Müdahaleci ebeveynler

6 Ocak 2016

Altis Nöroloji ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde ‘Çocuklarda Oyun Terapisi’ konulu harika bir eğitime katıldım. En çok üzerinde durulan konulardan biri, çocukla müdahale etmeden ve yönlendirme yapmadan iletişim kurmaydı

Çocuklara uygulanan oyun terapisinde de, mümkün olduğunca müdahale etmeden ve yönlendirme yapmadan kendini ifade etme şansı verilmektedir. Böylece, çocuklara, yarım kalmış yaşantılarını tamamlama; engellenmiş duygularını ifade etme ve sorun haline gelmiş davranışlarını azaltma imkanı sunulmaktadır.

Eğitim süresince, en çok düşündüğüm şey, anne-babaların çocuklarına neden bu kadar çok müdahale ettiği oldu. Öyle ki, özellikle bizim kültürümüzde, birçok anne-baba, çocuklarına müdahale etme aşkıyla doludur. Ebeveynlik yapmayı, çocuğun her şeyine karışmak olarak algılayan anne- baba sayısı hiç de az değil. Çocuğun yediğine içtiğine karışır, ne giydiğine karışır, ne zaman yatacağına karışır, ders çalışma saatlerine karışır, arkadaşlarına karışır, sürekli doğru-yanlışları söyler, eksik bıraktıklarını eleştirir… Sonu gelmeyen bu müdahalelerle adeta çocuğu kuşatma altına alır.

Peki, ebeveynlerin bu kadar müdahaleci olmasının nedeni ne? Müdahale ettiği şey çocuğu mu, çocukluğu mu? Müdahalelerden en çok kim yarar sağlıyor?

Anne-babaların çocuklarına müdahale etme hakkı var mı?

Evet var. Her anne-baba, çocuğun büyüme yolculuğunda, onu izlemek, ihtiyaçlarını gidermek, desteklemek durumundadır. Bu doğaldır. Bu süreçte, çocuğa değer aktarımı yapmak, aile kültürünü kazandırmak, doğru-yanlışı göstermek hakkı da vardır. Çocukların bu tür aktarımlara en açık olduğu dönem 13-14 yaşına kadar olan dönemdir. Bu yaşlardan sonra çocuklar artık anne-babalarının söyledikleri ile değil, kendi doğruları ile yollarına devam etmektedir. Doğal olan da budur zaten.

Burada kritik nokta şudur ki, müdahil olmak ile müdahaleci olmak aynı şey değildir. Müdahil olmak, gerektiği zaman ve gerektiği kadar yapılan bir yönlendirme iken, müdahalecilik, çocuğun bütün karar alanlarına karışarak varoluş alanlarını daraltmaktır. Bir anlamda hata yapma ve hatalarından öğrenme şansını elinden almaktır.

Devamını Oku

Çocuğunuz arkadaşı ile sorun yaşadığında

30 Aralık 2015

Çocuklar arkadaşlarıyla tartışsalar da, arkadaşlıklarına kolay kolay son vermezler. Öyle ki, çoğu çocuk için en çok sorun yaşadığı kişi en iyi arkadaşıdır aynı zamanda. Bazı durumlarda arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmanın ardından bir süre kırgınlık yaşayıp arkadaşına küsseler bile, kısa bir süre sonra barışıp kaldığı yerden devam ederler.

Anne-babalar, çocuklarının arkadaşlarıyla ilişkileri konusunda çok hassastır. Bu hassasiyetin kimi zaman gerçekçi nedenleri olsa da, genelde abartılı bir yanı da vardır. Aşırı kaygılanan ebeveynler, çocuklarını korumak adına kontrolsüz tepkiler verebilmekte ve gelip geçici bir sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirebilmektedir.

Bu tür sorunlar aslında bir öğrenme-öğretme fırsatıdır. Anne-babalar, kaygılarını kontrol altına alıp bu fırsatı kaçırmamalıdır.

- Sorun yaşayan çocuğa karşı hangi tepkileri vermemelisiniz?

Arkadaşıyla yaşadığı sorunu anne-babasıyla konuşmak isteyen çocuklardan bazıları bu konuşmayı yaptıklarına pişman olabilmektedir.

Çünkü karşısında, onu anlamaktan uzak, sorunun çözümüne destek vermek yerine kendisine tepki gösteren bir ebeveyn tutumu görünce, benzer durumlarda konuşmamayı tercih edecektir.

Arkadaşıyla tartışan ya da herhangi bir sorun yaşayan çocuğunuza aşağıdaki tepkileri vermemelisiniz:

Öfkelenip çocuğa çıkışmayın: Zaten yaşadığı sorundan dolayı huzursuz olan çocuğa çıkıştığınızda, bu onun daha da huzursuz olmasına yol açacak ve sorunu çözme becerisi zayıflayacaktır.

Devamını Oku

Her çocuğun bir başarı hikayesine ihtiyacı var

16 Aralık 2015

Çocuğun bedensel, zihinsel, sosyal, duygusal ve davranışsal gelişimi, çevre ile kurduğu ilişkinin ürünü olarak şekillenir. Çocuk bu süreçte kendini keşfeder ve tanır; bulunduğu ortamdaki yerini ve konumunu öğrenir; etki ve güç alanını kavrar. Bu etkileşimde en özel yere sahip olan ortamlar da, ev ve okuldur. Bu ortamlarda çocuğa sunulanlar, onun dış dünya ile etkileşiminin kalitesini belirler ve dolayısıyla kişisel gelişimini de olumlu ya da olumsuz olarak etkiler.

Çocuk ve dış dünya arasındaki etkileşimin çocuğa etki alanlarından bazıları şunlardır:

Düşünme becerilerinin gelişimi: Çocuk dış dünyanın bilinmezleri ile karşılaştığında sürekli bir soru sorma ve sorgulama yaşar. Sorduğu sorularla ilgili izlediği yollar ve bulduğu cevaplar onun düşünme becerilerini geliştirir. O nedenle, çocuklarda özellikle ‘derin düşünme’ gücünü geliştirmek çok önemlidir.

Kişilik gelişimi: Kişilik, bizim dış dünyaya tepki verme örüntümüzdür. Genetikten etkilenmekle birlikte, dış dünya ile alışverişimizin yansıma alanlarından biridir. Çocuğun kişilik motiflerinin nasıl şekilleneceği, hangi motiflerin daha baskın olacağı çevre ile etkileşimin izlerini taşır.

Yeteneklerin açığa çıkması: Her çocuk doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkın olarak dünyaya gelir. Bu potansiyel yeteneklerin hangilerinin açığa çıkacağı ona sunulan deneyimlere bağlıdır. Özellikle okul öncesinden başlamak üzere çocukların yetenek ve becerilerinin sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi gerekir.

Benlik algısı ve özgüven: Benlik algısı, çocuğun kendini algılaması olarak tanımlanır. Kendini algılamada en kritik duygu da özgüvendir. Bu algı ve duygu, özellikle ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Yaklaşık olarak 1 yaşlarından itibaren gelişmeye başlayan benlik algısı ve özgüven duygusu, ergenliğin sonuna kadar kritik süreçlerden geçer. Bu nedenle, çocuğun büyüme ve gelişme yolculuğunda ona verilen geri bildirimlerin çok önemi vardır.

Çocuğa bir başarı hikayesi nasıl yazdırılır?

Her insanın bir başarı hikayesine ihtiyacı vardır. Hepimiz geriye dönüp baktığımızda başarısızlıklarımızdan çok başarılarımızı anlatmayı severiz.

Devamını Oku

Kuşatılan çocuklarımız

9 Aralık 2015

Mahalle arkadaşlığı diye bir kavram vardı. Mahalle arkadaşı kardeş olarak bellenirdi ve ailenin bir parçası gibiydi. Mahalledeki herkes birbirini bilir ve güvenirdi. Çocuklar mahallenin ona sağladığı sevgi dolu ve güven verici ortamda çocukluğunu doya doya yaşardı. Zaman akıp gitti… Çocukluğumuz da, çocukluğumuza ait değerler de akıp giden zamanın serin sularına gömülüp gitti. Adeta, kendi çocukluğumuza da, kendi çocuklarımıza da yabancılaştık… Şimdiki çocuklar bizden çok farklı. Kimi açıdan çok şanslılar kimi açıdan şanssız… Bizim çocukluğumuza göre çok daha fazla imkanlara sahipler ama bir yandan da sanki kuşatılmış gibiler. Yaşlarından daha erken büyümelerini istiyor gibiyiz. Sahip olduğumuz bütün imkanları seferber ediyor ve ‘hayata hazırlamak’ kaygısıyla canlarına okuyoruz. Çocukların çocukluklarını esir alan bu kuşatmada herkesin biraz rolü var. Bir kaçını sayalım…

Kentleşme ve betonlaşma

kuşatması: Kentleşme ile birlikte mahallelerin ve mahallelilik kavramının yerinde yeller esmeye başladı. Binalar çoğalıp yükseldikçe ilişkiler azalıp alçaldı. En çok zararı da çocuklar gördü. Apartmanlara ve sitelere hapsolan çocuklar, aşırı derecede güvenlik kaygısıyla düzenlenmiş yapay ortamlarda gerçek olmayan ilişkiler kurmak zorunda kaldı. Kentleşme, çocukların çocukluklarını sokaktan alıp betonların arasına sıkıştırdı.

Eğitim sistemi ve ulusal sınav

kuşatması: Eğitim sisteminin yıllardır yaz boz tahtasına dönmüş olması ve tüm eğitim paydaşlarının bir türlü kafa karışıklığından kurtulamaması en çok çocukları mağdur etti. Çocuklardan ne beklenip ne beklenmeyeceği konusunda herkes kafasına göre şeyler söyleyip duruyor. Okullarda çocukların yetenekleri yok sayılıyor. Varsa yoksa ulusal sınavlar ve ulusal sınavlarda elde edilecek başarı… Eğitim demek, sınav başarısı demek oldu. İyi öğrenci de, 7 gün 24 saat test çözen öğrenci oldu. Yıllardır yaşanan bu kısır döngü ne yazık ki kısa zamanda çözülecek gibi de durmuyor.

Anne-babaların abartılı kaygı

kuşatması: Günümüz anne - babaları daha eğitimli ve bilgili. Ancak onların bu bilgisi, çocukları ile ilişkilerini kolaylaştırmak yerine adeta daha da zorlaştırdı. Doğallıklarını ve rahatlıklarını kaybetmiş, aşırı derecede kaygılı hale gelmiş durumdalar. Bu kaygılarını da çocuklarına kaçınılmaz olarak yansıtıyorlar. Anne - babaların çocuklarına yaptığı iyi niyetli (!) eziyetler, onların ruhunda tamir edilmesi zor hasarlar bırakmaktadır. Hırslı ve mükemmeliyetçi ebeveynlerin tahammül edilmesi zor tutumları çocuklar için aşılması en zor engeller olarak karşısında durmaktadır.

Medya ve bilişim teknolojileri

Devamını Oku

Önyargılara da ihtiyacımız var

3 Aralık 2015

Olumsuz bir yaklaşım olduğunu kabul etmemize rağmen neden kişisel önyargılarımızdan kurtulamayız? Bu tür soruları sormak insanı anlamak için oldukça önemli. Buradan hareketle önyargıların düşünce dünyamızdaki yeri hakkında saptamalar yapmak da mümkün.

Önyargı deyince aklımıza hep kötü şeyler gelir. Karşımızdakine haksızlık ettiğimizi, onu tanımamızı engellediğini, ilişkilerimizi ve iletişimimizi zorlaştırdığını söyleriz. Önyargılı insanları eleştirip durur ve onlardan çoğu zaman rahatsız oluruz. Aslına bakarsanız çoğu da doğru ve haklı düşüncelerdir. Sonuçta, önyargılarımız pek de övünülesi şeyler değildir.

İlginç olan şudur ki, hakkında ne kadar olumsuz düşünürsek düşünelim, yine de önyargılardan kendimizi kurtaramayız. Hemen hemen herkesin hafızası, bilinç altı, az ya da çok çeşitli önyargılarla doludur. Ülkeler, kişiler, olaylar hakkında önyargılarla dolu değerlendirmeler yapmak hepimiz için geçerlidir.

Önyargılı olmamızın nedeni nedir?

Beynimiz açısından temel prensiplerden biri de, yaptığımız davranışların bir şekilde işimize yarıyor olması gerekliliğidir. Başkalarına kötü de gelse, ortaya koyduğumuz davranışları sürdürmemizin nedeni, o davranıştan bir kazanç elde etmemizdir. Diyebiliriz ki, aslında beynimiz ve zihnimiz, belirli önyargıları ısrarla sürdürüyorsa, bundan ne tür bir kazancının olduğunu anlamamız gerekir.

Önyargılarımızın özellikleri ve bize kazandırdıkları nelerdir?

Önyargılarımızın bize sağladığı kazançlardan bazıları şunlardır:

Devamını Oku

İletişimde güç oyunları

25 Kasım 2015

Toplumsal hayatımıza dönüp baktığımızda, gerçek anlamda iletişim kurduğumuzu söylemek zordur. Bizim iletişimden anladığımız daha çok güç oyunlarıdır. Haklılığımızı ispatlamak, kelime oyunlarıyla karşımızdakini yenmek, sürekli çevremizdekileri ikna etmeye çalışmak iletişim kurmak değildir. Bu tür çabalar özü itibariyle bir tür savaştır. Karşımızdakinin algısını yöneterek istediğimizi almak bir pazarlama ilişkisidir. Bunun da hayatta yeri elbette vardır; ancak bunun iletişim olduğunu düşünmek çok yanıltıcıdır. İnsanın güçle ilişkisi gerçekten de ilginçtir. Gücünü ilişkilere yansıtması de hemen hemen herkesin yaptığı şeydir. Neden güç ihtiyacımız var? İlişkilerimizde güç kullanmaya neden ihtiyaç duyarız? Güç kullandığımızda ilişkilerimize ne olur? Bu sorular, kafa karıştırıcı ve üzerinde düşünmeye değer sorulardır.

İnsan ilişkilerinde neden güç kullanmaya ihtiyaç duyar?

Hepimiz, diğer insanlar üzerinde bir etki alanına sahip olmak isteriz. Böylece, varlık alanımızı genişletir ve hayatımızdaki tehditleri azaltarak avantajlarımızı çoğaltırız. Duygu ve düşüncelerimizi başkalarına kopyalar ve bu yolla kendimizi çoğaltırız. İşte bu da ancak güçle olur. Ancak, yine de ilişkilerde güç kullanmanın hayatımızdaki yansımaları her zaman da istediğimiz gibi olmaz.

Bu kapsamda ilişkilerimizde güç kullanmanın hayatımızdaki yansımalarını gözden geçirmek gerekir.

Güç kullanmanın hayatımıza üç temel yansıması vardır:

1. Var olmak, varlığımızı korumak ve sürdürmek

Bütün varlıkların birincil amacı, var olmak, varlığını korumak ve sürdürmektir. Doğadaki en temel kanunlardan biri budur. Var olmanın en belirleyici faktörü de güçlü olmaktır. Bu nedenle, gücümüzü artırdıkça bu birincil ihtiyacımızı gidermiş oluruz. Aslına bakılırsa doğadaki bu kanun, bizim için de doğal bir gerçekliktir. O halde, güçlü olarak kendi varlığımızı korumuş ve sürdürmüş olur, kendimizi güvende hissederiz.

2. Yönetmek

Devamını Oku

Hayır demek ne zaman sorundur?

18 Kasım 2015

Hayatımızın belirli dönemlerinde hepimizin hayır ile başı derde girmiştir. Öyleyse anlamlı hayırın sınırlarını tam olarak tanımlamak, çocuklara yapacağımız katkının da önünü açacak, onlarla aramızda kurduğumuz ilişkiyi olumlu etkileyecektir.

Hayır demek neden önemli bir yetenektir?

Hayır demek gerçekten de çok önemli bir yeterliliktir. Açık söylemek gerekirse, hayır diyemeyen, hayır dedikten sonra sürekli geri adım atmayı alışkanlık haline getiren, olur olmaz her şeye hayır diyen yaklaşımlar anlamlı ve sağlıklı değildir. Ancak, çocuk büyüme süreçlerinde, çevresindekilere “Hayır!” diyerek kişiliğinin ve egosunun sınırlarını çizmeye çalışır. Dolayısıyla, yerinde ve zamanında hayır demeyi öğrenen çocukların kişilik kaliteleri de yüksek olur.

Politik hayırların

Hayatın içindeki en temel sorumluluğumuz varolmak ve varlığımızı sürdürmektir. Bu açıdan, insanın en temel ihtiyaçlarından birinin ‘kendini güvende hissetmek’ olduğunu söyleyebiliriz. Sağlığımızı, varlığımızı, ekonomik gücümüzü, ilişkilerimizi korumak isteriz. Çevremize vereceğimiz tepkilerin, bu güvenlik alanımızı korumaya yönelik olması kaçınılmazdır. İnsan, doğası gereği bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kar-zarar hesabı yapar. Karşılaştığımız herhangi bir olayda, güven alanımızı korumak adına yaptığımız bu kar-zarar hesabında, eğer zarar görme riski daha yüksek çıkarsa, tepkilerimizde bazı manipülasyonlara gidebiliriz. Hayır demek istememize rağmen, ya susar ya da kabul ediyor gibi görünürüz. Kimi zaman da tam tersini yapar; hayır demek gerekmese de hayır diyerek karşımızdaki ile ilişkimizi yönetmeye çalışırız. Gerçek ve profesyonel hayatta, bu tür manüpilatif tepkiler bir noktada kaçınılmazdır. Önemli olan, sürekli manipülatif hayırlar diyerek kendi gerçekliğimizi kaybetmemektir.

Otomatik hayırlar

Otomatik hayırlar, hayatımızın en zorlayıcı davranış kalıplarından biridir. Hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını oldukça olumsuz etkileyecek bir yaklaşımdır. Her şeye muhalefet etme davranışı bir tür iç çatışmanın yansımasıdır. Hiçbir görüşe katılmaz, herkesi eleştirir, kendi söylediklerini tartışmasız doğru kabul eder. Başkalarının görüşlerini aşağıda görerek, kendi görüşünü yüceltmiş olur.

Söylenemeyen hayırlar

Devamını Oku

Çocuğa sınır koymak ona zarar verir mi?

4 Kasım 2015

Çoğu anne-baba ve öğretmen çocuğa sınır koymanın gerektiğini düşünür ama hangi sınırı nasıl uygulayacağını bilemez. Kimi anne-baba da, demokratik ebeveyn olma adına çocuğuna sınır koymayı gereksiz bulur. Sınır koyarsa onun özgürlüğünü kısıtlamış, kendini ifade etmesine izin vermemiş ve kişilik gelişimine zarar vermiş olacağından endişe eder.

Çocuğa sınır koymak iyi mi kötü mü?

Her çocuğun sınırlara ihtiyacı vardır. Çocuğun yaşına ve ihtiyaçlarına uygun sınırlamalar onun gelişimi açısından son derece önemli ve yararlıdır. Sınırların çocuğun gelişimine sağlayacağı katkıları şöyle özetleyebiliriz:

- Kişilik yapısını güçlendirir. Kişilik, bir insanı başka insandan ayıran özellikler bütünüdür. Kişilik kendimize özgü bir formdur. Ve her formun, şeklin kendine ait sınırları vardır. Çocuğun büyümesi de, bir anlamda kendi formunu bulması demektir. Bu form, dış dünyaya tepki vermemizin çerçevesini oluşturur. Kime, nerde, ne zaman, nasıl bir tepki vereceğimizi kişilik formumuzun çerçevesinin içinden seçeriz. Bu nedenle, çerçevesi belirsiz kişilik formlarının dış dünyayla tutarlı, dengeli ve sağlıklı ilişkiler kurması mümkün değildir.

- Özgürlüğü güven altına alır. Sınırlar, kendimizi güven altında hissetmemizi sağlar. Neyi, ne kadar yapacağımızı ve yapmamız gerektiğini bilmek, özgürlük alanımızı oluşturur. Sınırlarımızı bilerek büyüdüğümüzde, özgürlüğümüzün başka özgürlüklere çarpmasını engellemiş oluruz. Başka özgürlüklere çarpmadığımızda da, kişisel özgürlüğümüzün tehdit edilme riski azalmış olur. Bu nedenle, kişisel gerçekliğimize uygun sınırlar bir anlamda özgürleşmemizi sağlar.

- Olumsuz davranışları kontrol altına almayı sağlar. Sınırsızlık, belirsiz, düzensiz ve rastgeledir. Sınırlara sahip olmak, sınırsızlığa karşı çıkmaktır. Kişisel sınırlara sahip olmadığımızda, sınırsızlığın karmaşası dünyamızı işgal eder. Sosyal çevremiz açısından rahatsız edici olmaya başlarız ve ilişkilerimiz bozulmaya başlar. Başkaları için belirsiz, riskli ve tehdit edici oluruz. O yüzden sınırlar, özellikle olumsuz davranışlarımızı kontrol altına almayı ve başkaları için tehdit unsuru olmamayı öğretir bize.

- Sorumluluk duygusunu geliştirir. Sorumluluk duygusu, varoluşumuzun en temel hissedişlerinden biridir. Her yaş için makul sorumluluklardan söz edebiliriz. Sorumluluk duygumuzun gelişmesinde sınırlarımızın büyük katkısı vardır. Kendimize çizdiğimiz sınırlar, aynı zamanda sorumluluk alanımızı tanımlar. Yapmamız ve yapmamamız gerekenlerin yükünü üstlenmiş oluruz. Başkalarına karşı ölçü ile davranmayı kabul etmiş oluruz. Yaptıklarımızın sonuçlarına da katlanmayı göze almış oluruz.

Devamını Oku