Şükür nimetin farkında olmaktır

8 Haziran 2018

“Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz” (Araf ,10).

Şükür “nimetin bilinmesi ve açığa vurulması” demektir. “Allah’a şükret’ diye, Lokman’a hikmeti verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Allah muhtaç değildir, övgüye layıktır.” (Lokman,12) Şükretme değerinin özünde içinde bulunduğumuz anda her ne yaşıyor olursak olalım, içinde bulunduğumuz yaşantının olumlu yanını, keşfedip teşekkür etmek vardır. “Siz şükreder ve inanırsanız Allah size niçin azap etsin? Kaldı ki Allah yapılan iyiliği görür ve (yaptıklarınızı) bilir. ”(Nisa, 147)

Rab’dan yardım beklemek

Hz. Eyüp Yaradan’ına güvenle bağlıdır, hastalığının bir aşamasında şöyle dua eder “Bu dert bana iyice dokundu; sen şefkatli olanların en şefkatli olanısın”. Rabbine niyaz ederek yardımı ancak O’ndan bekleyen Hz. Eyüp’e şöyle seslenilir: “Böylece onun duasını kabul ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir ders olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte mislini daha verdik” (Enbiya, 83, 84). Hz. Eyüp’ün derdine sabretmesi ve şükür içinde olması, sınırlarını fark ederek yine Yaradan’ına yönelerek derdine dayanamadığını söylemesi isyan değil, Rabbiyle bağını güçlendirmesi için fırsattır. İçinde bulunduğu durumu fark eder, kabullenir ve değişmesini istediği noktalar için Yaradan’ıyla bir çözüm arayışına girer. Ve dönüşüm başlar…

Şükür; sağlığa iyi gelir!

Şükretmek psikolojik sağlık kadar fiziksel anlamda da sağlığa katkı sunmaktadır. Örneğin McCraty ve Childre adlı kardiyologların yaptığı araştırmada kişilerin kalp grafikleri incelenmiş, şükür gibi olumlu duyguların kalbin ritmini düzenlemede katkı sağladığı; kızgınlık, endişe, kendine güvensizlik gibi olumsuz duygularınsa vücutta zincirleme etki yaparak sağlık problemleri oluşturduğu tespit edilmiştir. Buna göre sevgi, şefkat ve şükür gibi içten duygular kalp ve beyin ile iletişimi kuvvetlendirmekte, kalbin tutarlı ve düzgün ritimler oluşturmasını sağlamaktadır.

Şükretmek insanın tüm canlılarla arasındaki sevgiyi besleyen, iyilikleri çoğaltan bir iyilik ve iyileşme hareketidir.

Şükretmek paylaşmaktır; “ben şükrediyorum” demek yetmez. Şükrü eylemsel boyutta yaşamalıyız. Şükür; öğrendiğimiz bilgileri paylaşmaktır, kazandığımızı ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır, deneyimleri paylaşmaktır.

Devamını Oku

En güçlü insan öfkesini yöneten insandır

8 Haziran 2018

Öfkeyi kontrol altına almak, önemli bir psikolojik disiplin ve olgunluğun işaretidir. Benlikteki öfke ateşinin sönmesi, gönüldeki güven ve imanı güçlendirir

Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin (örneğin; çocuk istismarı, aile içi şiddet, fiziksel ya da sözel saldırganlık, toplumsal şiddet) temelinde öfke vardır. Öfke, hem dışsal hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar. Kardeşimize, arkadaşımıza, öğretmenimize, sokaktaki bir adama, yani, belli bir insana öfkelenebileceğimiz gibi, trafik sıkışıklığı, iptal edilen bir randevu gibi bir olaya da öfkelenebiliriz. Öfkelenmemizden kendi kişisel kuruntularımız sorumlu olabileceği gibi, daha önceden başımızdan geçmiş ve bizi öfkelendirmiş bazı olayların anıları da sorumlu olabilir.

Çocukluk yılları, temel becerileri yerleştirmek açısından hayati önem taşır. Okul öncesi eğitim iyi yapıldığında, öğrencilerin hayatlarında uzun vadede kalıcı duygusal etkiler oluşturabilir. Biz onlara şiddetin yararsız olduğunu gösterip, yerine somut beceriler koymalıyız. Çocuklar haklarını şiddete başvurmadan korumayı öğrenmeliler. Bunlar, yaşam boyu kullanılacak becerilerdir.

Hayatın en erken yıllarında dürtü kontrolünü öğrenmek önemlidir. Diğer önemli bir nokta da, duyguları tanıyabilmektir. Küçük çocuklara mutluluk ve öfke gibi en temel duyguları öğretmek, sonra kıskançlık, gurur ve suçluluk gibi daha karmaşık duygulara değinmek gerekmektedir. Duygusal bilinçlilik eğitimi, kendinin ve çevresindekilerin ne hissettiğini gözlemlemeyi içermektedir.

Âli İmran süresi 134. ayette, “ O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever” buyrulmaktadır. Ayette, yutmak olarak tercüme edilen “kezame” fiili sözlükte “gizlemek, saklamak, örtmek, zapt etmek, menetmek, durdurmak; sukut etmek, söylememek” anlamlarına gelir. Bu anlamlarıyla kavram, psikolojik boyut kazanmaktadır. Öfkeyi kontrol altına almak, önemli bir psikolojik disiplin ve olgunluğun işaretidir. Hz. Muhammed, Allah’ın Selamı Onun Üstüne Olsun, bu konuda şöyle söylemiştir: “Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek olduğu halde öfkesini yutan insanın kalbini yüce Allah güven ve imanla doldurur”. İnfak, insanın maddi varlığından özveride bulunması, öfkeyi kontrol etmek ise insanın duygusal varlığından özveride bulunmasıdır; kısacası infak mâli; öfkeyi yutmak ise manevi bir davranıştır. Bu davranışın sonucunda, insanın iç dünyası, güven ve imanla dolmaktadır. Benlikteki öfke ateşinin sönmesi, gönüldeki güven ve imanın güçlenmesine neden olmaktadır. Yunus Emre’ye göre takvalı insan gönlünü her zaman öfkeden uzak tutan insandır. Ona göre gönül Allah’ın evidir ve Allah’ın, öfkenin var olduğu bir yerde olması söz konusu değildir. Allah katında makbul olan, öfkeden uzak, temiz bir zihin ve gönüldür.

Devamını Oku

Yaşadığımız herşeyle başedebilecek gücümüz var

7 Haziran 2018

Bakara suresi 286. ayette “Allah hiçbir kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez” buyrulmaktadır

Tüm medeniyetlerde tarih boyunca psikolojik sağlık ve maneviyat ayrılmaz bir bütündür. İnsana dönmek, insanda başka insanlarla, kainatla ve Yaratıcı ile birleşen bir iç ben keşfetmek fikri, Sokrat’tan Pascal ve Bergson’a Heidegger, Jaspers, Jung, Rogers, Maslow ve Fromm’a kadar birçok filozof ve psikologların temel düşünceleridir. İnsanın içindeki bitmek bilmeyen arayışın ve deneyimlerin anlamı sorgulanmıştır.

Kur’an-ı Kerim’ de Yaradanımız; “Sizin şer diye bildiklerinizde hayır, hayır diye bildiklerinizde şer olabilir.” der ve ilahi bir hikaye ile, Yusuf peygamber kıssasıyla bu bakış açısını detaylandırır: (Yusuf Suresi, 4-102)

Yapıcı acı ve bunun gerekliliği konusu ile yüzleşmek kaçınılmazdır. Gelişim ve kendini gerçekleştirmede acı, üzüntü, keder ve kargaşa etkin olabilir. Bunun için, insanları sürekli korumaya çalışmaktan kaçınmalıyız. Acılar yapıcı olabileceğinden, insanları acılarını yaşamaktan alıkoymak, aşırı korumaya dayanan bir ilişki yaratabilir. Bu da kişinin, kendi içsel doğasının bütünlüğüne olan saygısının azalması ve gelişiminin engellenmesi anlamına gelir. Görünenin ardındakini görmek önemlidir. Yani, gerçekten kazanmak için görünürde kaybetmek gerekebilir.

İnanırsak ve dolayısıyla hayata güvenirsek, her ne yaşarsak yaşayalım yüce iyiliğimiz için olduğu bilincini canlı tutarsak anı yaşayabiliyoruz. Anı yaşadığımızda taptaze bir enerjiyle besleniyor, zihin ve beden sağlığımızı korumuş oluyoruz. Ümidimizi canlı tutuyoruz.

Kaldıramayacağımız hiçbir deneyimi yaşamayız. Yaşadığımız her şeyle baş edebilecek gücümüz var. Bu gücümüzü büyütmek için “yumuşak huylu olmak” önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’ de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer, kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” (Al-i İmran, 159) diyerek Hz. Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir.

Mevlana “Toprak ol” başlıklı şiirinde, yumuşak huylu olmayı toprak simgesiyle dizelere yansıtmıştır.

Devamını Oku

Bir ben var bende benden içeri

4 Haziran 2018

Üst benliğimiz sürekli olarak bize en güzel olan yolu izlememiz için, değerli ipuçları yollamaktadır. Bu noktada “sezgisel akıl” önem kazanmaktadır

İnsan, benliğinin derinliklerinde, tüm bilgeliği ve olabilecek tüm güzellikleri taşıyor. Ben ötesi psikoloji yaklaşımı insanın varoluşunun bu manevi boyutlarına dikkat çekmektedir. İnsanın aşkın deneyimlere duyduğu ihtiyacı vurgulayarak, bu deneyimler üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalarda ulaşılan sonuçlardan biri, vizyon hallerinde yaşanan deneyimlerle ilgilidir. Abraham Maslow bu yaşantıları “doruk deneyim” olarak isimlendirmiştir. Tasavvufta vecd hali olarak açıklanır. Bu deneyim öyle etkileyicidir ki bunları yaşamış olan kişilerin yaşadıklarını dünya görüşlerine katmaktan başka bir seçenekleri yoktur.

Alt benlik ve üstbenlik

Susan Jeffers yaşadığı doruk deneyim sonucunda benliğinde iki boyut olduğunu keşfetmiştir: Alt benlik ve üst benlik. Bunu şöyle ifade etmektedir: “Her birimizin içinde sevgi, koruma, sezgi, güç, değer bilme, neşe, mutluluk ve minnettarlık gibi değerlerin kaynağı olan bir yerin bulunduğunu düşünüyorum. Pek çoğumuz benliğimizin manevi bölümü olan üst benliğe giden yolu araştırmak konusunda direniyoruz”.

Psikolog Abraham Maslow 196O’lı yıllarda sağlıklı insanları incelemiş ve bunlardan pek çoğunun, korku ve ayrılık duygularının ortadan kaybolduğu bu tür mistik deneyimler yaşamış olduklarını saptamıştır. Söz konusu kişiler, evrenle bir olma heyecanını yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Maslow, bu tür doruk deneyimleri, her bireyin istese de yaşayamadığını belirtiyor. Bu tür tecrübeler bir anda yaşanıveriyorlar. Yunus Emre’nin dilinden bu yaşantı kelimelere şöyle yansımaktadır:

Beni bende demem bende değilim

Bir ben vardır bende benden içeri

İnsanları ve olayları kontrol etme ihtiyacımız alt benlikten kaynaklanmaktadır. Alt benlik dünyasında, karşımıza çıkan sorunlarla mücadele etme gücüne sahip olmadığımızı düşündüğümüzden, gelecek her zaman korku vericidir. Bu nedenle, alt benlik bir garantiye ihtiyaç duyar. Ancak dış dünyada garanti yoktur.

Devamını Oku

İç dünyamızda barışı yaşarsak orada bur-ışık-öz varolur

3 Haziran 2018

İnsan iç dünyasındaki ikiliği bütünleştirdiğinde yani kaba duygulardan ince duygulara ve eylemlere geçtiğinde barışçıl bir dünyası olur. Bu dünyada ışık vardır, aydınlık, nur ve sevgi vardır. Nur suresi 35. ayette Yüce Yaratıcımız ışığı somutlaştırarak bizlere şöyle seslenmektedir.

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu), nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”

Ayette kendiliğinden ışık veren zeytin ağacının yağından söz edilmektedir. Zeytin barışın simgesidir. Aslında bizler iç dünyamızda birlikten doğan barışı oluşturursak orada ışık-öz varolur.

İnsanın sonsuzun bilgisine; Marifete ulaşabilmesi için son derece hassas, latif bir yeteneği vardır. O da kalb’tir, gönüldür. Çünkü Allah, manevi bilinci, kalbin en derinine gizlemiştir. O, insanı Allah’a götürecek, O’nu tanıyıp tanıtacak olan saf bilinçtir.

Ancak nasıl bir çiçek tohumu henüz bir çiçek değilse ve çiçek olabilmesi için tohumun toprağa ekilip su verilmesi gerekiyorsa içimizdeki o manevi bilinç tohumunun gelişebilmesi için de bedenin ihtiyaç duyduğundan farklı bir besine ihtiyacı vardır. İşte insanın özgürlüğü ve seçimi burada devreye girmektedir. Ya tohumu ekip besleyecek ya da eksik insan olarak kalacak…

Kalb’de gizli bulunan bu tohumu yeşertmeden yaşamak, gerçek hayat değildir. Manevi gözler tamamen açılmadan yani kalb tamamiyle ışıkla dolup gerçek benliğimizi görmeden bizler uyanık, bilinçli değilizdir. Bedeni ya da zihni tanımak kendini tanımak değildir. Nitekim Yunus Emre de:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir diyerek insanın hakikate ulaşması için kendi içine dönmesi gerektiğini söylememiş midir?

Devamını Oku

Toprak gibi temiz, alçak gönüllü, üretken, cömert ve faydalı işlerin anası olmak

2 Haziran 2018

Kendisine ve başkalarına faydalı olanlar. Bu insanlar kendisine söyleneni kabul ettiği gibi, öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.

Hz. Muhammed, Allah’ın Selamı Onun Üstüne Olsun, insanların potansiyel güçlerini gerçekleştirme sürecini üçe ayırarak toprak ile yağmurun ilişkisiyle örneklemektedir: “Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği ilim bol yağmura benzer. Bu yağmur bazen öyle bir toprağa düşer ki onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ile bol ot bitirir. Bir kısım toprak da kurak olur, suyu üstünde tutar da Allah insanları onunla faydalandırır. Ondan hem insanlar içerler hem hayvanlarını sularlar ve ekin ekerler. Bu yağmur bir başka toprağa isabet eder ki düz ve kaypaktır. Ne suyu üstünde tutar ne de çayır bitirir. Allah’ın dinini anlayıp da, vasıtamla gönderdiği ilimden faydalanan ve başkalarına bildiren insanın ve bu güzellikleri duyduğu hâlde, kibirlenerek başını bile kaldırmayan insanın ve beni tanımayan insanın hâli buradaki toprağa benzer.”(Sahihi Buhari, İlim 20, Müslim, Fezâil, 15 ) Bu temsilde görüldüğü üzere, toprak fayda bakımından üçe ayrıldığı gibi, insanlar da yararlı olup olmama açısından üç grupta değerlendirilir.

Herkese faydalı olanlar

1. Kendisine ve başkalarına faydalı olanlar. Bu insanlar kendisine söyleneni kabul ettiği gibi, öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.

Başkasına faydalı olanlar

2. Yalnız başkalarına faydalı olabilenler. Bu insanlar öğrendiklerini anlamayan veya yapamayan, fakat başkalarının yapmasına ve anlamasına yardımcı, vesile olanlardır.

Faydasız olanlar

3. Hiç kimseye faydası olmayanlar. Bu insanlar anlama, anlatma ve yaşama kabiliyetinden uzak olanlardır ki ne kendilerine ne de çevrelerine faydası olmayan kişilerdir.

Devamını Oku

Tövbe sürecindeki ilk durak; farkındalık

1 Haziran 2018

İnsan hür olarak yaşamaya programlanmış bir varlık, hem de varlıkların en şereflisidir. “Hür” olmayı, sadece bedenin hürriyeti olarak algılamak, hayatı sadece bedenden ibaret görmek olur ki o zaman, “asıl olan”ı, “varoluşumuzu” gözardı etmiş ve böylece yanılgıya düşmüş olabiliriz. Yunus peygamberin yaşadığı deneyimde, balığın karnında günlerce kaldıktan sonra, oradan kurtulmasına, karanlıktan aydınlığa kavuşmasına, onu, isyan değil, tövbe kavuşturmuştu. Tövbe bir halden başka bir hale dönüşmeyi içeren süreç bir yaşantıdır. Dört aşamadır: Tövbe sürecinde ilk aşama farkındalıktır.

“İnsanın farkına varmasını ve kendini geliştirmesine yol açacak kararları vermesini engelleyen faktörler nelerdir?” Bu faktörler çok fazladır ve hepsi de bilinmemektedir. Ancak, bunları, üç bölümde toplamak olasıdır.

1. Çevremizden edindiğimiz ve kendimize malettiğimiz benlik kavramımızla ilişkili bazı bilgiler doğru değildir. Örneğin; bize, başarısız ve yetersiz olduğumuz söylenmiş olabilir. Biz de bu yanlış bilgileri gerçekmiş gibi kabul edebiliriz. Bu doğrultuda yaptığımız seçimler ve verdiğimiz kararlar da bu durumu, ‘kendini gerçekleştiren bir kehanet’ haline getirebilir. Sonuçta ortaya çıkan olaylar ise bu yanlış verilere inancımızı ve bağlılığımızı pekiştirirler.

2. İnsanın farkına varmasını engelleyen nedenler arasında ikinci grubu oluşturanlar; ‘yanlış programlanmaya’ ya da ‘doğru bilgilerin kötü bir biçimde öğretilmesine’ bağlıdır. Bazen ebeveynler ya da otorite figürleri, bir şeyler öğrettiklerinde, bu bilgileri kızgınlık, alay, suçlama gibi tavırlarla verebilirler. Bu şekilde verilen bilgiler ya alınmaz, ya da, alınsa bile, kişinin kendi duygularını yadsıması ya da çarpıtması pahasına alınır. Diğer bir deyişle, kişi bu yeni bilgileri, ancak kendi içinden gelen verileri değiştirmek pahasına alır.

3. İnsanın içinden ve dışından gelen verilerin farkına varmasını engelleyen üçüncü faktör de geçmiş deneyimlerin neden olduğu acılardır. Bu acı fiziksel olabileceği gibi, duygusal bir acı da olabilir. Acı, hoş olmayan bir durum olduğu için, bu acı verici anıları ve deneyimleri bilincimizden atmaya çalışırız. Çoğu kez de bunu başarırız. Ancak davranışlarımızın bu geçmiş deneyimlerin etkisi altında kalmasını önleyemeyiz.

Yeni kararlar almak ve yeni davranışlara hazır olmak için “manevi güçlenme” önemlidir. Bu tür davranışları kazanabilmek için örnek insanlarla bir arada olmak pekiştirici olabilir. Doğru davranışları, tekrar tekrar denemeli; başarısızlık, direnç gibi sonuçlarla karşılaşsak bile, bunları kararlılıkla sürdürmeliyiz.

Devamını Oku

İyilik, varlığımızı özümüze daha çok yaklaştırmak demektir

31 Mayıs 2018

Kötülük, insanın insanlık yükünden kurtulma yolunda giriştiği trajik çabada kendisini yitirmesidir. İyilik, varlığımızı özümüze gittikçe daha çok yaklaştırmak demektir;

Kur’an’a göre bireyin olumsuz yaşantı şeklini daha güzel ve olumlu bir halle değiştirmesi, tövbe ile mümkün olmaktadır. Hangi davranışların ve yaşayış tarzlarının kötü, hangilerinin iyi olduğu da yine Kur’an’da belirlenmektedir. Kötülük, insanın insanlık yükünden kurtulma yolunda giriştiği trajik çabada kendisini yitirmesidir. İyilik, varlığımızı özümüze gittikçe daha çok yaklaştırmak demektir; kötülük de varlıkla öz arasında gittikçe büyüyen bir yabancılaşma oluşturmaktır. İnsan gerilemeye de ilerlemeye de yatkındır. Bu da insanın hem iyiliğe hem kötülüğe yatkın olduğunu söylemenin başka bir yoludur. Her iki yatkınlık belli bir denge oluşturuyorsa insan seçmekte özgürdür ama farkında olma yetisinden ve çabasından yararlanması koşuluyla. İnsan, içinde bulunduğu durumların belirlediği seçenekler arasında seçme yapmakta özgürdür. Ne var ki yüreği yatkınlıklar arasındaki dengeyi sarsacak ölçüde katılaşmışsa seçmekte özgür değildir artık.

Kuran dengeyi yitiren insan için “kalplerinde hastalık vardır” ifadesini kullanmaktadır. Nur suresi 50. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!”

Zulüm bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymaktır. Yani doğru olanı seçmemektir. Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler. İnsan yüksek niteliklerinden, özünden uzaklaşırsa kendisine zulmetmiş olur.

Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an adlı eserinde Allah’ın insanlara hak ile batılın, doğru ile yanlışın arasını ayırmalarını sağlayacak her şey verdiğini, insanın doğru davranmayı ve kulak, göz ve kalp melekelerini gerektiği şekilde kullanmayı reddetmek suretiyle kendi kendilerine zulmettiğini” söylemektedir. Artık doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün arasını ayırdedemez olmuşlardır, zira şuurları da artık ölüdür. Bayraktar Bayraklı’ya göre kulaklar, gözler, akıl ve gönül gözü Allah’ın insana verdiği manevi güçlerdir. Kulak ve gözlerin taşıdığı duyumları akıl yoğurup bilgi haline dönüştürür. Aklın ürettiği bilgi ve düşünce gönül gözünün yakıtı haline gelir.

Bu fitri yetenekleri kullanmak, geliştirmek ve hayata sokup insanı yüceltmek görevini üstlenen de akıldır. Bu görevi yerine getirmeyenler yeteneklerine zulmetmiş olurlar. Duyu organlarını, aklını ve gönül gözünü devre dışı bırakıp hakikati göremez hale gelenler kendi kendilerine zulmetmektedirler.

Aklımız ve gönlümüzle varoluşumuzu yaşamak dileğiyle…

Devamını Oku