Yaşlılık ve ölüm toptan ödemesi

1 Eylül 2020

Bilindiği üzere, gerek emekliliğin gerekse malullüğün belli koşulları vardır. Bu koşulları kısaca sigortalılık süresi, prim ödeme gün sayısı ve yaş olarak belirtebiliriz. Tabidir ki öncelikli olan emekliliktir. Ancak bazen sigortalılar sigortalılık süresi ve yaş koşulunu doldurmalarına rağmen çeşitli sebeplerle primi ödeme gün sayılarını dolduramazlar. Bunları tamamlayıp emekli olmak yerine ödediği primlerini iade almayı yani toptan ödemeyi tercih edebilirler.

Önemle belirtelim ki, kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası primleri toptan ödeme yoluyla ödenmez. Sadece kısaca uzun vadeli sigorta kolları olarak adlandırılan malullük yaşlılık ve ölüm sigorta kollarına ait primler iade edilir. Sigortalının, varsa hizmet borçlanmaları ile isteğe bağlı sigorta primleri de ölüm ve yaşlılık toptan ödemelerine dâhil edilir.

01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunundan önce yürürlükte olan 506 sayılı Kanunda, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olup malullük ve yaşlılık aylığına hak kazanamayan sigortalılara, talepleri halinde, kendisinin ve işverenin ödediği uzun vadeli sigorta kollarına ait primlerin toptan ödeme olarak verileceği düzenlenmişti.

5510 sayılı Kanunda ise herhangi bir nedenle çalıştığı işten ayrılan veya işyerini kapatan ve yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli yaş şartını doldurduğu halde malullük ve yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanamayan sigortalıya, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında ise kendi adına bildirilen, (b) bendi kapsamında ise ödediği malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin her yıla ait tutarı, primin ait olduğu yıldan itibaren yazılı istek tarihine kadar geçen yıllar için, her yılın gerçekleşen güncelleme katsayısı ile güncellenerek toptan ödeme şeklinde verileceği belirtilmiştir.

İki kanunun karşılaştırılmasından görüleceği üzere, 01.10.2008 tarihinden önce yani 506 sayılı Kanun döneminde yapılan toptan ödemeler alındığı tarihteki değerleri üzerinden iade edilmektedir. 5510 sayılı Kanun döneminde ise ödenen primler, primin ait olduğu yıldan itibaren yazılı istek tarihine kadar geçen yıllar için, her yılın güncelleme katsayısıyla güncellenerek iade edilmektedir.

Ölen sigortalıların hak sahipleri de toptan ödeme talebinde bulunabilir. Ölen sigortalıların hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanamaması durumunda, ölüm tarihi esas alınmak kaydıyla hesaplanan ölüm toptan ödeme tutarı, sigortalının hak sahipliği şartlarını taşıyan eşine, çocuklarına, ana ve babasına Kanunda belirtilen hisseler oranında verilmektedir.

Toptan ödeme talebi, örneği Kurumca hazırlanan Gelir/Aylık/Ödenek Talep Belgesi ile ilgili üniteye başvurması suretiyle yapılabileceği gibi e-devlet üzerinden de yapılabilmektedir.

Devamını Oku

İşçiye tavanın üzerinde kıdem tazminatı ödenebilir mi?

25 Ağustos 2020

Kıdem tazminatı 1475 sayılı Kanunun 14’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede işçiye her bir yıl için ödenecek kıdem tazminatı tutarının en yüksek devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda kıdem tazminatı tavanı, devlet memurlarının maaş artışına paralel olarak, altı ayda bir değişmektedir. 01.07.2020 tarihinden itibaren kıdem tazminatı tavanı, bir başka deyişle işçiye bir yıl için ödenebilecek kıdem tazminatının üst sınırı 7.117,17. TL olarak belirlenmiştir.

Diğer yandan, iş kanunu düzenlemeleri nispi ve mutlak emredici hükümler olarak ayrıma tabi tutulmaktadır. Nispi emredici hükümler işçi lehine arttırılabilen ancak azaltılması söz konusu olmayan düzenlemelerdir. Örneğin yıllık izin süreleri ve ihbar önelleri iş sözleşmeleri ya da toplu iş sözleşmeleriyle işçi lehine arttırılabilir. Yıllık izin süreleri beş yıla kadar 20 gün, ihbar önelleri ilk altı ay için dört hafta olarak belirlenebilir. Ancak bu sürelerin kanundaki sürelerin altında belirlenmesi mümkün değildir. Mutlak emredici hükümler ise işçi lehine dahi olsa arttırılamayacak kanunda sabit olarak belirlenmiş hüküm, süre ya da tutarlardır.

Örneğin iş akdinin feshinde uygulanacak ihbar önelleri işçi lehine arttırılabilecekken işçi iş akdini feshettiğinde kanundaki ihbar sürelerine uyacaktır. Bu da işveren açısından mutlak emredici hüküm olarak yorumlanabilir. Yine işe iade davalarında işe iadesine karar verilen işçiye en çok sekiz aya kadar tazminat ödenebilecek olması mutlak emredici bir hükümdür. İş kanunundaki nisbi emredici hükümler mutlak emredici hükümlere göre çoğunluktadır.

Bu genel açıklamalarımızdan sonra konu başlığımıza dönelim ve bu günkü yazımızın içeriğine değinelim. 1475 sayılı İş Kanunu döneminde kanunun 98’inci maddesi kıdem tazminatı tavanının üzerinde kıdem tazminatı ödenmesini hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin düzenleme içermekteydi. Bu nedenle 1475 sayılı Kanun döneminde kıdem tazminatı tavanının üzerinde tazminat ödenmesi söz konusu edilemezdi. Bu hüküm açıkça mutlak emredici bir hükümdü.

Ancak 4857 sayılı İş Kanunu’nda 98’inci maddeye benzer bir düzenlemeye yer verilmemesi kıdem tavanının üzerinde kıdem ödemelerini gündeme getirdi. Bu yazımızda, Yargıtay’ın konuya ilişkin güncel bir kararı ışığında kıdem tazminatı tavanının mutlak emredici bir hukuk kuralı olup olmadığını, tavanın üzerinde kıdem tazminatı ödenip ödenemeyeceğini ve ödenmesi halinde vergi ve sigorta yükümlülüklerini tartışacağız.

Öncelikle yargı kararımızdan söz edelim. Yargıtay 22’nci Hukuk Dairesi 20.01.2020 Tarih ve E: 2016/28495, K: 2020/755 sayılı Kararında şu hükümlere yer verilmiştir: “Kıdem tazminatının tabanını 1475 sayılı Yasa'nın 14'üncü maddesinde öngörülen her yıl için otuz günlük ücret oluşturur. Aynı maddede otuz günlük sürenin hizmet akitleri veya toplu iş sözleşmeleri ile işçi lehine olarak arttırılabileceği öngörülmüştür.4857 sayılı İş Kanunu'nun yürürlülüğü öncesinde, 1475 sayılı Yasanın 98/D maddesi uyarınca, kıdem tazminatının yasaya aykırı olarak ödenmesi cezai yaptırıma bağlanmıştı. Sözü edilen hüküm 4857 sayılı İş Kanunu döneminde yürürlükten kaldırılmış olsa da, tavanı öngören 14’üncü madde halen yürürlüktedir. Buna göre kıdem tazminatı tavanını öngören kuralın mutlak emredici olduğu kabul edilmelidir.

Öğretide kıdem tazminatı tavanını bertaraf eden sözleşme hükmünün batıl olduğu görüşü ileri sürülmüştür. Dairemizce de kıdem tazminatı tavanının yasada emredici şekilde düzenlendiği ve işçi yararına olsa da tavanı arttıran ya da tümüyle ortadan kaldıran sözleşme hükümlerinin geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır.” Görüleceği üzere, Yargıtay’a göre kıdem tazminatı tavanına ilişkin düzenleme mutlak emredici niteliktedir ve tavanı aşan miktarda kıdem tazminatı ödemesi yapılamaz. Hatta, Yargıtay, işverenin sehven yaptığı tavanı aşan ödemelerin işverene iadesini de öngörmektedir.

Devamını Oku

Maske takmayan işçi işten çıkarılabilir mi?

20 Ağustos 2020

Yüzyılın salgını Covid-19 tüm dünyada hüküm sürüyor. Tıp bilimi ne yazık ki bu salgına karşı henüz kesin bir çözüm giremedi. Şimdilik en önemli tedbir mesafe ve maskedir. Ancak tüm uyarılara rağmen, bu basit tedbirler bile yerine getirilmediğinden ne yazık ki salgının etkileri gün be gün artıyor. Peki işyerlerinde durum nedir? İşyerlerinde maske takılıyor mu? Takması gerektiği halde maske takmayan işçiye karşı işverenler ne tür tedbirler alabilir? Maske takmamakta ısrar eden işçi işten çıkarılabilir mi?

Bu yazımızda bu soruların cevabını arayacağız.

Öncelikle işçinin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin yükümlülüklerinden bahsedelim. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre; çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmemekle yükümlüdür (m. 19). Çalışan kendisine sağlanan kişisel koruyucu donanımı amacına uygun olarak kullanmak ve korumak zorundadır.

İşveren tarafından bakıldığında da, işçiye gerekli koruyucu malzeme temin edilerek zimmet karşılığında teslim edilmelidir. Ancak buna rağmen işveren yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılmaz. Bu kişisel koruyucu donanımın kullanımını da kontrol etmeli, kullanılmasını sağlamalıdır. Aksi halde olası bir iş kazası ya da meslek hastalığında işveren de kusurlu sayılır.

İşveren kişisel koruyucu malzemeleri alırken kalite standartlarının yanı sıra, ergonomi ve konfor koşullarını dikkate almalı, malzemelerin temininde işçinin tercihlerini de göz önünde bulundurmalıdır.

Ancak her ne kadar kişisel koruyucu malzeme temini konusunda işveren tüm yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirse, en kaliteli koruyucu donanımı temin ederek işçiye verse de ne yazık ki bazı işçiler bu tür kişisel koruyucu donanımı yine de kullanmaz. Sıkıldığını, bunaldığını söyler, koruyucu donanımın terlettiğini söyler, kişisel koruyucunun işini yavaşlattığını söyler. Aslında çoğu zaman da haklıdır. Kişisel koruyucu donanım konfor şartları oluşturulmadan kullanılırsa ya da yeterli molalarla işçiye nefes alma fırsatı sağlanmazsa işçi kişisel koruyucu donanımı kullanamaz.

Bazı işverenler de iş verimi endişesiyle işçiye kişisel koruyucu malzemeyi zimmetler ama kullanmamasına ses çıkarmaz. Bu tür işverenlerimizin yazımızın bundan sonraki kısımlarını okumasına gerek yoktur!

Devamını Oku

Emekli çalışan hangi koşullarla kıdem tazminatı alabilir?

13 Ağustos 2020

Cahit Bey merhaba, çalışanlarla ilgili yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. 11.8.2020 tarihli “ Emekli Çalışanların Hakları “ başlıklı yazınızı da gazetevatan’da okudum. Bir sonraki yazınızda da bu konuyla ilgili açıklamalarınıza devam edeceğinizi belirtmişsiniz. Bu çerçevede benim için soru işareti olan bir konuyu sizinle paylaşmak ve cevabını öğrenmek isterim. Yardımcı olur, cevap verirseniz beni memnun etmiş olursunuz. 1.10.2008 tarihinde SGK’dan 4/a’lı olarak emekli oldum. Aynı işyerinde sosyal güvenlik destek primi (SGDP) ödeyerek çalışmaya devam etmekteyim. Hangi durumlar vuku bulursa halen çalışmakta olduğum bu işyerinden yaklaşık 12 yıllık bir çalışma sürem için kıdem / ihbar / vb. diğer haklarımı da alarak ayrılabilirim? Saygılarımla...

Bir önceki yazımızda emekli olup da çalışanların sosyal güvenlik uygulamalarına yer vermiş, bu yazımızda da emeklilerin iş kanunundaki haklarına yer vereceğimizi belirtmiştik. Yazımız üzerine okurumun yukarıdaki sorusu geldi. Konuyu hem okurumun sorusuna cevap vererek, hem de özellikli bazı durumlara değinerek değerlendirmeyi daha uygun bulduk.

Öncelikle çalışanın sosyal güvenlik haklarıyla iş hukukundan kaynaklanan haklarının karıştırılmaması gerektiğini belirtelim. Şöyle ki, kişinin emekli olup olmaması iş mevzuatına ilişkin haklardan yararlanmasında bir farklılık yaratmaz. Bu çerçeveden bakıldığında emekli olmayan bir işçi hangi iş hukuku hak ve yükümlülüklerine tabi ise emekli işçiler de aynı hak ve yükümlülüklere tabidir. Emekli işçi asgari ücret, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve iş güvencesi vb. gibi iş kanunu uygulamalarından emekli olmayan işçiyle aynı koşullarda yararlanır.

Bu çerçeveden baktığımızda okurumun kıdem tazminatını alarak işten ayrılabilmesi için kıdem tazminatının alınmasına ilişkin koşullardan birini yerine getirmesi gerekmektedir. Bu koşulları hatırlatmak gerekirse; aynı işverene bağlı çalışma süresinin en az 1 yıl olması ve iş sözleşmesinin;

İşveren tarafından iyi niyet ve ahlak kurallarına aykırılık nedenleri dışındaki nedenlerle,

İşçi tarafından sağlık, iyi niyet ve ahlak kuralarına aykırılık veya işyerinde işin durması benzeri nedenlerle,

Devamını Oku

Emekli çalışanın hakları

11 Ağustos 2020

Emeklilik birçok çalışanın hayalidir. Öyle ki ülkemizde işe yeni başlayan sigortalılar bile ne zaman emekli olacağının hesabını yapar. Anne babalar çocuklarını, erken yaşta emekli olsunlar diye, on sekiz yaşına girer girmez, hatta bazen girmeden, çoğunlukla da suç işlediklerini bile bile, eşe dosta ait işyerlerinden sigortalı gösterirler.

Oysa ki emeklilik, “hayaller Paris, gerçekler Eminönü” klişe sözünde olduğu gibidir çoğu zaman…

Bu ülkede emekli olsanız da çalışmak zorundasınızdır genelde. Ya aynı işyerinde çalışmaya devam edersiniz ya da başka işe girersiniz. Ama çalışırsınız. Bunda birçok neden etkilidir. Emekli maaşı yetersizdir. Çocukların okulu bitmemiştir. Erken emekli olmuşsunuzdur. En önemlisi de sistem buna izin vermektedir. Nitekim Turgut Özal bu konuda düzenleme yapıncaya kadar emeklilerin çalışmaları mümkün değildi. Çalışan emeklilerin emekli aylıkları kesilirdir.

Peki şimdi nasıl bir düzenleme var? Emekliler hangi şartlarda çalışabiliyor? Gelin bu konulara bir göz atalım.

Emekli olup da bir iş sözleşmesiyle çalışmak isteyenlerin karşısında ikili bir seçenek bulunmaktadır. Bu kişiler ya emekli maaşlarını kestirecekler ve yeniden tüm sigorta kollarına prim ödeyip ileride işten ayrıldıklarında yeniden emeklilik talebinde bulunacaklar ya da sosyal güvenlik destek primi (SGDP) ödeyerek hem emekli aylıklarını alacaklar, aynı zamanda da çalışacaklar ve ikinci bir gelir elde edeceklerdir. Kişiden kişiye göre değişmekle birlikte genelde ikinci yazdığımız husus birçok emekli için daha uygundur.

Yani SGDP ödeyerek hem çalışıp hem de emekli aylığı almak. Bu arada emekli aylığı alan kişilerin işe başlarken emekli olduklarını işyeri yetkililerine bildirmelerinin çok önemli olduğunu belirtelim. Zira emekli çalışanlar için başlangıçta ayrı prosedürler söz konusudur. Bu prosedürlere uyulmaması geçici de olsa emekli aylığınızın kesilmesine neden olabilir.

Emekli olduktan sonra kendi işini yapanlar ya da şirket ortakları için bu süreç çok daha kolaylaştırılmıştır. 01.03.2016 tarihinden önce bu durumdaki kişilerin aylıklarından SGDP kesilmekteyken bu tarih itibariyle 4/b SGDP uygulaması kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu anlamda en avantajlı kesimi 4/b’li olarak adlandırdığımız “kendi işini yapan” kesim oluşturmaktadır.

Devamını Oku

Saatlik izinler toplanarak yıllık izin süresinden düşülebilir mi?

6 Ağustos 2020

Konumuzun ayrıntılarına girmeden önce gelin yıllık izne ilişkin birkaç önemli hususu hatırlayalım.

Öncelikle, anayasal bir hak olan yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemez. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 53'üncü maddesine göre, işyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verilir.

İşçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi, hizmet süresi; bir yıldan 5 yıla kadar (beş yıl dâhil) olanlara 14 günden, beş yıldan fazla 15 yıldan az olanlara 20 günden,15 yıl (dâhil) ve daha fazla olanlara 26 günden az olmaz. Yine 18 ve daha küçük yaştaki işçilerle 50 ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi günden az olamaz.

Önemle belirtelim ki, yıllık izin süreleri iş kanununun nispi düzenleyici hükümleri arasında yer almakta olup iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir.

Yıllık ücretli izinleri işyerinin kurulu bulunduğu yerden başka bir yerde geçirecek olanlara istemde bulunmaları ve bu hususu belgelemeleri koşulu ile gidiş ve dönüşlerinde yolda geçecek süreleri karşılamak üzere işveren toplam dört güne kadar ücretsiz yol izni vermek zorundadır.

Bu kısa açıklamalardan sonra yavaş yavaş asıl konumuza geçebiliriz.

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Yıllık Ücretli İznin Uygulanması” başlıklı 56/2’inci maddesinde yıllık izin sürelerinin tarafların anlaşmasıyla bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere bölümler hâlinde kullanılabileceği belirtilmektedir. Aynı maddenin takip eden fıkrasında ise işveren tarafından yıl içinde verilmiş bulunan diğer ücretli ve ücretsiz izinler veya dinlenme ve hastalık izinlerinin yıllık izne mahsup edilemeyeceğine vurgu yapılmıştır.

Devamını Oku

İş kazası nedeniyle çifte aylık alabilirsiniz

31 Temmuz 2020

Daha önceki yazılarımızda iş kazaları ve meslek hastalıkları kavramına değinmiş, hangi hallerin iş kazası sayılacağının üzerinde durmuştuk. Bugün bu konunun devamı mahiyetinde iş kazası ve meslek hastalığı halinde sigortalılara ya da hak sahiplerine yapılacak yardımlara değineceğiz.

Bu kapsamda iş kazası ya da meslek hastalığı geçiren sigortalılara yapılan ilk yardım sağlık yardımıdır. Sağlık yardımlarının herhangi bir süreyle sınırlandırılmadığını söylememizde yarar var. Yani iş kazası geçiren ya da meslek hastalığına tutulan sigortalıların tedavileri iyileşmelerine kadar devam eder.

Tedavi süresince sigortalılara geçici iş göremezlik ödeneği ödenir. Bu ödenek kazanın olduğu tarihten önceki üç ayın brüt kazancına göre belirlenir. Buna göre, kazanın olduğu tarihten önceki üç ayın kazancı, aynı süredeki prim ödeme gün sayısına bölünerek günlük kazanç bulunur. Sigortalılara raporlu oldukları süre zarfında, yatarak tedavilerinde bulunan günlük kazancın yarısı, ayakta tedavilerinde ise üçte ikisi ödenir. Örneğin aylık brüt kazancı 3 bin 600 TL olan ve üç ay boyunca eksiksiz olarak prim günü bulunan sigortalının günlük kazancı 120 TL olarak bulunur. Bu sigortalıya yatarak tedavi gördüğü sürede günlük 60 TL, ayakta tedavi gördüğü sürede ise günlük 80 TL geçici iş göremezlik ödeneği ödenir. Önemle belirtelim ki, iş kazası ve meslek hastalığı halinde sigortalılara raporlu oldukları ilk günden itibaren geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir. Bilindiği üzere hastalık halinde sigortalılara ilk iki gün için ödenek ödenmez. Bu durum hastalık sigortası ile iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kollarında geçici iş göremezlik hesabındaki tek farklılıktır.

Geçirmiş oldukları iş kazası ya da tutuldukları meslek hastalığı nedeniyle yapılan tedavileri sonucunda meslekte kazanma gücü en az yüzde on oranında azalan sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanır. Sürekli iş göremezlik geliri, sigortalının mesleğinde kazanma gücünün kaybı oranına göre hesaplanır. Sürekli tam iş göremezlikte sigortalıya, yukarıdaki örneğe göre hesaplanan aylık kazancının % 70'i oranında gelir bağlanır. Sürekli kısmî iş göremezlikte, tam iş göremezlik geliri gibi hesaplanarak bunun iş göremezlik derecesi oranındaki tutarı sigortalıya ödenir. Sigortalı, başka birinin sürekli bakımına muhtaç ise gelir bağlama oranı % 100 olarak uygulanır.

Genel olarak sürekli iş göremezlik geliriyle malullük aylığı karıştırılmaktadır. Malullük aylığı uzun vadeli sigorta kollarına ilişkin bir ödemedir. Sigortalının malullük aylığına hak kazanabilmesi için ilk defa sigortalı olduğu tarihten sonra geçirdiği bir hastalık ve kaza sonucu en az yüzde altmış oranında malul sayılması, en az on yıllık sigortalı olması ve en az 1800 gün prim ödeme gün sayısının bulunması gerekmektedir. Malullük aylığı alan sigortalı çalışamaz. Çalışırsa aylığı kesilir. Ancak sürekli iş göremezlik ödeneği alan sigortalı çalışabilir. Çalışması halinde geliri kesilmez.

Burada çok önemli bir hususu belirtmemizde fayda var. Aynı iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü en az yüzde altmış oranında yitiren sigortalı sürekli iş göremezlik gelirinin yanı sıra diğer koşulları da sağlıyorsa malullük aylığına da hak kazanır. Yani aynı iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu hem sürekli iş göremezlik geliri, hem de malullük aylığı alabilir. Talebi halinde sigortalıya bu aylık ve gelirlerden yüksek olanın tamamı, düşük olanın da yarısı bağlanır.

İş kazası ve meslek hastalığına bağlı nedenlerden dolayı ölen sigortalının eşine, çocuklarına, anne ve babasına ölüm geliri bağlanmaktadır. İş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü % 50 veya daha fazla oranda kaybetmesi nedeniyle sürekli iş göremezlik geliri bağlanmış iken ölenlerin hak sahiplerine, ölümün iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olup olmadığına bakılmaksızın gelir bağlanır.

Devamını Oku

Şirket ortakları dikkat! Yanlış statüde prim ödüyor olabilirsiniz

28 Temmuz 2020

01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu şirket ortaklarının kendi işyerlerinden sigortalı bildirilmelerine ilişkin önemli bir uygulama değişikliğine gitmiştir. Ancak aradan geçen onca zamana rağmen ne yazık ki bu değişiklik tam olarak anlaşılamamış, eski uygulama ve alışkanlıklar devam edegelmiştir. Bu nedenle tüm şirket ortaklarının bu yazımızı sonuna kadar okuyup kendi durumlarını değerlendirmelerini tavsiye ederim.

Ülkemizde kişilerin tabi oldukları sigortalılık statülerini kısaca 4/a, 4/b ve 4/c olarak tanımlıyoruz. Bu statüler kanunda düzenlendikleri maddeden ismini almaktadır. Aynı zamanda Sosyal Güvenlik Kurumu kurulmadan önceki sigortalılık statüleriyle de paralellik göstermektedir. Yani SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı yerine sırasıyla 4/a, 4/b ve 4/c geçmiştir diyebiliriz.

Sigortalılık statülerinin çakışması ise, bir kişinin aynı anda birden fazla sigorta statüsüne girecek şekilde faaliyet göstermesi halinde, hangi sigorta statüsünden sigortalı olacağını ifade eder. Örneğin bir şirkette muhasebeci olarak çalışan sigortalı, ayrı bir şirketin ortağı olursa hangi statüde sigorta primi ödeyecektir? Aynı sigortalı çalıştığı şirkete ortak olursa hangi statüde sigorta primi ödeyecektir? Ortak olduğu şirketin türü tabi olacağı sigorta statüsünün belirlenmesine etki eder mi? Sigortalık statülerinin çakışması bu soruların cevabını vermektedir.

Mevzuatımızda yer alan küçük bir düzenleme göz ardı edilirse ülkemizde “sigortalılığın tekliği ilkesi” mevcuttur. Yani bir kişi aynı anda sadece bir sigortalılık statüsüne tabi olabilir. İstisna kabul ettiğimiz düzenlemeye aşağıda ayrıca yer vereceğim.

5510 sayılı Kanunun 53’üncü maddesi sigorta statülerinin çakışmasında yapılacak işlemleri açıklamaktadır. Bu düzenlemeye göre 4/c sigortalılığının 4/a veya 4/b sigortalılığı ile çakışması durumunda, 4/c sigortalılığının diğer sigortalılıklara göre üstünlüğü, diğer bir deyişle önceliği söz konusudur. Örneğin bir devlet memuru özel izinle bir vakıf üniversitesinde ders verirse, bağlı olduğu kurum tarafından yürütülen 4/c sigortalılığı esas alınacak, ders saati ücreti olarak iş sözleşmesiyle çalıştığı vakıf üniversitesinde adına ayrıca 4/a kapsamında sigorta primi yatırılmayacaktır.

4/a ve 4/b sigortalılıklarının çakışması halindeyse, 25.02.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6111 sayılı Kanun ile ilgili maddede yapılan değişiklik öncesi, “öncelik ve sonralık” uygulaması söz konusuydu. Yani 4/a kapsamında sigortalı olan kişi, bu sigortalılığı sona ermeden diğer statüye tabi olmazdı. Örneğin bir şirket ortağı başka bir şirkette iş sözleşmesiyle çalışmaya başladığında önceden şirket ortaklığından gelen 4/b sigortalılığı kesintiye uğramadığı sürece 4/b statüsünde prim ödemeye devam ediyordu.

5510 sayılı Kanunun 53’üncü maddesinde 6111 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, 01.03.2011 tarihinden itibaren, 4/a ve 4/b sigortalılığının tespitinde 4/a sigortalılığının üstünlüğü uygulamasına geçilmiştir. Buna göre örneğin ticari ya da mesleki faaliyeti nedeniyle 4/b sigortalısı olan bir kişi bu faaliyetini sona erdirmeden hizmet akdiyle başka bir işte çalışmaya başlarsa 4/a sigortalılığına zorunlu olarak tabi olacaktır. Bu sigortalı isterse 4/b sigortalılığını da devam ettirebilecektir. Bu durum sigortalının aynı anda iki statüye birden tabi olması anlamına gelip yukarıda belirttiğimiz sigortalığın tekliği ilkesinin istisnasını oluşturmaktadır. İki statüye de 30 gün prim ödeyen sigortalının kurum kayıtlarında aylık prim ödeme gün sayısı 30 gün olarak kabul edilecektir. Yani aynı ayda iki farklı statüye prim ödenmesi prim ödeme gün sayılarında bir artış sağlamayacaktır. Ancak prime

Devamını Oku