Sömestrde çocukla çocuk olmak lazım

Son iki haftadır sömestr tatili dolayısıyla evimizin çocukları tüm günlerini beraber geçirmeye başladığından beri biz yetişkinlerin dünyasındaki öncelikler kendiliğinden değişiverdi. İzlediğimiz filmler; tiyatro oyunları; ‘Scooby Doo,’nun Maceraları,’ ‘Annie’, ‘Jack ve Var Olmayan Ülkenin Korsanları’, ‘Buzlar Kraliçesi’, ‘Karlar Ülkesi’, okuduklarımız; ‘Franklin’in Maceraları’, ‘Merak Ediyorum’ gibi dizi kitaplar.

Evdeki büyüklerin meslekî uğraşları ve ilgi alanları ne olursa olsun, fark etmiyor. Öncelik; çocukların seçtikleri filmlerde, kitaplarda ve aktivitelerde. Bol bol canavar ve prenses resimleri yapılıyor, kartondan maskeler, taçlar, asalar yaratılıyor ve bu oyunlarda büyüklere de her daim ve çocuklar tarafından sıkıcı veya antipatik bulunan bir görev veriliyor. Şayet resim yapmışlarsa zemin doldurmak, tiyatro oynanıyorsa en kötü karakteri canlandırmak hep bize düşüyor. Allah’tan bazı oyunların karakterleri kalabalık da cadı veya canavar olmanın dışında sempatik Olaf, Christof, Ren geyiği, kardan adam,ve iyilik perileri rollerini de alabiliyoruz. Rolleri ikinci ve üçüncü derecede kaldığından ‘kral’ e ‘kraliçe’ rolleri de hakkımız oluyor kimi kez.

Haberin Devamı

Sömestrde çocukla çocuk olmak lazım

Miniklerin hayalleri

Miniklerimiz resim yaparken hayâl güçlerini büyük bir sabırla, en ince detaylarına kadar atlamadan, hayret verici girift şekilllerle, portrelerle ortaya dökmelerine rağmen, geniş, düz alanların boyamasından ne kadar sıkıldıklarını fark etmemek imkânsız ve sebebi çok belli. Kendi hayâl güçlerine ihtiyacı olmayan yeknesaklıkta her şeyden çabucak bıkıyorlar. Aslında bu bütün oyunlar için geçerli. Genellikle yetişkinlerin, çocuğun yaşını küçük bularak mümkün olduğunca basit oyunlar seçmeleri ve sunmaları bence büyük bir hata. Çocuklar boylarıyla kıyas kabul etmeyecek kadar zengin bir düş dünyasına ve bunu dışa vurup kendilerini ifade etmek için büyük bir arzu ve heyecana sahipler. Dünyanın, ülkenin, işimizin, gücümüzün, sosyal telaşlarımızın derdinde büyüklüğümüzü yaşarken uzağında kaldığımız o derin dünyaya sahipler onlar ve bu yaşlarda da başkaca bir gaileleri olmadığından o derin dünyayı çok net ve hiç sansürsüz yaşayıp yansıtıyorlar. Çok yetişkinin çocuğu için “kolay”, “rahat”, bulduğu resim çalışmaları ve oyunlar ise onlar için sıkıcı.

Haberin Devamı

Çocukların düşleri mutlak ve son derece net tavırları var. Müşterek oynadığımız tiyatro oyunlarında miniklerimizin bize uygun gördüğü role itiraz hakkımız yok, rolümüzü gelişigüzel oynamak gibi bir lüksümüz de yok. Bize verilen her görevi ciddiye almak durumundayız. Bu konuda torunum Pia’m çok kısa ve öz bir izahta bulundu: “Babaanne, sen kötüyü çok kötü oynayacaksın ki; prensesin iyiliği ortaya çıksın”. Ne denir? Tepeden tırnağa haklı. Ama biz büyükler korkutucu rolü çok ciddiye alıp kendimizi kaptırdığımız zaman da miniklerimiz, her şeyin bir oyun olduğunu bilmelerine rağmen, bu defa da ürküyorlar. Atilla’cığım “Masaldaki çocukları korkutun ama bizi korkutmayın.” sözüne de çok güldüm, duyduğumda. Kısacası miniklerin oyun ve sosyal yaşamında katılımcı olmak ve onlarla ileri yaşlara da taşınacak arkadaşlık tesis etmek arzunuz var ise; size ne kadar uzak kalırsa kalsın, onların düşlerine, hayâl güçlerine ve bunu ifadelerine saygı göstermek, hâtta daha ötesi zorunluluk hissederek değil ama gönüllü ve samimi bir şekilde paylaşıyor olmak durumundasınız.

Haberin Devamı

Ben şahsen, çocuklarımız bize kendi çocukluklarımızı kaybetmeden yaşama şansı verdikleri için çok mutluyum. Yazarken, çizerken, hayâl kurarken hep onların bir bakışı, bir tavrı, bir sözü, macundan bir heykelciği beni heyecanlandırıp ve yetişkin dünyamın, naif, sade bir karakterle kalemime yansımasını sağlıyor. Onlar sayesinde içimdeki ses hep “Büyüdün ama aslında çocuksun.” diyor. “Yazar oldun ama çocukların anlayacağı gibi konuşmaktan vazgeçme.” diye fısıldıyor. “Yaşını başını aldın ama miniklerle beraber en baştan yeniden büyüyeceksin.” diye fısıldıyor. Evimizin minikleri, yetişkin romanlarımı bir yana bırakıp, devamlı çocuk romanı yazma arzumu tetikliyor bazen. Atilla’cığın çizdiği canavar tiplemeleri üçüncü resim defterinde devam ediyor. Onlarca sayfada onlarca canavar... ve hiç biri bir diğerine benzemiyor. Bizimkilerin gözünde ‘canavar’ ille de kötü karakter değil. Dolayısıyla korku değil, sevgiyle çiziliyor çoğu. Her biri için bir masal yazacağım bir gün. Büyükler şaşıracak bu kadar çok canavar olup da nasıl hiç birini tanımadıklarına.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR