Gazete Vatan Logo

Sezen bütün eski sevgililerimin çocuklarına annelik yapar

Karım bile tartışırken “Beni bu ailede en çok Sezen seviyor” diyor

Sinan Özer’i çoğunuz Sezen Aksu’nun ilk eşi ve Mithat Can Özer’in babası olarak tanısanız da, o Türk yatçılığının duayenlerinden, Türk turizmini başlatan adamlardan biri... Henüz 18-19 yaşlarındayken Mick Jagger’a, Jean-Marie Le Pen’e tekne turu yaptıracak, Türkiye’de terör artınca Amerika’ya gidip Teksaslı petrol milyonerlerine Kapadokya turu satacak kadar girişimci bir ruha sahip. Hiçbir gün “Tamam, bu kadar yeter” demiyor, üretmeye yaratmaya devam ediyor. Geçen hafta Bodrum’un en lüks kara otellerinden LVZZ’yi açan Özer’le buluşup hikâyesini dinledik!

* Okurlarımız sizi Sezen Aksu’nun eski eşi ve Mithat Can’ın babası olarak tanıyor ama siz Türk yatçılığının duayenlerindensiniz. Yatçılığa başlamanız nasıl oldu?

1974’de Boğaziçi Üniversitesi’nde İş İdaresi okurken bir tekstil şirketinde çalışıyordum. O şirketin Fransa’da bir yat şirketi vardı. Başında da Prens Rainer’in kaptanı... Türkiye’ye geldi ve bana dedi ki, “Ben Rainer’in teknesini satın alıyorum. Ege’de charter yapacağım, Türkiye’de temsilcim olur musun?”

* Ne dediniz?

Kabul ettim hemen. Yazlarım Marmaris’te, Bodrum’da geçecek. Bir genç için daha eğlenceli bir iş olabilir mi? Ayrıca eğitimime de katkı... Daha ilk sene müthiş misafirlerimiz oldu. Fransa’nın faşist lideri Jean Marie Le Pen, Nureyev, Mick Jagger... Bu adamlarla aynı masada yemek yiyor, Murat 124’ümle onları gezdiriyor, Efes’e filan götürüyordum.

* O zaman Türkiye’de yatçılık diye bir iş bile yok değil mi?

Yok. Ben sevdiğim işin peşinden gitmek istedim. Deniz en büyük tutkumdu. 3-4 yıl böyle devam etti. Okulu bitirdim. O sıralar İtalyan bir kız arkadaşım vardı. O da çok maceraperestti. Köpeğimizi alıp, Bodrum’a yerleştik ve Bodrum Tur’u kurduk. Pamukkale ve Kapadokya’ya özel turlar yaptık, yıl 77-78...

“Annem ‘Sinan Boğaziçi’ni bitirip sandalcı oldu’ dedi”

* Anneniz babanız, itiraz etmedi mi?

Çok iyi yerlerden, iş teklifleri vardı. Babam acayip gururlanıyordu. Ben sırt çantamı takıp, sevgilimi alıp Bodrum’a yerleşince ortalık karıştı, tabii... Annem dedi ki, “Sinan Boğaziçi’ni bitirdi, sandalcı oldu.”

* Bodrum nasıl bir yer o zaman?

Sorma... Araba yok, yol yok. Gümbet’e filan çalılıkların arasından jiplerle gidilirdi. Türkbükü, Yalıkavak gibi yerler bilinmiyor bile... 1979’da Türkiye’de terör çok artınca, hiç turist gelmemeye başladı. Ben de Amerika’ya gittim ve bir şirketin yatçılık departmanını devralarak, tur pazarlamaya başladım.

* Genç yaşta ne kadar cesur ve girişimciymişsiniz!

Evet... İşi sevdiğim için devam etmenin bir yolunu buluyordum. Bu sefer Amerika’dan, Yunan Adaları’na, Türkiye’ye tur düzenlemeye başladım. Ama büyük mücadele... Chicago’ya gitmişim Türk kıyılarını anlatıyorum, oranın en büyük acentesi bana “Türkiye’nin kıyısı mı var?” diye soruyor. Teksaslı petrol milyonerlerine birkaç kez Kapadokya turu yapmayı başardım ama...

* Eee...

O ara 80 ihtilali oldu. 3 gün Türkiye’yle iletişim kuramadım. Kurduğumda da kısa dönem olarak askere çağrıldığımı öğrendim ve Türkiye’ye döndüm. Bir önceki yaz Sezen’le flört etmeye başlamıştım. Döndüğümde tekrar Sezen’le birlikte oldum. 81’de evlendim. Aynı sene Mithat Can doğdu ve Ege Yat’ı kurdum. 1981 yılı hayatımın ilklerinin yılıdır.

“Erol Simavi teleksini hediye etti tekne işine girdim

* Durun durun... En önemli kısmı çok kısa geçtiniz.

Biliyorum. Röportajlarımda Sezen’den bahsetmek istemiyorum. Hayatımın çok hoş bir dönemi o... Sezen benim hayatımın özel bir parçası ve öyle kalmasını istiyorum. Ama bundan kaçmaya da imkân yok. Herkes bunu soruyor. Şimdi de Mithat Can’ın babası olduk, biliyorsun. Kaderim böyle... (Gülüyor)

* Peki Ege Yat’ı nasıl kurdunuz?

Hayatta her şeyi okuyarak öğrenen bir tipim. Mesela kayak kaymayı... O kadar okudum ki, ayağıma kayakları taktığım an kaymaya başladım. Yatçılık ile ilgili de müthiş bir bilgi birikimim olmuştu. Zaten İşletme mezunuyum.
Tekne yapmaya başladık, aynı zamanda İngiliz bir şirketle ortak mürettebatsız tekne kiralama işini başlatmaya çalışıyorum. Ancak ciddi bir iletişim problemi var. Bodrum’a gelen turist telefon açmak için Kos’a gidiyor, düşün. Bodrum’da sadece bir teleks var. O da Erol Simavi’nin... Gittim “Erol Abi, bir İngiliz’in temsilciliğini alacağım ama adam iletişim problemi var diye yanaşmıyor. Bana yardımcı olur musun?” dedim. Kudretli bir adam, koskoca gazeteci... Dedi ki, “Al teleksi git!” İnanamadım. Hiç unutamam bu iyiliğini... Teleksi Kasım ayında bağlattım, Ocak başında Londra’daki yat fuarına gittim. Adamın karşısına geçtim ve teleks aldığımı söyledim. Hemen sekreterine “Kontratı getir” dedi.

* Ne hoş...

Öyle... Aynı dönemlerde yatçılığa Marmaris’te başlayanlar da var. Yeşil Marmaris Doğan Tugay, Motif Turizm Hamit Günal, Demir Duru ve ben... Dördümüz Türkiye’de turizmi başlattık. Hatta Türkiye’deki yat yönetmeliğini hep birlikte oturup benim teknenin kıçında yazdık. Ankara aradı, bizden yönetmelik yazmamızı istedi. Turizm Teşfik Kanunu çıkacak ama kanunu nasıl çıkaracaklarını dahi bilmiyorlardı.

* Sonra...

O ara Sezen’le ayrıldık ve tekrar Bodrum’a yerleştim. Turgut Özal başa geçti. İşler bir anda açıldı. 85’lerde, 5 limandan haftada 60-70 tekne kaldırıyorduk. 90’larda teknoloji değiştirdik. Ahşabı bıraktık, saça döndük. Şimdi dünyanın her yerine yılda 2-3 tekne yapıyoruz. Dubai Şeyhi Maktum’a tekne sattım en son. Aynı zamanda en büyük tekne brokerıyız. Alıyoruz, yeniliyoruz, satıyoruz.

“Sezen’le aşkımız denizde başladı Hayat denizde başlar, biliyorsun!”

* Sezen Aksu’yla işiniz sayesinde mi tanıştınız?

Öyle oldu. Milli basketçi Şakşak Mehmet burada yaşardı o zaman. Sezen de o sıralar yeni meşhur olmuş. “Şarkıcı bir kız var, Sezen... O geliyormuş Bodrum’a... Bir tekneyle çıkartsak”dedi, “Olur” dedim. O sırada Amerikalı bir sevgilim var. Ama Sezen’le tanışır tanışmaz aramızda bir elektrik oldu. Aşk da denizde başladı. Hayat denizde başlar biliyorsun. Fazla detaya girmeyelim. Hâlâ en yakın arkadaşım... Her şeyimizi paylaşırız.

* Zaten ortada çocuk olunca, o bağ hiç kopmuyor değil mi?

Hiç. Ben zırt pırt evlendim sonra... Her seferinde destek oldu bana. Sezen çok verici bir insandır.
Hâlâ eski sevgililerinin çocuklarına annelik yapar. Kızım Defne ile çok iyi geçinir.
Defne, annesiyle paylaşmadıklarını cici annesi ile paylaşır. Şimdi oğlum da Sezen’e “Cici Anne” demeye başladı. Bu ortamı yaratan Sezen’in kalbidir.

* Karınız bozulmuyor mu bu duruma?

21 yıldır evliyim. Hiç bozulmuyor. Onlar da çok iyi arkadaş.

Hatta bir tartışma sırasında eşim dedi ki, “Bu ailede beni en çok Sezen seviyor!”

* Peki çocukların arası nasıl?

Harika. Kızım abisi burada olduğu zaman İstanbul’a gider, yanında kalır. Mithat Can 30, Defne 17, küçük oğlum Sinan Can 8 yaşında... Gördüğün gibi her 10 yılda bir baba oluyorum. (Gülüyor)

“Mithat Can annesine benden daha çok benziyor, o da annesi gibi filozof ruhlu”

* Mithat Can’ın magazin basınında çok yer alması sizi rahatsız ediyor mu?

Mithat Can magazin basınında göründüğünün aksine, çok dengeli, büyüklerine saygılı, duru felsefesi olan bir çocuk. Bana çeken yanları da vardır ama esas annesine benziyor.
Sezen şarkıcı değil, filozof. Onun için mesajları halka bu kadar geçiyor, ondan bu kadar çok seviliyor.
Şarkı sözlerini çoğunlukla kendi yazar, kendi yazmadıklarını zannettiklerini de o yazar. Bu da bizim çocuğa geçmiş. İşinde de çok başarılıdır.

* Ne iş yapıyor?

Müzik okudu, beste yapıyor. İngiltere’de müzik eğitimine devam ederken, bir arkadaşıyla ortak kurye şirketi kurdu.
İyi paralar kazandı. Uzun zamandır ne annesinden, ne benden para almıyor. Annesinin son plağının prodüksiyonunu o yaptı biliyorsunuz. Gece gündüz çalıştı o iş için. Artık müzisyen olduğunu biliyoruz. Bir Amerika’ya gidecek herhalde...

* Boşandıktan sonra Mithat Can’ın yanında olabildiniz mi?

Mithat Can büyürken her ay İstanbul’a gittim. Oğlumu istediğim zaman, istediğim kadar gördüm.
Her buluştuğumuzda aynı yatakta sarmaş dolaş uyuduk. Şimdi de baba oğuldan ziyade arkadaş gibiyiz... İlk aşk acılarında hep ona destek oldum. İngiltere’deyken bile saatlerce telefonda konuşurduk.

* Ne güzel...

Sezen’in evi her zaman bana açık olduğu için oğlum büyürken hiç çemberin dışında kalmadım. Sezen’le zaten hayatımız boyunca, hiçbir konuda gerilim yaşamadık. Hani evli çiftler kavga eder ya, biz bir gün bile etmedik. Aksine birlikte olduğumuz süre boyunca acayip eğlendik, çok güldük.

“Büyük bir sanatçıyı taşımak, onunla aşk yaşamak güçtür”

* Sezen Aksu ile neden ayrıldınız?

Büyük bir sanatçıyı taşımak güç bir şey. Çok stresli ve anlık başarıların çok önemli olduğu bir dünya... Meşhur bir insanla aşk yaşamak da çok zor. Ben romantik bir adamım. Sokakta elele gezmek, sarılarak dolaşmak isterim.

* O zaman da paparazziler var mıydı?

Telefon yoktu ama teleobjektif vardı. (gülüyor) Bizi öyle yakaladılar zaten. Caddebostan’da bir kafede otururken teleobjektifle çekmişler. Bir anda manşetlerdeydik.

LVZZ Otel Bodrum’un en şık kara oteli oldu!

Sinan Özer’in otelinin ismi “Luzz”dan geliyor. Luzz İspanyolca “Yaşamın kaynağı ışık” demek... Latincede “u”, “v” diye yazılıyor. Özer, “Öyle oyunlu bir isim koyduk! Herkes anlamını merak ediyor. Ağır bir pazarlama taktiği yaptım orada... (gülüyor) Otel işine nasıl girdim derseniz... Bu arazi zaten vardı. Yat müşterilerimin kalabileceği kalitede bir otele ihtiyaç duyuyorduk Bodrum’un içinde...
Günde 3-10 bin Euro’ya tekne kiraladığım müşteriye otel tavsiyesinde bulunamıyorduk. Fikir buradan çıktı. Yatçılıktan geldiğimiz için detaylarda çok özenli olduk. Tüm ahşaplar Ege Yat’ta yapıldı. Odaları tekne dekorasyonundan yola çıkarak dekore ettik. Standart oda yok. Toplam 17 suit oda var.
Bir de Bodrumlular’ın spor salonuyla, sergileriyle, spa’sıyla, davetleriyle yaz-kış kulüp olarak kullanacağı bir alan yaratmak istedik. Tüm müzisyenler arkadaşım. Kışın bir de caz kulübü açacağız. Fiyatlar da gördüğünüz lükse göre çok uygun. 190 Euro’dan başlıyor fiyatlarımız... Ben çok pahalı şeyden hoşlanmıyorum. ‘Otelciyim’ de demiyorum. Bodrum için hoş bir şey yaptığıma inanıyorum sadece...” diyor.

Haberin Devamı