Komşularımıza karşı olan görevlerimiz

26 Temmuz 2014

“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana, babaya, akrabaya, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve hizmetinizde bulunanlara iyilik edin. Allah, kendini beğenenleri, böbürlenenleri sevmez” (4 Nisa: 36).

Ayette çarpıcı bir şekilde okuyoruz ki, Allah’a ibadet etmek ve O’na ortak koşmamakla birlikte bildiriliyor, komşuya karşı görevlerimiz. Her din ve kültürde, bütün devirlerde, komşu haklarını düzenleyen ahlak kuralları yer alıyor. Yahudi kutsal kitabı

Tevrat’ta (Levililer: XIX, 18) yer alan 10 temel emirden biri, komşunu kendin gibi seveceksin emridir. Hristiyan kutsal kitabı İncil’de (Matta: XXIII, 36-40) Allah’ı bütün yüreğinle seveceksin, komşunu kendin gibi seveceksin emri vardır.

Akrabanıza iyilik edin

İnanan kimsenin iyiliği şüphesiz öncelikle anaya, babaya, evladına, eşine ve akrabalarınadır. Peygamberimiz: “Rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını isteyen akrabasına iyilik etsin, akrabalık bağını koparan cennete giremez” buyurmuştur. Fakat aynı zamanda buyurmuştur ki: “Bana vahiy getiren melek Cebrail komşu hakkı üzerine o kadar önemle durdu ki, neredeyse komşunun komşuya mirasçı yapılacağını sandım” (Buhari: Edep).

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilikte bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikramda bu-lunsun. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun” (Muslim: Birr).

Yapılmaması gerekenler

Sahabeden birisi peygamberimize, “Komşumun benim üzerimdeki hakkı nedir?” diye sorunca peygamberimiz şöyle cevap vermiş: “Hastalanınca ziyaret edersin. Ölürse cenazesiyle ilgilenirsin. Borç isterse verirsin, darda kalırsa yardım edersin. Bir hayır gelirse tebrik edersin. Bir musibete uğrarsa teselli edersin. Evinin damını onunkinden yüksek tutma ki, rüzgârını kesmeyesin. Tencerenden çıkan yemek kokusuyla ona eziyet etmeyesin, ya da ona o yemekten ikram edesin. Meyve alırsan ona pay ayır, bunu yapamıyorsan göstermeden taşıyıp getir ve ye. Çocuğun onunla dışarı çıkıp yerken komşu çocuğunu imrendirmesin” (Yusuf el-Kandehlevi, Hayatü’s sahabe: III, 1068). Komşuya yapılmaması gereken büyük günahlar ise evine, bahçesine, hayvanına vb. zarar vermek, ırzına, namusuna tecavüz etmek, aile sırlarını yaymaktır. Özellikle komşunun namusuna zarar vermek, Allah’a ortak koşmak ve çocuklarını öldürmekten sonraki en büyük günahtır (Buhari: Edep, 20).

Devamını Oku

Şartsız iyilik

25 Temmuz 2014

Hikâyeler eğitimde, davranış geliştirmenin vazgeçilmez yardımcıları olarak değerlendirilmiştir. Özellikle okula ve öğretmene ulaşılamayan zamanlarda hikâyeler, okulun ve öğretmenin onlara ulaşan sesleri ve sözler olmuştur, denilebilir. Hikâyeler öyle kalıcı olmuştur ki, onları bugün dahi işitmek ve dinlemek mümkündür. Edebi bir tür olarak hikâyeler, yaşanmış veya yaşanması mümkün olayların anlatımıdır. Dini olan hikâyelerin yaşanmış olduğuna inanılır. Misafirperverlikle ilgili şu hikâye bir örnektir:

‘Niçin misafirini kovdun?’

Hz. İbrahim’in misafirperverliği dillere destandır. O, kendi başınayken mütevazı bir sofrada karnını doyururken misafiri olacağı zaman zengin bir sofra kurmaya özen gösterirmiş. Sofrası zengin olduğunda da mutlaka misafir ister, sık sık da yoldan geçenleri yemeğe çağırırmış. Bir gün yine yoldan geçen bir yabancıyı sofrasına çağırmış. Adam açmış, çağrıyı kabul etmiş, oturmuş. Herhangi şekilde dua etmeden, Allah adını anmadan yemeğe girişince Hz. İbrahim adamın elini tutmuş, “Dur bakalım, bismillah de öyle başla” demiş. Adam, “Fakat ben Allah’a inanmıyorum ki” demiş. O zaman Hz. İbrahim, “Nimeti vereni anmayan benimle yemek yiyemez” demiş. Adam kalkmış, selam vermeden çıkmış gitmiş. Bunun üzerine Allah, Hz. İbrahim’e “Niçin misafirini kovdun?” diye sormuş. Hz. İbrahim demiş ki: “O, nimetleri veren olarak senin adını anmak istemedi, onun için.” Allah, Hz. İbrahim’i uyarmış: “Dostum İbrahim, vereceğin bir yudum ekmeği nasıl olur da böyle bir şarta bağlarsın? Ben güneşi, inanan inanmayan tüm insanların üzerine doğduruyorum. Yağmuru inanan inanmayan herkes için yağdırıyorum. Kalk misafirini geri getir!”

‘Bana Rabbinden bahset’

Hz. İbrahim yaptığından utanmış, yabancıyı geri getirmek üzere çıkmış, yabancıyı izlemeye başlamış. Yabancı, Hz. İbrahim’i arkasında fark edince kendisinin nazik davranmadığını fakat ev sahibinin de kendisinin peşine düşecek kadar fanatik olduğunu düşünmüş ve mümkün olduğu kadar hızlandırmış yürüyüşünü. Hz. İbrahim de hızlanmış ve nefes nefese seslenmiş adamın arkasından: “Kaçma, senden özür dilemek istiyorum. Allah beni, sana davranışımdan dolayı azarladı ve seni geri getirip tekrar ikram etmem için görevlendirdi. Çünkü kendisi de nimetlerini şartsız olarak vermektedir.” Bunu üzerine yabancı dönmüş, çağrıyı kabul etmiş. Karnını doyurmuş ve düşünmeye başlamış. “Benim yüzümden elçisini azarlayan bir Allah’ı yakından tanıyıp öğrenmek isterim. Bana Rabbinden bahset” diye rica etmiş Hz. İbrahim’e.

Haydi, mütevazı olalım

Her türlü ihtiyacın önemli boyutlarda artmış olduğu zamanımızda, ülkemizde ve çevremizde bu güzel hikâyeleri birbirimize anlatıp hatırlatmanın önemi büyüyor. Bu tür hikâyeler bütün dinlerde bulunuyor ve çok kültürlü ortamda birimiz bunlardan birini anlatınca diğerlerinin benzerlerini anlatmaya başladığına şahit oluyoruz. İnsan köklerimizi hatırlıyoruz. Haydi, mütevazı olalım, iyilikte Rabbimize benzemek için şartsız yarışalım

Devamını Oku

Barış imkânsız mıdır?

24 Temmuz 2014

Barış, sırf söz olarak bile, öyle müspet çağrışımlar yapıyor ki, en ümitsiz insana bir ümit kapısının açılabileceğini vadediyor. İnsanın içinde barış ideal olarak var görünüyor, öyleyse bizim onu geliştirmek için olanca gücümüzle harekete geçmemiz gerekir. Eğitimin görevi, insanın içindeki eğilimleri keşfedip geliştirmeye çalışmak, insandaki yaratılışı gerçekleştirmektir. Fakat insanın içinde barışın tam tersi, ona taban tabana zıt, savaş, yıkma-bozma, zarar verme eğilimleri de var. İnsanın içinde gelişmemiş halde pek çok eğilim var. Bunların karşılıklı olarak birbirine zarar vermeyecek şekilde yönünü bulup gelişmesi öyle kendiliğinden olacak bir iş değil, kendiliğindenliğe bırakılacak bir iş de değil. İnsan buna erişmek için sürekli çabalamak zorunda. Ayrıca tek tek insanların buna erişmiş olması da yetmiyor, bütün insan soyunun bu amaç için çabalaması gerekiyor.

Öğretilenlerin kullanımı

İnsanın üstlenebileceği ve kendini adayabileceği en önemli ve en güç sorun eğitimdir. Ne iyilik ne kötülük insanın içinde tohumlar halinde mevcuttur fakat her ikisine de çekilebilecek eğilimler, kabiliyetler vardır. Bu yüzden eğitimde usuller (metot) yavaş fakat sürekli gelişme halinde olmalıdır. Gelişme, her neslin devraldığı tecrübe biri-kimini kendinden sonrakine devretmezden evvel ona kendi tecrübesinden bir şeyleri ilave etmesi halinde ortaya çıkacaktır. Öğretilenlerin doğru kullanımının öğretilmesi daha da önemli-dir, buna talim ve terbiye diyoruz.

Serkeşlik telafi edilemez

Keşifler icatlar bize yeni yaşama biçimleri, teknikler kazandırabilir fakat bunların doğru kullanımı olan talim ve terbiye ihmal edilmişse onun meydana getireceği zararlar, eğitim öğretimin ihmalinden daha büyük kötülük olacaktır. Öğrenilenlerdeki eksiklik daha sonra telafi edilebilir fakat talim ve terbiye ihmal edilmişse onun sonucu olacak serkeşlik ve kural tanımazlık hiçbir zaman telafi edilemez.

Evrensel mükemmellik

Anne babalar ve yöneticiler yerel iyilik ve başarıyla yetinmemeli, evrensel iyiyi ve mükemmelliği de hedeflemelidirler. Evrensel iyilik yerel menfaate aykırı olabilir mi? Bu soruya “hayır” diyoruz çünkü iyi eğitim sayesinde dünyadaki iyilikler çoğalır, kötülükler azalır. “Kötülük kendi başına varlık sahibi değildir” demiştir İbn Sina (980-1037), kötülük sadece denetim haline alınmamış, kötü yönlendirilmiş kabiliyetlerin sonucunda ortaya çıkan şeydir.

Devamını Oku

Kadir Gecesi yaşandı

23 Temmuz 2014

Dün akşam Kadir Gecesi’ydi. Ne dualar ettik, Rabbimiz kabul eyleye. Şimdi Rabbimizin öğütlerini unutmama zamanı! Rabbimiz buyuruyor ki: Rabbiniz, yalnız kendisine tapmanızı ve anne babaya iyilik etmenizi buyurur. Yakına, düşküne, yolcuya hakkını verin. Eğer yoksulluk sebebiyle ihtiyaç sahiplerine ilgisiz kalırsanız, onlara yumuşak, yatıştırıcı sözler söyleyin. Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Zinaya yaklaşmayın. Allah’ın haram kıldığı cana, hukuki bir yargı olmaksızın kıymayın. Yetimim malına, ergin yaşa ulaşana kadar el sürmeyin. Ahdinizi yerine getirin. Bir şeyi ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun, doğru teraziyle tartın. Bilmediğiniz şeyin ardına düşmeyin, kulak, göz ve kalp o şeyden sorumlu olur. Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin, ne yeri delebilir ne dağlara ulaşabilirsiniz (17 İsra: 2239).

İyi ve güzel davranışlar

Öğütlerin başında Allah’ın birliğine iman ilkesi yer alıyor, sonra imana bağlanması gereken iyi ve güzel davranışlar sıralanıyor. İslam’da yetim kavramı başlı başına hassas bir konudur ve her mümini duygulandırır. Yetim hakkı akan suları durdurur. Peygamberimizin yetim çocuklara karşı özel bir şefkati vardı. Kendisi de yetim büyümüş olduğu için yetimliğin ne kadar zor olduğunu tecrübesiyle biliyordu. Mekkeliler arasında büyük itibar sahibi olup İslam düşmanlığı sebebiyle “Ebu Cehil” takma adıyla ünlü Amr b. Hişam el-Mugira, bir yetimin vasisiydi. Çocuk reşit olana kadar malını o idare ediyordu fakat çocuğa malından harçlık vermekte çok cimri davranıyor, çocuğa eziyet ediyordu.

Yetimin hakkını verdi

Bir gün çocuk yine muhtaç halde geldi fakat Ebu Cehil onu, “daha sonra gel” diye azarlayarak kovdu. Çevresindeki yardakçılarından biri, eğlence olsun diye “Muhammed’e git, o sana yardımcı olsun” dedi. Çocuk gitti, halini anlattı. Hz. Muhammed çocuğu yanına aldı. Ebu Cehil’in olduğu yere vardı. Ona, yetimin hakkını vermesini söyledi. Ebu Cehil hiç itiraz etmeden yetime hakkını verdi. Etrafındakiler şaşırdılar, “ne oldu, hani biraz eğlenecektik” dediler. Ebu Cehil, “Benim gördüğümü görseydiniz, siz de aynı şeyi yapardınız” dedi. “Ne gördün” dediler. “Arkasında korkutucu bir kalabalık vardı, beni hedef almışlardı” dedi.

Çocukları korumasına aldı

Peygamberimiz, Ümmü Seleme isimli sahabe hanımla evlendiğinde, kadının dört yetimi vardı. Evlenmeye razı olmak istememişti. O, kocasıyla birlikte Habeşistan’a gidip dönen, sonra Medine’ye göç edenlerdendi. Çocukların babası Ebu Seleme, Uhud Savaşı’nda şehit düşmüştü. Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’yi nikâhına, çocuklarını da korumasına almıştı. Çocukların öz babalarını aratmayacak bir şefkat gördükleri kaydedilmiştir. Ümmü Seleme de “sahabenin meşhur âlimlerinden” olmuştur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Cennetin kapısını açmak üzere hazırlanırım da, bir kadının benden önce hazırlandığını görürüm. Sen kimsin, diye sorarım. Kadın der ki, ben dünyadayken yetim kalan çocuklarımın başını beklemiş bir kadınım!”

Devamını Oku

Şereflendirilmiş gün: KADİR

22 Temmuz 2014

“Biz bu Kuranı Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi nedir, bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh, Rablerinin izniyle bölük bölük inerler. O gece tan yeri ağarana kadar bir esenliktir.”
Kadir Gecesi, Kuran’ın indirilmeye başlandığı gecedir. Şüphesiz Kuran 23 yıl boyunca indirilmekte devam etmiştir ve o yıllar boyunca da Kadir geceleri yaşanmıştır. Ancak ilk gecedir o geceyi diğer gecelerden farklı kılıp Kadir Gecesi yapan. İlk geceden sonraki bütün geceler o ilk gecenin yıldönümleridir, kutlamalarıdır. Hz. Peygamber bu gecenin hiç unutulmamasını istemiştir. Kuran, insanların çatışmaları, düşmanlıkları bırakıp barış düzenine geçmelerini öğütlemiştir. Kuran’ı inanarak ve anlayarak okuyanlar, barış ve güvenlik için çalışmanın önemini anlarlar ve bu alanda kendilerinin neler yapabileceğini düşünürler ve onu yapmaya hemen başlarlar. Nice Kadir geceleri yaşanmıştır ve yaşanmaktadır da, müminlerin pek çoğu yine de birbirlerine yabancı gözüyle bakmayı sürdürmekte, birbirlerine güven vermemekte, birbirlerine göstermeleri gereken saygıyı göstermemekte, korumayı sağlayamamakta, kıyımı önleyememektedirler.
İbadetin sahası çok geniştir
Yapılan ve yapılmaya başlanan iyi işlerin, bin ay süreyle yapılmış gibi, bin katıyla değerlendirileceği bu gecede müminler, ibadette kendi kendileriyle yarışa girerler. Çoğu zaman sorarlar, “Ne yapmalıyım? Nasıl yapmalıyım?” diye. Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “İbadet yetmiş nevidir, en faziletlisi helal kazanmaktır.” Demek ki, öncelikle kazanma tarzımızı gözden geçireceğiz ve bir ayıklama yapmaya karar vereceğiz. Kazancı helalleştirmek birinci ibadet olacak. Unutmayalım ki, ibadet denilince sadece namaz, oruç, hac, zekât anlaşılmayacak. Fakat yetmiş tür ibadet neler olabilir diye düşünülecek. Hz. Peygamber buyuruyor ki, hasta bir insanı ziyaret etmek ibadet, susuz bir hayvanı sulayıp, aç bir hayvanı doyurmak ibadet, yetimin başını okşamak, sırtına bir elbise giydirmek ibadettir. Ana-babaya, komşulara ilgi gösterip ihtiyaçlarını gidermek ibadettir. İbadetin sahası çok geniştir, Allah rızası gözetilerek yapılan her iş bir ibadettir. İbadet kalpte-ki imanın bir işareti ve görüntüsüdür.
Nereden nereye gelebilmişiz
İbadetler kalplere Allah sevgisini yerleştirmek, her an Allah’ı hatırlamak, şefkat ve merhamet duygularını geliştirmek, haklara riayet etme duygularını kuvvetlendirmek, incitici davranış ve düşüncelerden arınmak yönünden önemli yardımcılardır. Ramazan boyunca zaten bu özellikleri elde etmek için çalışılmıştır. Şimdi, Kadir Gecesi’nde bir muhasebe yapılacaktır, bakalım yapılan ibadetler müminleri ne derecede değiştirebilmiştir! Kadir Gecesi’ndeki artırmalarla ve bin aylık ikramiyelerle nereden nereye gelebilmişiz! Savaşlar, kinler, her türlü acımasızlıklar bu gece ve sonrasında da devam edecekse Allah’ın bizden niçin razı olmadığını, eksiğimizin ne olduğunu düşünmemiz gerekecektir.

Devamını Oku

İslam cahilliğe karşı

21 Temmuz 2014

Kuran-ı Kerim kendinden önceki dönemi cahillik, bilgisizlik olarak adlandırmıştır. Bu döneme cahillik denilmesinin sebebi, bu dönemde yaşayan insanların sadece bilgice eksikliği değildir. Onlar pek çok şeyi biliyorlardı. Mesela ticaretle ilgili ince hesaplarda, faiz hesaplarında devirlerinin bankacılarıydılar denilebilir. Cahilliğin anlamı sadece sözlüklerde yer aldığı üzere bilgisizlik, bilgiden mahrum olma değildir. Şüphesiz ilk akla gelmesi gereken anlamı budur. Mesela Hz. Peygamber, oruç ve namazla ilgili vakitleri sahabesine anlatırken, “Biz bilgisi olmayan bir topluluğuz, o yüzden ben size ellerimle güneşin hareketlerine göre işaretler yapıyorum” buyurmuştur. Bu sözle anlatılan şüphesiz, gökbilimle ilgili bilginin yetersizliğidir.
Erdemin ve faziletin zıddı
Kuran-ı Kerim ayetlerinden çıkarılan yorumlar göstermektedir ki, cahillik aynı zamanda merhametsizliktir, Arapça tabirle “hilmin” zıddıdır. Bir başka deyişle cahillik zulümdür. Filozofumuz Farabi’nin “Medine-tül Fazıla” isimli eserinde belirtmiş olduğu üzere cahillik, erdemin ve faziletin zıddıdır. Kuran’da cahilliğin kaynakları olarak birinci derecede sorgulama yetersizliği, çoğunluğu taklit ve atalara (geleneğe) uymak gösterilir:
Kitaba ve peygambere uyun
“Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak başkalarının zannına uymaktadırlar ve sadece tahminde bulunuyorlar” (6 Enam:116 ). “Onlar, utanç verici bir şey yaptıkları zaman, babalarımızı böyle yapar bulduk, Allah bize bunu emretmiştir, derler. Sen de ki, Allah utanç verici işleri emretmez. Allah’a bilmediğiniz şeyleri mi yakıştırıyorsunuz?” (7 Araf: 28 ). “Onlara, gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun dendiğinde, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter derler. Ya ataları doğru yolda olmayan, cahil kimseler idiyseler? Ey İnananlar! Siz kendinizden sorumlusunuz, doğru yolda iseniz sapkınlar size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir” (5 Maide: 104-105).
Kalpsizliğin telafisi yoktur
Cahilliğin ikinci derecedeki kaynakları, acele karar vererek zanna ve nefsin ayartmalarına uymak gösterilir:
“Onların çoğu zanna uyarlar, oysa zan, hakikatin yerini tutamaz. Allah, onların yaptıklarını bütünüyle bilmektedir” (10 Yunus: 36 ). “Eğer Rahman dilemiş olmasaydı, biz bunlara (putlara) asla tapmazdık derler. Buna dair hiç bir bilgileri yoktur, sadece zannediyorlar” (43 Zuhruf: 20 ).
Nefislerinin ayartmalarına uyanları, uyarmanın zorluğuna karşı, Hz. Peygamber uyarılmıştır: “Aralarında seni dinler gibi olanlar vardır, sen akıllarını kullanmayan sağırlara işittirebilir misin? Aralarında sana bakıp duranlar vardır, sen bakar-körleri hidayete erdirebilir misin?” (10 Yunus: 42-43).
Bilgi eksikliğiyle yapılan yanlışı Allah affediyor çünkü onun düzeltilmesi mümkündür, gördüğü halde görmezden gelmenin, kalpsizliğin ise telafisi yoktur, onu affetmiyor Allah.

Devamını Oku

‘Gelin tanış olalım’

20 Temmuz 2014

Bugün dünyada dinlerin ve kültürlerin önemi artıyor çünkü farklı dinlerin ve kültürlerin bağlıları mekân olarak birbirlerine çok yakınlaştılar. Müslümanların da Hristiyanların da Budistlerin de hem sayısı hem girişkenliği artıyor. Bir meydan okuma dinlerin temeline yönelmiş durumda: “Tanrı’nın birliği-insanlığın birliği.” Artık dünya “cemaatlerden oluşan bir cemaat” halinde bütünleşiyor. Biz kabul etmek istemesek de bu bir emrivaki. Ancak cemaatler arasında, birbirine zarar vermeden yaşamak nasıl mümkün olacak, Hristiyanlar mı, Müslümanlar mı, Budistler mi, hangi büyük din buna yol gösterebilecek? Farklılıkları tanıyarak bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.

Herkes bilgilendirilmelidir

Bazı öneriler var. Eğitim, barbarlığın önlenmesi için kullanılmalıdır, farklı düşünenleri ortadan kaldırmanın çıkar yol olmadığı öğretilmelidir. Sevgi, genel eğitimin bir parçası yapılmalıdır. Sevgisizlik, başkasıyla kendini ilişkilendirmemek, kendini başkasının yerine koymamak, anlamaya çalışmamak eksikliğimizdir. Başkasının duygularını hissetme kabiliyeti geliştirilmelidir. Kişi kendi seçimini kendi yapmayı, çoğunluğun peşinden gitmemeyi öğrendiği gibi başkasının da böyle yapma hakkının olması gerektiğini öğrenmelidir. Hem örgün eğitimle hem yaygın eğitimle bu konuda herkesin bilgilendirilmesi önemlidir.

Reddetmek çözüm olamaz

Anlaşmazlıkları ve çatışmaları bir şekilde kabullenmeye çevirmek de gereklidir çünkü bazı anlaşmazlıklar çözülemeyecektir. Reddetmek, unutmak, unutturmak çözüm olamaz. Bizim çok geniş bir Alevi cemaatimiz vardır ki, onu bir türlü nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Onlar kendileri de kendilerini isimlendirmekte güçlük çekiyorlar. Fakat şurası kesin ki, onlar büyük İslam ümmetindendirler. Hz. Peygamber’in üzerinde birleşilmesini istediği güzel kelime “Kelime-i Tevhid-Allah’ın Birliği” onların da inançlarının temelidir. Daha ne istiyoruz? Onlar Hz. Âdem’den beri Allah dini olan Müslümanlık’ta kardeşlerimizdir. Bırakalım ibadetlerini en güzel şekilde yapsınlar. Onlar bizi öğrensin biz onları öğrenelim, “tanış olalım, işi kolay tutalım.”

Karşılıklı saygı ve yardım

Dinler ve kültürler arası çalışma-ların yapıldığı bir toplantıda “karşı-lıklılık” kavramı üzerinde uzun uzun durulmuştu. Karşılıklılık kelimesi kullanıldığında kastedilen, karşılıklı saygıya ve yardıma dayalı bir ilişki olmalıdır. Yoksa bir inanç grubunun diğerine yaptığı adaletsiz ve katı davranışın diğer grubun aynı şekilde davranışıyla karşılanması olmamalıdır. Karşılıklılık, kısas anlamına gelebiliyor. O zaman ilişkiler sürekli “biz ve onlar”, “sen bana nasılsan ben de sana öyle” ahlakına indirgeniyor. Bunun ötesine geçilebilmelidir. Bizler düşmanlığa değil uzlaşmaya götürecek bir İslam anlayış ve davranışı için çabalamalı, özellikle lider olacakları buna hazırlamalıyız. Gerçek bilginin yerini hiç bir şey tutamaz.

Devamını Oku

Mezhepler-arası öğretimin imkânı

19 Temmuz 2014

Türkiye’de Din Bilgisi dersi okullarda mecburi dersler arasında okutulmaya başlanınca (1982) adının Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi olarak belirlenmesinin sebebi, bu dersin mezheplerden birini dayatmayacak, aksine mezheplerin hepsine temel olacak, genel bir İslam din ve ahlak kültürü vereceğini garanti etmekti. Bu amaca hangi ölçüde erişildiği tartışılabilir. Fakat Türkiye eğitim politikasının izlediği bu yol, çağına göre önde olan, takdire değer bir yoldur.

Geriye değil ileriye bakalım

Türkiye’de mezhepler üstü olarak son derecede ileri bir uygulamadan ne yazık ki dönülme eğilimleri vardır. Avrupa’nın çoktandır uyguladığı fakat zararını görerek dönmeye çabaladığı, mezheplere göre din öğretimini mi miras alacağız? Bize düşen, geriye değil ileriye bakarak çeşitlilikte birliği sağlayacak olan, mezhepler arası öğretime, daha sonra da dinler arası öğretime geçmektir.

Yeni çabalar göstermeliyiz

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarının ve diğer derslerin kitaplarının bu zihniyetle gözden geçirilmesi gerekecektir. Sadece ders kitaplarının değil, cami vaaz ve hutbelerinin de bu doğrultuda yeniden yapılanması bir ihtiyaçtır. Merkezde, Din İşleri Yüksek Kurulu ile ilahiyat fakültelerinin vilayetlerde, müftülerle din görevlilerinin ortak çalışmalar yaparak yeni ihtiyaçlara uygun yeni bilgiler üretme ve davranışlar geliştirme çalışmaları başlamalıdır. Barışın ve hoşgörünün gerçekleşmesi için doğru bilgiye ve ilgiye dayalı yeni çabalara girişmeliyiz. Mezheplerin doğuşu ve gelişmesiyle ilgili bilgi aktarımları göstermelidir ki, onlar dinin ilkeleriyle ilgili en doğru yolu ve yorumu bulma çabalarının ürünleridir, ayrılıkları pekiştirmenin değil.

İslam hakkındaki temel bilgi

Mezheplerin doğuşu ve gelişmesiyle İslam dininin telkin ettiği bütüncü görüşün birlikte işlenmesinden, olumlu sonuçlar alınabileceği kanaatindeyim. İslam hakkındaki temel bilgi, mezheplerin ana ilkeleri açısından, temel eğitim seviyesinde verildikten sonra ortaöğretimde, şüphesiz daha önce aile içinde ayrıntılara girilebilir. Mezheplere göre ayrı kiliselerin ve derslerin olduğu Hristiyan ülkelerde mezhepler arası ayrılıklar giderek büyümüş, mezhepler ayrı dinler manzarası almışlardır. Artık tartışılan mezhepler-arası, kültürler-arası, hatta dinler-arası din öğretimin şeklidir. Farklı din ve kültürlere bağlı insanların bir arada yaşadığı günümüzde, aynı okula giden çocukların, dinlerine veya mezheplerine göre ayrı sınıflarda değil, aynı sınıfta, farklılıklarının bilincine vardırılarak, nasıl barış içinde yaşayacakları-nın deneyimini kazanmalarıdır.

Devamını Oku