Gazete Vatan Logo

Türkiye çözümünü ABD’ye ihale ederse kaybeder

Eskinin PKK’lısı, şimdinin Barış ve Demokratik Çözüm Grubu Üyesi Seydi Fırat: PKK konusunda bazı Türk milliyetçileri Türk solundan daha aydın

* Deniyor ki Türkiye’nin PKK’dan kurtulması için önünde dört şık var: 1- ABD’nin elinden tutup, Barzani’yle anlaşacak. 2- Öcalan’la görüşecek. 3- Güneydoğu’dan vazgeçecek. 4- Çatışmaya aynen devam edecek?...
Bir kere Güneydoğu verilsin şıkkı, zaten düşünülse bile bir çözüm değildir. Ya ver, ya vur, olmaz. Kaldı ki, PKK da buna inanmıyor. Türkiye’nin üniter yapısı aynen korunmalıdır. Ama daha demokratikleşerek... O nedenle sorun mutlaka Türkiye’nin içinde çözülmelidir.

* Peki Barzani’yle masaya oturmalı mı?
Hayır, Türkiye’nin PKK sorununu çözmek için masaya oturacağı Barzani değil, Türkiye Kürtleridir. Türkiye bu işi Barzani’ye ihale ederse, inanın yaptığı en büyük hata bu olur. Bir kere Barzani Kürt sorununu çözemez.

* Neden?
Hem konumu buna el vermiyor, hem de Türkiye’deki Kürtlerin kendi özgürlükleri, kendi düşünceleri vardır. Barzani bunları temsil eden bir isim değil ki, PKK sorununu o çözmeye kalksın.

* Ama Sünni Kürtler üzerindeki etkisinin giderek arttığı söyleniyor?
Ben buna inanmıyorum. Bir sempati olabilir, ama Türkiye Kürtleriyle Barzani arasında köklü bir bağ yok. Türkiye’deki Kürtler asla Barzani’yi dinlemez.

* Güneydoğu’da bir anket yapılsa Öcalan mı, Barzani mi diye, Barzani çıkar bile deniyor?
Ona da inanmıyorum. Çok abartılı bir yaklaşım. Bazı aileler ve çevreler var. Onlar Türkiye’de böyle bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar, ama asla doğru değil.

* Peki ABD’yi çözüm için uygun adres olarak görüyor musunuz?
Ben ABD’nin böyle bir aracılık pozisyonuna girdiğini bile görmüyorum. İkincisi niye ABD’yle olsun ki... Türkiye’nin bunu çözmeye gücü yok mu? Niye Türkiye ABD’ye bağımlılığını artırsın ki... ABD PKK’nın tasfiyesini merkezine alırsa, bunu çok saf bir biçimde yapmayacaktır. Türkiye’ye, sen de benim için bir şeyler yap, diyecektir.

ETKİLİ OLACAĞINI SANMIYORUM
* Siz ABD’nin PKK’yı gerçekten tasfiye etmeyi isteyeceğine inanmıyor musunuz?
Asla. Buna bir kere gücü yetmez. Irak sorunları içinde boğulan, İran tarafına sıkıştırılan bir ABD PKK’ya ne yapabilir?

* En azından isterse bombalar yağdıramaz mı?
Onu Türkiye ABD’den daha iyi yapar. Türk pilotları ABD’den daha tecrübeli. Ki benim bildiğim PKK da en az kayıplarını uçak saldırılarında vermiştir. Kendi korunma yöntemleri ve dağlar bunu hep engellemiştir. Yani ABD istese bile PKK’yı tasfiye edemez. Türkiye de ABD’nin PKK’yı tasfiye edeceğine inandığını hiç sanmıyorum.

* Ya peşmerge istese PKK’yı bitirebilir mi?
Barzani’nin de Talabani’nin de çok ağır sorunları var. Bölge her şeye gebeyken onların da esas politikaları kendilerini korumak üzerine kurulu. Bu yüzden kayıp vermeye tahammülleri yok. Daha önemli bir sebep de eğer bunu yaparlarsa kendi toplumları tarafından güven kaybına uğrarlar. Sonuçta PKK’lı da bir Kürt’tür. Türkiye bu duyguyu anlamamaya inat ediyor, ama işin gerçeği bu. Bir Kürt bir Kürt’ü kendisine saldırmadığı sürece öldürmez. Üçüncü neden de gelecek. Eğer bugün PKK’yı tasfiye işine girişirlerse geleceğe ilişkin yeniden yapılanma projeleri suya düşer, Türkiye’deki Kürtleri karşılarına almış olurlar.

* Koordinatör meselesini nasıl değerlendirdiniz?
Şu anda çok belirsiz, ama bu haliyle ben pek etkili olacağını sanmıyorum. Tabii Amerika da şunu biliyor: Irak’ta en çok güvenebileceği grup Kürtler. Bunun içine Suriye Kürtlerini, İran Kürtlerini de katmak ister mi, koordinatörüne ne için ihtiyaç duyuyor, orasını bilemeyiz.

* Peki Avni Özgürel’in önerisini okuduğunuzda ne düşündünüz?
Doğrusunu isterseniz ben bu ülkenin milliyetçilerinden özellikle bir bölümünün bazı solcularından daha gerçekçi düşündüğünü görüyorum. Avni Özgürel, ara yollarda Türkiye’nin zaman ve enerji kaybetmesini istemiyor.

* Ama milliyetçi biri için şaşırtıcı bulmadınız mı?
Bence tam tersi. Avni Özgürel gerçek bir milliyetçi olduğu için Türkiye’nin çıkarlarını düşünüyor. O, Türkiye’yi bu işten en az zararla çıkarmanın derdinde.

* O yazıdaki düşünceler sizce sadece Özgürel’le mi sınırlı, yoksa daha geniş bir kesimi temsil ediyor mu?
Ben Türkiye’de böyle bir eğilimi görüyorum. Türkiye’de akli bir milliyetçilik başladı. Türkiye’ye zerre zarar gelmemesi için stratejiyi iyi değerlendiren bir milliyetçilik bu.

* Sizce Öcalan’ın şu anda devletin nezdinde konumu nedir?
Devletin bire bir olarak ne düşündüğünü ben tam bilemem, ama en azından şöyle bir durum var: Devlet Öcalan’ın bwarışı istemek konusunda istikrarlı olduğu intibasına herhalde vardı. Çünkü ilk başlarda Öcalan’ın, bazı sözleri sırf hayatta kalmak için söylediği sanılıyordu.

* Ateşkese hali hazırda örgüt adına karar verecek tek kişi Öcalan, değil mi?
Tabii, o.

* Yani ABD ya da Barzani araya girdi diye olmaz mı?
Açık bir şey söyleyeyim mi, lütfen kesin bilgi olarak kabul edin: PKK, ne ABD’nin ne de Barzani’nin dayatmasıyla silah bırakmaz. Bunu kendi örgüt bağımsızlıklarına büyük hakaret olarak görüyorlar. Tasfiye olmayı göze alırlar, ama onların dayatmasıyla silah bırakmazlar. Örgüt psikolojisi budur.

İran Türkiye’yi bataklığa çekmeye çalışıyor
* Sizce İran Kandil’i niçin vuruyor?
Birincisi PKK’nın kendi topraklarına yönelik etkisini daraltmak. İkincisi, Türkiye’yi daha çok Irak’a girmeye teşvik etmek, bataklığa sokmak. Çünkü Türkiye K. Irak’a girerse, hem Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirmiş olacak, hem ABD’nin kurduğu sistemi çökertecek, hem de bu kaos ortamında kendisi ciddi zaman kazanacak. Üçüncüsü de tabii Türkiye’yi kendi cephesine çekmek, “Bak ben senin için Kandil’i vuruyorum” demek.

* Kuzey Irak’a girmek Türkiye için niye bir bataklık?
Türkiye Kuzey Irak’a en son 1997’de harekât düzenledi. Zaho’dan girdi, Hacıümran’dan çıktı. O zaman KDP’den de destek almasına karşın sorunu çözemedi. Üstelik şimdi girdiğinde karşısında Iraklı Kürtleri bulacak. Çünkü Iraklılar, “Türkiye bir tek PKK için gelmez, kesin burada kalacak” diye endişe duyuyorlar.

Orman yangınlarını nefretle kınıyoruz
“Ormanların yakılması, ekolojiye zarar verilmesi kim yaparsa yapsın insanlık dışı durum. Duyduğumuz kadarıyla PKK bunu reddetti. Tabii Emniyet bu iddiayı delilleriyle kanıtlarsa o zaman herkesin buna karşı tavır alması gerekir. Kim yaptıysa nefretle kınıyor, lanetliyoruz.”

İşte ‘teslim olma eylemi’nin hikayesi
Seydi Fırat, birazdan okuyacağınız bu bölümü aslında yazılmamak kaydıyla anlattı. Ama Fırat’ı dinledikçe bir teslim olma kararının ilk kez bu kadar net anlatıldığını fark ettik ve asıl röportaj konusu kadar önemli bulduk. “Dağdakilerin indirilmesini tartışan Türkiye’de bunlar da konuşulmalı” fikrine sonunda Fırat da ikna oldu. Böylece ortaya her ayrıntısı önemli, PKK’nın tarihinde ilk kez rastlanan bir “teslim olma eylemi” nin öyküsü çıktı:

* Teslim olmaya nasıl karar verdiniz?
Öcalan 99’da yakalandıktan sonra üç önemli karar aldı: Birincisi örgüte ’Çatışmayı bitir’ dedi. İkincisi, PKK’yı 2 Ağustos’ta Türkiye’den çıkarttırdı. Üçüncüsü de iyi niyet jesti olarak PKK’dan üst düzey bir grubun Türkiye’ye teslim olmasını istedi. Ben o grubun içindeydim.

* Öcalan’ın isteğini duyunca ilk ne yaptınız?
Önce askeri ve siyasi kanattan toplam sekiz kişilik bir grup oluşturduk. Sonra da nereden giriş yapacağımız konusunu tartıştık. Çünkü yolda herhangi bir çatışmanın içine düşmememiz gerekiyordu. Bizim ölmemiz yeni sorunlar yaratırdı. Bu yüzden ilkin Zaho üzerinden Habur’a girmeyi düşündük. Ama o zamanlar KDP’den kaynaklı sorunlar vardı. Bu şıkkı eledik. Daha sonra BM’ye başvurup, Mahmur kampına gitmemiz gündeme geldi. Fakat o da gerçekleşmeyince direkt Jandarma’ya teslim olmaya karar verdik.

ÖCALAN ARACI OLDU
* Jandarma’ya bu talebinizi önceden nasıl haber verebildiniz?
Öcalan’ın avukatları bize aracılık etti. Önce Diyarbakır Valisi’ne gittiler. O yardımcı olmayacağını söyleyince, bu kez Jandarma’ya gittiler. Jandarma olumlu yaklaşım göstermiş.

* Jandarma Genel Komutanlığı mı yoksa bölgedeki jandarma mı?
Zaten Böyle bir tavır merkezi olur. Her şeyden Ankara’nın haberi vardı.

* Giriş nereden oldu?
Şemdinli. Yaklaşık bir aylık yürüyüşümüzden sonra sınıra yaklaştığımızda Jandarma’nın telsiz frekansına girdik. Koordinatlarımızı, niyetimizi, kimliklerimizi bildirdik. Onlar önce helikopterle gelip almayı teklif etti ama bölgede PKK’lılar da olduğu için bir çatışma olmasın diye “Yok, biz geliriz” dedik. 5-6 saat daha yürüdükten sonra bir tepeye vardık. Baktık, aşağıda askeri güçler var. Onlar bize işaret etti, bu taraftan diye. O yönden doğru geldik, geldik, geldik; 200 metre kala bir asker öne çıktı. Dedi ki, “Siz de silahınızı bırakın, ben de silahımı bırakayım, orta yerde buluşalım.” Orta yerde buluştuk.

* Buluşunca asker size ilk ne söyledi, hatırlıyor musunuz?
“Merhaba, hoş geldiniz” dedi. Sonra bizi Tümgeneral’in yanına götürdü. Tümgeneral dedi ki, “Ben 10 yıl sizinle çarpıştığım için bu rütbeye geldim. Ama şimdi sizi teslim alıyorum. Şu anda sadece bu görev için burada bulunuyorum.” Biz de kendisine PKK Konsey’i tarafından dört ayrı makama yazılmış, barış içerikli mektuplarımızı sunduk. Tarih 1 Ekim 1999. Jandarma bizi önce Van’a getirdi. Orada dört gün boyunca bir heyet tarafından sorgulandık.

* Heyette kimler vardı?
Heyet’e “Kimle görüşüyoruz?” diye sorduğumuzda bize “Kısaca devletle görüşüyorsunuz” dediler. Tahmin ediyorum, Dışişleri’nden Genelkurmayı’na kadar pek çok yerden, karma bir heyetti. Burada da ifademiz alındıktan sonra Mahkeme’ye, oradan da Muş Cezaevi’ne sevk edildik.

* Nasıl bir muamele gördünüz?
Bu aşamaların hiçbirinde tek bir incitici muameleyle karşılaşmadık. Özellikle asker son derece ciddi davrandı. Ne tavizde bulundu ne de provokatif bir tacizde... Ama heyetin tutumu bizi kullanma, bizden sadece bilgi alma ve sorunu olduğu yerde bırakma yönündeydi. Çünkü Öcalan yeni yakalanmış, “örgüt tasfiye aşamasında” havası hâkimdi. Bugüne kadar ki tüm Kürt isyanlarında lider yakalandığı anda örgüt çöktüğü için burada da öyle olacak sanılıyordu. Bugün yeniden başlayan şiddeti 1999’dayken asla tahmin edemiyorlardı. Oysa bu bir fırsattı.

* Neyin fırsatı?
Biz, ceza almasaydık demiyoruz. Ama bizim çok önemli bir adım attığımız görülmedi. Biz Ortadoğu’daki hiçbir örgütün kültüründe olmayan bir şeyi yapmıştık. Bu bir ilktir ve bu düzeyde başka bir örneği de yoktur. Siz hiç Hizbullah’ın gidip BM’ye silah teslim edeceğini düşünebiliyor musunuz? Ama o sırada PKK buna hazırdı. Herkes çözüme çok yakındı. Fakat hükümet daha fazlasına cesaret edemedi. Etseydi, bugün bunları yaşıyor olmayacaktık.

* Peki teslim olduktan sonra siz neler yaşadınız; meselâ ailenizi kaç yıl aradan sonra, ilk nasıl gördünüz?
19 yıl olmuştu. Cezaevine geldiler. Annem ilk gördüğünde beni tanıyamadı. “Anne ben Seydi” deyince tanıdı. Babam ben yokken ölmüş. 18 yaşında evden çıktıktan sonra babamı bir daha göremedim.

* Cezanız bittiğinde (Kasım 2004) toplam 24 yıldır Türkiye’yi ilk kez görüyordunuz. Sokağa çıktığınızda size en garip gelen şey ne oldu?
Bir otobüse binmiştim. Bir tartışma çıktı ve insanlar birden şoföre bağırmaya başladılar. Bu bana çok acayip gelmişti. Ben giderken insanlar daha tahammüllü, birbirine karşı daha nazikti. Ama sokağa çıktığımda bir de gördüm ki herkes birbirine bağırıyor. İnsanlar çok değişmiş.

DİPNOT
Radikal yazarı Avni Özgürel, 16 Ağustos’taki “Tuzağın Eşiğindeki Türkiye (4)” başlıklı yazısında özetle Öcalan’la mutabakat yapılması, terör suçlarını kapsayacak bir genel af çıkarılması, Öcalan’ın cezasının ikamet zorunluluğuna dayalı bir infaza dönüştürülmesi başta olmak üzere çeşitli önerilerde bulundu. Özgürel’in yazısı “Bunları yazarken şehitlerimizin acısını yüreğimde hissettiğimi söylememe gerek yok. Ama on yıl sonra onların hatırası önünde ülkenin parçalanmışlığına engel olamamışlığın utancıyla elimiz böğrümüzde durmak istemiyorsak (...) bunun yapılması gerektiğine inanıyorum.” diye bitiyor.

3N+1K
KİM: Seydi Fırat, 44 yaşında. Muşlu. Lise mezunu. 80 darbesi sırasında Almanya’ya gitti. Fransa ve Hollanda’dan sonra Ortadoğu’ya geçip, uzun yıllar Bekaa ve Kandil’de yaşadı. PKK’nın siyasi kanadında yer alan Fırat, Öcalan’ın isteğiyle 1999’da sekiz kişilik bir grupla birlikte Türkiye’ye teslim oldu. Muş Cezaevi’nde yattı. İnfaz yasasındaki değişiklik nedeniyle beş yıl sonra çıktı. İki yıldır Ankara’da yaşıyor. Fırat, Kürt sorunu üzerine çeşitli konferanslar veren Barış ve Demokratik Çözüm Grubu’nun üyesi.

NEDEN: Fırat’la Kandil’i, Bekaa’yı, Öcalan’ı, PKK’yı biliyor diye konuşmadık. “Herkese bazı çağrılarda bulunmak istiyorum” dediği için de Fırat’la konuştuk. Çünkü her kim, tek bir ana kuzusunun daha ölmemesi için bir sözcük eder, biz o bir sözcüğü bile dinleriz.

NE ZAMAN: 24 Ağustos.

NEREDE: VATAN’ın Ankara bürosunda.

Haberin Devamı