Reel ücretler düzeyi hâlâ 2000’in altında

Madem Maastricht Kriterleri diyoruz. O zaman faiz neden yüzde 20’ler seviyesinde. AB içinde faizde de bir kriter var ve biz kuralın yanından bile geçemiyoruz

Haberin Devamı

Madem Maastricht Kriterleri diyoruz. O zaman faiz neden yüzde 20’ler seviyesinde. AB içinde faizde de bir kriter var ve biz kuralın yanından bile geçemiyoruz.

Başbakan’a göre ekonomide işler iyi gidiyor. Maastricht Kriterleri’nden bile iyi sonuçlar alındı. Borçlar azalıyor. 2013’te kişi başına 10 bin dolarlık gelir düzeyine erişeceğiz. Bütün bunlar güzel de, “Bu mucize halka neden yansımıyor” sorusuna yanıt yok. Halk son dört yılda toplam yüzde 30’u aşan reel büyümeden, azalan borçlardan, 5.300 dolara erişen kişi başına düşen gelirden, tek haneye inen enflasyondan kendisine, ailesine ve etrafına düşen payı arıyor. Bulamıyor.

Alınan sonuçlar kuşkusuz önemli. Kamu maliyesindeki disiplin, tek haneli enflasyon, hızlanan özelleştirme ve gerçekleştirilen yapısal reformlar Türkiye ekonomisindeki kırılganlıkları azalttı. Ancak bütün bunlar, üç-dört kriz atlatsa da, 2000 yılında Ecevit hükümeti iş başındayken uygulamaya konulan IMF destekli programın beklenen sonuçları.

Bunun ötesinde uluslararası konjonktürde yaşanan olumlu hava, oluşan fazla likidite, enflasyon oranlarındaki genel düşüş eğilimi ve Türkiye’nin jeopolitik konumu programlanan sonuçların alınmasına yardımcı oldu. Ancak bu olumlu gelişmeler halkın büyük çoğunluğuna yansımıyor. Kanımca, bunun genelde üç nedeni var.

1. Reel ücretlerin düzeyi hâlâ 2000 yılının altında. 2000 yılının son çeyreğinde 108 olan imalat sanayinde çalışanların reel ücret endeksi, 2006 yılının üçüncü çeyreğinde 93.4 olarak gerçekleşmiş. AKP’nin iktidar olduğu 2002 sonunda ise aynı endeks 88 değerine sahipmiş.

2. Son 10 yılda gelir dağılımı eşitsizliğinde azalış gözlense bile, bölüşüm bozukluğu devam ediyor. En son verilere göre, gelir düzeyi en üst dilimde bulunan yüzde 20’lik bölüm milli gelirden yüzde 44.4 pay alıyor. En alt gelir düzeyindeki yüzde 20’lik bölümün payı ise sadece yüzde 6. Dolayısıyla büyüme artsa da büyük payı zengin kesim alıyor. Geri kalanın refah artışından yararlanma oranı düşük.

3. Yüksek oranda süregiden işsizlik de refahın halka yansımasında bir başka engeli oluşturuyor. 2001 yılında yüzde 8.4 olan işsizlik oranı 2002-2005 yılları arasında yüzde 10’lar düzeyinde gerçekleşmiş. En son veri olan 2006 yılının Ekim ayında ise yüzde 9.3 oranında işsiz mevcut. Özellikle kentlerde bu oran daha yüksek. Bütün bu gelişmeler zaten gelir düzeyi düşük olan ülkemizde büyümede sağlanan başarıların etkisini azaltıyor. Toplumun geniş kesimlerine ulaştırılamayan büyüme, soru işaretleri yaratıyor.

Faiz kriteri unutuldu
Başbakan’ın ekonomiyi değerlendiren konuşmasında iki nokta özellikle dikkatimi çekti. Birincisi, Maastricht Kriterleri sadece bütçe açıkları ve kamu borcu ile ilgili değildir. Bir bütün olan Maastricht’in önemli ekonomik kriterlerinden birisi de faiz oranlarına ilişkin olanıdır. Buna göre faiz, en düşük üç ülke ortalamasından 1.5 puan fazla düzeyde bulunabilir...

Halen Avrupa Merkez Bankası’nın gecelik faiz oranının yüzde 3.5 olarak belirlendiği dikkate alındığında, Türkiye’deki faizin yüzde 5 oranında bulunması gerekiyor. Oysa bizde Merkez Bankası’nın gecelik borç verme faizi yüzde 22.5. Maastricht’in bu kuralının yakınlarında bile değiliz.

İkinci nokta ise, 2013 yılında kişi başı milli gelirin 10 bin dolara yükselmesi ile ilgili. Devlet Planlama Teşkilatı’nın hesaplamalarına göre önümüzdeki 7 yılda ortalama yüzde 7 büyürsek, enflasyon oranı yıllık ortalama yüzde 3 olursa 2013 yılı sonunda 10 bin dolarlık hedefe ulaşabiliyoruz. Ancak bu sonuç, önümüzdeki 7 yıllık dönem sonunda Türk Lirası’nın dolara karşı değerinin 1.440 düzeyinde gerçekleşmesine bağlı. Diğer bir ifade ile, sabit döviz kuru rejimi uygularsak bu sonuca ulaşabileceğiz. Bu ne derecede gerçekçi, siz tahmin edin.

DİĞER YENİ YAZILAR