Merkez Bankası İstanbul’a taşınmalı mı?

Merkez Bankası idare merkezinin (ve bu arada BDDK ile SPK’nın) Ankara’dan İstanbul’a taşınması konusundaki tartışma bir süre daha gündemde kalacak gibi görünüyor

Haberin Devamı

Merkez Bankası idare merkezinin (ve bu arada BDDK ile SPK’nın) Ankara’dan İstanbul’a taşınması konusundaki tartışma bir süre daha gündemde kalacak gibi görünüyor.

Ne Merkez Bankası’nın ne de diğer özerk kurumların merkezinin Ankara’dan İstanbul’a taşınmasının bu kurumların öncelikli sorunu olmadığını ve bunu anlamlı bir tartışma olarak görmediğimi ifade etmiştim. Bu kanımın bazı nedenleri var.

İlk olarak tartışmamız gereken, asıl sorunun başka yerde olduğudur. Merkez Bankası’nın işlevlerinde son 10 yılda hem dünyada hem de ülkemizde köklü değişimler oldu. Bence sorun bu yeni merkez bankacılığına göre merkez bankasının örgütsel yapısının yenilenememiş olmasında. Merkez Bankası hâlâ örgüt olarak 1970’lerin ve 1980’lerin işlevlerine göre yapılanmış bir yapının ağırlığını taşıyor, ayağına takılmış bir zincir gibi bu yapıyı sürümeye çalışıyor. Bu nedenle bankanın yeniden yapılanması, idare merkezinin İstanbul’a taşınmasından çok daha önemli.

1998’de bir yazı serisi ile Merkez Bankası’nın kalabalık bir kurum olduğunu, halbuki yeni merkez bankacılığının bu kadar hantal, kalabalık ve büyük bir örgütü gerektirmediğini göstermiş ve Merkez Bankası’nın bu açıdan verilerinin dünyada en olumsuz bankalardan birisi olduğunu ortaya koymuştum. 1998’de bu örgütsel yenilemenin ancak bir seçenek olarak İstanbul’a taşınma ile çözülebileceği yönünde düşüncelerim vardı. Ancak aradan geçen zaman bana sorunun coğrafi mekanda değil de kafaların içindeki engelde yattığını öğretti. Statükonun tiranlığı mekanda değil kafalarda ve anlayışta.

Cumhuriyet’in rövanşı
İkinci nedenim, bu taşınmanın bazı kişilerin kafasında Cumhuriyet’i kuranlardan ve Cumhuriyet’ten alınacak bir rövanş olarak görülmesidir. Gerçekten de Berlin-Frankfurt ya da Washington - New York hattında olmayan bir çelişki ve hesaplaşma Ankara-İstanbul ekseninde var. Batıda hiç bir ülkede politik merkez ile mali merkez farklılaşması, politik rejime ilişkin dünya görüşüne dayanan çelişkiyi, çekişmeyi hatta farklı dünyaları ve anlayışı kavramsal olarak bu derecede yoğun temsil etmiyor. Ankara ve İstanbul iki şehirden çok iki ayrı felsefeyi temsil eden soyut kavramlardır da.

Ankara-İstanbul çelişkisi, Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore”unda; Faruk Nafiz’in “Yıldırım ve Timur”unda ifadesini bulan çelişkidir. Bu nedenle Merkez Bankası’nın Ankara mı yoksa İstanbul’da mı olmasının başka bir ülkede rastlanmayacak bir anlamı var ve bu anlamı ıskalamamak gerek. Merkez Bankası’nı bu çatışmanın ve çelişkinin ortasına atmak da büyük bir yanlıştır.

Üçüncüsü İstanbul artık büyümesi özendirilmek yerine caydırılması gereken bir şehirdir ve bu nedenle bu şehre kamu eliyle yeni cazibe unsurları eklemek yanlıştır. Tam tersine İstanbul’u sınırlayıcı, caydırıcı kamusal politikalar izlemek gerekir. İstanbul’un uluslararası finans merkezi olması düşüncesi de objektif temelleri olmayan bir düşüncedir, bir serap görmektir.

Dördüncüsü, günümüzdeki iletişim ve bilgi işlem teknolojisi coğrafi mekan farklarının önemini azalttı, hatta çoğunlukla ortadan kaldırdı. Merkez Bankası ve düzenleyici/denetleyici kurumlar özerk de olsalar operasyon merkezi olmaktan ziyade makroekonomik politikaların belirlenmesinin temel unsurlarından birisidirler ve bu nedenle idare yerleri de politik merkezlerdir.

Beşincisi, hem Merkez Bankası hem de özerk kurumların özel iş dünyasının etki ve kontrolü altında olmamaları gerekir. Bu kurumlar iş dünyası ile sarmaş dolaş olmak ya da tamamen temassız olmak yerine, son yıllarda finans yazınında çokça kullanılan bir deyimle “kol mesafesi” bir duruş içinde olmalıdırlar. Politikacı ile sarmaş dolaş olmak kadar iş dünyası ve özel kesim ile de sarmaş dolaş olmak bu kurumların işlevlerine zarar verir; hem daha fazlasıyla. Piyasa odaklı çözümler üretmek başka şey, piyasa tarafından yönlendirilmek ve yönetilmek başka bir şeydir.

DİĞER YENİ YAZILAR