Biliyorsunuz, Şırnak-Van Karayolu yapımı nedeniyle PKK 18 Kasım’da tankerler, dozerler, kamyonlar dahil 9 iş makinasının bir kısmını yakıp uçurumdan yuvarlamış, işçileri toplayarak “Bu yol yapılmayacak, biz sizi daha önce ikaz ettik.. Üstlerimizden talimat aldık yaptırmayacağız” tehdidinde bulunmuştu.
Bu tehdidin sürmesi üzerine TSK’nın harekete geçtiği bildiriliyor. Peki nerede kaldı el ele tutuşmalar, barış söylemleri, kardeş kardeş yaşanacağı vaatleri? Çıkarlar ve bölgede hakimiyet kurma adımları söz konusu olunca hepsi bir anda bitiyor ve başa dönülüyor..
Halk sahipsiz..
Hükümet “Güneydoğu ve Doğu illerinde biz varız ama muhalefet partileri yok” sözünü sık sık tekrarladı, oysa bu öncelikle ülkeyi yöneten partinin üzülmesi gereken bir durumdur. Türkiye’nin her karış toprağı, her vatandaşın rahatça gireceği, her partinin bulunacağı şartlarda olmalıdır ve bunun sorumluluğu “devletin başındakilere” aittir. Biz giriyoruz, onlar giremiyor demek ancak devletin acziyetini ifade eder çünkü..
Sanıyorum yalnızca Türkiye’de değil, Anayasa Mahkemesi gibi görevi “parlamentoyu, iktidar partilerini, çıkacak yasaları denetlemek, demokrasiden ve tabii onu sağlayacak laik rejimden sapılmasını önlemek” olan bir yüksek mahkemeye sahip hiçbir ülkede Haşim Kılıç benzeri konuşmalar yapan bir başkan görülmemiştir bugüne kadar.
Öncelikle her ne kadar “yarı başkanlık” olarak kullanmışsa da söz konusu olan ve tartışılan “başkanlık sistemi” olduğuna göre bundan söz ediyor ve “Anayasayı değiştiremiyor ve başkanlık sistemine geçilemiyorsa cumhurbaşkanı yetkilerini iyice azaltarak sembolik hale getirmektir” diyor. Daha ilk cümlede çelişki var çünkü başkanlık sistemi “cumhurbaşkanı yerine gelecek olan başkana ‘Türkiye’deki mevcut sisteme göre’ olmayacak kadar çok yetki verecek bir sistem”di..
Bağımsız kurum yok!
Türkiye’de başkanlık sistemini imkansız kılan ne; “artık hükümet icraatlarını denetleyecek ‘bağımsız bir yargı’nın (medyanın, hiçbir kurumun) kalmayışı, muhalefet partilerinin denetleme ve uyarma görevini yapamaz hale getirilmesi, milletvekillerini liderlerin seçmesi nedeniyle Meclis’in tek liderin sözüyle hareket eder durumda olması”.. Yani Haşim Kılıç’ın konuşmasının devamında söz ettiği “kuvvetler ayrılığının artık mevcut olmaması”..
Kaç kez yazdım bugüne kadar, inanın hatırlayamıyorum ama son derece önemli bir gelişme var gözden kaçan, bu nedenle gerekirse 1000 kez daha yazacağım.
Neredeyse tüm TV kanalları akşam saatlerinde, en çok TV izlenen zaman diliminde “dizi” gösteriyorlar.. Öyle ki artık tam bir dizi manyağı olduk milletçe, benim içim bayılıyor eskiden bazılarını izlerdim artık hepsi birden itmeye başladı. “Neden” diye soracaksınız biliyorum, şundan; tamamı şiddet, gözyaşı, yalan, entrika üzerine kurulmuş ve zaten günlük yaşamımızda her alanda bunları izlerken akşamları da artık daha fazlasını kaldıracak hal kalmadı.
Silah, intihar, cinayet!
Severek izleyenlere diyeceğim yok, zevk meselesi.. Asıl konu şiddet.. Hangi kanala baksanız şiddet, bıçak, silah, cinayet, intihar.. Özellikle “silaha ve intihara özendirme” had safhada.. Birçok dizide “sevdiği başkasıyla evlenen” veya “başkasını seven” gençlerin intihar ettiği gösterildi, gösteriliyor.
Ana Muhalefet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü olan Haluk Koç yerel seçimlerde HDP ile ittifaka gidip gitmeyecekleri sorulduğunda “CHP her seçim bölgesinde kendi adaylarıyla seçime gidecek” demiş ama arkasından “CHP’nin temsil ettiği güçlü demokrasi arayışına destek verecek herkesin CHP’de yeri var” diye eklemiş. Bu cümlelerin ikisinin aynı anda uygulanabilmesi mümkündür, yani kendi adayıyla seçime gider ama istediği il veya ilçede bir başka partiyle anlaşma da yapabilir. Ama burada önemli olan Türkiye’de “iktidar partisine alternatif, seçmene bir başka şans verecek en büyük parti olarak canının istediğini yapıp yapamayacağı” dır. Ki cevap da “yapamayacağı” dır.
Bundan önceki seçimlerde halktan gelen “CHP-MHP ve baraj civarında ya da altında olan tüm partiler seçim ittifakı yapsın” taleplerini CHP de MHP de ısrarla reddettiler ve adeta muhalefete kendileri baştan razı oldular. Bu seçimlerde aynı taleplerin yine “gerçekleşmeyeceğini” belirttiler ve şimdi bula bula HDP ’yi, “PKK ile özdeşleştirilen ve kendini de PKK’dan ayırmayan” BDP ’nin kardeş partisini mi buldular? Referandum ve geçen seçim öncesinde, hiçbir ilgileri olmadığı halde, hatta durum tam tersi olduğu halde rakiplerinin “CHP-MHP-PKK yan yana” şeklindeki anti propagandalarını ne çabuk unutmuşlar?
Fazla söze gerek yok, bence buna benzer tek bir açıklama daha partilerinin işini bitirir, isterlerse denesinler! Türkiye’nin en zor dönemden geçtiği bu süreçte bir ittifak olacaksa “o bunun peşine takıldı, bu ona kuyruk oldu” benzeri kışkırtmalara kulak tıkayarak önce CHP-MHP ittifakıyla işe başlanmalıdır. Bahçeli de “öfkeyle kalkan zararla oturur” sözünü hatırlasın, ülke adına özveride bulunması gerekiyorsa bunu yapmalıdır!
Şahsi görüşün arkasında!Meclis Başkanvekili Sadık Yakut “kızlı erkeli eğitim büyük yanlış, bu yanlış önümüzdeki dönem düzeltilecek” dedi. Yoğun tepkiler üzerine “Bu benim ‘şahsi görüşümdür’ ve arkasındayım” dedi.. AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş da “Şahsi görüşünü dile getirmiş, böyle bir şey söz konusu değil” açıklamasını yaptı.Meclis adına!Sadık Yakut eğer sade bir milletvekili olsa şahsi görüşünü dile getirebilir ama “TBMM Başkanvekili” sıfatıyla “büyük yanlış önümüzdeki dönem düzeltilecek” diyorsa TBMM adına konuşuyor ve net olarak bunun yapılacağını topluma duyuruyor demektir. Böyle olduğu zaten açıktır ama Babam Mehmet Ünaldı çok uzun yıllar Adalet Partisi Senatörü ve “Cumhuriyet Senatosu Başkanvekili” olarak Meclis’te görev yaptığı için naçizane bu konuları daha da net olarak bilirim; bir Meclis Başkanı nasıl ki Meclis’i temsil etmesi nedeniyle “tarafsız ve dikkatli” konuşmak zorundaysa ona vekalet eden siyasetçiler de aynı konumdadır, “kendim adına” diye sonradan ekleyerek herşeyi söyleyemezler.Hele de “kız ve erkek aynı evde bulunamaz” gibi bir tartışma açılmasının tepkileri henüz dinmemişken!
Salı gecesi uykum kaçtı, Aytunç Altındal’ın Şakirin Camii’ndeki cenaze töreninde Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı konuşma aklıma takılmış kalmıştı.. Bu konuşma “Aytunç Altındal’ın vasiyeti”olarak aktarılmıştı ve “bir cenaze töreninde imam dışında birilerinin böyle bir konuşma yapılması hiç rastlanmayan bir durum” olsa da son isteği olan “tekbirlerle uğurlanma”-yı dile getirmesi nedeniyle güzeldi ama öte yanda çok önemli bir yanlış vardı..
Hayatını “laiklik- din-inanç” ilişkilerini doğru anlatmaya, öğretmeye adamış, bu konuda yurt dışı ve içinde -benim programım ‘Her Açıdan’ dahil- sayısız TV programında konuşmuş bir araştırmacı, bilimci olan Altındal hakkında tümüyle yanlış bir imaj yaratmakta, koca bir yaşamı “sadece iki cümle” ile silmekteydi. Acaba ben bu durumu yeterince açıklayabilmiş, arkadaşımın arkasından yapılan ciddi bir yanlışı düzelterek ona karşı görevimi yeterince yapabilmiş miydim?
Neden ‘sizdenim’ demez?
Onu seven, takdir edenlerden gelen teşekkür mektupları yaptığımı anlatıyor ama hala eksikler var bence.. Camide bulunan birçok kişi “sesi net duyurmayan mikrofon ve alçak ses tonunda konuşulması” nedeniyle, biraz da şaşkınlıktan söylenenlere fazla dikkat etmedi. Ama ben ettim. Önce “Ben sizdenim dedi”yi duyarak irkildim, acaba “kimlerden” olduğunu söyledi diyerek kulak kabarttım. “Ben sizdenim dedi, laik ve seküler biri olarak değil, Müslüman olarak anılmak ve tekbir getirilerek uğurlanmak istediğini söyledi” diyordu.. Birden ‘Yok artık, bunu kesinlikle söylemez o’ dediğimi hatırlıyorum.
Hepimizin göğsünde onun resmi ve altında kendi yazdığı “Miras” isimli şiiri vardı..
“Sana sözlerimi bırakıyorum, sevdiğim şarkıları da, ‘kal gitme bu akşam’la başlayan...
Seni, sana bırakıyorum, yerini ve yerimi değiştiriyorum, dilediğin öyküyü yaz ben gittikten sonra.
Adımı, sanımı, onurumu soyumu sopumu, yurdumu şifrelerimi ve kodlarımı bırakıyorum
Biz Barzani’yi krallar gibi karşıladık, devlet törenleri yaptık.. Bırakalım bugüne kadar Türk devletine kafa tutup hakaret ve tehditler yağdırmış olmasını ve bakalım bugün Barzani neyle meşgul..
Mesut Barzani “Irak Kürdistan Demokrat Partisi”nin lideri.. Tamam, bizim hükümet de zaten artık Irak Kürdistan’ını resmen tanıdığını ifade etti.. Ama işin devamı var maalesef, orada bitmiyor. Irak Kürdistanı, PKK, PYD; Suriye, Türkiye ve İran’dan da toprak alarak “4 parçalı büyük Kürdistan”ı kurmak istediklerini devamlı ifade ediyorlar. Ve sırf bu nedenle şimdi Barzani PYD’ye “talimatlarına uymadı” diye kızıyor, PKK ile “onun kolu olan PYD” arasında da sürtüşme olduğu tekrarlanıyor.
Barzani’yi dinleseydi..
Irak Kürdistan Demokrat Partisi Başkanlık Meclisi üyesi Ali Avni şöyle bir açıklama yapmış; “Suriye’de PYD Barzani’yi dinleseydi orada da 1 yıl içinde federasyon kurulurdu.. Ortadoğu şekilleniyor... Bizim derdimiz Rojova değil, ‘4 parçalı Kürdistan’ .. Biz Rojova’da federasyon kurulmasını ve Irak Kürt bölgesi gibi tarih sahnesinde yerini almasını istiyoruz. Rojova’da yanlış siyaset yapılırsa bizi de etkiler.” (Rojova Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin “Batı Kürdistan” dedikleri bölge, zaten Rojova “batı” anlamına geliyormuş.)
Başbakan Erdoğan’ın ilk kez Kuzey Irak Kürt Bölgesi için “Kürdistan” demesi, Kürdistan’ın varlığını Türkiye Başbakanı olarak resmen kabul etmesi tüm medyada manşet haber oldu ama TRT nedense haberi “Kürdistan dediği” şeklinde vermedi, “Bölgesel Kürt Yönetimi” olarak kullandı. Bir sakınca mı gördü, öyle mi istendi bilmiyoruz.
Barzani’nin Diyarbakır’a gelmesi, BDP ile AKP’nin yanında “çözüm sürecine destek vermesi” olarak kabul edildi, o da konuşmalarını bu yönde yaptı ama.. Her ne kadar “bir eleştiri getiren herkes” hemen “çözüm sürecini istemiyorlar, taş koyuyorlar” benzeri tepkilerle karşılaşır olduysa da dikkat çeken bir noktaya değinmek gerekiyor.
Kuzey Kürdistan!
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Mesut Barzani ’nin “Kuzey Kürdistan” vurgularına.. Baydemir Kürtçe yaptığı konuşmada Barzani’ye “Değerli başkanım, Kuzey Kürdistan’a hoş geldiniz” dedi.. “Bugün Güney Kürdistan’ın başkanı memleketi olan Amed ’de (Diyarbakır) dedi.. “Kürtler ittifak olursa Ortadoğu huzura kavuşacak” dedi..