Geçtiğimiz cumartesi günü Boğaziçi’nin sembollerinden Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı, dümeni kilitlenen Malta bandıralı bir geminin çarpması sonucu enkaza dönüştü. Düğün, konser ve benzeri etkinliklere ev sahipliği yapan o güzelim kırmızı renkteki yalı, büyük bir zarar gördü. Daha önce bir döneme damga vuran Binbir Gece dizisinde kullanılan yalıda son olarak ‘İstanbul Kırmızısı’ filminin çekimleri yapılmıştı. Bu kazaya çok üzüldüm, Boğaz yalılarını adı gibi bilen arkadaşım Saffet Emre Tonguç kaza sonrası hep yalıdaydı. Bugün sizinle ne yazık ki vahim bir kazayla büyük hasara uğrayan yalının tarihi önemini, anılarını ve içindeki dört nesildir korunan eşyalarla ilgili Saffet Emre’den öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum. Umarım Kültür Bakanlığı bu kültür mirasımızın yeniden ayağa kalkmasını sağlar. Şimdi söz Saffet Emre Tonguç’ta...
200 yıllık piyano kurtuldu
Yalının eşyalarının çoğu antika değerinde. Gemi kazası sonrası hasar görmeyen en nadide eser ise Alman malı 400 bin TL değerindeki 200 yıllık piyano. Ağır hasar gören yalının salonundan uzman
ekipler tarafından binbir güçlükle çıkarılan piyano artık güvende.
TEOG yerine kurgulanan yeni yerleştirme yöntemi, en çok fakir ve çalışkan çocukları etkileyecek.
MEB, sınavla girilecek nitelikli liseler meb.gov.tr’ de açıklandı ve yeni bir kaos ortamı doğdu. Veliler, elleri yüreğinde, akıllarındaki soruları şöyle sıraladı:
- Hiç tercih edilmeyen bir sürü okul, sınavla girilecek okullar listesine neden alınmış. Bu kadar çok imam hatip ve meslek lisesi niye en nitelikliler arasında yer almış?
- 485 puanlı okul yani başarılı öğrencilerin en çok gitmek istediği okul ikametgaha göre yerleşmeye ayrılırken, 300 gibi çok çok düşük puanlı okul, sınavla yerleşmeye neden alındı! Çalışkanlara ceza mı?
- Gerçekten tercih edilen pek çok okul sınavsız, aynı semtte oturma durumuna göre yerleşmeye bırakılmış. Puanı yüksek öğrenci neden istediği okula gidemeyecek, bu insafa sığar mı?
- Ankara da dahil bir çok ilin bazı semtlerinde, sınavsız girilebilecek sadece imam hatip ve meslek lisesi var. Sınavsız yerleşen öğrenciler kendi mahallesindeki belli tür okula mahkum mu bırakılmalı?
- İstanbul Esenler, İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden biri. Yarım milyonun yaşadığı yerde tek bir okul sınavla girilecek nitelikli okullar listesinde, o da bir imam hatip lisesi. Esenler’de yaşayan çalışkan ve başarılı çocukların seçim hakkı ellerinden niye alındı?
- Çorum il merkezinde yaşayan sadece 420 çocuk sınavla bir liseye girebilecek. Hele 7 ilçede sınavla öğrenci alan tek bir okul yok. Öğrenci en yüksek puanı da alsa istediği okula gidemeyecek. Coğrafya kader olmaya devam mı edecek?
Kadınlar sahnede, hayatın tüm sahnelerinde... “Olmak ya da olmamak” işte biz kadınlar için artık bütün mesele bu!
Bu devirde hala neler konuşuyoruz, insan sahiden hayrete düşüyor. TBMM’de, Çanakkale’yi anma etkinliği için Devlet Tiyatroları oyuncuları tarafından düzenlenen gösteride, son anda kadın oyuncuların sahneye çıkması engellenince, kadının yerinin sofradaki öküzden sonra geldiği bir kere daha çarpıldı suratımıza. Üstelik engelleyen kim, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın ta kendisi! Meclis Başkanı, iddiaları yanıtladı ve seyircilerin arkasında ve merdivenlerde kadınların daha doğrusu kendi deyişiyle “hanımların” türkülere iştirak ederek yer aldığını vurguladı. Orda burda çıkan iddialar bir yana, bu ülkede seneye 30’uncu yılını sahnede dolduracak bir kadın oyuncu olarak elbette meseleyi ilk ağızdan dinlemişliğim var. Meseleyi dedikodu seviyesine indirerek dillendirmek ve politize etmek değil niyetim, ben kadın olarak bu ülkede varolabilme derdindeyim!
Devlet Tiyatrosu oyuncuları “devlet memuru” kadrosunda olduğundan konuştukları an işlerini kaybetme tehlikesi altındalar. Bir zamanlar ben de aynı statüde çalışıyordum, sırf özgür olmak için devletteki kadromdan istifa ettim, ordan biliyorum. Elbette meselede konuşulacak çok şey var, erkek oyuncular neden böyle bir durumda sahneye çıktı, özgürlüğü kısıtlanan kadınlar neden olanı biteni biz arkadaşlarına anlatır gibi kamuya anlatmadı? Cevabı basit! Anlatamadılar! Özgürlüğü seçmenin ağır bedellerini kaldırmak kolay değil kuşkusuz ve kimse sınanmadığı günahın masumu değil! Elbette ben de anlatmalılar diyorum içimden, ama hayattaki sorumlulukların kimin belini nasıl büktüğünü bilmeden de yargılamayı doğru bulmuyorum. Mesele şu ki, kadınlar bu ülkede istenmiyor. Her ay en az 20 kadın cinayete kurban gidiyor, taciz, şiddet, tecavüz kol geziyor, baskı ise almış başını gidiyor. Biz soluk alamıyoruz artık! Sosyal çalışma haklarındaki eşitliği filan tartışma kıvamına gelene kadar daha 99 yılımız var. Çünkü kalp sızısıyla görüyorum ki bazı “erkekler” kadınları 99 yıl geriye götürmeye ant içmiş. 99 yıl sonra dün sahneden merdivenlere, seyirci arkasına ötelenen kadınlar, hayatın her sahnesinde aynı zihniyetle ötelenmeye devam ediyor. Boşverin sağı solu, o partiyi bu partiyi, eyyyyy kadınlar, birlik olması gereken biziz ve bugün hep birlikte yaşam sahnesinin her noktasındaki yerimiz için mücadele etmeliyiz.
Osmanlı havası solumaktan, şifalı sularına, alışverişten damak çatlatan lezzetlerine kadar bahar aylarında Yeşil Bursa’ya gitmek için birçok neden var.
Eh ne de olsa Osmanlı Devleri’nin ilk başkenti Bursa. Adını milattan önce 2’nci yüzyılda Britanya Kralı Prusisas’tan almış olsa da kente Osmanlı padişahları damgasını vurmuş. Tarih boyu Yeşil Bursa olarak anılmış ama ne yazık ki günümüzde kent betona kesmiş durumda. Yine de onlarca han, hamam ve muhteşem camileri ile tarihi güzelliğini koruyor. Ah bir de yeşilini korusaymış... Babasının kuşattığı kenti Orhan Gazi almış. İlk altı padişahın, Bursa’da ebedi istirahatinde olması da ayrı bir önem taşıyor kuşkusuz. Burdaki mekanlar da Osmanlı havasını solumaya devam ediyor. Ben Bursa’nın tarihi en eski iki otelinden biri olan Gönlü Ferah’ta bir şehzade odasında kaldım. En büyük özelliği ise termal otel oluşu. Tarihi çinilerle bezeli özel aile hamamlarıyla, Osmanlı’yı hissetmek isteyenlerin görmesini tavsiye ederim.
Yeni sosyo-ekonomik anket ve istatistik sonuçlarına göre en pahalı şehirler ve refahı en yukarıda olanlar listelerinde İstanbul da var. Duruma şöyle bir göz atalım.
Yaşam kalitesine göre dünya şehirleri
- 231 şehrin sıralandığı liste hava kirliliğinden trafiğe, ekonomik seviyeden park alanlarına pek çok kritere göre belirleniyor.
- Araştırmaya göre yaşam kalitesi en yüksek şehir Viyana. Listenin ilk 10’u şöyle;Zürih, Auckland, Münih, Vancouver, Düsseldorf, Frankfurt, Cenevre, Kopenhag, Basel.
- 231 şehrin arasına ülkemizden giren tek kent İstanbul 134’üncü sırada.
Kabul etmek gerekir ki 134’üncü sıra İstanbul’umuzda pek kaliteli yaşam olmadığının yani malumun ilanı. Açıkçası bana göre, 134’üncü sıradan da olsa listeye girebilmesi bile mucize. Bence şehrin güzelliği o kadar yüksek puan almıştır ki, yaşam alanlarındaki kalitesizlikten gelen düşük notların bile ortalamasını yükseltmiştir. İstanbul insana uzaktan hoş gelir, yerli ya da yabancı turistseniz tadına doyamazsınız. Ama yaşamaya kalkarsanız da gündelik hayatın zorluğuna dayanamazsınız.
Bir şehrin refahı parklarıyla ölçülür. Aklınızda bulunsun, yurt içi ya da yurt dışında gittiğiniz şehirlerin önce halka açık park alanlarına bakarak yaşam zenginliğini rahatlıkla ölçebilirsiniz. İstanbul’da doğru düzgün park yok, kalan tek tük alan da her gün yol-köprü gibi bir takım bahanelerle ortadan kaldırılıp ağaçların yerine beton dikiliyor. Hele Avrupa şehirlerindeki parklarla kıyaslarsak bir tane bile parkımız yok.
Anti-aging yani yaşlanma karşıtı kürler 35 yaş sonrası herkesin gündeminde. Bugün başka hiçbir yerden öğrenemeyeceğiniz yaşlan-ma karşıtı yemek tarifleri vereceğim. Hepsi sağlıklı ve antioksidan deposu...
Bugün, başka hiç bir yerden öğrenemeyeceğiniz yaşlanma karşıtı yemek tarifleri paylaşacağım. Avusturya’daki dünyaca ünlü medikal tıp merkezi Vivamayr’deki yemek kursundan öğrendiğim sırlar bunlar. Muhakkak deneyin ve mümkünse arada kür olarak akşam öğününüzü bu yemeklerden seçin. Basit, sağlıklı, anti oksidan deposu, kolestrol karşıtı, damar dostu, vücudun alkali düzeyini ayarlayan ve kilo verdiren bu tarifleri mutlaka deneyin.
Yaşlanma karşıtlığı hakkında bunları bilin
Bilim insanlarına göre, vücudumuz, teorik olarak şu anki insan ömründen daha uzun yaşamak üzere yaratılmış. Ancak 20’li yaşlardan itibaren hormonlardaki değişiklikler, özellikle “temizlik” yapan hormonların seviyesindeki azalma, bedenin yıpranmasına ve bozulmasına sebep olduğu için “yaşlanma” dediğimiz süreç işlemeye başlıyor.
Aslında cinsel ya da yaşlılık karşıtı anti-oksidan hormon kokteylleri ile yaşlanmanın önüne geçilebiliyor ki bu yolu seçen pop yıldızları gibi her dem genç kalmaya çabalayan ünlüler var. Fakat uzun vadede dışarıdan verilen bu hormon karışımları pek çok hastalığa sebep olabildiği için sağlık açısından tam ters tepebiliyor. Bu sebeple uzmanlarca şu anki metodlar sağlıklı bulunmuyor.
Yaşlanmak, başta stres olmak üzere toksinleri artıran etkenlerden ötürü hücrelerin bozulmasından ileri geliyor. Hücrelerin yaşam döngüsünü uzatmayı amaçlamak gerekiyor. Bu noktada, hücrelere zarar veren serbest radikallerle savaşması için antioksidanları devreye sokmak, vücudu toksinlerden arındırmak gerekiyor.
Sağlıklı yaş almak ve yaşlanma sürecini yavaş işletmek için en güvenilir ve kolay yöntem vitamin ve mineral takviyeleri almak. Özellikle Omega 3 ve antioksidan gıda takviyeleri hücre yıkımını engelliyor ve kanser gibi hücresel hastalıklardan da koruyor.
Alkol tüketimini sınırlı tutmak, sigara içmemek, yediklerimizi dengede tutup günlük hayattaki hareketlilik seviyemizi ayarlamak da yaşlanmayı geciktirmek için önem arz ediyor.
Hem yaşlanma hem kanserden uzak kalmak için, A, C; E vitaminleri, Omega 3, taze sebze, meyve ve otlarla ile vücudu takviye etmek gerekiyor.
Gece çiğ sebze, meyve, salata önerilmiyor.
Keten tohumu ve kenevir tohumu yağlarının sofrada yemeklerin üzerine kullanımı da “anti-aging” önerileri arasında.
Bol bol su içmek çok çok önemli.
Havuç-zencefil çorbası
300 gr. havuç
100 gr. soyulmuş akşamdan suda bekletilmiş patates
1/2 litre su
1/4 litre taze sıkılmış havuç suyu
Küçük bir parça taze zencefil
Kaya tuzu
Havuç ve patates yıkanıp küçük küçük doğranır ve yumuşayıncaya kadar haşlanır. Robottan geçirilir, pişmeye alınır. Zencefil eklenip karıştırılır. En son havuç suyu ve kaya tuzu da eklenerek yavaş yavaş pişirilir. Çorba çok kaynamamalı.
Bademli havuç ezmesi (Laktossuz)
150 gr. badem
100 gr. buharda ya da haşlanmış havuç
1 yemek kaşığı ceviz yağı
1 çay kaşığı susam
1 tutam taze zencefil
Hepsini karıştırıcı aletten geçirip ezme haline getirin. Üzerine baharat, ot (kişniş vs), kaya tuzu serpin. Kaliteli bir tam tahıl ekmek ya da patates haşlamasının üzerine sürüp servis edin.
Sebzeli patates rulosu
6 adet büyük boy patates
4 adet yumurta sarısı
4 yemek kaşığı patates nişastası ya da siyez gibi doğal un
Tuz, susam, zeytin yağı, taze otlar, maydanoz, fesleğen, kekik
Patatesleri püre hale getirin, yumurta sarılarını ve nişastayı ekleyin. İki yemek kaşığı zeytinyağı ve biraz tuz ile yoğurun. Kıvam hamur gibi olmalı çok cıvık olmamalı. 30cm’lik folyo kağıda zeytin yağı sürüp patatesi 1 parmak kalınlığında hamur gibi folyoya yayın. Üzerine susam ve otları yerleştirin.
İçine arzunuza göre haşlanmış sebze koyup, folyoyu rulo yapın. (Az haşlanmış pazı ve kurutulmuş domates tavsiye edilir) Folyo içindeki patates rulolarını 30 dakika haşlayın. Piştikten sonra dolaydan çıkarıp keserek servis yapın.
Bugün, başka hiç bir yerden öğrenemeyeceğiniz yaşlanma karşıtı yemek tarifleri paylaşacağım. Avusturya’daki dünyaca ünlü medikal tıp merkezi Vivamayr’deki yemek kursundan öğrendiğim sırlar bunlar. Muhakkak deneyin ve mümkünse arada kür olarak akşam öğününüzü bu yemeklerden seçin. Basit, sağlıklı, anti oksidan deposu, kolestrol karşıtı, damar dostu, vücudun alkali düzeyini ayarlayan ve kilo verdiren bu tarifleri mutlaka deneyin.
Yaşlanma karşıtlığı hakkında bunları bilin
Bilim insanlarına göre, vücudumuz, teorik olarak şu anki insan ömründen daha uzun yaşamak üzere yaratılmış. Ancak 20’li yaşlardan itibaren hormonlardaki değişiklikler, özellikle “temizlik” yapan hormonların seviyesindeki azalma, bedenin yıpranmasına ve bozulmasına sebep olduğu için “yaşlanma” dediğimiz süreç işlemeye başlıyor.
Aslında cinsel ya da yaşlılık karşıtı anti-oksidan hormon kokteylleri ile yaşlanmanın önüne geçilebiliyor ki bu yolu seçen pop yıldızları gibi her dem genç kalmaya çabalayan ünlüler var. Fakat uzun vadede dışarıdan verilen bu hormon karışımları pek çok hastalığa sebep olabildiği için sağlık açısından tam ters tepebiliyor. Bu sebeple uzmanlarca şu anki metodlar sağlıklı bulunmuyor.
Yaşlanmak, başta stres olmak üzere toksinleri artıran etkenlerden ötürü hücrelerin bozulmasından ileri geliyor. Hücrelerin yaşam döngüsünü uzatmayı amaçlamak gerekiyor. Bu noktada, hücrelere zarar veren serbest radikallerle savaşması için antioksidanları devreye sokmak, vücudu toksinlerden arındırmak gerekiyor.
Bu hafta içinde dört mevsimi yaşadık. Hoş zaten kış hiç gelmedi bu sene. Çarşamba yazı yaşarken perşembe günü 15 derece düşüşle keskin bir kış virajı aldık ki saatler sonra bahara uyandık. Vücutlarımız bu radikal değişimlere uyum sağlayamadığından herkes hasta... Kış günü havanın bahar gibi olduğu günlerde bile kimse mutlu değil çünkü herkesi alıyor bir endişe! Hepimizin dilinde aynı tepki, “hayırdır inşallah”!
“Sürdürülebilirlik felsefesi” şu ara tüm dünyanın gündeminde. Öyle ya elimizde tek bir dünya var ve insanoğlu onu hoyratça tüketiyor günden güne. Atalarımızın 100 yılda kirlettiğinden fazlasını biz hızla atıyoruz gezegenimize. Eh bu durum böyle sürer mi? Sürmez elbette! İşte tam da bu sebeple “Sürdürülebilirlik felsefesi”ni hayata geçirmeye ihtiyacımız var. Dünyamızın üretebildiğinden fazlasını harcamayarak işe başlamak zorundayız. Karbon gazlı yakıtları kullanarak çıkardığımız karbondioksit gazı, iklim değişikliğine ve en kötüsü çok ciddi ısınmaya sebep oluyor, bu da çocuklarımızın yaşamını tehlikeye atıyor.
Aslında benim de hep uzaktan duyduğum, okuduğum bu konu ile tanışmam kızım sayesinde oldu. Okulundaki sürüdürülebilirlik ile ilgili eğitime katılan Ada, evde o kadar çok anlattı ki bize bu konuyu sonunda ben de seminerlerden birine katıldım. Çok net bir şekilde söylemeliyim ki hızla tüm okulların müfredatına zorunlu ders olarak konmazsa, tüm şirketler, fabrikalar ve ev idaresini elinde tutan kadınlar sürdürülebilirlik kurallarına göre yeniden iş ve yaşam koşullarını inşa etmezse, 20 sene sonra yaşanabilir bir dünya kalmayacak! Hala bir şansımız varken harekete geçmeliyiz, hemen şimdi! Prof. Levent Kurnaz ve Gülin Yücel’den edindiğim bilgilerden aklımda kalanları paylaşıyorum sizinle:
Sürdürülebilirlik deyince...
-Sürüdürülebilirlik, toplum ve iş düzenini Dünya’ya uyumlu, duyarlı ve koruyucu yapma çabasıdır.
-Doğanın sınırlarını tanıyarak, herkes için sosyal adalet ve eşitlik gözeterek, nesiller boyunca sorumluluk taşıyarak hareket etmektir.
-Sürüdürülebilirlik, ülke devletlerinin, sivil toplumun, kurumların gündemine hızla girmek zorunda.
- Mevcut düzen, dünyanın sürdürülebilirliğini sağlamak için acilen bu felsefeyle evrilmek zorunda.
Ağaçlara sarılanlardan mısınız yoksa bunu yapanlarla dalga geçenlerden mi? Hemen cevabımı vereyim, ben ağaçlara sarılanlardanım. Avusturya’nın orman ve göl ile iç içe kasabası Maria Wörth’te geçirdiğim bir hafta boyunca bol bol sarıldım ağaçlara. Kim bilir, belki şimdi bazılarınız “Berna biz de seni daha aklı başında sanırdık” diye içinizden geçirmişsinizdir. Bir konuda kesinlikle haklısınız, gayet aklı başında biriyim ve şimdi sizin aklınızı başınıza devşirmek üzereyim.
Eğer ağaçlara sarılırsanız ya da sırtınızı dayayıp oturursanız ağacın iyileştirici etkisinden yararlanırsınız.
Evet evet, İngilizcede’deki “tree hugger” tabirinden tabii ki haberim var. “Ağaçları, hayvanları, doğal hayatı korumayı kendine dert edinen kişileri sinir bozucu bulanlar tarafından ağaçlara sarılanlar için kullanılır. Bırakın betonu övenler kendi karbon salınımında solusun, siz ağaçlara sarılın, kendi iyiliğiniz için, hem de hemen! Neden mi? İşte size birkaç ipucu!
- Bilimsel ispatlara göre, ağaçların kendini iyileştirme özelliği var ve bunun için titreşim frekansı yayıyor. Eğer ağaçlara sarılırsanız ya da sırtınızı dayayıp oturursanız bu titreşimle etkileşime geçip, ağacın iyileştirici etkisinden yararlanırsınız. Sonuç olarak, ağaca sarılmak baş ağrısı, depresyon, konsantrasyon bozukluğu gibi strese bağlı pek çok sağlık sorununa iyi geliyor.
- Ormanlık alanlardaki oksijen psikolojimizi olumsuz etkileyen iyonları nötr hale getiriyor.
- Her ne kadar zaten tecrübeyle bilsek de yapılan pek çok deneye göre de bahçe sahibi olmak, bahçeyle uğraşmak hatta güzel bir bahçe, doğa manzarası seyretmek stresi vücuttan atıyor.
- Öğrenciler üzerinde yapılan bir deney sonucuna göre, beton kent manzarası seyretmek, sınavdan daha çok strese sokuyor.