Bir yiğit politikaya düşse...

Kanal D'nin ilgiyle izlenen dizisi "Haziran Gecesi", Baran'ın (Özcan Deniz) politikaya soyunmasıyla iyice hareketlendi. Ama buradan Özcan'a bir uyarıda bulunayım

Haberin Devamı

Kanal D'nin ilgiyle izlenen dizisi "Haziran Gecesi", Baran'ın (Özcan Deniz) politikaya soyunmasıyla iyice hareketlendi. Ama buradan Özcan'a bir uyarıda bulunayım. Ekrandaki politik karakterler pek uzun ömürlü olmuyor. "Zerda"daki Şahin Ağa, "Sayın Bakanım"daki Bakan Bey ve "Canım Benim"deki Belediye Başkanı Yüksel "son kullanım tarihleri dolmadan" buhar oldular. Yani ekranda politikaya bulaşanın sonu pek hayırlı olmuyor. Hatırlatayım dedim.

Bu arada "Haziran Gecesi" ile ilgili kafama takılan bazı soru işaretleri var:

1. Yeni Yaşam Partisi Başkanı Baran Aydın kampanyası için il il dolaşıyor. Ama peşinde sadece CNN TÜRK muhabiri var. Hadi diğer kanalları geçtik. Peki nerede her kapının arkasından çıkan İHA, AA. ve Cihan Haber Ajansı?

2. CNN TÜRK muhabiri kampanya başlarken, izleyicilere serzenişte bulunuyor: "Bu kampanyayı size 24 saat boyunca aktaracağız. Ama günde 24 saat gelin ve kaynanaları izlemeye alışkın sizler için bu biraz zor olacak." Ama aynı muhabir bir gün sonra Baran'ın sevgilisiyle evinde buluşmasını görüntülemek için elinde kamerayla paparazzilik yapıyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

3. Baran Aydın'ın seçim otobüsünün ve konvoyunun harekete geçtiği yerde yalnızca kuruyemişçinin üzerinde bir sıra parti bayrağı var. Oysa bizdeki seçim kampanyalarını bilirsiniz. Ortalık bayraktan, flamadan geçilmez. Peki bu Baran yalnızca kuruyemişçilerin başbakan adayı mı?

Akla yakın mı?
4. Dizideki yan karakterlerin işlettiği Enginar Kafe'de binbir çeşit kahvaltılık varken, bütün çalışanların sabah simitçi ile poğaçacının yolunu gözlemesi, sokaktan aldıklarını büyük bir iştahla mideye indirmesi neden? (Galiba ürünlerine pek güvenemiyorlar!) Bir de kamera kafeye ne zaman dönse, aşçıyı masalarda sohbet ederken görüyoruz. Peki yemekleri kim yapıyor?

5. Başbakan adayının annesi günlerdir akıl hastanesinde. Ama medyanın haberi yok. Hülya Avşar'ın kızı Zehra'nın doğum resimlerini basına vermek için kapı kapı dolaşan hemşireyi hatırladığımda bu durum bana pek gerçekçi gelmiyor. Ne dersiniz?

Böyle özür olmaz
Kanal D'de "Yasemin Bozkurt'la Kadının Sesi" programının son dakikalarına yetiştim. Adamın biri, eşinin önünde yere kapanıp, karısının ayaklarını öpüyordu. Sonradan öğrendim ki, adamın daha önceden sözü varmış. "Eşimin beni affetmesi için gerekirse ayaklarına kapanının" demiş. Çifti stüdyoda buluşturan Yasemin Bozkurt bu reyting fırsatını kaçırır mı? Adama, "Erkek dediğin sözünde durur, haydi bakalım" diyor ve adam milyonlarca izleyicinin önünde secde edip, eşinin ayaklarını öpüyor.

İnsan affettikçe yücelir, yüceldikçe affeder. Özür dilemesini bilmeyen, kendinden ötesini göremez. Bunlar hak verdiğimiz ama yıllardır duymaktan usandığımız beylik laflar. Peki özür dilemenin her yolu mubah mıdır? Bence değildir. Böyle bir özür hiçbir insana dayatılamaz. "Ayak öpmek" erkeklik gururuna da insanlık onuruna da sığmaz. Eğer onur "ayağa düşmüşse", bu özüre kim, ne kadar inanır? Özür dilerken kafasını dik tutamayanın sözü söz müdür? Hadi oradaki vatandaşın cahilliğine verelim. Peki ya Yasemin'in "zorlamasına" ne mazeret uyduralım?

TV'de Semra taşlama ayini
Show TV'deki "Sabah Yıldızları" programı bir süredir "Şeytan Taşlama" misali "Semra Taşlama Ayini"ne döndü. Stüdyoya doluşan kadınlar, milli kaynanayı fena halde hırpalıyorlar. Bazen öyle sorular soruyorlar ki, kaya gibi sert Semra Hanım bile gözyaşlarına boğuluyor, hatta stüdyoyu terk ediyor.

Görünen o ki, zamanında kaynanasından çok çeken, ama ağzını açıp tek kelime edemeyen bütün "kaynana mağduru" kadınlar, yılların acısnı Semra Hanım'dan çıkartıyor. Günlerdir "Bu program ne işe yarar?" diye düşünüp duruyordum. Sonunda buldum. "Sabah Yıldızları" bütün kaynana mağdurlarını rehabilite ediyor!

Filmler güzel de...
Birkaç gündür Kanal D'nin gece kuşağında ekrana getirdiği mükemmel filmleri sizlere tavsiye ediyorum. Gerçekten de Kanal D'nin sinemaseverler için başlattığı hamle övgüye değer. Ancak filmlerin ekrana geldiği saat konusunda izleyicilerden büyük tepki var. Akışta 23.30 olarak ilan edilen filmlerin başlama saati, yayın akışındaki sarkmalar nedeniyle 24.00'ü buluyor. Eh, reklamları da hesaba katarsanız, normal uzunluktaki bir filmin bitmesi 02.00'yi buluyor. Hafta arası sabah erken kalkıp işe ve okula gitme zorunluluğu olduğu için insanlar ya uykularından ya da izledikleri filmin finalinden fedakarlık etmek zorunda kalıyor. Batı televizyonları bu tür sorunları aşmak için ana haber bültenlerini erkene alıp, sürelerini 15-20 dakika ile sınırlıyorlar. Bakalım bizimkiler Amerika'yı ne zaman keşfedecek?

Haftanın diyaloğu
Cumartesi günü Habertürk'ün ana haber bülteninde spiker, Almanya güzeli seçilen Türk kızı Aslı Bayram ile telefon röportajı yapıyordu. Hem hatlarda cızırtı vardı, hem de Aslı'nın Türkçe'si yeterli değildi. Aslı, "Duvara Karşı" filmiyle ilgili rol teklifi alışını anlatırken, yarım yamalak Türkçe'si ile "Bana da bi rol geliyo" dedi. Spiker sordu: "Kim geliyor? Hangi Birol? Birol Güven mi?"

Gafoloji
"Bakın Seval'deki gelişmeyi hepiniz gördünüz. Bir marangoza bile kereste teslim edilir, masa, sandalye alınır..." ("Size Anne Diyebilir miyim"de Günay Hanım'ın sözleri)

Zaptiye
Borç ödemek için yarışma sunan Mehmet Ali Erbil'e 1 milyon dolar, yapımcı şirkete ise 1 trilyon 200 milyar lira ödenmiş. Ne TASARRUF, ne MEVDUAT, ne SİGORTA... Sadece FON dip var!

Üç tavsiye
Günün önerisi: Show TV, Emre Altuğ ve Özlem Conker'li yeni dizisi "Sensiz Olmuyor"u ekrana sürüyor. (Show TV, 20.00) Uykusuzlara, uykularını daha da kaçıracak (!) bir film önerisi: "Tsunami: Sahilde Panik"... (TRT-1, 01.30) Akşamın kahkahaya boğacak yapımı ise Avrupa Yakası (atv, 20.00). Bu akşam dizide Aslı ve Volkan'ı ilk ve son kez iyi geçinirken izleyeceğiz.

Ne demiş?
"Toplantıyı takip eden arkadaşımız Bülent Yüksel'den sızan haberleri alıyoruz şimdi..." (Kanal Türk spor haberlerinde, yalıtım sorunu olan muhabire yapılan bağlantı)

Gaf kürsüsü
Show Ana Haber'de pazartesi akşamı hatalar üstüsteydi. Önce "Şoför, çalıştığı ticari taksiyi köprünün üzerinde park edip, kendini yakmak istedi" denildi. İyi de "ticari olmayan" taksi var mı? Sonra bitkisel ilaç ve baharat satanlar için "aktara" denildi. Oysa doğrusu "aktar" olmalıydı. Berbere hiç "berberci" denir mi?

Bizim decoder
Discoyery Channel'daki "Son İcatlar" belgeselini hayret ve ibretle izledim. Amerikalı, İngiliz ve Hollandalı bilim adamları, Asurlular'ın M.Ö. 8. yüzyılda kullandıkları ve onlara pek çok muharebe kazandıran savaş arabalarını, aynı koşullarda yeniden üretmek için Halfeti'ye gelmişlerdi. Önce duvar kabartmalarında resmedilen arabaları incelediler. Sonra proje çizip, Şanlıurfa'nın en iyi marangozlarına siparişler veriler. Ardından arabaya koşulacak Arap taylarını günlerce eğittiler. Bizim Halfeti köylüleri ise olan biteni bazen şaşkınlık, çoğu zaman da "Delirmiş bu gavurlar" cümlesi okunan alaycı bakışlarla izlediler. Benim için asıl hayret verici olan, dönemin en gelişmiş tekerlekli aracının üretildiği bu topraklarda, şimdi her bayram dönüşü trafik kazalarına en az 150 kurban verişimizdi!

DİĞER YENİ YAZILAR