Akşamları çiğ yemekten kesinlikle kaçının

16 Haziran 2018

Dr. Sepp Fegerl ve Doç. Dr. Gökhan Özışık beni kontrolden geçirip vitamin-mineral eksikliklerimi saptadılar. Bayramdan sonra belki bu tavsiyelerden bazılarını hayatınıza katmak istesiniz diye Dr. Sepp ile sohbetimizi paylaşıyorum.

Uzun ve oruçla geçen bir aydan sonra hazır vücutlar dinlenmişken, pratik sağlıklı beslenme yöntemleri ile yazı formda geçirmek mümkün. Daha önce gidip önleyici tıp tedavisinden faydalandığım Avusturya’daki Vivamayer klinikten Dr. Sepp Fegerl, İstanbul Memorial Wellnes’ın misafiri olarak İstanbul’daydı. Benim Memorial Wellnes Doktorum Doç. Gökhan Özışık ile birlikte hem beni kontrolden geçirdiler, hem de Vivamayer’in kinezyoloji yöntemi ile vitamin-mineral eksikliklerimi saptadılar. Bayramdan sonra belki bu tavsiyelerden bazılarını hayatınıza katmak istesiniz diye Dr. Sepp ile sohbetimizi sizinle de paylaşıyorum şimdi.
Mayer metodunun temel prensiplerinden bahseder misiniz?
Modern Mayr Tıbbı’nda bağırsakların insan sağlığı için en önemli organlardan biri olduğuna inanılır. Hastalıkların büyük bir kısmı bağırsaklarda başlar. Beyin ve bağırsak ekseni vücudumuzun bağışıklık sisteminin 2/3’ünü oluşturmaktadır. Bağırsak dokusu ve florası , tedavimizde çok büyük önem taşır. Biz, batı tıbbı ve doğu tıbbını birleştiriyoruz.
Ben MariaWorth’teki kliniğikte 1 hafta kaldım. Orda en çok “iyi çiğneme” prensibinin üzerinde duruldu. İyi çiğnemek neden önemli ve vücuda faydaları neler?
Yediğimiz yiyeceklerden maksimum faydayı alabilmek için iyi sindirmek çok önemli. Yemeklerimizi moleküller boya indirgememiz gerekmektedir. Bunun için de elimizde birkaç araç var; mide asidi, tükürükteki enzimler, pankreas, öd ve karaciğerin yanı sıra bizim bağırsak floramız. Çok çiğneyerek en hazmı güç olan yiyeceği bile rahat yenebilen ve faydalı hale getirebiliriz.
Vücudun alkali kalması için gün içinde uygulanabilecek pratik metodlar neler? Vivamayer’d kullandığımız bir toz vardı (Basen5) , günlük yaşamda bunun yerine karbonat kullanabilir miyiz mesela? Limonlu su gibi, alkali dostu ne gibi önerileriniz olur? Yoğun hayat şartlarında çok yemek çok tatlı ve protein tüketmek, az dinlenmek ve uyumak ve fiziksel aktivitelerde bulunmamak vücudu çok asidik bir hale getirir. Bu vücutta küçük iltahaplanmalara ve bu da modern yaşamın hastalıkları olan yüksek tansiyon,vücut ağrıları, şeker hastalıkları, depresyon, kemik erimesi gibi sonuçlar doğurur. Küçük molalar iyi gelir! Her 1 buçuk saatte bir 5-10 dakika pencereden bakın, gerinin ve su için. Akşamüstü yarım tatlı kaşığı karbonat eklenmiş ılık suyu yemekten en az bir saat önce ya da sonra için. Bu midenizin kanı daha alkali yapmasını sağlar. Buna potasyum ve magnezyum ekleyerek metabolik dengeyi sağlar ve böbreklerinize yardımcı olursunuz. Akşam yemeğini erken yemeyi öğütlediğinizi biliyorum. Biz Akdeniz ülkesiyiz ve önümüz yaz , özellikle sahil şeridinde akşam 9’da daha yeni yüzmeden dönüyor insanlar. Akşam 6, öğle saati gibi bizim için. Bu konuda tavsiyeniz nedir? Lütfen kültürünüzü ve yaşam tarzınızdan zevk alın. Her zaman mükemmel olmak gerekmez. Eğer geceleri karnınızı çok yemek ve içecekle doldurursanız, o zaman terler, horlar, yorgun kalkar ve şiş uyanırsınız. Bir deneyin, akşamları çiğ yemekten kaçının ve çiğneme rekortmeni gibi çiğneyin. Ben Türk mutfağını ve kültürünü çok seviyorum fakat buradaki vücut biyolojisi ve psikolojisi dünyanın bir çok ülkesinden çok farklı. Çiğ yiyecekler burada işlenmemiş mesela. Hepimiz ateşin bulunmasının ve yemekleri pişirmenin faydalarını biliyoruz. Kuvvetli blenderlarda meyve ve sebzelerin hücre derilerini yok ediyoruz ve bu şekilde işlenmiş yemek oluyorlar. Eğer akşam yemeğinde çok yediyseniz belki kahvaltıyı atlayıp vücudunuza ufak bir oruç uygulayıp , bu şekilde bağışıklık sistemini kuvvetlendirebilir ve hormonal sistemi rahatlatabilirsiniz. Sütteki kalsiyum kemik için yetersiz Ülkemizde en çok ekmek ve tahıl gruplarının tüketimi tartışılıyor, hatta tamamen yasaklanması gerektiği savunuluyor . Sizin kliniğinizde doğal ekmek ve suda bekletilmiş patatesin sıkça kullanımı beni çok mutlu etmişti. Tahıllar, baklagiller ve patates hakkındaki kriterler nelerdir? Miktar önemli olan burada. Bu değerli gıda guruplarını çok fazla tüketmek daha sonra mutlaka hazımsızlığa yol açar, mayalama ve arıtma vücut için önemlidir. İnek sütü hakkında ne düşünüyorsunuz. Bir yandan boy ve kemik gelişimi için faydaları sayılırken öte yandan zararlarından bahsediliyor. Gelişim çağındaki çocuklar ve ergenlerin inek sütü tüketimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sütün içeriği çok zengindir, “super gıda” gibidir. Modern teknoloji sütün kalitesini bozar ve hazımsızlık yapar. Doğrudan inekten içseniz hazmı çok daha kolay olur. Sütün içindeki bazı maddelere karşı hassasiyet gösteriyorsanız o zaman vejeteryan süt çeşitlerini deneyebilirlersiniz. Süt ürünlerinde bulunan kalsiyum sanılanın aksine kemik gelişimi için yeterli değildir, çünkü vücudumuz bunu absorbe edemez. Yağlar antioksidan etki gösteriyor Yağların kullanımı ve çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz? Yağlardan aldığımız kaloriler enerji kaynağımız ve antioksidan etkisi var. Soğuk preslenmiş sebze yağları çoklu doymamış omega 3 yağ asiti ve polifenol (antioksitant) bakımdan çok zengin. Tereyağ sıcak press edilmiş sebze yağlarından daha fazla antioksidan içerir. En iyi yağ keten tohumudur. Soğuk press edilmiş zeytinyağını tercih edin. Beyin, cildiniz ve hormon sisteminiz için yemeğinizin pişirdikten sonra üstüne bir parça soğuk pres edilmiş sebze yağı ilave edin. Önümüz yaz ve bugünlerde herkes kilo verme peşinde. En pratik, hızlı ve sağlıklı kilo verme dostu tüyolarınız neler? Öncelikle az yiyin ve bunu yapmanın en kolay yolu çok çiğnemek. Hareket edin. Yemekleriniz arasında 4-5 saat ara verin. Yemek yemeden 15 dakika evvel birşey içmeyi bırakın ve yemekten 1 saat sonra tekrar bir şeyler için. Oda sıcaklığındaki su açlık hissini azaltır. Vücudun kas tepkisi önemli Klinikte kalırken beni en çok etkileyen tanı yöntemi doktorların uyguladığı Kinezyoloji oldu. Bize Kinezyoloji hakkında biraz bilgi verir misiniz? Bu tekniği danışanlarımıza tehsis koymak için kullanıyoruz. Organların çalışmalarındaki küçük dengesizlikleri ve gıda hassiyetlerini gösteriyor. Bu teknik önce Amerika’da uygulanmaya başlandı daha sonra VIVAMAYR kurucu doktorlarından Dr. Harald Stossier tarafından küçük değişiklikler yapıldı. Biz vücudun reaksiyonunu tek kasla ölçüyoruz. Dile etken maddeleri verip, vücudun kas tepkisini ölçüyor, buna göre kişiye iyi gelen ya da gelmeyen gıdaları saptıyor, vitamin ve mineral eksikliklikleriyle birlikte kişiye özel etmek prensipleri belirliyoruz. İşiniz odak noktası olsun Sağlıklı yaşam için bize basit ama önemli birkaç ipucu verir misiniz? Bir çoğumuz çok azdan değil çok fazladan çekmekteyiz. Hayatınızı daha basitleştirmeyi deneyin, işinize odaklanın, yemeklere odaklanın, sohbete odaklanın, e-mail yazmaya, hareket etmeye odaklanın, tek tek yapmaya çalışın hiçbirini beraber yapmayın. Örnek olarak, bir restauranta yemeğe gittiğiniz zaman telefonunuz ters çevirin ya da televizyonu kapatın.

Devamını Oku

Anthony Bourdain bile...

15 Haziran 2018

Şoktayım... Eminim benim gibi pek çoğunuz “Artık bu adam bile intihar ettiyse” diyordur. Büyük hayranı olduğum, programlarının hiçbir bölümünü kaçırmamak için kayıt kutusunu doldurduğum ünlü şef ve çok daha ötesi, muhteşem bir seyyah Anthony Bourdain’in intiharı sonrası zihnim öyle bulanık ki, düşünceler birbirine düğümleniyor. Bu kadar zeki, bu kadar iyi eğitimli, bu kadar saygın, bu kadar başarılı, dışarıdan bakıldığında her şeye fazlasıyla sahip hatta pek çok insanın yerinde olabilmek için can attığı birinin, kendi canına kastetmesi, size de inanılır gelmiyor değil mi? Oysa kimler kimler muhteşem görünen yaşamlarına , kendi istekleriye veda edip gitti öylece...

Derin çaresizlikler

Her seferinde sanki ilk kez böyle bir olayla karşılaşmış gibi hissetmemiz, yaşamdan ne anladığımızı bir kez daha sorgulatıyor bize. “Nasıl bir hayatımız olsa mutlu oluruz” sorusuna verdiğimiz cevaplar listesinde hedefe ulaşmış insanlar, oraya vardıklarında “bu değilmiş mi” diyorlar acaba? Uzaktan baktığımızda mükemmel yaşamları olanların bilmediğimiz büyük eksiklikleri, tahammül edemedikleri derin çaresizlikleri, neden bu kadar şaşırtır bizi? Birkaç kere yakın çevremde çok uzak ama bir o kadar yakın ünlü insanların yaşam öyküsünde şahit olduğum intihar vakaları, kimsenin iç dünyasını aslında bilemeyeceğimiz gerçeğini suratımıza çarpıyor. Ve bir de mutluluğu, başarı ile taçlanmış mükemmel yaşamlarda aramanın beyhudeliğini...

Sadece son haftalarda duyduğumuz yaşamına son veren ya da son verdiği düşünülen ünlü isimlere bakın, DJ ve şarkıcı Avicii, yarattığı markasıyla moda dünyasının starlarından Kate Spade, şef ve programcı, modern zamanların seyyahı Anthony Bourdain ve şüpheli ölümüyle intiharı düşündüren Modern Family dizisinin 20 yaşındaki genç oyuncusu Jackson Odell...

Tarih boyunca ne dehalar, olağan üstü yazarlar, Oscarlı oyuncu ve yönetmenler içimizi ürperterek yaşamlarına son vererek çekip gittiler; Serseri Aşıklar Jean Seberg ve yazar sevgilisi Romain Gary, Oz Büyücüsü Judy Garland, Nobel ve Pulitzer Ödüllü Ernest Hemingway, torun Margaux Hemingway, efsane oyuncu şair Sylvia Plath, günümüzde hala en çok okunan yazarlardan Stefan Zweig, Nirvana grubunun muhteşem vokalisti Kurt Cobain, dünya kadınlarına ve feminizme yöne veren romancı Virginia Woolf, Robin Williams, Hollywood efsanelerinden yönetmen Tony Scott ve şu an aklıma gelmeyen kimler kimler...

Destek hattı gerekli

Anlıyoruz ki, kimin içinde ne onulmaz yaralar, doldurulmaz boşluklar, kalabalıklarla kapanmaz yalnızlıklar sakladığı belli değil. Belli ki herkesin desteğe ihtiyacı var, görünürde en mükemmel yaşantısı olanların bile... Sadece bir şansımız olduğuna göre, yaşamı kutsamak gerek; sevdiklerimiz için, kendimiz için, hayatın ta kendisi için... En ufak bir duygusal çalkantıda destek almaktan çekinmemek gerek. Hayatın savuran dönemeçlerinde psikolog ve psikiyatrlarla el ele yol almak gerek. Yaşama dört elle sarılmak diye tarif vardır, iki elimiz olduğuna göre diğer iki eli sağlam bulmak gerek. Ve muhakkak, devletin 10 yıl evvel “lüks” bularak kapattığı yardım destek hattını yeniden açması gerek. Elbette, bu hatta, psikiyatri konusunda profesyonellerin destek vermesi gerek.

Bugün Bayram, içimizi daha fazla karartmayalım, az tatlı yiyip, biraz da iyi şeylerden konuşalım. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper; akranlarıma kucak dolusu sarılmak isterim. Sevdiklerinizle birlikte, güneşte demlenmiş bir bardak çay ile yürekten süzülmüş muhabbetler dilerim... Bayramımız kutlu, mutlu, huzurlu, hayırlı olsun.

Devamını Oku

N’aptın sen MEB!

9 Haziran 2018

Her sene “bundan kötüsü olmaz” diyoruz ve her sene yanılıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) her sene, “beterin beteri varmış” dedirtiyor. Hatalı cevaplar, çalınan sınavlar ya çook kolay ya da müfredat ötesi zorlukta yüksek lisans seviyesi sorular... 13-14 yaşındaki çocuklarda kalıcı travma yaratan bir sınav ve aileleri endişe etmekten ruh hastası eden bir süreç... İşte geçen hafta yapılan sınava dair çarpıcı notlar:

- Bu sene Cumhurbaşkanı’nın canlı yayın esnasında “aslında kaldırmalı, en iyisi kaldıralım, hatta kaldırdım” demesi üzerine bir gecede sınavsız yerleştirme sistemine geçildi. Sonra hepi topu 15-20 çok arzulanan okul olduğu ve 1 milyon 200 bin öğrencinin sınavsız yerleşemeyeceği farkedildi. Eh geriye adım atmak da istenmeyince sınavsız sistemin nur topu gibi yeni bir sınavı oldu.

- Geçmiş yıllarda kasım ve nisan aylarında olmak üzere iki dönem sınav yapılıyorken, “sınavı kaldıralım” hevesi ile kasım sınavı iptal edildi. Eh sınavsız yerleşmenin mümkün olmadığı hesap edilince bu sefer tek bir sınavla mesele çözülsün istendi. Normalde nisan sonu çocuklar rahata kavuşuyorken sınav hazirana kaldı.

- İki dönem dört günde toplam 240 soru üzerinden sınanıp, yerleşen çocuklar bu defa 90 soruyla sınırlandı. Hal böyle olunca, öğrencileri ayrıştırmak ve yerleştirmek zorlaştı. “En iyisi zor soralım” yoluna gidildi. Bu düşünce mantıklıydı ama zor soralım derken kantarın topuzu kaçtı. Öğretmediklerini, vermedikleri eğitimi öğrencilerden bekleyerek yine ne bilgi ne de zeka ölçebildiler. Bir de sınavda panik olan öğrencilerin psikolojisini telef ettiler.

- Okulda öğretilmeyen ve müfredat seviyesinin çok üstünde sorulan sorular, gelecek sene için velileri iyice özel derse yönlendirdi. İmkanı olanlara ne ala, hoş o durumda da çocuklar aşırı yorgunluktan telef olacak o da ayrı dava!

- Seçim yüzünden zaten üniversite sınavı ertelenmişti şimdi de LGS sınav sonuçları ertelendi. Hala da takvim belirsizliği sürüyor. Üstelik seçimin ikinci tur tarihi 8 Temmuz. Veliler, “İki seçim arası yerleşme olmaz” denir endişesiyle tatil planı filan yapmadan belirsizlik içinde bekliyor.

Yabancı dilde eğitim verenler

- Genelde kimsenin çok da bilgisi olmadan, puana göre tercih yapıyor veliler. Oysa çok yanlış. Her okulun dinamikleri, özellikleri ve çocuklara sundukları ayrı. Burda önemli olan, tutan en yüksek puanlı okula değil, çocuğa ve gelecek hedefine uygun tercih yapmak. Unutmayın bu okullar zaten 1’er soru farkla sıralanıyor. Bu saçma ve şansa dayalı sınav sisteminde bir sosyal bir fen sorusu fazla yaptı diye kimse diğerinden üstün olmuyor. Bu okulların hepsi zaten belli bir barajı aşabilen öğrencileri alıyor.

Devamını Oku

Değişmeyen tek şey değişim

9 Haziran 2018

Ali Koç başkan...

Bu hafta sonu yapılan Fenerbahçe Kongresi, bir spor kulübünün başkanlık seçiminden çok öte adeta milli mesele havasında geçti. Tam 20 yıldır Fenerbahçe Başkanlığı yapan Aziz Yıldırım, yıllar önce tek oy farkla kazandığı seçimi bu defa açık ara kaybetti. Fenerbahçe tarihinde nerdeyse tüm üyeler oy kullandı, katılım rekoru kırıldı. Bir Fenerbahçeli olarak Aziz Yıldırım’a 20 yıllık emekleri için teşekkür eder, yeni Başkan Ali Koç’a tarihimizde açtığı yeni sayfada başarılar dilerken, klişeleri kıran, insanlardaki girdap duygusunu açığa çıkan bu seçimin bana öğrettiklerine değinmek isterim.

Anladım ki, bir seçim bazen sadece seçim değilmiş... Anladım ki...

- Seçim kazanmayı bilmek kadar, gitmeyi bilmek de demekmiş. Keşke Aziz Yıldırım, kendi isteği ile gitseydi, sandık başında değil omuzlar üzerinde uğurlansaydı. Çektiği onca çileden sonra, kendi seçimi olan bu ayrılıştan çok daha iyisini haketmişti. Demek ki neymiş, gitmek vakti geldiğinde ısrar etmemek gerekmiş.

- Bizim halkımız ille de “acıların çocuğu” hikayesini iktidarda görmekten vazgeçmiş. Böyle bir algı var ülkemizde. “Türk halkı varoştan en tepeye yükseliş hikayesi sever” denir. Dikkat edin diziler bile o formattadır. İlle fakir ama gururlu çocuk günün birinde patron olsun istenir. Halk seçimlerinde bile oylar ona göre verilir. Biraz okumuş, hele biraz üst düzey eğitim almış hele de nispeten hali vakti yerinde bir aileye mensup insanlar hemen “elit” ilan edilir ve dünyanın her yerinde iltifat olarak kabul edilen bu sıfat için bizde nerdeyse bir özür beklenir. İlginçtir bizim algı yönetimimiz. Gelin görün ki, bu seçimde bir kez daha anladık ki tekno çağda aslında milletin algısı çoktan değişmiş. Kraliyet ailelerinin veliahtlarının gittiği okullarda okuyan, dünyanın en zengin ailelerinden birine mensup başkanı var artık Fenerbahçe’nin. Demek ki neymiş, artık halk sadece “mutaassıp Anadolu çocuğu” imajını değil, her kesimin vizyon sahibi, akıllı, güçlü adaylarını istiyormuş. Halk artık kendinden olanın yükseliş hikayesiyle avunmak değil, bir adım önde olanın peşinden gidip kendi yükselmek istiyormuş.

- Kimse kalıcı değilmiş. 20’nci yılını doldurmuştu Aziz Yıldırım. Artık hep orda kalacak, hep o başkan olacak gibi geliyordu insana. Meğer öyle değilmiş. İnsanoğlu’nun kökü koltuk tutmuyormuş. Ne kadar güçlü olursa olsun, her devrin her iktidarın bir sonu varmış. Efesli Herakleitos’un dediği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisiymiş.” Her gelen bir gün gidermiş. Meseleyi çok da büyütmemek gerekliymiş.

- Değişimin rüzgarı bile hız kazanmak için yetermiş. Ali Koç başkan seçilir seçilmez, taraftarından sporcularına, şampiyonluğun verdiğinden bile daha yüksek bir enerji, inanç, motivasyon gücü geldi Fenerliler’in üzerine. Emin olun, bir ay önceki aynı maça, aynı takımla, bugün sahaya çıksa Fenerbahçe, sadece bu değişim rüzgarından sebep iki kat daha iyi oynar, taraftar 10 kat daha coşar. Demek ki neymiş, çok uzun süren yönetimlerden sonra değişim güzelmiş, gerekliymiş.

Devamını Oku

Sınavsız yeni sistemin sınavı bugün yapıldı... Ya bundan sonrası?

1 Haziran 2018

Sınavsız sistemin sınavı bugün... Bütün çocuklara kolaylıklar, ailelerine önlerindeki süreçte sabırlar dilerim... İşte yeni sisteme dair notlar ve velilere ipuçları...

- Sınav bugün. İyi tarafından bakın, “bitti”! En azından bundan sonra çocuğunuzun iyileşme dönemi başlayacak. Önümüz yaz, kendine gelip bu saçma sınav stresinin yarattığı tahribatı onarmak için güzel bir tatil dönemi var. Bu yollardan geçmiş bir anne olarak size tavsiyem, konuyu ne kadar çabuk kapatırsanız aile huzurunuzu o kadar çabuk tesis edersiniz. Öyle ya da böyle “bitti”! Sonucu kabul edin, derin bir nefes alın ve önünüzdeki yerlerştirme maçına hazırlanın. Çünkü çocuğunuzun görevi bitti ama sizinki aslında yeni başlıyor.

- Sınav bitti ama velilere düşen yerleştirme sınavı başlıyor. Doğru adım atan, akıllı davranan veliler kazanır, bunu unutmayın. Panik olmayın ama fazla da rahat davranmayın. Çocuğunuzun netlerini çıkarıp, elinizdeki puanla en çok istediğiniz okullar arasında makul bir sıralama yapıp, stratejinizi kurun. Bu sene çok belirsizlik taşıdığı için puanları da tahmin etmek zor olacak kuşkusuz ama bu noktada benim gibi eğitimi sürekli takip eden insanların hesap kitaplı tahminleri olacak, takipte kalın.

- Elinizdeki puanla girilebilecek en yüksek dilimdeki okul peşinde olmayın. Okulları ve eğitim sistemini, hatta öğrenci - veli prototipini inceleyin. O okuldaki öğrenci ve aileleri ile konuşun, okulların tanıtım günlerine katılın. Çocuğunuza uygun olan okulu bulmaya çalışın.

- En çok içinize sinen okul seçeneklerinden, çocuğun tahmini olarak girebileceği puandakini en üste yazın. Sakın “ya tutarsa” mantığında olmayın, sıralama önemli. Aynı okulu aynı puanda iki öğrenciden kim daha yukarı yazmışsa o avantajlı.

- Seçimi sakın tümden çocuğun insiyatifine bırakmayın. 14 yaş bu denli büyük kararları alabilecek yaş değil, ileride yine dönüp neden müdahale etmediğinizin hesabını soruyorlar, ben şahidim. Ama baskı yapıp kendi isteklerinizde de diretmeyin sonra eğitimden soğuyorlar. Doğrusu, okulları gezip ortak kararlar almak.

Sınav bitti ama velilere düşen yerleştirme sınavı şimdi başlıyor.

- Yabancı dilde özel okullar nasıl alım yapacak henüz muamma ama eğitimle ilgilenenleri sosyal medyadan taksim ederseniz, anında bilgilenirsiniz. Ben, Abbas Güçlü, Nuran Çakmakçı bu konuyu yakından takip edip Twitter’da sürekli güncel bilgi paylaşanlardanız. Ama değişmez en önemli kural, ilk gün hemen puanınıza ve aklınıza yatan bir okula kayıt yaptırınız. Yalnız dikkat! Panik olup aynı gün içinde üç kayıt değiştirip, ciddi bir miktar ön kayıt parası da yakmayınız. Listelere matematiksel yaklaşın ve aynı çocukların tüm okullara ön kayıt yaptırdığını unutmayın. Sakin olun! 300’üncü yedekte görünen bir öğrenci çoğunlukla ilk 20-30 içinde kayıt yaptırır, unutmayın.

Devamını Oku

Harry’nin intikamı mı, Diana’nın ahı mı?

26 Mayıs 2018

İngiliz Kraliyeti’nin düğünü 10 gündür tüm dünyanın gündemi... Bu mevzulara en uzak görünen bizler bile herkesin sevgilisi Lady Diana’nın küçük oğlu Prens Harry ile Amerikalı dizi oyuncusu Meghan Markle’ın evliliğinin detayları ile kafayı bozduk. Ülkemizde seçimler kapıda, dolar-euro almış başını gitmiş ama işte belki de bir nefes almak için, teneffüse çıkan öğrenciler gibi Kraliyet magazinini takip ettik. Belli ki çok uzak fazla yakın bu mesele daha uzun süre gündemi meşgul etmeye devam edecek. En çok da “Diana’nın ahı mı, Harry’nin intikamı mı?” sorusu gündemi meşgul edecek .

Malumunuz, Diana 1981 yılında, bugünün müzmin Prensi ve en sevilmeyen kraliyet kişisi Charles ile evlendiğinde başlamıştı bizdeki merak. Ben henüz ilkokuldaydım. Canlı yayınlanmıştı TRT’de düğün. 20 yaşındaki Diana’nın o buruşuk gelinliği içindeki genç kız masumiyeti büyülemişti herkesi. Peri masalının canlı haliydi çocuk zihnimde. İngiliz halkı sokaklara dökülmüş ve “kendini satma Diana”, “Diana’yı harcamayın” diye pankartlar açılmıştı. Kabinenin onayı ile şimdi hiçbir prensin eşine verilmeyen “prenses” ünvanı verilmişti Diana’ya... Ama halk yine de Diana’ya acımıştı. Elbette benim masallarda takılı çocuk aklımla bunu anlamam mümkün değildi. Yıllar sonra Diana’nın ölümüyle anlamıştım halkın “kaç” deyişindeki haklılığını.

Daha 19 yaşında bir dizi kadın-doğum kontrolünden geçirilmişti, Kraliyetin isteği üzerine. Öyle ya geleceğin veliahtlarını yetiştirmek için yeterli donanıma sahip miydi diye kontrol edilmeliydi Kraliçe’ye göre. Diana, İngiliz Kraliyeti içine doğmuştu oysa. Babası Kont Spencer, Diana da zaten Lady idi. Kimseleri tahtına uygun görmeyen Kraliçe Elizabeth’ten çok daha İngilizdi. Soy-sop, kan meselelerine çok önem veren Kraliyet yarı yarıya Alman kanı taşırken, Lady Diana’nın ailesi Spencer’lar asırlardır İngiliz asilzadesiydi. Yine de yetmedi, bir sürü baskı ile karşılaştı, pek çok eğitimden geçirilip, kurallar altında ezildi, gençliği burnundan getirildi ve bir gün dayanamayıp Kraliyeti terkettiğinde, hala gizemi çözülemeyen bir kazaya kurban gitti.

Ve aynı Kraliçe bugün Diana’nın oğlu Prens Harry’nin kraliyet için hiçbir kritere uymayan sevgilisini kabul etmek zorunda kaldı. Diana’nın intikamını oğlu aldı. Meghan Markle Amerikalı; afro-Amerikalı bir annenin kızı. Kraliçe kendini tüketse de gelecekte siyahi prens ya da prenseslerle renklenebilir saray halkı. Abi hapiste, baba düğüne bile gelmeyip, 100 bin sterline gazetelere fotoğraf satacak tiyniyette. Yaşı veliaht Prens abi William’dan büyük. Güzellik olarak da çok “prensesvari” görünmüyor hatta düğün fotoğraflarına bakınca insanın alıp bir cilt bakımına götüresi geliyor. Amerika’da bir dizide oynamışlığı var ama elbette bir zamanlar oyunculuktan prenseslik geçen Grace Kelly ya da Diana’nın kuzeni Audrey Hepburn filan değil kendisi. Uluslararası İlişkiler okumuş, akıllı, sıcak ve sempatik bir kız.Geleceğin Kralı’nın eşi görümce Catherine gibi hırsla “cici prensesçilik” oynama eğiliminde de değil sanki. Tam Külkedisi masalına ısınmıştık ki Harry’nin, düğününde de hazır bulunan 7 yıllık eski sevgilisi ve ideal müstakbel eş olarak görülen Chelsy Davy ile evlenmeden önceki gece yaptığı uzun bir veda konuşması ortaya çıktı. Akıllar karıştı. Şimdi soru şu, her ne kadar tahta uzak olan küçük Prens’e Kraliçe daha müsamahalı davranabiliyor olsa da Prens Harry’nin ters köşe eş seçimi, kraliyetle inatlaşma gösterisi mi? Meghan’ın fendi, Kraliçe’yi yendi mi? Meghan’ın dizisinden daha entrikalı Kraliyet yaşamının bundan sonraki bölümlerinde Chelsy Davy, ikinci bir Camilla vakasına sebep verir mi? 92 yaşındaki Kraliçe’yi istemeye istemeye dize getiren bu düğün, Harry’nin intikamı mı yoksa Diana’nın ahı mı!

Devamını Oku

İstanbul’a uzun yıllardır yapılan en büyük iyilik

25 Mayıs 2018

En çok turist çeken Yerebatan Sarnıcı’ndan bile daha eski olan 1600 yıllık Şerefiye Sarnıcı restore edilip, İstanbul’un tarihi hazineleri arasındaki yerini aldı.

Uzun süredir İstanbul için yapılan en büyük iyilik ve güzellikten haberdar etmek istiyorum sizi... 1600 yıllık Şerefiye Sarnıcı restore edilip, İstanbul’un tarihi güzelliğine katıldı. Sultanahmet’teki eski Eminönü Belediye Binası’nın altında yıllarca gün yüzüne çıkmayı bekleyen tarihi sarnıç, 8 yıl süren restorasyon çalışmaları sonucunda tüm görkemiyle yeniden İstanbul’un tarihi hazineleri arasındaki yerini aldı. En çok turist çeken Yerebatan Sarnıcı’ndan bile daha eski olan 32 direkli Şerefiye Sarnıcı, II.Theodosius tarafından 428-443 yılları arasında yaptırılmış. Bozdoğan Kemeri aracılığıyla su depolamak için inşaa edilen yapı, geçtiğimiz haftalarda ziyarete açıldı. Justinianus döneminde 527-565 yılları arasında yapılan Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçları ile birlikte Şerefiye Sarnıcı da eklenince, İstanbul bugün üç muhteşem sarnıcıyla turizmdeki katmadeğerini de arttırmış oldu.

1600 yıllık Şerefiye Sarnıcı’nın üzerine önce 1910 yılında Arif Paşa Konağı yapılmış. 1950’li yıllardan sonra ise Eminönü Belediye Binası yerleşmiş. İBB önce belediye binasını yıktı ardından 8 yıllık bir restorasyon çalışması başladı. Geçtiğimiz günlerde ziyarete açılan Şerefiye Sarnıcı’na büyük bir merakla gittim. Malumunuz, ülkemiz restorasyon konusunda her zaman başarılı değil. Bu sebeple çok ciddi korkularım vardı. “Yenileme” yapılmak istenirken sarnıcın 1600 yıllık dokusuna zarar verilmiş olmasından çok korktum. Neyse ki korktuğun başıma gelmedi. Daha yukardan bakıldığında, ürperti yaratan muhteşem bir atmosfer karşılıyor insanı. Açılış için tam da bu atmosferin mistik havasını katlayacak olağan üstü bir sergi, çok da başarılı bir üslupla yerleştirilmiş. İran doğumlu, ülkemizin yetiştirdiği sanatçı Ahmet Nejat’ın “Hiç Hali” sergisi, hat sanatıyla heykeli, resim ile müziği Mevlana’nın “Hiçlik” felsefesi içinde eritip, Şerefiye Sarnıcı’nın mistik atmosferinde harmanlanmış. Bir taşla iki kuş vurup, sarnıcı, atmosferine çok yakışan içindeki sergi ile birlikte ziyaret etmek çok daha keyifli, benden söylemesi. Giriş ücretsiz. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık...

Hiçlik büyük bir bilgeliktir...

“Hiç Hali” sergisini gezerken en çok dikkatimi çeken ziyaretçilerin pek çoğunun bu kavram ve ifade ettiklerini anlama çabası oldu. Haddimi aşmadan Mevlana’nın sözü ile sizi başbaşayız bırakayım en iyisi; “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil. İçindeki boşluk ise, İnsanı ayakta tutan da benlik zannı değil. Hiçlik bilincidir..”
Nasreddin Hoca ile bu felsefi bakışa bir virgül koymak ve hafta sonu zihninizde biraz “Hiçlik” kavramını dolaştırmak isterim;
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
-Sen kimsin
-“Hiç” demiş Hoca.
Bakmış karşısındakiler önemsemiyor bu defa Hoca sormuş
-Sen kimsin?
-“Mutasarrıf” yani sancak amiri demiş adam böbürlenerek.
-Sonra ne olacaksın, diye sormuş Hoca
-Herhalde Vali olurum, demiş adam
-Sonra?
-Vezir! Belki Sadrazam bile olurum diye, sürdürmüş adam
-Peki ondan sonra?
- “Hiç” demiş adam sonunda.
-Daha ne kabarırsın be adam, senin yıllar sonra erişeceğin “Hiçlik” makamına ben ulaşmışım zaten”
Dileğim o ki seçimlere giren tüm siyasilere bu Nasreddin Hoca fıkrası ulaşsın..

Devamını Oku

19 Mayıs

18 Mayıs 2018

Bugün 19 Mayıs... Büyük bayram... Ülkenin geleceği için 99 yıl önce atılmış, ülkenin geleceği olan gençlere adanmış bir bayram... Cumhuriyet’e giden yolda Ulu Önder Mustafa Kemal tarafından atılan ilk adım... Sonsuza kadar özgür, eşit ve bağımsız olmak için başlatılan büyük mücadele... Bugün, hala sürüyor mücadelemiz... Atatürk’ün izinde, bağımsız, laik, adil bir ülke hayalinde yürüyen tüm vatandaşlara kutlu olsun...

Bugün 19 Mayıs, gençliğe adanmış bu bayramın, genç Türkiye’nin, yenilikçi ve genç fikirlerini ifade ettiğini bir kez daha hatırlamamız gerek. Bu bayramın ve gençliğin iki anlamını da hiç unutmamak gerek:

- Ülkeyi, gelecek nesillere emanet edeceğimize göre, nasıl bir Türkiye istiyorsak öyle yetiştirmemiz gerek çocuklarımızı.

Biat etmeyi öğretirsek, biat ederler. Bugün kendi büyüklerine, yarın dünyanın büyüklerine... Söz sahibi olmayı değil söz dinlemeyi öğrenen nesiller, yarın da üstün durumdaki yabancı ülkelere biat etmekten kurtaramazlar kendilerini... Bilimle, akılla, sanatla, özgür düşünceyle ve adalet hissiyle büyüyen nesiller ancak geleceğin güçlü Türkiye’sinin mimarı olabilir. Özgür yetişen nesiller, bağımsız ve güçlü yaşamayı öğrenir.

- Atatürk’ün gençliğe hediye ettiği bu bayram kuşkusuz yaş ile sınırlı değil, çünkü gençlik tek başına yaşla bağlantılı bir kavram değil. Mustafa Kemal’in kendi ifadesiye “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli” demektir. Aydınlık ve demokrat insanların fikirleri yaş aldıkça gençleşir, gençler için gençlerle birlikte düşündükçe ülke gelişir. Tersi de ne yazık ki memleketin köküne dinamit döşemektir. Bilimden, sanattan, felsefeden nasibini alamamış nice genç insan bugün Ortaçağ zihniyetini taşıyor içinde... Kaporta taptaze ama motoru çürümüş beyinleriyle, yaşı genç ihtiyarlar bağnazlık sahnesinde; işte bu durum ülke için büyük tehlike... Türkiye için iyi bir gelecek istiyorsak, daha çok akla ve bilime dayalı, eşitlikçi ve özgür düşünceye açık bir eğitim gerekli gençlere...

Seçim sürecinde aklıma takılanlar

- Adayların çıkıp bir arada tartışıp, eteklerindeki taşları döktüğü, seçmenin de miting meydanlarında kan ter içinde değil, evdeki koltuklarına yayılarak adayları inceleyip ona göre karar vereceği programlar ülkemizde olsa deyip duruyoruz her seçim. Hani malum, bizim dışımızda demokratik her ülkede öyle yapılıyor. Hani geçtim toplu tartışmaları da bari teke tek ya da kabul eden adaylarla ikili, üçlü programlar yapılsa, reyting tavan yapsa... Hadi ama azıcık demokrasiden kimseye zarar gelmez...

- Başıma bir iş gelmeyecekse, Selahattin Demirtaş’ın da durumu çözülse... Demirtaş suçlu değilse neden içerde? Suçu sabit ise neden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde? Devletin başına geçmesinde sakınca görülmeyen biri ise niye hapiste? Toplumdan tecrit edilmesi gereken tehlikeli biriyse, T.C Cumhurbaşkanlığı gibi en güvenilmesi gereken makamın anahtarı neden elini uzatıp alabileceği mesafede? Bu mesele bir an evvel çözülmeli çünkü demokratik bir seçim bunu gerektirir.

Devamını Oku