Kısa anlatım dâhisiydi...

Haberin Devamı

Pencerelerini hayata yıllar önce kapatmış büyük yazar Haldun Taner de “kısa ve öz anlatım” ustasıydı. Bir yazısında “zamanı” şöyle anlatıyordu: En gergin tenleri kırış kırış eden, en parlak bakışları donuklaştıran, en uyanık zekâları bulandıran zaman, gemilerin de çeliğini, motor gücünü, koordinasyon yeteneğini yıpratıyor, yaşlandırıyor.

Zaman acımasız elek.

Turhan Ağabey’i de eledi.

Her şeye dokunan; dağı, taşı, kayayı, buzu eriten zaman Turhan Selçuk’un “çizgisine” dokunamadı, onu yıpratamadı, yaşlandırmaya gücü yetmedi. Turhan Ağabey için, “Çizgi dâhisi” diyorlar, bana söz düşse; “Kısa anlatım dâhisi” derdim. Üç çizgiyle şiiri, iki çizgiyle aşkı, beş çizgiyle hüznü, altı çizgiyle muzipliği, sekiz çizgiyle inadı, on çizgiyle ürkekliği, tek çizgiyle de neşeyi anlatabiliyordu.

Hep özenmişimdir.

Onun iki çizgiyle, üç çizgiyle, beş çizgiyle anlatabildiği; sömürüye karşı direnmeyi, emeğe saygı duymayı, yurdu sevmeyi, hadsize haddini bildirmeyi, öksüze elbise giydirmeyi, avantacılara Osmanlı tokadı savurmayı, yobazlığa tükürmeyi, geriliğe, din istismarcılığına, zulme, ötekileştirme ve aşağılamaya karşı durabilmeyi ben de iki kelime ile üç kelime ya da en fazla beş kelime ile anlatabilmeyi hep istemiş, arzulamış, denemişimidir.

***


İstemekle olmuyor.

Kısa anlatım dâhisi olabilmek için; tek başına başaran, torpilsiz, arkasız, bütün hayatını kâğıtlara, divit ucuna ve mürekkep hokkasına zincirleyerek ve çalışarak başarmak gerekiyor. Onu yakından tanıyanlardan dinlediğim kadarıyla en büyük sermayesi, çizgisini sadeleştirmek ve çalışkanlıktı.

Çizgiyle güldürmek.

Çizgiyle düşündürmek.

Çizgiyle yerli, bizim kumaşımızdan bir mizah; nereden baksan biçimi değil içi ve özü açısından gidiyor gidiyor Nasrettin Hoca’ya, Keloğlan’a, İncili Çavuş’a, Karagöz-Hacivat’a bağlanıyor ve gelip Abdi’ye, Dümbüllü’ye, Hamdi’ye ve Aziz Nesin’e çıkıyor. Bildiğim kadarıyla, Turhan Selçuk’un “Abdülcanbaz”ı; Nasrettin Hoca’dan Hacivat’a, Dümbüllü’den Hamdi’ye yüzde yüz yerli olmayı kucaklama ihtiyacından çıktı. Milliyet Gazetesi’nin Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin gazetede yarım sayfa olarak yayınlanmakta olan bir yabancı çizgi romanın yerine yerlisini koyma isteği; Aziz Nesin’in biraz hilekâr, biraz düzenbaz, biraz çapkın Abdülcanbaz tipini yazıyla yaratması, Turhan Selçuk’un da ona çizgiyle can vermesiyle bulundu. Ve Abdülcanbaz’la birlikte aynı karelerin kişilikleri olan; Karanfil Hoca, Tarzan, Fettah, Fayrabi, Gözlüklü Sami ile diğerleri hep yerli, bizden tiplerdi.

Şarlo’ya acırdık.

Abdülcanbaz’a güldük.

Niçin?

Abdülcanbaz bizden olduğu için.

***


Çizginin heykelini yaptı.

Çizgiden bir taş yarattı.

Taşı yerden aldı.

Sömürünün, emeğe saygısızlığın, hadsizliğin, avantacılığın, yobazlığın, tembelliğin, devleti soymanın, hazineden geçinmenin, geriliğin, din istismarcılığının, darbeciliğin, zulmün, işkencenin, ötekileştirme ve aşağılamanın camekânına atıp parçaladı.

Kısa anlatım ustasıydı.

DİĞER YENİ YAZILAR