Rus geldi aşka.. Aşka getirene baksana

Tarih boyunca çalkantılarla yaşanmış Türk Rus ilişkileri geçiyor aklımdan. Rusların, bizim ‘Deli Petro’ diye adlandırdığı Çarları zamanında özellikle yükselen, Karadeniz ve Boğazlar üzerinden Akdeniz’e hakimiyet tutkusu Rusya için hiç bir zaman sönmemiş bir aşk gibidir.

Çariçe Katerina ise bu aşkı daha Petro’nun metresi ve danışmanı iken öylesine sahiplenmişti ki; onu öldürterek tâcı tek başına sahiplendiğinde, politikasını bu hayâli gerçekleştirmeye yönlendirmişti. Karadeniz’den Akdeniz’e uzanacağını hayâl ettiği Rus hükümranlığını bu kadar iddialı sahiplenmesinin ardında, daha önce ‘Osmanlı’ kimliğiyle bizzat Baltacı Mehmet Paşa’nın şahsiyetinde tanışmış olmasının getirdiği rahatlık olmalı. 1711’de, I’inci Prut Savaşı’nda, 80 bin kişilik Osmanlı ordusuna karşı ancak onun üçte biri kadar güçle savaşmasına rağmen Deli Petro’nun savaşı kazanacaklarına dair özgüveni tamdır. Büyük bir özenle geliştirdiği modern donanımlı ordusunun üstünlüğüne inanır. Ancak olaylar öyle gelişmez ve Rus güçleri darmadağın olur. Baltacı Mehmet Paşa’nın eline öyle bir fırsat geçer ki; önünde hiç bir engel olmadan Moskova’yı, Çarlığın kâlbini ele geçirebilecek duruma gelir. O tarihte daha henüz kraliçe olmayan ama işlek zekâsı ve insan ilişkilerindeki gücü sebebiyle Petro tarafından danışmanı olarak seçilmiş Katerina, Baltacı’nın çadırına bir ziyarette bulunur. Bu ziyaretin içeriği hakkında çeşitli rivayetler var. Hâtta gerçekliği bile su götürür. Ama şu kesin ki; rüşvet konusu rivayet bile olsa, bu meşhur çadır ziyareti ardından Baltacı’nın Katerina’ya sözde verdiği söz üzerine Moskova’nın ele geçirilmesi bir yana, Rus ordusunun güvenle geri çekilmesine izin verilir. Baltacı Mehmet Paşa’nın kariyerinin sonu ve sürgünü olan bu neticeye nasıl gelindiğine dair tarihçiler hâlâ mutabık değiller. Müstakbel çariçenin Baltacı’nın kulağına ‘Bu pırlantalarla birlikte ben de sizinim.” demiş olduğu bu sahneye en yakın tek şahit sadece Katerina’nın tercümanı olabilir. Ama bunun ardından, herkesin dışarıya çıkarılıp çadırın perdelerinin kapanması ile gerçekleşen bir saatlik özel görüşmenin daha çok şahidi olduğu söylenir. Her şekilde bu buluşmada yaşananlar Katerina’nın Akdeniz’e çıkış iştahının daha da kabartmasına sebep olmuştur. Aralarında yaşanan her ne olursa olsun, Paşa ile müstakbel çariçe arasında yaşanan kesinlikle aşk değildir, sadece karşılıklı kudret tartması ve bugün hâlâ tartışıldığı üzere şayet yaşandıysa, bu kudretin cinsel cazibeyle sınanmasıdır.

Diğer taraftan, bu iki farklı coğrafya ve kültürden, bir başka kadın ve erkeğin tarihe iz bırakmış, rivayetten uzak gerçek aşkları söz konusu olunca; hikâyesi hâlâ taze olan; Roxalane ile Kanuni’nin sevdasıdır. Hep düşünürüm; şayet I’inci Prut galibiyetinden sonra Baltacı Moskova’ya yürüyüp Rus İmparatorluğunu darmadağın etme şansını kullansaydı, Katerina’yı esir olarak alıp Osmanlı Sarayına getirse ve padişaha sunsaydı, Katerina da bir Hurrem Sultan olabilir miydi diye. Şimdi, Katherina’nın iri kıyım, şişman ve erkeksi ifadeli resimlerini görenler; “Olmazdı öyle şey. Hurrem’le ne ilgisi var bu kadının.”, “Kadın mı kalmadı Osmanlı Sarayında?” diyebilir. Ama unutmayalım ki; tarihte her hükümdarın yatağına, kâlbine ve tahtına ortak olan kadın ille de bir Afrodit, bir Venüs değil. Kimi karanlık, şaibeli, basit geçmişten gelen ve de güzel olmayan çok kadın da saltanat ve güç basamaklarını çıkmayı becermişlerdir. Zira her türlü falsolarını perdeleyecek kıvrak zekâya, öğrenme ve uygulama yeteneğine, özgüvene ve aynı zamanda hükümran erkeğin egosunu tatmin üzerine sundukları şefkatli bir arkadaşlık ve tutkulu bir cinsellik yeteneğine sahiptir bu kadınlar.

Rus geldi aşka.. Aşka getirene baksana

Bir diğer Türk-Rus büyük aşkına en güzel örnek ise Nazım Hikmet ve Vera...

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR