yapmak nasip olmadı.

Hepimizi şaşırtan gelişmeler yaşanabilir

- O gece Kemal Bey’in görüntüleri yeni çıktı ortaya...

Tabii bu tip işlerle ilgili yeni şeyler her zaman çıkabilir. Yani şu anda bu iş ayan beyan bellidir. Artık bu mesele bitmiştir demek çok erken. Yargılama süreçleri devam ediyor, bu süreç içerisinde farklı şeyler çıkabilir, yeni diyebileceğimiz gelişmeler de olabilir.

- Bunu bir şeye dayanarak mı söylüyorsunuz?

Yani işin tabiatı icabı bu ihtimali göz ardı etmememiz lazım. Yani olayın büyüklüğü, örgütün saydam olmayan yapısı, karmaşık ilişkileri, bütün bunları birarada düşündüğümüzde hepimizi şaşırtan farklı gelişmeler yaşanabilir. Bunu ihtimal dışı görmememiz lazım.

Bu sefer bedeli daha ağır olur

- Risk ihtimali ne kadar? Tehlike geçmedi diye hep söyleniyor, sivillerden hep duyuyoruz.

Açıkçası bundan sonrası için silahlı bir darbe teşebbüsünden bahsediyorsanız, bu ihtimali ben çok yüksek bulmuyorum. Böyle bir durum söz konusu değil. Bu tamamen terör örgütünün yandaşlarına ve kamuoyuna ölmedim, ayaktayım, mesajı vermek için diri tuttuğu bir şeydir. Ha bizi rehavete sürükler mi? Tabi ki sürüklemez. Biz her türlü tedbirimizi alıyoruz. Türkiye’nin yaşadığı bir 15 Temmuz var. Allah bir daha o günleri bu ülkeye yaşatmasın. Ama ona benzer bir çılgınlık, bir ahmaklık yapılacak olursa, bu sefer bedel daha ağır olur, bunu herkesin bilmesi lazım.

Benim özellikle vatandaşlarımdan talebim, bu tip sürekli ortalıkta dolaşan rüya tabirlerine, şayialara kulak asarak hayatlarını, konforlarını bozmasınlar, normal yaşamlarına devam etsinler. Milletimizin huzuru, rahatı için gece-gündüz demeden ayakta duran ve sürekli bu işleri takip eden devletimizin birimleri var. Hükümetimiz var, kolluk kuvvetlerimiz var, yargı mensuplarımız var. Her şeyden önce çok dinamik bir medyamız var. 15 Temmuz darbesini önleyen, belki çok iyi fark edilmeyen en büyük güçlerinden biri medyadır.Medya o gün olaylara çok hızlı intikal etti ve ülkesinden, milletten yana, demokrasiden yana taraf oldu. Medyanın o gecenin seyrini değiştirmede çok büyük katkısı var.

FETÖ’yle en çok mücadele eden parti Ak Parti’dir

- Muhalefet size niye darbe öncesi önlemler alınmadı, bu oluşuma göz yumuldu, diye eleştirilerde bulunuyor. Ne diyeceksiniz?

Bunların bir terör örgütü olduğu gerçeğini ortaya ilk çıkaran AK Parti’dir. Bunu nasıl görmezden geleceğiz? Örgütün günah galerisine baktığımız zaman 11 Mart 1966’da İzmir’de başlıyor. 71 Mayıs’ında tutuklanıyor, Kasım’da serbest bırakılıyor, yani 12 Mart muhtırası sonrası. Ondan sonra 75’den itibaren dini konferanslar vermeye başlıyor. 79’da Sızıntı Dergisi yayına başlıyor, 81’de vaizlik görevinden istifa ediyor. Sonra Özallı yıllar... 83’ten 84’ten itibaren ordu içinde yapılanma faaliyetine hız veriyor. Ve ilk defa askeri okul sınavlarında soruların çalındığı yıl 1986. Ee bunların neresinde AK Parti var, soruyorum size.

Erbakan iktidar oluyor 95’te. 97’de 28 Şubat. Ama Erbakan’a gelinceye kadar siyasi liderlerle bir problemi yok. Hepsiyle iyi geçiniyor. Demirel’le, Ecevit’le, Özal’la hiç kimseyle bir sıkıntısı olmamış. İlk karşısına çıkan Erbakan. İlk karşılaşmaları Erbakan ve Erbakan’ın iktidardan gitmesi için de çok ciddi desteği olmuş.

- O dönemde YAŞ kararlarıyla birçok asker namaz kıldığı için, eşi başörtülü olduğu için atılmıştı. Acaba bu organizasyonu FETÖ yapmış ve ordudan temiz insanların atılmasının yolunu açmış olabilir mi?

O dönemlerde irticai faaliyetler diye atılanların FETÖ’cüler olduğunu düşünmüyorum. FETÖ’cülerin yönlendirmesiyle atılmış olmaları daha muhtemel, yani bu görüşünüze katılıyorum. 98’de Refah Partisi kapatılıyor, 1999’da FETÖ elebaşısı Amerika’ya gidiyor, Apo Türkiye’ye geliyor. Şimdi ne deniyor? Efendim, AK Parti bunlarla mücadele etmedi. Geçmişe bakarsanız Erbakan bunlara tavır alıyor. En uzun ve kararlı mücadeleyi yapan AK Parti iktidarı, lideri Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarıdır.

Hatırlayın, YAŞ’ta FETÖ’cüleri atmadılar dediler hep. Hükümet yani sırf inançlarından dolayı atılmanın olmaması için şerh koyuyor, ama AK Parti iktidarı boyunca Şura’ya atılma teklifiyle gelip de atılmayan hiç kimse yok. Kim irticai faaliyet diye getirildiyse hepsi atılmış. Sadece itiraz yazmışız bazılarına, ama bu sonucu değiştirmiyor ki atılıyor adam. Yani dolayısıyla efendim biz getirdik de, korundu da, etti de, bunlar laf-ı güzaf. Böyle bir şey yok. İşte görüyorsunuz, 1966’dan bu yana ilmek ilmek dokumuşlar, bütün kurumlarda bir noktaya gelmişler. Terör örgütü olarak adı konmadığı için çeşitli dönemlerde bu ortamı değerlendirmişler. Terör örgütü tespiti ve mücadeleyi başlatan AK Parti’dir.

Her şey 2010’daki referandumla başladı

50 yıl sonra özgüven hissediyor ve şah çekiyor. Ne zaman çekiyor? İlk 2010 referandumuyla başlıyor. 2010 referandumu olduktan sonra orada bir ittifak yapıldı. Niye yapıldı? O ittifakın da sebebi var, daha önce bir yargı darbe girişimi var. İlhan Cihaner’le başlayan, Yargıtay’ın devam ettirdiği bir süreç var. Onun üzerine bu anayasa değişikliği, referandum gündeme geldi.

Anayasa değişikliği sürecinden sonra HSYK seçiminde FETÖ’nün “Ölüler bile mezarından kalksın oy kullansın” diye beyanatı var. Doğrudan hamle yaptıkları olay HSYK oluşumudur. Sonra kanun değişikliği yapmak zorunda kaldık 2012’de. Bu sefer ne yaptık? Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayılarını arttırdık ki, yeni gelenlerle bir denge oluşturalım. Ve ondan sonra da 7 Şubat 2012 MİT meselesi. Daha sonra 2013 Gezi, 17-25 Aralık süreci ve dershanelerin kapatılması...

2012’de dershanelerin kapatılacağı yönünde Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşu bardağı taşıran son damlalardan biridir. Ona şiddetle karşı çıktılar, aracı gönderdiler, kırılma noktasıdır, bundan vazgeçilsin, yoksa işte şunlar olacak, bunlar olacak, tehditler filan oldu...

2010 sonrası her seçimde ayıkladık

Bir terör örgütü olarak adını koymadan önce mücadeleyi başlatan parti AK Parti’dir. 2010’da fiilen başlatmışız, orada görmüşüz işin boyutunu. Ve 2010’dan sonraki bütün seçimlerde, 2011 genel seçimleri, 2014 yerel seçimleri, 2015 seçimleri, 1 Kasım seçimlerinde en fazla temizliği yapan partiyiz. Hatta belirlediğimiz adayları değiştirmek zorunda kaldık, seçildikten sonra attıklarımız var. Onun için AK Parti FETÖ’yle mücadele yapmadı demek en hafifinden büthandır.

- Efendim, 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda uyarı var, Hilmi Paşa’nın size verdiği brifing var.

MGK’ya gelen değişmez maddelerden biri irticai faaliyetlerdir. İrticai faaliyetlerde cemaatler üzerinden değerlendiriliyor biliyorsunuz. Dolayısıyla, o tip gelen konuların hiç biri yani yok sayılmadı, göz ardı edilmedi ve şunu tekraren söylememde fayda var: YAŞ’ta yapılan tasarrufların hepsi, tekliflerin hepsi aynen kabul edildi. Şerh konulması sonucu değiştirmedi. Dolayısıyla, kimse kalkıp da biz götürdük de bunlar gereğini yapmadı filan gibi laf edemez, etmesinin de çok bir manası yok, yok böyle bir şey. Yani bu kurumlar şöyle yaptı, böyle yaptı meselesine getirmiyorum. Bu işin muhatabı siyasettir. Kurumlarda yanlış varsa bedeli hep siyaset öder.

Mart 2014’te yapacaklardı!

- Darbeyi 17-25 Aralık mı tetikledi?

17-25 Aralık da elbette bir anlamda darbeydi. O zaman siyasi partiler bize destek verselerdi belki bugün 15 Temmuz’u yaşamayacaktık. Cumhurbaşkanımız bireysel olarak bu mücadeleyi en önce başlatandır. Parti olarak da biz onun başlattığı bu mücadelenin hep arkasında olduk.

Bakın ben bizzat yaşadım bunların oyunlarını. 17-25 Aralık dosyası 2012’de açıldı. Ve o dosyayla benim arkadaşlarımı dinlediler. Ben o dosyanın 17-25 olmadan önce farkına vardım. Üzerine gittim, 17-25 Aralık’ı o sebeple öne aldılar. Aslında yerel seçimlere 10-15 gün kala yapacaklardı. Mart 2014’te yapacaklardı, Aralık 2013’e çektiler.

İçişleri Bakanı’na, Adalet Bakanı’na dedim ki “Ya bakın böyle böyle bir dinleme var.” Fakat gidiyorlar, soruyorlar, böyle bir şey yok diyorlar. Yani UYAP’a koymamışlar bile. Çekmeceden dosya takibi yapıyorlar gizlice. Resmi kayıtlara girmiyorlar.

- Bir daha askeri darbelerden söz etmemek için ne önlem alınmalı?

Bu ülkede askeri darbeler yüzünden Başbakanlar, bakanlar asıldı. Darbelerden ikisi amacına ulaşamamıştır. Birisi 27 Nisan’dır, biri 15 Temmuz’dur. Onun dışında hep başarılı olmuştur. TSK içinden istihbarat toplama hakkı yok MİT’in. MİT’in de yok, Emniyet’in de yok. Bunun ciddi bir eksiklik olduğu, 15 Temmuz’da görüldü. Ama ne yaptılar? Jandarma marifetiyle illegal yollardan siyasi iradeye, meşru iktidara karşı bilgi toplama işi oldu. Ama TSK’nın FETÖ’ye karşı veya personel istihbaratına yönelik kendi bünyelerinde bir çalışma olmadı. Onu işte bu FETÖ dediğimiz örgüt yaptı. Yani yıllarca, 50 yıl içerisinde adım adım, adım adım illegal yollardan bunu gerçekleştirdi.

- MİT’in ya da herhangi başka bir kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri içinde istihbarat toplaması teknik olarak nasıl mümkün olabilir?

Şimdi aslında kanununda var, ama bu bir uygulama olarak maalesef hiç yapılmamış. Var yani, MİT Kanunu’nu açın bakın, göreceksiniz; ülkenin güvenliği için her türlü iç-dış istihbaratı toplar diyor. İstisnası da yok bildiğim kadarıyla.

- O zaman ihtiyaç yoktu ki... Zaten MİT Müsteşarı askerdi.

Askeri kurumlara karşı sivil istihbarat faaliyeti yapmak kolay bir iş değil. Türkiye’nin geçmişindeki darbeleri, vesayet dönemlerini düşündüğünüz zaman, bunun fiilen uygulanabilirliği yok. Ama bugün bir ihtiyaç olduğu ortaya çıktı ve bunu yapıyoruz, yapacağız. Yani sadece personel istihbaratı ile sınırlı olmak üzere, yani asker içine farklı amaçlı, farklı gündemli içeriden-dışarıdan yönlendirilmiş grupların hakim olmaması için personel istihbaratıyla sınırlı bir yapı oluşturacağız.

Devletler arası ilişkide belge, bilgi, hukuk esastır

- Sayın Cumhurbaşkanı’nın da üst akıl açıklamaları olmuştu o dönemde, Başbakan yardımcılarının da Amerika’yı işaret eden açıklamaları var. Bu bir yıl içerisinde bir gelişme oldu mu bu konularla ilgili? Ve İncirlik Üssü özellikle çok konuşulmuştu...

İncirlik’ten biliyorsunuz ikmal uçakları kalktı. İncirlik’te sorumlu bir tuğgeneralin bu işin içinde olduğu anlaşılıyor. Yani bunu hiçbir zaman Amerikan hükümeti doğrulamaz, doğrulamadı. Böyle bir şey de beklemiyoruz yani. Ama Pensilvanya’da oturan, sümüğü akan, ağlayan-sızlayan bir adamın tek başına kurgulayacağı bir iş olmadığını da vasat bir insan bilir. Yani mutlaka bunun bir altyapısı var.

Bu işleri bu noktaya getirinceye kadar belirli bir destek aldı, belirli akıllar aldı, bir yol haritası mutlaka oldu. Ama biz devletiz, biz devletten devlete muhatabız. Dolayısıyla bizde esas olan belgedir, bilgidir, devletten devlete ilişkilerde hukuk işler. Karşılıklı menfaatler söz konusudur. Dolayısıyla FETÖ’nün bu darbe girişiminin kararını veren, sorumluluğunu taşıyan ve gerçekleşmesi için azmettiren kişi olduğuna bizim zerre kadar şüphemiz yok. Türkiye’de hiç kimsenin şüphesi yok. Belki bize muhalefet olsun diye bunu açıkça telaffuz etmeyen bazı partiler olabilir, ama onlar da kendi vicdanlarıyla başbaşa kaldığında bunu kabul ediyorlar. Bence CHP’nin en büyük açmazı, haksızlıkları dile getireceğim diye FETÖ’nün safında sık sık yer almasıdır.

Ülkeler tercih yapacak ya biz ya teröristler

- Şimdi içeride FETÖ’yle mücadele belli bir aşamaya geldi, devam ediyor. Ondan sonrası artık demin zaten onunla ilgili bazı şeyler söylediniz, yine dışarıda FETÖ var. Yani bir iç tehdit, dış tehdit haline mi geldi Türkiye için?

Örgüt dışarıda da güçlü. 167 ülkede örgütlenmiş; ticari hayatta, eğitimde yer almış, üst bürokraside önemli mesafeler almış. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, Afrika ülkelerinde çok ciddi mesafe almış. Dolayısıyla bu dışarıdaki yapının parasal gücü devam ediyor, o ülkelerdeki ilişkiler devam ediyor. Bu ülkelerin birçoğu da Türkiye’yi hizaya sokmak için tavır almakta gönülsüz davranıyorlar. Bir kısmı net duruş gösteriyor, bir kısmı havayı yokluyor, AK Parti gider mi, gitmez mi falan, Türkiye’nin genel politikalarına odaklanmış bir şekilde kontrollü tavır alıyorlar. Bir kısmı da hiç tavır almıyor. ‘Bırakalım bunlarla uğraşsınlar’ diyorlar. Yani Türkiye’nin başını ağrıtacak ne kadar çok mesele olursa, bazı ülkeler bundan istifade ediyorlar. Biz bu mücadeleyi yapacağız. Bu mücadelede onların propaganda gücü yüksek olabilir, ama bu değişecektir, böyle yürümez. Yani neticede şartlar öyle bir gelişecek ki o ülkeler bir tercih yapmak zorunda kalacaklar. Türkiye’yle mi çalışacak, yoksa bir terör örgütüyle mi çalışacak? PKK’da olduğu gibi onlar da bir noktaya gelecek.

Bu mücadelenin Ak Parti sonrasına kalmaması lazım

- FETÖ ile mücadelenin kurumsallaştığını düşünüyor musunuz? Yani size veya Sayın Cumhurbaşkanına bağımlı olmadan, hatta AK Parti iktidarlarından sonra da aynı biçimde devam edeceğini düşünüyor musunuz?

Bir kere AK Parti iktidarında bu mücadelede bir kafa karışıklığı yok. Bu mücadelenin AK Parti’den sonraya kalmaması lazım. Bu defterin kapanması lazım. Bu örgütün bir daha kafa kaldıramayacak şekilde yok olması lazım. Tabii bu önemli bir konudur, bundan sonra buna benzer yapılara karşı ön ihbar sistemini geliştirmemiz, örgüt olarak karşımıza çıkmasını beklemeden daha iyi bir izleme sistemini tesis etmemiz gerekiyor.

Bir yapının örgüte dönüşmesi için bazı hukuki süreçlerin yaşanması lazım. O süreçler yaşanmadan, “Bu örgüttür, ben buna göre işlem yapayım” diyemiyorsunuz. Tarihsel gelişimine baktığımızda Haziran 2016’daki MGK’da net olarak terör örgütü deniyor. Ayrıca 30 Ekim 2014’te örgüt olduğu yine MGK’da tescil ediliyor.

Hukuken örgüt olması fiilen suç işlemesine bağlı, ama suç işlemeden bunların ne kadar büyük mesafe kat ettiklerini, hukukun getirdiği imkânlardan, demokrasinin getirdiği imkânlardan nasıl yararlandıklarını gördük.

Şimdi yani sırf siyaset yapacağım, AK Parti’yi yıpratacağım diye burada aykırı duruş sergilemek, bunu sergileyen siyasi partilere fayda sağlamaz. Bence 17-25 Aralık’ta eğer muhalefet partileri bu tehlike karşısında net bir tavır koysalardı, belki bu noktaya gelmezdi. Orada maalesef taraf oldular, bunlardan taraf oldular. Çünkü bu örgüt amacını gizledi, bir yolsuzluk işine dönüştürdü işi, tartışmayı oraya çekmeye çalıştı. Hâlbuki orada açık ve seçik bir şekilde bu ülkenin bakanlarını, başbakanlarını bir yargı darbesiyle, bir oldu bittiyle görevden uzaklaştırma vardı. Bunu biz gördük ve gerekli tavrı aldık. Ama siyaset bunu göremedi, yani diğer siyasi rakiplerimiz gördü, işine gelmedi. Bunlar gitsin dediler, ama gitsin de, yani siz gelecek misiniz, yani garantiniz mi var?

Kontrollü darbe lafı Kılıçdaroğlu’nun değil

Şimdi o olaylar yaşanırken Ana Muhalefet Partisi’nin duruşunu hatırlayın. Gezi olaylarında nerede durdular? 17-25 Aralık yargı darbesinde, Cumhurbaşkanı’nı almaya gelirken, Başbakanı almaya gelirken, bizleri almaya gelirken, fezlekeler düzenlerken nerede durdu muhalefet partisi? Ondan sonraki süreçlerde nerede durdu? Daha düne kadar 15 Temmuz kontrollü darbe diyordu. Şimdi değiştirdi, hafif tornistan yaptı, 20 Temmuz’a gitti. Baktı ki toplumsal infial çok büyük, şimdi “Efendim, 15 Temmuz darbedir, ama işte 20 Temmuz kontrollü darbedir” diyor. Öyle değil, o kendi ifadesi değil, FETÖ’nün ifadesi. FETÖ’nün Amerika’da parayla yaptırdığı bir raporun sonucudur. O 15 Temmuz kontrollü darbe lafı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendi tespiti, kanaati değil.

Ergenekon-Balyoz yalan değil

Sayın Kılıçdaroğlu, OHAL uygulamaları diyor ama bakın biz özel yetkili mahkemeleri kapattık. Gördük ki bu işi bunlar geleceğe yönelik amaçları için kullanmayı hedeflemişler... Kapatınca da bize çok büyük tepki koydular. Ve o özel yetkili mahkemelerden sonra Ergenekon ve Balyoz’un seyri değişmiştir.

- Ama çok asker tasfiye oldu efendim.

Tabii yani bu da bir plan. Ama şunu söylemekte fayda var. Bir kere asker, iktidara geldiğimiz ilk günden beri sürekli bizi irtica var şeklinde sıkıştırdı. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Daha iktidara yeni gelmişiz, 19 Kasım’da hükümeti kurmuşuz, 8 Ocak’ta zehir zemberek bir bildiri. Hatırlayın o günü, açın gazeteleri. Yani 27 Nisan’dan çok daha ağır bir bildiri.

Daha ne olmuş, 1.5 ay geçmiş ya, 1.5 ay... O gün Diyarbakır’da uçak düştü de gündem olmadı, yani öyle geldi geçti. Ondan sonra her fırsatta sürekli bu mesele. Ve FETÖ onu çok iyi değerlendirdi. Ama şunu söyleyeyim arkadaşlar: Ergenekon, Balyoz yalan değil, bu oldu. Ama bunlar çok abarttılar, gerçek olanı sanki olmamışa dönüştürdüler. Yani onların abartmaları, sulandırmaları Ergenekon-Balyoz darbe girişimini ortadan kaldırmaz… O da bir girişimdi, o da meşru hükümete karşı, milli iradeye karşı bir işti, bunu biz net biliyoruz. O bakımdan yani ‘FETÖ’cüler yaptı, böyle bir şey yok, yalan-dolan’ diye bugün savunanlar var, görüyorum, onu kabul etmemiz mümkün değil.