Oyun alanlarındaki tehlikeye dikkat!

28 Ekim 2015

İstanbul’da lüks bir restoranda üç yaşındaki çocuğun başına gelen olayı hepimiz gördük. Dolayısıyla çocuk oyun alanlarının, işin uzmanlarıyla birlikte yapılandırılması ve öncelikle güvenli yerler haline getirilmesi gerekir.

Neresinden bakarsanız bakın çok can sıkıcı bir olay. Bir yandan çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığı, öte yandan anne-babanın acısı… Dilerim ki kimsenin başına bir daha gelmesin.

Bu tür olayları okudukça kime güveneceğinizi bilemez duruma geliyorsunuz. En yakınınızdaki kişilerin bile ruh sağlığından şüphe ediyorsunuz. İçinde yaşadığınız topluma duyduğunuz güven duygusu erozyona uğruyor.

Bir insanın ruh sağlığı açısından en kritik duygu güven duygusudur. Kişisel güvenlik alanlarımızdan emin olmak çok önemlidir. İşte tam bu noktada, yaşadığımız ya da karşılaştığımız bu tür travmatik olaylar, güven duygumuzu ciddi anlamda tehdit etmektedir. Güven duygusunun zayıflaması, hem bireysel açıdan hem de toplumsal açıdan büyük bir risktir.

Küçük çocuğun başına gelen bu olayın benzerleri dünyanın farklı ülkelerinde de yaşanıyor aslına bakarsanız. Üstelik de basına yansıyan olayların çok daha fazlasının yaşandığını hepimiz biliyoruz. Önemli olan yaşadıklarımızı büyük bir duygu seli ile karşılayıp unutmak değil; ders alıp gereğini yapmaktır.

Çocuk oyun alanları ile ilgili riskler nelerdir?

Okuduğumuz haberde, dikkati çeken en önemli sorunlardan birinin restoranlarda ve alışveriş merkezlerinde kurulan çocuk oyun alanları ile ilgilidir. Çoğumuz bu tür oyun alanları ile karşılaşmışızdır. Genellikle, anne-babaların biraz daha rahat zaman geçirmesi için çocukların oyun oynadığı, daha doğrusu oyalandığı yerlerdir. İyi düzenlenmiş çocuk köşeleri ve oyun alanları için diyecek sözümüz yok. Ancak, birçoğunun özensiz ve eksikliklerle dolu olduğu da açıktır. Bu eksikleri dile getirerek olası riskleri önlemek önemli bir sorumluluktur.

Devamını Oku

Hırslı anne-babalar kendinizi frenleyin!

21 Ekim 2015

Ebeveynler, çocuklarının başarılarından çok başarısızlıklarına odaklanır, hep daha fazlasını isterler. Ancak anne-babalar, hırslarını yönetmek zorundadır. Aksi halde, çocuklarımız hırs ateşimizin sıcaklığında yanmaya devam edecektir.

Bir gün bir anne ortaokula giden çocuğu hakkında benimle görüşmeye geldi. Temel sorun da, çocuğunun sınıfındaki bir arkadaşıyla yaşadıklarıyla ilgiliydi. Anne, sınıf arkadaşının kızına kötü davrandığını, onun moralini ve motivasyonunu bozduğunu, aralarının hiç de iyi olmadığını anlatıp durdu. Kızının arkadaşı yüzünden derslerine karşı konsantrasyonunun bozulduğunu da ekledi.

Bir ara görüşmeden kısa süreliğine çıkıp okulun rehber öğretmeniyle görüştüm ve çocuğun durumunu sordum. Rehber öğretmenin anlattığı ile annenin anlattığı arasında tamamen birbirinden farklı bir durum vardı. Rehber öğretmenin söylediğine göre, bu iki kız annenin söylediğinin aksine son derece iyi arkadaştılar ve sık sık birlikte zaman geçirmekten de hoşlanıyorlardı. Yani, annenin söylediğinin aksine aralarında bir sorun yoktu.

Rehber öğretmenin söylediği en kritik şey de, bu annenin kızının genel akademik performans açısından sınıfın ikincisi, diğer kızın ise birincisi olduğuydu.

Bunu öğrendikten sonra farkettim ki, asıl sorun iki kızla ilgili değil, bana gelen anneyle ilgiliydi. Anne, kızının başarısı gayet iyi olmasına rağmen bunu yeterli bulmamış ve kalben sınıfa girerek diğer öğrenci ile rekabet etmeye başlamıştı. Kendisinin bile farkında olmadan kurduğu bu bilinçdışı senaryodan hareketle, okuldan, kızının diğer kızla sorununun çözülmesini istiyordu. Sorun çözülecek ve kendi kızının akademik başarısı daha da artarak sınıfın birincisi olacaktı. Çünkü ikinci olmak başarısız olmak demekti.

Görüşmenin sonuna doğru annenin söylediği sözler de işin tuzu biberi oldu. Finalde söyledikleri şöyleydi:

Anne: “Oktay Bey sakın beni yanlış anlamayın. Ben kızımın mükemmel olmasını istemiyorum. Mesela, geçen gün matematikten 90 aldı. Ben ona ne dedim biliyor musunuz?

Ben:

Devamını Oku

İkna etmek iletişim değildir

14 Ekim 2015

Kişisel görüşlerimiz doğrultusunda başkalarını ikna etmek önemli bir iletişim dili olarak kabul edilir. Ancak ikna etme çabası gündelik hayatta birtakım problemlere yol açabilir.

Sıkça dile getirildiği için normalleştirdiğimiz ilişki biçimlerimizi ve tepkilerimizi sorgulamak çoğu zaman aklımıza gelmez. Elbette iknanın hayatımızda yeri vardır. Özellikle profesyonel dünyada ilişkilerin çoğu iknaya dayanır. Ancak, yine de bir durup düşünmek gerek. İkna gerçekten bir iletişim dili midir? Profesyonel dünyada iknanın yeri olsa da günlük hayatın her yerinde hep birilerini ikna etme çabası, bir çok sorunu bünyesinde barındırır. Gerçekten de neden iknaya ihtiyaç duyarız? Birlikte üzerinde düşünelim…

İkna neden gerçek anlamda bir iletişim değildir?

Karşımızdakini ikna etme çabalarımızın kendine özgü dinamikleri var. Bu dinamikleri gözden geçirdiğimizde bizim için ilgi çekici sonuçlar çıkar…

İkna gerçek anlamda bir iletişim değil, savaştır. İkna etmedeki temel hedef, karşıdakini öyle veya böyle yenmektir. Bu anlamda, bilgilerin ya da görüşlerin doğruluğundan çok ikna tekniklerini kullanarak sonuca gitmek esastır. Çoğu zaman hedefe giden her yol da mubahtır. İletişim süresince karşısındakini dinliyor gibi görünse da bu gerçek bir dinleme değil, taktiktir.

İkna eden, kendi bilgi ve görüşünü kesin doğru olarak görür. İkna eden kendi görüşünü yüceltir. Kendi görüşünü yüceltirken de dolaylı olarak karşısındakinin görüşünü aşağılamış olur.

İkna bir pazarlamadır. Kendi doğrumuzu karşımızdakine kabul ettirme çabası bir pazarlamadır. İyi bir pazarlama da özünde algı yönetimine dayanır. Dolayısıyla, doğrularımızı ne kadar gösterişli bir şekilde karşımızdakinin algısına sunarsak o kadar iyi sonuçlar alabiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki, pazarlama başarısı her zaman kalitenin ve doğrunun göstergesi değildir.

Devamını Oku

Çocukların yetenek haritaları çıkarılmalı

7 Ekim 2015

İnsanda, birçok beceri grubu ve türü vardır. Bu beceri gruplarından oluşan yetenek alanları her çocukta baskın ya da çekinik olarak bulunuyor. Dolayısıyla temel yetenek alanlarının bilinmesi ve çocukların becerileri ile ilgili analizler yapılarak bu haritaların anaokulundan başlayarak takip edilmesi gerekiyor.

Yeteneği, kısaca “yapabilme” olarak tanımlayabiliriz. Becerilerimizin hepsi bir anlamda yeteneğimizin göstergesidir. Birbiriyle ilişkili bir beceri grubunu ne kadar iyi yapabiliyorsak o kadar yetenekliyiz demektir. Bir enstrümanı çalma, şiir yazma, basket atma, matematik problemini çözme, sebep-sonuç ilişkileri kurma, uzun süre belirli bir faaliyete dikkatini verebilme… Bu ve benzeri eylemlerimizin hepsinin kodları yeteneklerimizde saklıdır. Bu beceri gruplarını yaşıtlarımızdan belirgin şekilde daha iyi düzeyde yapabiliyorsak, o zaman “üstün yetenek”li olmamız da söz konusu olabilir.
Beyinle ilgili araştırmalar, doğuştan hepimizin belirli yetenek alanlarına yatkın olduğumuzu ve bu yetenek alanlarımıza uygun eğitimler verildiğinde performansımızın üst düzeye çıkabildiğini gösteriyor. O halde, diyebiliriz ki, anne-babaların ve öğretmenlerin en önemli sorumluluklarından biri, çocukların yetenek alanlarını olabildiğince erken yaşta fark etmek, yetenek analizlerini yaptırmak ve çocukları bu yetenek alanlarına göre yönlendirerek gelişme fırsatı sunmak.
Yetenek haritası ne demek?
İnsanda, birçok beceri grubu ve türü vardır. Bu beceri gruplarından oluşan yetenek alanları her çocukta baskın ya da çekinik olarak bulunuyor. Yetenek alanlarımızın birbiriyle karşılaştırılarak baskınlık düzeylerinin belirlenmesi ile çocukların yetenek haritalarını çıkarmak mümkün. Bu kapsamda, temel yetenek alanlarının bilinmesi ve çocukların becerileri ile ilgili analizler yapılarak bu haritaların anaokulundan başlayarak takip edilmesi gerekiyor.
Yetenek alanlarımız hangileri?
Yeteneklerle ilgili en bilinen teorik modellerden birisi HowardGardner’in “Çoklu ZekaYaklaşımı”dır.
Teoride, her ne kadar “zeka” kavramından söz edilse de, bu kavramla kastedileni “yetenek” olarak tanımlamak daha doğrudur. Teoriye göre her insanda doğuştan gelen sekiz temel yetenek bulunuyor.
- Sözel-Dil Yeteneği: Dili kavrama, etkin kullanma, dil oyunları oynayabilme becerilerini içerir.
- Matematik-Mantık Yeteneği: Olaylar arası ilişkiler kurabilme, çıkarım yapabilme, mantıksal düşünme becerilerini içerir.
- Görsel-Uzamsal Yetenek: Görsel uyarıcıları algılama, gördüklerini kolay ve ayrıntılı olarak hatırlama gücünü içerir.
- Müzikal-İşitsel Yetenek: Duyma, duyduklarını kaydetme ve hatırlama, duyduklarını organize edebilme, şarkı öğrenme ve söyleme, doğru ritm algısına sahip olma becerilerini içerir.
- Sosyal-Kişilerarası İlişki Yeteneği: İnsanlarla etkili şekilde iletişim kurabilme, kendini ifade edebilme ve ikna etme becerilerini içerir.
- Kişisel-Özedönük Yetenek: Kendini tanıma, kendine yetebilme, özgüven sahibi olma, karar verebilme, iç motivasyona sahip olma becerilerini içerir.
- Bedensel-Kinestetik Yetenek: Belirli hareketleri öğrenebilme, hareketleri koordine edebilme, bedeni ile çevresi arasında ilişki, sportif becerilere sahip olma kurma becerilerini içerir.
- Doğa Yeteneği: Doğa olaylarını algılama ve açıklayabilme, doğa ile iç içe olma, doğa olayları üzerinde derin düşünceye sahip olma becerilerini içerir.
Anne-babaların sorumlulukları nedir? Sınav baskısının yoğun yaşandığı ülkemizde, çocukların yetenekleri oldukça ihmal ediliyor. Oysa, bir ülke için en büyük sermaye insan yeteneğidir. Bu düşünceden hareketle, ebeveynlerin ve eğitimcilerin, adeta yetenek kaşifi olmaları gerekir. Eğitimin en temel sorumluluklarından biri de yetenekleri keşfetmektir. Anaokulundan itibaren yapılacak gözlemler, profesyonel testlerle yetenekler keşfedilmeli ve okul ortamlarında da yetenek geliştirmeye yönelik özel programlar uygulanmalı. Yetenek keşfine güzel bir örnek: KARYAP Projesi Kartal Milli Eğitim Müdürlüğü’nün destekleriyle, Türkiye’de bir ilk gerçekleştirilmiş ve Kartal İlçesi’nde KARYAP (Kartal Yetenek Haritası ve Akademisi Projesi) ile anaokulundan liseye kadar yaklaşık 30 bin öğrencinin yetenek haritaları çıkarıldı. Projenin fikir sahibi ve akademik danışmanı olarak iki yıldır sürdürülen projede büyük emekler olduğunu söylemeliyim. Yapılan çalışmalarla bütün çocukların baskın yetenek alanları tespit edilmiş ve bu yeteneklerine uygun eğitim alma imkanları geliştirilmiştir.

Devamını Oku

Kişilik virüslerimiz

30 Eylül 2015

Bütün davranışlarımızın arkasında kişilik yapımız vardır. Gülmemiz, ağlamamız, yürüme hızımız, nezaket sözcüklerimiz, sohbet tarzımız, öfkemiz, kahkahamız hepsi kişiliğimizin yansımasıdır. Çevremizdeki insanlarla kurduğumuz bütün ilişkilerin kaynağı kişilik yapımızdır.

BİR İNSANDA HANGİ KİŞİLİK VİRÜSLERİ VARDIR?

İnsanlarla kurduğumuz ilişkilerin genel olarak olumlu ya da olumsuz olması kişilik yapımızla ilişkilidir. Eğer bir insan, eşiyle, meslektaşıyla, çocuğuyla, arkadaşıyla ilişkilerinde ve iletişimlerinde sık sık benzer ve tekrarlayan sorunlar yaşıyorsa, kişilik yapısındaki baskın özellikleri gözden geçirmelidir. Çünkü, yaşadığı sorunlar genellikle bu baskın özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Kişilik virüsleri ile kastedilen nedir?

Hayatımızı ve ilişkilerimizi zorlaştıran, kendi iç barışımızı bozan ve sosyal uyumumuzu engelleyen kişisel özelliklerimiz bir anlamda “kişilik virüslerimiz”dir. Yaşam kalitemizi artırabilmek için kişiliğimize yerleşmiş ve bir parçası haline gelmiş olan kişilik virüslerimizi tanımak ve temizlemek zorundayız.

Kişilik virüslerimizden birkaç örnek verelim:

- Alınganlık: Bilinç altı değersizlik duygusundan kaynaklanan alınganlık, küsme, kapris yapma, sürekli ilgi isteme davranışlarıyla kendini gösterir. Alınganlık olup biten herşeyden olumsuz çıkarımlar yapmamıza ve olumsuz durumları da abartmamıza yol açar. Söz konusu olumsuzlukları kendimizle ilişkilendirerek, çevremizdeki insanların sürekli bizi değersizleştirdiği duygusunu taşırız. Bu nedenle de, o insanlarla ilişkimizi keser, onlardan uzaklaşır gibi yaparız.

- Hırs:

Devamını Oku

Çocuğu sevmek demek dokunmak demektir…

23 Eylül 2015

Kültürümüzde çocuklarımıza dokunmanın, dokunarak sevmenin yeri ayrıdır. Kucağımıza alırız, öperiz... Ancak kimi zaman da ‘Kucağa almak alışkanlık yapar’ sözünü de duyarız. Elbette bu konuda da abartıya kaçmamak gerekli...

İnternette gezinirken anne-baba ile çocuk arasında dokunmanın büyülü etkilerine dair çeşitli videolar izlemişsinizdir. Ölümden dönen, hastalıktan kurtulan, depresyondan çıkan sayısız örneğe rastlamak mümkün. Kültürümüzde çocuklarımıza dokunmanın, dokunarak sevmenin yeri vardır. Kucağımıza alırız, sarılırız, öperiz… Ancak, kimi zaman da “Kucağa alma, alışkanlık yapar” sözünü de duyarız. Elbette, her konuda olduğu gibi bu konuda da abartmak doğru değildir. Ancak, dokunarak sevmenin çocukların dünyasındaki özel yerini de gözden kaçırmamak gerekir.
Dokunmak beyinde neler yol açar?
Sevgiyi dokunma yoluyla hisseden beyinde kaygı merkezleri (amigdala) sakinleşir. Böylece tehdit ve risk algısı azalır. Çevresinden kendine yönelmiş risk olmadığını hisseden beyin, iletişime daha açık olur ve güvene dayalı ilişkiler kurabilir.
Dokunmak, kadınların beyninde oksitosin hormonunu artırır. Oksitosin hormonu artan kadın, çocuğuna, eşine, arkadaşına karşı güçlü duygular hisseder. Böylece güven, huzur ve bağlılık duygusu geliştirir ve daha sağlıklı ilişkiler kurabilir.
Güven ve sevgi verici dokunuşlarla sevilen çocukların beyni daha sağlıklı gelişir, daha iyi düşünür ve daha etkili çalışır. Böylece genel olarak mutlu bir çocuk olma şansını yakalar. O nedenle, anne-babaların çocuklarını büyütürken yapacağı en anlamlı şeylerden biri, onları sevgi dolu dokunuşlardan mahrum bırakmamaktır.
Sevgi dolu dokunuşların çocuğun hayatına kattığı 5 değer!
Sevgi dokunuşları, hayatımızda bir çok zincirleme reaksiyona yol açar. Bebekliğinden itibaren sevgi dokunuşları ile büyüyen bir çocuğun hayatında sırasıyla şunlar olur: 1. Abartılı tehdit ve risk algısı azalır, güven duygusu gelişir. 2. Olumsuz duygularını daha iyi kontrol eder. 3. Güven, sevgi, huzur, bağlılık gibi olumlu duyguları daha güçlü hisseder. 4. Olumlu duyguların etkisiyle hayatı daha aktif yaşar. Yeni insanlarla kolay tanışır, yeni ortamlara kolay alışır ve tabii ki daha sağlıklı ilişkiler kurar. 5. Sağlıklı ilişkiler kurabilen çocuklar, yaptıkları işlerde ve üstlendikleri sorumluluklarda daha başarılı olurlar. Dokunurken nelere dikkat edilmelidir? Çocukları kucağımıza alarak severiz. Dokunuruz, öperiz ve sevgimizi alıp öperiz, severiz. Ancak, kimi zaman da ölçüyü kaçırır ve abartırız.Dokunmak, harika bir duygu aktarımı olmakla birlikte, dikkat de edilmesi gereken hassas bir sevme biçimidir. Her dokunma aynı anlama gelmez. Bazı dokunma biçimlerinde yapılmaması gerekenler: - Çocuk istemezse kucağa alınmamalıdır. - Havalara atıp tutma gibi riskli oyunlar oynanmamalıdır. - Çocuğu sıkıştırmak, orasını burasını ısırmak, başını ya da yüzünü tutup sağa sola çevirmek gibi saldırganca sevgi gösterilerinde bulunulmamalıdır. - Abartılı öpücüklere boğulmamalıdır. - Sevmek anlamında da olsa çocuğun özel alanlarına dikkat edilmelidir. Dokunarak sevmenin yolları Dokunmanın da kendine has yolları var.Yüreğimizden gelen sevgi ve şefkat duygumuzu, çocuğumuzun da tercihlerine ve sınırlarına saygı göstererek ona hissettirmemiz en doğru yoldur. - Saçlarını okşayın. - Sırtını sıvazlayın. - Sıkı sıkı, sımsıkı sarılın. - Sarılarak uyuyun. - Dokunma oyunları oynayın. - El ve ayaklarına masaj yapın. - El ele yürüyüşler yapın.

Devamını Oku

Okulun ilk günlerinde bu alışkanlıkları kazanmalı

2 Eylül 2015

Alışkanlık, öğrenme yoluyla kazandığımız sürekli ve düzenli davranışlardır. Bir davranış, alışkanlık haline geldiğinde, kişiliğimizin bir parçası olur ve hayatımızı kolaylaştırır. O alışkanlığı yerine getirdiğimizde huzurlu, getirmediğimizde huzursuz oluruz. Dolayısıyla, çocuklara, hayatlarına değer katacak bazı temel alışkanlıkların kazandırılması gerekir. Okuldan ve anne-babadan beklenen en önemli katkılardan biri budur. İşte hayatımızı kolaylaştıracak birkaç temel alışkanlık örneği…

1. Sorumluluklarını yerine getirme alışkanlığı

Çocuklar yaşlarına uygun sorumluluklar kazanmalıdır. Bu, onların kişilik gelişiminde çok kritik bir değerdir. Kişisel sorumluluklarını üstlenmeyen çocukların gelecekte bir çok açıdan sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. O nedenle, çocuğun tüm ihtiyaçlarını giderip onların hayatlarını fazlaca kolaylaştıran aşırı koruyucu ebeveyn tutumları çok risklidir. Oda toplama, çanta hazırlama, yemeğini yeme, ödevini yapma gibi temel sorumluluklar çocuklar tarafından düzenli olarak yerine getirilmelidir. Anne-babalar da bu sorumlulukları hatırlatmak ve küçük destekler vermekten öte sürece müdahale etmemelidir. Öyle ki, sorumluluğunu yerine getirmediğinde de sonuçları ile karşı karşıya kalmasına izin verilmelidir. Ancak, çocuğun sorumlulukları, onunla birlikte konuşularak belirlenmeli ve bunlar bir kağıda yazılarak görebileceği bir yere asılmalıdır. Böylece, küçük hatırlatmalara duyulacak ihtiyaç azaltılmalıdır.

2. Ödev yapma alışkanlığı

Çocuğun kazanması gereken en temel sorumluluk ve alışkanlıklardan biri ders çalışma ve ödev yapma alışkanlığıdır. Buna karşın bir çok ebeveynin ortak sorunudur ders çalışmama ve ödev yapmama. Sürekli şikayet konusudur ve çözüm üretme konusunda da en zorlayıcı durumlardan biridir. Okulun başlarında, çocukların bu alışkanlığını oturtması son derece önemlidir. Ödev yapma alışkanlığının kazanılması ile ilgili olarak okulun ilk günlerinde, süreden çok düzenliliğe öncelik verilmelidir. Bir günde saatlerce çalışmak yerine, her gün az süreyle çalışmak çok daha doğru bir başlangıç olur. Öğretmenlerin de ilk günlerde ödevlendirmede aşırıya kaçmamaları gerekir. Anne-babaların, ödev yapma konusunda çocuklara verecekleri mesaj, “Sen ödevlerini yap, daha sonra da birlikte bakalım.” şeklinde olmalıdır. Çocuğun, ödevi kişisel bir sorumluluk olarak algılaması ve kendi başına yapmaya çalışması gerekir. Anne-babalar ikinci aşamada devreye girebilirler.

3. Çalışma planı alışkanlığı

Zamanı etkin şekilde kullanmak, modern dünyanın en önemli yeterliliklerinden biridir. Zamanı etkin kullanmak da planlı çalışmayı gerektirir. Bu nedenle, bir çocuğun kazanması gereken en önemli becerilerden biri planlı çalışmadır. Gün içerisinde yapması gerekenleri belirli bir sıra ve düzen içerisinde yapma alışkanlığını kazanması hayatını oldukça kolaylaştıracaktır. Çocukla birlikte oturup masa başında o gün yapması gerekenler üzerinde konuşulmalı ve belirli bir sıraya koyarak kağıda yazılmalıdır. Dikkat edilmesi gereken kritik nokta, bu planların çok fazla ayrıntı içermemesidir. Çocuklar için 3 ya da 4 aşamalı bir planlama yeterlidir. Sürekli ayrıntılı bir planlama yapılırsa çocuk için uymak zor olacak bu da onda başarısızlık duygusunun gelişmesine yol açacaktır.

4. Ajanda tutma alışkanlığı

Devamını Oku