Ya aldatılan seyirci?

Herkes Aliye olayında kimin daha çok mağdur edildiğini tartışmaya koyuldu

Haberin Devamı

Ya aldatılan seyirci?
Herkes Aliye olayında kimin daha çok mağdur edildiğini tartışmaya koyuldu. Ortak kanı, bu işten en zararlı çıkan kişinin aldatılan eş Esra Akkaya olduğu yönünde. Ben ise en fazla aldatılanların "Aliye seyircileri" olduğu kanaatindeyim. Herkesin ağzında aynı klişe: "Gerçek hayatla, rolü birbirine karıştırmayın!.." Tamam da hem dizinin tanıtımını "Çocuklarım olmadan asla
diyorsanız, Aliye" diye yapacak, onu "içimizden biri" diye sunacak, bu karakteri ana haber bültenlerinde "bayrak" yapacaksınız, hem de "Aliye ayrı, Sanem ayrı kişiliktir. Diziye devam" diyeceksiniz. Yok öyle yağma!

Bizim izleyicimiz, dizi karakterlerine "gerçek" gibi sarılır. Ne yapsanız, bu gerçeği değiştiremezsiniz. Çünkü rolün başarısı, inandırıcılığındadır. Bu ülkede Erol Taş'ı sinema setinde taşladılar. Baron'u (Zafer Ergin) görünce ayağa kalkıp, düğmelerini iliklediler, Çakır'ın (Oktay Kaynarca) ardından cenaze namazı kıldılar. Aliye'nin promosyonunu ekranlarda "gerçekmiş" gibi yapıp, sonra işler yolunda gitmeyince, "Aptallık etmeyin sevgili seyirciler. Bu sadece bir senaryoydu" derseniz, sadece kendinizi kandırmış olursunuz.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün: Bundan sonra evlatları için gözyaşı döken Aliye'ye kim inanır? Onu gören herkesin zihninde uyanan ilk görüntü, "Hayrola Çay Bahçesi'nde kafasını cipin koltuğunun altına sokmaya çalışan kadın" olmayacak mı? Eminim ki, bir-iki hafta "sansasyon" nedeniyle dizinin reytingleri yüksek çıkacaktır. Ama ya sonra? Bu sadece bize özgü bir durum da değil. Eğer ilk filmin ardından Sylvester Stallone bir erkekle tuvalette çırılçıplak yakalanmış olsaydı, Rambo 2,3 ve diğerleri çekilir miydi sanıyorsunuz?

Önce bütün gücünüzle izleyiciyi "Aliye"nin gerçek bir karakter olduğuna inandırmaya çalışacaksınız. Ama onlar tüm yürekleriyle bu karakterin gerçekliğine inanınca da halka "aptal muamelesi" yapacaksınız. "Gerçek Aliye"nin üzerinden trilyonlar kazanırken iyiydi. Peki şimdi ne değişti?

Müzeyyen Senar'dan dersler
Türk Sanat Müziği'nin yaşayan efsanesi Müzeyyen Senar'ı son olarak "Televizyon Makinası"nda izledim. İlk kez "Televizyon Makinası"na katılan bir konuk, arkasında kalan stüdyodaki izleyicilere dönerek, "Kusura bakmayın, size arkamı dönmüş gibi olacağım ama ne çare ki oturma düzeni böyle" dedi. Son derece şık, son derece bakımlı ve zarifti. Nedeni tabii ki izleyicilerine saygısıydı. Sonra telefondaki bir hayranı kendisinden şarkı istedi. "Lütfen yorulmayın, oturduğunuz yerden de mırıldanabilirsiniz" diye de ricada bulundu. 90 yaşındaki Senar kabul etmedi. Mikrofonu aldı, sahneye kadar yürüdü ve sanatını orada icra etti.

Programın sonlarına doğru Okan Bayülgen kendisinden albümünde yer alan bir şarkıyı playback okumasını rica etti. Senar teklifi nazikçe geri çevirirken, gerekçesini de açıkladı: "Bu albümdeki kayıtlar eski. Burada canlı da söyleyeceğim. İki ses arasında fark var, inandırıcı olmaz..." Okan Bayülgen, "Türk Sanat Müziği söyleyen yeni sanatçılardan kimi beğeniyorsunuz?" diye sordu. Senar "Hiçbirini" diye yanıtladı. Düşündüm ve hak verdim. Nasıl beğensin ki?

Spikerler de ağlar
Dün gece TGRT Ana Haber Bülteni'ni izleyenler, spiker Jülicle Ateş'in gözyaşlarına tanık oldular. 3 yaşındaki Samet, 9 yaşındaki Ümit ve 13 yaşındaki Nagihan Elgörmüş kardeşler, Bingöl depreminden sonra aileleriyle birlikte çadırda kalmaya başlamışlardı. Bir gece çadırlarında büyük bir yangın çıktı. 9 kişilik aileden sadece 3 kardeş yaralı olarak kurtulmayı başardı. Ancak Nagihan ve Ümit'in yüzleri ve vücutları ciddi şekilde yandı. Yangını en az zararla atlatan üç yaşındaki küçük Samet ise olayda ayak parmaklarını kaybetti. Bu üç küçük çocuğun acı dolu hayatlarını anlatan haber, deneyimli sunucu Jülicle Ateş'i de canlı yayında ağlattı.

"Her açıdan" bakınca
Ruhat Mengi'nin Star TV ekranlarında pazar günü siftah yapan "Her Açıdan" programını ilgiyle izledim. Özellikle "okullarda şiddet egemenliği" konusu gerçekten de son derece önemliydi. Ruhat Mengi; görüntüsüyle, diksiyonuyla, bilgi ve donanımıyla ekrana yakışıyor. Ancak bu kadar kapsamlı konulara "her açıdan" çözüm üretmek için bir saat 10 dakika son derece yetersiz bir süre. İlk hafta Hüsnü Şenlendirici'nin bölümünün çok uzun tutulması ise akış ve kurguyu iyice sıkıştırdı. Ya programın süresi uzatılmalı, ya da konuların çerçevesi daraltılma-lı. Buna rağmen "lay lay lom" programların, sabun köpüğü sohbetlerin günü olarak bilinen pazar için "Her Açıdan" önemli bir alternatif sunuyor. Zira sorunlarla yüklü bir toplumun pazar günlerini sadece keyif çatarak geçirme lüksü olmadığına inanıyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR