Hamaset edebiyatına son!

Önce Şampiyonlar Ligi maçlarını izledik... Salı gecesi Real Madrid-Juventus, Çarşamba gecesi Barcelona-Chelsea...

Haberin Devamı

Önce Şampiyonlar Ligi maçlarını izledik... Salı gecesi Real Madrid-Juventus, Çarşamba gecesi Barcelona-Chelsea... Tek kelimeyle özetlemek gerekirse "şölen" diyebileceğim bu futbol gecelerinin öncesi ve sonrasında F.Bahçe, UEFAda Zaragoza önünde iki sınava çıktı. Real-Juve ve Barça-Chelsea maçlarını izlerken yükselen ruhum, F.Bahçe'nin Avrupa'ya havlu attığı iki 90 dakikada parçalandı resmen!.. Şampiyonlar Ligi'ndeki dört takımla diğer ikisi arasında öyle büyük uçurumlar vardı ki, hüzünlenmemek elde değil. Real-Juve maçında mesela, Zidane'ın bir anda nasıl bir hareketle kaç rakibini oyundan düşüreceğini merak ederken yakalıyordunuz kendinizi... Tabii buna inatla direnen İtalyanlar'dan alkışlarınızı esirgemeden...

Ertesi gece Barcelona'nın, baş döndüren pas temposuyla Chelsea'yi zorlasa da, 10 kişi kalana dek altedemediğini gördük. Ama İngiliz temsilcisi son bölümde ezildi, kendi alanından çıkamadı. Bunda Ronaldinho adında bir sihirbazın payı büyüktü. Evet, akılda kalan yıldızlar ve onların fizik kurallarına karşı gelen becerileriydi ama taktik organizasyon, sahaya yayılış ve tempo açılarından bakınca da takımların kusursuz birer makine gibi işlediğine tanık olduk. Bu muazzam ziyafetten sonra, iş gereği de olsa Zaragoza-F.Bahçe didişmesine tahammül etmek güçtü. Neyi, neden yaptığını bilmeyen, korumakla yükümlü olduğu alanı parselleyemeyen, soldan ileri fırlayıp, topu sağ ayağıyla ortalamaya çalışan futbolcular...

Düşüyoruz!
Türk futbolu, Şampiyonlar Ligi'nde şimdiye kadar bir kez çeyrek final yüzü görebildi (G.Saray, 2001). UEFA Kupası onurunun yaşandığı 2000 yılında bile, G.Saray o kupaya grubunda üçüncü olabildiği için katılmıştı. Yani, esamisi okunmayan Hertha Berlin, o yıl Şampiyonlar Ligi'nde G.Saray'dan daha başarılıydı!

İki kupa arasında dağlar var... Ve biz, Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya, kalabilen takımlar çıkaramadığımız müddetçe, Milli Takımımız'ın zorlanması sürpriz değil.

Türk futbolcusu yetenekli...
Herhangi bir Ümit Milli maçını izlediğinizde bu tespiti kolayca yaparsınız. Çünkü o seviyelerde oyunun galibini yetenek belirler. Ama sonra futbol aklının ön plana çıktığı, daha karmaşık ligler gelir. Taktik, organizasyon, yardımlaşma sözcüklerinin daha çok kullanıldığı zorlu rekabet alanları... İşte burada futbolcunun entelektüel seviyesi, özverisi, iş ahlakı takımının kaderini çizer. Bizim Tuncaylarımız, Serkanlarımız, Selçuklarımız, Servetlerimiz birkaç yıl öncesine kadar umut vaat ederken, neden beklenen gelişmeyi gösteremediler? Okan Koçlar, Hüseyin Kartallar niçin kaybolup gitti? Çünkü bir transfer yapıp, paraya kavuştukları anda her şey bitiyor. Artık kendini geliştirmek için hiçbir neden kalmıyor. Ligimiz de zayıf. Hele oyuncu fenagassaraybeştaş'tan birinde oynuyorsa, iç saha maçlarında dokunulmazlığı var! Bu şartlarda nasıl gelişsin? Hiç unutmuyorum, Emre Belözoğlu Inter'e imza attığında "Yapma Emre! Inter, G.Saray'dan büyük takım değil" diyenler vardı. Allahtan, o transferin önünü kesemediler de Emre bugünkü seviyesine gelebildi.

Eğri oturup doğru konuşalım...

2002 Dünya Kupası'nda kazanılan üçüncülükten bu yana futbolumuz geriliyor. Bunun nedenlerini tartışmak ve önlemlerini almak yerine, hâlâ "Biz dünya üçüncüsüyüz, müthiş yıldızlarımız var, istediğimiz zaman herkesi yeneriz" türküsü söylüyor, hamaset edebiyatıyla rakiplerimizi aşağılıyoruz.

F.Bahçe-Zaragoza maçı öncesinde iki kulübün bütçelerini kıyaslayarak temsilcimizi favori göstermek, bu içi boş böbürlenmenin zirvesi oldu. Sporda pahalı takımlar kurmanın kazanmak anlamına gelmediğini en iyi bizim bilmemiz gerekir oysa... 17 Mayıs 2000 günü bir İngiliz gazetesi, Arsenal ile G.Saray'ın maliyetlerinden yola çıkarak kendi takımlarını favori gösterse ne yapardık acaba?

DİĞER YENİ YAZILAR