İçeriksiz gündemlerimizden uzak yaşayan bir Ömer Kavur vardı

Türkiye'yi gerilime sokan meselelerin ardı arkası kesilmiyor

Haberin Devamı

Türkiye'yi gerilime sokan meselelerin ardı arkası kesilmiyor. Ve bunlar ciddi konular. İki ay önce burada yazmıştım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'den Abdullah Öcalan'ın yeniden yargılanmasını gerekterebilecek bir kararın çıkacağını. Türkiye'yi bekleyen bu yeni krizin patlak vermesi karşısında hükümetin tutumunun ne olacağı belli değildi. Bugün de değil.

Hükümetin, toplumda mutlaka büyük çalkantılara neden olacak bu olayla ilgili kamuoyunu aydınlatmak ve teskin etmek için alacağı önlemler konusunda da bugüne kadar tık yok.

Siyaset tarzını ayak oyunları, "uyanıklık" ve kurnazlık üzerine bina etmiş olanlar susmayı tercih ediyorlar. Sorumluluktan kurtulmak için de AİHM'nin kararıyla ilgili geliştirmeleri gereken politikanın bir "devlet meselesi" olduğunu söylemekle yetiniyorlar. Topu, siyaset dışı mercilere atmayı bir siyasi hüner sayıyorlar.

Cambaza bak, cambaza!
Bütün bunlar varken halkın, "cambaza bak" yöntemleriyle oyalanmaya ve de afyonlanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.

Dikkat başka konulara çekiliyor ve biz, maşallah, incir çekirdeğini doldurmayan konularda birbirimizle uğraşmaya devam ediyoruz. Örneğin, düşük belli pantolon giyen kadınlara yeni Ceza Kanunu uyarınca ceza vermeli mi, vermemeli mi?

Aslında çoğu kısa bacaklı olan kadınlarımızın bacak kısmını görüntü itibariyle büsbütün yerden bitme hale sokan bu kılığı modaya uymak için kendilerine reva görmelerinden bize ne? Yoksa kadınların bel nahiyesinin görünür olması konusunda yapılan kavga
başka ve derin bir endişenin ilk tezahürü mü? Tahrik ediyor, teşhircilik yapılıyor bahanasiyle kadınların teninin görülmesine karşı duyulan bir alerjinin belirtisi mi? Belden başlayarak ayak ve kol bileklerine kadar inecek bir örtünme gereğinin habercisi mi?

İnsan ruhundaki labirent gezisi
Biz, sahici olmayan konular üretip kafa yormaya ve tepinmeye devam edelim. Bu arada hayat geçiyor. Boş ve nafile.

Sevgili Ömer Kavur'un hayatı da geçti gitti. Ama dopdolu ve bu uyduruk konularda hiç duraklamadan. Ömer'i yıllar önce, babamın onu elinden tutup evimize getirdiği bir gece tanımıştım.

Sessiz ve uslu bir çocuktu ve çok güzeldi. Kocaman bir okyanus derinliğindeki gözleriyle bize bakıyor, gördüğü her şeye adeta özüne kadar nüfuz ediyordu. Ergenlik çağımın şımarıklığıyla benden üç yaş küçük bu erkek çocuğuna, burnu havada bir büyük gibi davrandığımı hatırlıyorum.

Oysa daha ileri yaşlarımızda ikimiz de Paris'te öğrenciyken anladım ki, Ömer'in daha küçücük yaşından beri istediği, iletişim kurmaktı. İletişim de ne demek? Onun istediği, insanlarla anlık ve sığ bir iletişim kurmak değildi. O, insan denilen varlıkla hemhal olabileceği, ruhunun dehlizlerinde dolaşabileceği bir arayışın peşindeydi. Amacı muammayı çözmekti.

Bu onun için her zaman karşılanması mümkün olmayan bir ihtiyaçtı. İhtirası, insanı insan yapanı anlamaktı. Sinema sanatına kazandırdığı insanın içine işleyen unutulmaz fümelerinde olduğu gibi, insan ruhunun vadilerinde dolaşmak, gizli menbalarını yudumlamak onun gemleyemediği bir tutkuydu.

Bunun içindir ki belki de insanoğlunun ruhunda gezintiye çıktığında sarp kayalıklara çarpmaktan da kendini alamıyor ve yara alsa bile aradıklarını, gördüklerini ve kendinde keşfettiklerini filmlerinde yeniden yaşıyor ve bizlere yaşatmak istiyordu.

Yaşamı bir etik üzerine bina etmek
Ömer bizim gibi gündelik boş şeylerin peşinden koşmadı. Para pul ya da şöhret hırsı ona yabancıydı. Mal mülk düşkünlüğü, onun belki de derinliklerine dalış yaptığı insanda da kavramakta zorlandığı tek psikolojik hasletti. Bir gün, ortak bir arsamızı satmak için Bodrum'a gittiğimizde de birden canı sıkıldıydı. Aklı fikri yeni filimindeydi. Alıcı adaylarını bana bırakıp Anayurt Oteli için mekân aramaya gitti. Çekimlerin başlaması için para lazımdı ama arsamız şu veya bu fiyata satılsa da satılmasa da olurdu.

O, kavgaların adamı da olmadı. Sinema, onun için kendini gerçekleştirmenin ve belki de yeniden yaratmanın aracıydı. Moda akımlara uymak uğruna ucuzluğa hiç tenezzül etmedi. Gerçek bir sanatçı müdanasızlığıyla yaşadı. Hür, mağrur ve biraz da mahzun.

Ben bir aile dostumu kaybettim. Türkiye, büyük bir sanatçısını ve bunun da altını çizmek istiyorum, muhteris olmadan ihtiraslı olmasını bilen gerçek bir beyefendiyi.

Başımız sağolsun.

DİĞER YENİ YAZILAR