Ak Parti cenahında “gizli hayırcılar” taraması ve suçlamalar artıyor.
Referandum kampanyasının açılış toplantısına Abdullah Gül de Ahmet Davutoğlu da kurucu kadronun halen emekli isimleri de katılmadı.
Ak Parti merkezinin sert sözcüleri için zaten bu isimler çoktandır hizip faaliyetleriyle suçlanıyor.
“Gizli hayırcılar” referandum öncesinde ortaya çıkmayacaklar, halkı ‘hayır’ demeye çağırmayacaklar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni çevresi, kadrosu kuşkusuz eskilerin birinci hedefi ve eğer hayır çıkarsa da bunların kellesi istenecek.
“Hayır cephesi”nin büyük beklentisi çok açık. Eğer hayır çıkarsa Hükümetin ve Erdoğan’ın istifası ve seçim istenecek.
“Gizli hayırcılar”ın bu tür “kaos” beklentileri olmadığı ortada. Yani referandumda hayır çıkarsa Erdoğan da Hükümet de istifa etmeyecek, “nev zuhur” kadro tasfiye edilerek “fabrika ayarlarına dönüş” hamlesi denenecek.
Şu anda Erdoğan’ın çevresindeki kadro için de “hayır” ihtimalinde yapılacak bellidir: 17 Nisan’ın gündemi “gizli hayırcılar”ın tümüyle partiden tasfiye edilmesidir.
Araştırmacı Adil Gür net bir rakam verdi: 5 milyon. Bu 5 milyon referandumun sonucunu belirleyecek seçmen sayısı.
Son iki genel seçime baktığımız zaman da, sonuçları bu 5 milyon seçmenin yer değiştirmesinin belirlediğini görebiliriz.
Beş milyon rakamı, genel oyun yüzde 10’unu ifade ediyor.
Seçmenin yüzde 90’ının kararını vermiş olduğu bir noktada yüzde 10’u hafifseyenler olabilir.
Ama geçen Haziran ve Kasım seçimlerine baktığımız zaman bu 5 milyon oyun hareketinin sonuçlarda büyük fark yarattığını görebiliriz.
Haziran 2015’te bir kısım seçmen sandığa gitmedi, daha önce Ak Parti’ye oy vermiş olan bir kısım seçmen de HDP’ye oy verdi.
Ve sonuçta sandıktan beklenmeyen bir sonuç çıktı, Ak Parti Meclis çoğunluğunu kaybetti, koalisyon zorunlu oldu.
Ak Parti Haziran sonrasındaki krizi yukarı çekerek yeni bir durum yarattı ve Haziran’ın kararsızlarını geri alarak en yüksek oy oranına ulaştı.
Referanduma iki ay var ve biz şimdiden sert bir çatışma ortamına girdik.
Neyi oylayacağız? Türkiye’nin yönetim sistemindeki bir değişikliği.
Bu değişikliğin ülkeye ve bütün vatandaşlara faydalı olacağını düşünebiliriz ya da tersini düşünebiliriz ve buna göre oy kullanırız.
Ne yazık ki öyle olmuyor. Bir taraf, bu değişiklik olursa ülkenin mahvolacağını, biteceğini düşünüyor.
Diğer taraf da bu değişiklik olmazsa ülkenin yönetilemeyeceğini, mahvolacağını düşünüyor.
İki taraf için de, kendisi gibi düşünmeyenler “vatan haini”dir.
Sistemle ilgili, sistemin avantajları ve dezavantajlarıyla ilgili tartışmayı çoktan bıraktık.
Hayır diyecek olanların, aslında 15 Temmuz darbe girişimindeki yenilginin rövanşını almak istediğini düşündüğümüz zaman da bunlara “vatan haini” dışında bir şey diyemeyiz.
Bu deyimi fazla bulanlar olabilir. Ne kadar üzülsek de durum budur. Rusya tam anlamıyla “burnumuzu sürtmektedir”.
Uçak krizinde önce geri adım atmadık. Sonra Rusya çok ağır bir fatura çıkardı. Sonunda geri adım atan biz olduk.
Rusya Suriye krizinin çözümü konusuna Ankara’nın da katkıda bulunmasını kabul etti. Bunun maliyeti de Esad’ın görevini bırakması talebinden vazgeçilmesiydi.
Bunu da kabul ettik, Moskova ve Tahran ile birlikte masaya oturduk.
Aslında kurulan masa tek taraflı bir masa ve bu masada ne kadar ağırlığımız olduğu da şüpheli.
Tek kabul edilen talebimiz YPG’nin masada olmamasıydı. Rusya bunu kabul etti, ama YPG’yi de PKK’yı da terör örgütü olarak görmediğini de söyledi.
Ve Rus uçakları El Bab’da askerlerimizin bulunduğu binayı bombaladıktan sonra “sizin verdiğiniz koordinatlara göre vurduk” dedi ve sesimiz henüz çıkamadı.
Ruslara yanlış koordinat verdiysek de burnumuz sürtülmüştür, yanlışımız yoksa ama sesimizi çıkaramıyorsak da burnumuz sürtülmüştür.
Türkiye’de üniversite, akademisyenler üç kez hedef alındı, tasfiyeye, kıyıma uğratıldı.
27 Mayıs 1960 darbesinde üniversitede ilk büyük kıyım yapıldı.
12 Mart 1971 sonrasında cuntanın koyduğu hükümet ara rejimde tasfiye girişimleri yaptı.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından askeri yönetim en büyük “temizliği” gerçekleştirdi.
İlk kez, serbest seçimle gelmiş bir sivil hükümet üniversitede kıyım yapıyor.
Kıyım, FETÖ soruşturmaları sırasında “at izi it izine karışırken” başladı, siyasi bildirilere, özellikle barış bildirilerine imza atmış akademisyenlerle devam ediyor.
Oyların yüzde 50’sini alarak seçilmiş bir siyasi iktidarın, üç askeri cuntanın üniversite tasfiyesini tekrarlaması büyük talihsizliktir.
Ak Parti ilk iktidar yıllarında YÖK’ün üniversitelerde kurduğu baskıcı sistemin düzeltilmesi konusunu açmış, tartışmıştır. Siyasi metinlerde üniversitede özgürlüğün bilim için esas olduğu da yer almıştır, seçim bildirgelerinde üniversitede demokratik reform vaadi de yer almıştır.
Ankara’da siyasi senaryo eksik olmaz. Genellikle mantıklısı da uçuğu da yan yana dolaşır durur.
Önce Meclis başkanlığının, sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, anayasa değişikliğini bekletmesi de kaçınılmaz senaryolara yol açtı. “Hayır” cephesinde şu senaryo üretiliyor: “Cumhurbaşkanının önüne getirilen araştırmalarda evet çıkması kolay görünmüyor, bu yüzden Erdoğan anayasa değişikliğini ertelemeyi düşünüyor..”
Bu senaryo, referandumda hayır çıkma ihtimalinin olduğunu düşünenlerin tekrarladığı bir senaryo.
Bir başka senaryo ise siyasi gerilimleri artırmamak için, başkanlığın ertelenmesinin düşünüldüğüne ilişkin söylentiye dayanıyor.
FETÖ sıkıntısı sona ermemişken, KHK’larla ihraçlar alabildiğine devam ederken, Kürt siyasetçilere yönelik tutuklama furyası artarken toplumda yeni bir çatışma alanı yaratmamak gerekir.
Bu Ak Parti tarafında da ilgi gören bir senaryo olarak dolaşıyor.
Referandum dolayısıyla ortaya çıkacak gerilim, bölünmeye eğilimli toplum kesimlerinde öngörülmesi güç gelişmelere yol açabilir. Bu durum da ekonomik sorunların öne çıktığı bir ortamda yıkıcı etkiler yaratabilir.
Bu fikirleri dolaştıranlar, bu senaryonun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da iletilmiş olabileceğini, Erdoğan’ın bu yüzden beklediğini bir iddia olarak dile getiriyorlar.
Hem evet hem hayır cephesi, referandumu kazanacağına dair kuvvetli inanç gösteriyor.
Ak Parti tarafında evet oranının yüzde 90’ı aşacağına ilişkin aşırı coşku ve beklentiler çıksa da hedefin yüzde 70 olarak tespit edildiği anlaşılıyor.
Hayır cephesinin bütün unsurları da çok inançlı davransalar da şu anda birkaç arıza ile karşı karşıya bulunuyor.
Soldaki küçük partilerde ortaya çıkan “boykot”, oy vermeme eğilimi oy miktarı olarak yüksek olmasa da bir moral etki yapıyor. Aynı şekilde Kürt seçmenin bir kısmında da “taraf olmamak” ve oy vermemek eğilimi konuşuluyor.
Kandil’den gelecek her işaret de Kürtler arasında değişik tepkiler yaratacaktır.
Dindar Kürtler içinde etkili olan Hüda-Par da evet oyu vereceğini ilan etmiştir.
MHP tarafında da, muhaliflerin “hayır”ın çoğunluk olacağına inanç oldukça kuvvetlidir.
Muhalif MHP’liler tabanın çoğunluğunun kendilerini izleyeceğini, CHP ve HDP ile ittifak suçlamasına rağmen “Erdoğan’a ve Bahçeli”ye hayır diyeceklerine güveniyorlar.
Anayasa referandumunda iki kesimin belirleyici olacağı ortada.
Birinci kesim, MHP lideri Bahçeli’nin, devletin yeniden inşası adına da olsa Ak Parti ile birlikte hareket etmesinden rahatsız olan MHP’liler.
İkinci kesim de daha önce HDP’ye oy vermiş olan Kürt vatandaşlar.
MHP’liler, geçen cumhurbaşkanı seçimi ve yerel seçimlerde de partilerinin CHP ile işbirliği yapmasından hoşlanmamıştı, bir kısmı da sandığa gitmemişti.
Genel seçimlerde kuvvetli bir Ak Parti ve Erdoğan karşıtı hatta çekilmesi MHP’yi tekrar yüzde 10’luk oy oranına taşıdı.
Şimdi MHP’lilerden Ak Parti ile işbirliğini onaylamaları isteniyor. Bu işbirliğinin gidişatıyla ilgili kuşkuları giderecek herhangi bir kanıt da getirilmiyor.
“Hayır” deme eğilimindeki MHP’lilerin dramı aslında küçük değil. Referandumda hayır demek onlar için, hiç sevmedikleri CHP ve nefret ettikleri HDP ile aynı safta bulunmak anlamına geliyor.
CHP’nin ve HDP’nin, tereddütlü MHP’lileri “hayır”a çekmek için bir şey yapmaları da mümkün değil.