Bunlar da en ucuz yerli dizi

Yerli dizilerin yüksek maliyeti malum... Bölüm başına kanala maliyetleri 150-350 bin lira arasında değişiyor

Haberin Devamı

Yerli dizilerin yüksek maliyeti malum... Bölüm başına kanala maliyetleri 150-350 bin lira arasında değişiyor. Ayrıca reyting garantileri olmadığı için hem yapımcı, hem de kanal yöneticisi açısından büyük bir risk içeriyorlar. Bunların yanı sıra, oyuncuların, yönetmenlerin kaprisleri, çetin rekabet koşullarının getirdiği stres, 72 dakikalık bölümü bir haftada çekip, yetiştirmek için verilen olağanüstü gayret, ışık, ses, montaj, mekân bulma çabası da üstüne eklendiğinde yerli dizi çekmekle "ıstırap çekmek" eş anlamlı hale geliyor.

Durum böyle olunca bazı yapımcılar ve kanal yöneticileri işin en kolay ve en risksiz yöntemini geliştirdiler. Sabah kuşağında "mış gibi" yapılan ama gerçek diye yutturulan bir takım "diziler" yayında. Bu moda, Banu Alkan-Murat Taşdemir çiftinin maceraları ile başladı. Olay, "Sabah Yıldızları"nda küçük bir atışmadan ibaretti. Sonra çift, bir eve kapandı. Her sabah "uzman" stüdyo konukları onlara laf yetiştirdi, akıl verdi. Şimdi aynı ekranlarda Ahu Tuğba, Murat Parasayar, Gökhan adında bir kişi ve Arzu isminde genç bir kadın arasında yaşanan "eşkenar aşk dörtgeni"ni izliyoruz. Mekân kirası yok, montaj derdi yok, reytingi garantili. Oyuncu kaprisi ne kelime? Millet oynamaya can atar halde. Akşamdan kimin ne konuşacağı, nasıl tavır alacağı konuşuluyor. Hatta muhtemelen tekstler bu "oyuncuların" ellerine veriliyor. Onlar "mış gibi" yaparken, bizim millet de olan biteni "gerçek" sanıyor.

Pazartesi sabahı atv'deki "Sabah Yıldızları"na Gökhan bey ile Arzu hanım konuktu. Gökhan bey, Ahu Tuğba-Murat Parasayar ilişkisine sonradan "müdahil" olmuştu. Arzu hanım ise Ahu Tuğba için yanıp tutuşan Gökhan Bey'i ekranda görüp, kara sevdaya tutulmuştu. İkili arasındaki canlı yayın sohbetini, o sırada diğer stüdyoda bulunan Ahu Tuğba izledi, izledi ve sonunda dayanamayıp, ikilinin bulunduğu stüdyoya geldi. Ahu, Arzu'ya yaklaşırken, fonda korku müziği vardı. Herkes, eski filmlerini hatırlayıp, Ahu'dan Arzu'ya bir Osmanlı tokadı atmasını beklerken, Ahu Tuğba, rakibesine sarıldı, başını göğsüne yasladı ve ağzından şu kelimeler döküldü: "O da bir ana-baba evladı. Sevmiş işte. Ben de kadınım. Anlarım bunu. (Stüdyoya dönerek) Sizler de kadınsınız."

Arzu hanım hiç beklemediği bu şefkat gösterisi nedeniyle gözyaşlarına boğuldu. Gökhan bey olan bitene tepki gösterip, "Ahu bugüne kadar bana böyle sarılmadın. Ona niye sarılıyorsun?" diye haykırdı. Bir tek donan kare ve akan jenerik eksikti:

"Devamı yarın..."

Yani bu senaryoyu kim yazdıysa helal olsun!

Yahşi maç
Azerbaycan-Türkiye maçında fırsatı kaçırır mıyım? Geçtim Azeri televizyonu AzTV'nin karşısına. Açtım sesi sonuna kadar...

Şu Azeri diline bayılıyorum. İfadeler o kadar sıcak, o kadar samimi, o kadar içten ki... Spiker, maçı izleyicilere değil, sanki yanındaki arkadaşına anlatır gibi. Azeri spiker, belli ki "baş meşkçi" (teknik direktör) Fatih Terim'e yedek oyuncuları getirdiği için kırgın. Türkiye'nin "ikinci niyetiyle meydanda olduğunu" yani yedek kadrosuyla sahaya çıktığını söylüyor. Ama bu "yoldaşlık" (dostluk) maçında Terim'in hakkını da teslim ediyor; "Fatih Terim Galatasaray kamandasıyla (takımıyla) ney ki Türkiye'de, Avrupa'nın başında gelmiştir." Spikerimiz, Galatasaray'ın UEFA şampiyonluğunun ve Süper Kupa zaferinin altını böyle çiziyor. Ben en çok karşılaşmanın hakemleri anons edilirken güldüm. Spiker, "Esas hakim ve çömezleri" dedi. Meğer Azeriler yardımcı hakemlere "çömez" dermiş. Ve daha pek çok ilginç tanımlama: "Türk kamandasınm en seçkin futbolcusu Ersen Martin'e bizim Sakalov nezaret eder." (Ersen Martin'i Sakalov marke ediyormuş) "Hakem bayrağını kaldırarak, kaidenin bozulduğunu bildirir." (Hakem faule işaret ediyormuş)

Hele devre arasındaki otomobil reklamlarına bittim. Honda Accent için ekranda "Müessir kullanış", "İdarenin tam tehlükesizlüğü" yazıyordu. Slogan ise "Öz yolunuzu seçin" diye tercüme edilmişti. Nissan Primera da AzTV ekranında "Primyera" oluvermişti, iyi ki atv yerine AzTV'yi tercih etmişim. Sıradan bir maç, benim için iki saatlik muhteşem bir keyfe dönüşüverdi.

Hüznün rengi: Sarı
Bu hafta haber/tartışma programlarından beklentim, "taksi terörünü" ele almalarıydı. Zira son 6 ayda 14 taksici, hırsızlık ve gasp yüzünden yaşamını yitirmişti. Artık eşler, kardeşler, ana-babalar evden çıkan taksi şoförü yakınlarını adeta "cepheye gönderir gibi" uğurlayıp, helalleşiyorlardı. Son olarak hunharca katledilen taksi şoförü Seyfettin Erol ve onun henüz 15 günlükken yetim kalan bebeğinin acısı yüreğimize çöreklendi.

Lisedeki terörü, sokaktaki kapkaçı, Güneydoğu'yu, hastane rezaletlerini günlerce konuştuk, tartıştık. Konuşmaya da devam ediyoruz. Ama yanı başımızdaki "sarı renkli mağduriyetten" kimse söz etmiyor. Buradan Siyaset Meydanı'na, 32. Gün'e, Arena'ya, Ceviz Kabuğu'na, Objektif'e, Teke Tek'e çağrıda bulunuyorum. Lütfen taksi şoförlerinin dramına çözüm getirecek bir tartışma platformu oluşturun. Devlet; tek kabinli, güvenlikli taksi projesine mali destek versin. Tazecik hayatlar solmasın, sararmasın...

Eşeledikçe pislik çıkıyor
Show TV'deki "Haber Özel" programı, son zamanlarda yaptığı özgün ve "etkin" habercilikle rakiplerinden bir adım öne çıkmayı başardı. İlk olarak Tuzla'daki zehirli varil skandalını ortaya çıkartan ekip, daha sonra İstanbul Çavuşbaşı'nda yaklaşık 500 sokak köpeğinin itlaf edilip gömüldüğü araziyi, hayvanseverlerin de desteğiyle gün ışığına çıkardı. Özellikle zehirli varil skandalı, nasıl bir çevre felaketiyle karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne serdi. Ha insanları yoldan çevirip, damarlarına zehir zerketmişsiniz, ha doğal su kaynaklarına zehir pompalamışsınız. Etik olarak ben aralarında en ufak bir fark görmüyorum.

Eskiden İstanbul için "taşı toprağı altın" denirdi. Şimdilerde şehrin neresini eşeleseniz, pislik fışkırıyor!

DİĞER YENİ YAZILAR