Matrix hayatlara karşı durmak lazım

Hayatı çok yakından ve duyarlılıkla izliyorsanız şayet, dünyanın sunduğu mucizevi güzellikleri de görüyorsunuz, bu mucizenin renklerini karartıp, derin soluklu yaşamını söndürmek üzere yapılanları da... Gittikçe daha büyük bir arsızlıkla ve umursamazlıkla uygulanan ‘dünyayı yok etme’ hırsının bir gün o meşhur filmin ‘Matrix hayatlar’ıyla bizi buluşturacağı çok uzak bir ihtimâl değil maalesef. İnsanoğlu sun’i objelerle, sun’i değerlerle oyalanmaya ve üstüne kendini bunlarla mutlu hissetmeye o kadar meyilli ki; bu yolda yönlendirilmesi hiç de zor olmuyor. Dikkat edin; dar sokakların üzerinde, mahalle aralarında yükselen rezidanslara, onca açık alana inşa edilmesine rağmen her bir apartmanının bir diğerinin gölgesinde kaldığı, her bir dairesinin bir diğerinin odalarına baktığı inşaatlara. Gökten taş yağmış da üst üste gelişigüzel yığılmış gibi katlar çıkılan binaları alıcı gözle bir izleyin. Âdeta çok katlı şehir hapishaneleri gibi göklere yükselen ve bir mahalle boyu cephesi olan apartmanlara biraz uzaktan dikkatle bakın. Genellikle bunların hepsinin isminde “Vadi”, “Göl”, “Kelebek”, “Orman”, “Cennet” gibi huzur veren ibareler oluyor. Enteresanı; bu yapılaşmaların, isimlerinde sunulan hiç bir dünya güzelliğinden nasibini almamış olması. Daha fenası, bir çoğunun da bir zamanlar gerçekten vadi, orman, cennet olan toprak parçalarını, kelebekleri, kuşları yok ederek, sadece onların isimlerini kullanarak taş yığını yaratmaları. Ama insanların çoğu için bu yok oluş ve onun yerinde yaratılmış olan çirkinlik önemini yitirdi artık. Sunulan sahte isimlerle, sahip olacakları konforu birleştirdikleri zaman kendilerini orman veya göl evlerinde, hâtta Cennet’te sanmalarına yetiyor bu kadarı.

Haberin Devamı

Negatif değişim var

Benim çocukluğumda parkın tarifi bir başkaydı. Şimdi, apartman yığınlarından, AVM’ lerden arta kalan sokak arası, yol kenarı, iki ağaçlık yere bir bank, bir de kaydırak koyunca adı park oluyor. Anneler çocuklarını parka götürdüm, çocuklar da eğlenceye parka gittim sanıyor. Aynen parklar gibi, yediğimiz, içtiğimiz her şey için de “gibi” ve “sanmak” duyguları gelişti insanların. Aralarındaki ilişkiler de yine “gibi”ler ve “sanmak”larla kuruluyor ve yaşanıyor. Bu konuda bana en acı geleni; bütün bu negatif değişimin insanlarca itirazsız kabul edilmesi ve sanki kendilerine sunulan gerçek yaşam buymuş ve başka türlüsü olamazmış gibi boyun eğerek kabul etmesi... bu teslimiyet yetmiyormuş gibi bir de bu çarpıklıkları “güzel”, “lüks”, “rahat” gibi teselli verecek duygularla kabullenmesi. Halbûki gerçek yaşam bu değil. Gerçek dünya bize ısrarla sunulmak ve beyinlerimizi yıkayarak bizim için en tamamı olduğuna inandırılmak istendiğimiz dünyadan çok farklı. Eskiden bu gerçeği daha kolay fark edebilirdi insanoğlu. Daha kolay kıyaslamasını yapabilir ve seçimini imkânları elverdiğince hayatın esas güzelliklerinden ve kıymetlerinden yana yapardı.

Haberin Devamı

Geçen gün, sevdiceğimle, İstanbul trafiğinde, ‘Urg’ların diktiği binaların arasında arabamız trafiğe takılmış ilerlerken, sağımızda, solumuzda yürüyen, koşturan insanları izledim. Çoğunun kulağında cep telefonları, bakışlar, sadece düşmemek üzere yoldaki engebelere teksif olmuş, bir kısmı karşıdan gelenin kendisine bakıp bakmadığını süzerek ama hepsi monoton ve sanki hayatlarında hiç başka türlü yürümüyorlarmış gibi karakterlerine yapışmış bir beden diliyle ilerlemekteydiler. Yolun iki cephesindeki binalar gökyüzünden alacaklıymış gibi yükselmiş de yükselmiş, bulutlara değmekteydi. Klâkson, siren sesleri, ara yollardan kopup gelen gürültüyle müthiş bir uğultu bulutuna dönüşüyor, egzoz dumanlarına eşlik ediyordu. Ama kulağını kapayan, suratını buruşturan yoktu tabii ki. Herkes için bu, olağan şehir yaşamı haline gelmişti artık. Yolda yürüyenlerin de, araba kullananların da tepelerinde dev gölgeler yaratmış binaların daha yukarılarını görmek arzusu da yoktu. Akıp gidiyorlardı yolda. Oysa ki; az ötede iki gökdelenin arasında nasılsa kalmış bir boşlukta öylesine bir bulut asılıp kalmıştı ki; baktığımda sanki sevdiceğimle beraber şehirden koptum, havalandım ve bir pamuk tarlasına doğru ilerliyoruz hissine kapıldım. Hem de pırıl pırıl, çok açık mavi, durgun bir denizin ortasında bir pamuk tarlası. Köpük köpük açmış, birbirinin üzerine yığılmış, sıhhatli, dolgun pamuk kozaları, rüzgârsız havada, o iki kaknem gök kubbenin arasında sıkışıp kalmış, bütün nefasetiyle duruyordu... ama gören yoktu... Tabiat bize her an, yaşam bize her nefeste mucizeler sunmaya devam ediyor. Gerçek bu! Ama insanoğlu, robot gibi koşuyor, robot gibi çalışıyor, robot gibi uyuyup uyanıyor, robot gibi eğleniyor. Kendisine, “başarı”, “zenginlik”, “doyum”, “eğlence” diye sunulan ne varsa onunla yaşamaya razı. Her nefes aldığında o esrarengiz mucizeden onun bir parçası olarak neler alabileceğini ve kendisinin o bütüne nasıl katkıda bulunabileceğine dair kafa yorması gerektiğini unuttu insanların çoğu.

Haberin Devamı

Farkındalıkla yaşamak

Haberin Devamı

Belki de bu dünyayı fark etmek sorumluluk getirdiği için tabiatı izlemekten kolay vaz geçiyor, yalan sunumlara bu kadar kolay kanıyor insanlar. Fark etmek üzerine duyarlılıklar aynı zamanda sorumluluklar getirir zira. Hissettiğiniz an aldığınız keyif, duyduğunuz mutluluk kadar eksilenlerin, harcanan ve yok edilenlerin farkındalığını da yaşarsınız ve bu da büyük acı verir. Düzeltmek için elinizden ne gelebileceğini düşünür durur, çabalarsınız. Bazen, hâtta çoğunlukla da çaresizliğinizin kahrıyla kavrulursunuz. Her şeye rağmen, sistemin direttiği ve sunduğu ‘Matrix’leri yaşamaktansa, dinlendiği zaman çok şey söyleyebilen kendi iç sesimize ve bazen de hayâl kırıklığı olabilecek (olsun versin) duygusallığın yaşattığı o güzel, yoğun duygulara sahip çıkıp, dünyanın, hayatın gerçek iki yüzü arasındaki tezatların farkındalığı ile yaşamak evlâ geliyor. Şimdi, bulunduğunuz yerden en yakın gökyüzüne bir bakın, bulutları izleyin ve uçan kuşları. Görebiliyorsanız bir ağaca bakın, dallarına... Deniz varsa gözlerinize kadar gelen dalgalarda dolaşın biraz... dinleyebiliyorsanız seslerini dinleyin... Bu güzelliklerin hepsi sizin için çalışıyor... Tadını çıkarın...

DİĞER YENİ YAZILAR