Gazete Vatan Logo

Türkiye'de ne kadar Kürt var?

Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu'nun raporunda, Türkiye'deki Kürt nüfusunun yüzde 12-20 arasında tahmin edildiği, ancak hiçbir bölgede homojen olarak bulunmadığı belirtilerek, "Kürtler için etnik temele dayalı, coğrafi sınırları belirlenmiş, ayrı bir yönetsel yapının oluşturulması çok da mantıklı görülmemektedir; eşit vatandaşlık temeline dayalı, yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir model çözüm için uygun olabilecektir" görüşüne yer verildi.

Komisyonun, 450 sayfalık raporunda, "Kürt nüfus oranından Kürt isyanlarına, geçici köy korucusu sayısından terör mağdurlarına yapılan ödemeye kadar, süreçle ilgili birçok konuda" önemli değerlendirmelerde bulunuldu.

"Kürtler Anadolu'nun yerli halklarındandır, göç ederek bölgeye gelmemişlerdir" denilen raporda, "Kürt nüfusunun kırsal alanda yaşayan genç, yoksul, işsiz özellikleri yoğundur. Fakat bu ülkenin diğer yerlerinde de aynı durum hatta daha kötüsü varken, şiddete başvurmadıkları söylemine yol açmaktadır. Kürtler İran, Irak ve Suriye'de geniş ve siyasi olarak mobilize kültürel akrabalara sahiptirler ki bu Kürt konusunu, devleti ve ulusu aşan bir konu haline getirmektedir" denildi.

Raporda, 1938 Haziranında sona eren Dersim Harekatında "resmi" rakamlara göre 13 bin kişinin öldürüldüğü, Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından bizzat seçilen 3 bin 470 kişiden oluşan 347 ailenin Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa ve İzmir gibi batı illerine her aileden beş kişiyi geçmeyecek şekilde serpiştirilerek yerleştirilerek aileler arasındaki irtibatın tümüyle kesildiği vurgulandı.

Raporda, tarihte yaşanan 29 Kürt isyanına da yer verildi:

"1806 Babanzade Abdurrahman Paşa Hadisesi. 1833-1837 Mir Muhammed ( Soran Hadisesi ). Bedirhan Hadisesi. 1855 Yezdan Şer Hadisesi. 1878-1881 Şeyh Ubeydullah Hadisesi. 1919-1922 Simko ( İsmail Ağa ) Hadisesi. 11 Mayıs 1918 Ali Batı Hadisesi. 21 Mayıs 1919 Mahmut Berzenci Hadisesi. 16 Mart 1921 Koçgiri Hadisesi. 12-28 Eylül 1924 Nasturi Ayaklanması. 13 Şubat-31 Mayıs 1925 Şeyh Sait İsyanı. 9-12 Ağustos 1925 Raçkotan ve Raman Tedip Harekatı. 1925-1937 Sason Ayaklanmaları. 16 Mayıs-17 Haziran 1926 Birinci Ağrı İsyanı. 7 Ekim-30 Kasım 1926 Koçuşağı İsyanı. 26 Mayıs-25 Ağustos 1927 Mutki İsyanı. 13-27 Eylül 1927 İkinci Ağrı İsyanı. 7 Ekim-17 Kasım 1927 Bical Tenkil Harekatı. 22 Mayıs-3 Haziran 1929 Asi Resul İsyanı. 14-27 Eylül 1929 Tendürek Harekatı ( Şeyh Abdülkadir İsyanı). 20 Mayıs-9 Haziran 1930 Savur Tenkil Harekatı. 20 Haziran 1930 Zilan Ayaklanması. 16 Temmuz-10 Ekim 1930 Oramar İsyanı. 7-14 Eylül 1930 Üçüncü Ağrı İsyanı. 8 Ekim-14 Kasım 1930 Pülümür İsyanı. Eylül 1930 2. Mahmut Berzenci İsyanı. Ocak 1937 2. Sason İsyanı. 21 Mart 1937 Dersim Olayları. 14 Ağustos 1984 PKK'nın Eruh ve Şemdinli Baskını."

Komisyonun, alt komisyon kurarak, cezaevlerindeki PKK ve KCK'lı tutuklu ve hükümlülerle görüştüğü, bu kişilerin özetle, "yapılan çalışmalara değer verdikleri ve çalışmaları önemsediklerini, her iki tarafın da güçlü liderlere sahip olduklarını ve sorunun çözümü için bunun büyük bir şans olduğunu, TBMM bünyesinde bir komisyon oluşturulmasının çok önemli olduğunu ve çok anlamlı bulduklarını, Öcalan'la yapılan görüşmeler ve Öcalan'ın sürece dönük açıklamalarının cezaevlerinde olumlu karşılık bulduğunu, 1999'dan farklı olarak cezaevlerinde süreç bağlamında karşıt bir görüş ve farklı eğilimlerin gelişmesinin bu dönemde söz konusu olmadığını" vurguladıkları kaydedildi.

Raporda, özerklik tartışmalarına da değinildi.

"Özerklik" kavramı ile "yerel özerklik" kavramı üzerinde kamuoyunda da bir uzlaşma bulunmadığı, çoğunlukla kavramların birbirlerinin yerine kullanıldığı, kavram kargaşası doğduğu ifade edilen raporda, "(Özerklik), herhangi bir birimin kendi kendisini yönetmesi, kendisine ilişkin kararları kendisinin alabilmesi durumudur. 'Yerel Özerklik (Local Autonomy)' ise yerel nitelikteki kamu iş görülerinin daha iyi görülmesi, katılımcı demokrasinin yaşama geçirilmesi, korunması ve güçlendirilmesi doğrultusunda, yerel toplulukların, yerel nitelikteki işleri kendi sorumlulukları altında, özgürce seçerek oluşturdukları organları aracılığıyla yapabilmeleri ve buna uygun kaynaklara kavuşabilmeleri durumu olarak tanımlanmıştır" görüşüne yer verildi.

Özerklikte, iktidar gücünün merkezi yönetim ile özerk bölgeler arasında paylaşımının esas olduğuna işaret edilen raporda, "Yani coğrafi sınırları belirlenmiş özerk yapılar ile merkezi yönetim arasında egemenliğin dağıtılması söz konusudur. Oysa yerel özerklik, mahalli idarelere (yerel yönetimlere) dönük bir kavram olup egemenlik paylaşımını içermez. İktidar gücünün dağıtılması, paylaşılması söz konusu değildir. Yerel nitelikteki hizmetlerin, merkezi yönetimin belirlediği sınırlar içerisinde yerel yönetimlerce sunulması söz konusudur" denildi.



Kürt nüfusu ne kadar?

Raporda, Kürtler'in Türkiye'de yüzde 12-20 arasında tahmin edilen, doğuda ağırlıklı nüfusa sahip oldukları, fakat ülkenin her tarafına dağılıp akrabalık ilişkisi kurdukları belirtilerek, "Türkiye'nin 12 bölgeye ayrılması suretiyle yapılan araştırmaya göre, yalnızca ortadoğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yüzde 50'nin üzerinde Kürt nüfus bulunmakta iken, Kürt nüfusun Kuzeydoğu Anadolu, İstanbul, Batı Anadolu, Ege, Doğu Marmara ve Akdeniz Bölgelerinde de önemli oranda Kürt nüfus bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak Kürt nüfusun hiçbir bölgede homojen olarak bulunmadığı görülmektedir" görüşüne yer verildi.

KONDA'nın "Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler Araştırması Bulgular Raporu"na göre, Kürt nüfusun bölgelere göre dağılımı şöyle:

"Ortadoğu Anadolu: yüzde 29.3, Güneydoğu Anadolu: yüzde 26.7, İstanbul: yüzde 17.5, Kuzeydoğu Anadolu: yüzde 10, Diğer bölgeler toplamı: yüzde 16.6."

Bu verilerden de anlaşıldığı üzere, Kürtler'in Türkiye'nin tamamına yayıldığı, Türklerle iç içe yaşadığı, coğrafi olarak açık bir ayrışma bulunmadığı belirtilen raporda, "Bu sebeple Kürtler için etnik temele dayalı, coğrafi sınırları belirlenmiş, ayrı bir yönetsel yapının oluşturulması çok da mantıklı görülmemektedir" ifadesine yer verildi.

Raporda, gerek Osmanlı Devleti döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde hiçbir hukuki belgede Kürtler için ayrı bir siyasi yapı oluşturulduğuna ilişkin hükmün bulunmadığı, Kürtlerin ayrı bir idari yapıyla yönetilmediği vurgulanarak, "Etnik ya da coğrafi temele dayalı, siyasi anlamda özerk idari yapıların sorunun çözümünde esas olarak alınamayacağı, eşit vatandaşlık temeline dayalı, yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelin çözüm için uygun olabileceği değerlendirilmektedir" görüşüne yer verildi.


"Koruculuk müessesesi tasfiye edilmeli"

Raporda, geçici köy korucuları hakkında da bilgi verildi.

1986'da 9 bin 27 olan korucuların sayısının 1992'de 45 bin 327'ye, 1996'da ise en yüksek sayı olan 63 bin 90'na yükseldiği belirtilen raporda, bu tarihten sonra korucu sayısının azaldığı, 2002'de 58 bin 542'ye, 30 temmuz 2013 tarihi itibariyle korucu sayısının 48 bin 232 olduğu bildirildi. Gönüllü Köy Korucusu sayısının da temmuz 2013 tarihi itibariyle 18 bin 686 olduğu belirtildi.

Raporda, en fazla korucu olan 3 ilin sırasıyla; 8 bin 832 korucuyla Şırnak, 7 bin 90 korucuyla Hakkari ve 5 bin 531 korucu ile Bitlis olduğu kaydedilerek, koruculara, 2012 tarihi itibariyle 823 TL ücret ödendiği, operasyonlara katılanlara ayda 28 TL operasyon tazminatı ödendiği bildirildi.

Korucuların yüzde 20.28 oranı ile en fazla 46-50 yaş arasında, 56 yaş üstü de 21 korucu bulunduğu ifade edildi. Korucuların yüzde 70 gibi üçte ikisinden daha fazla bir oranının ilkokul mezunu olduğu, yüzde 4.8'inin okuma yazma dahi bilmediği, yüzde 0.3'lük kesimin ise ön lisans ve lisans mezunu olduğu vurgulandı.

Raporda, kamu güvenliğine tehdit oluşturan silahlı unsurların, tehdit olmaktan çıkması ve olağan koşulların oluşmasını müteakiben koruculuk müessesesinin tasfiye edilebileceği, bu yapılırken yıllarca devlete hizmet edenlerin mağdur edilmemesi gerektiği belirtildi.

"Bilinen 1 milyon adet mayın var"

Milli Savunma Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de döşeli mayın sayısının 977 bin 922 adet olduğu, bu sayıya terör örgütleri tarafından döşenen ve sayıları bilinmeyen mayınlar dahil olmadığı kaydedildi.

Raporda, kaçakçılığın, terör örgütlerinin gelir kaynakları arasında önemli bir yer tuttuğu belirtilerek, "Terör örgütleri, kaçakçılık faaliyetlerini kendileri doğrudan yürütebildikleri gibi çoğunlukla kaçakçılık yapan kişileri vergilendirerek veya onlardan komisyon ya da haraç alarak önemli ölçüde para toplamaktadırlar. Ülkemizde de terör örgütlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yer alan sınır illerimiz başta olmak üzere yaygın olarak uyuşturucu madde, insan ve emtia kaçakçılığı yaptıkları ya da kaçakçılardan vergilendirme ve benzeri adlarla para topladıkları bilinmektedir. Böylece bir kısır döngü oluşmakta, terör kaçakçılığı, kaçakçılık da terörü beslemekte, her ikisi de ülke ekonomisini olumsuz etkilemeye devam etmektedirler" görüşüne yer verildi.

Haberin Devamı