Sandığın dili -5-

30 Nisan 2017

Başta dost ve müttefiklerimiz (!) olmak üzere, dışımızdaki dünyanın Türkiye’ye bakış açısı malum! Kendileri, en ufak bir terör eylemine muhatap olduklarında, kızılca kıyameti koparıyorlar; ülkelerinde en zecri tedbirleri alıp, derhal olağanüstü hal ilan ediyorlar.

Söz konusu ülke Türkiye olunca; isterse terör olaylarıyla ülkenin altı üstüne gelmiş olsun; alınan tüm tedbirler göze batmakta, teröre anladığı dilden mukabelemiz yerilmekte ve kanunlarımız doğrultusunda ilan ettiğimiz olağanüstü hal ise anti demokratik addedilmektedir.

Dört koldan ülkemize saldırmalarının hedefi çok açıktır: Geçen asrın başında yapmaya çalışıp; büyük ölçüde gerçekleştirdikleri; parçalayıp işgal etmek istedikleri ülkemizi aynı akıbete uğratmak istiyorlar. Daha açık ifadesiyle; yarım kaldığını gördükleri işlerini bitirmek istiyorlar!

Dilimize tüy bitmesine rağmen, bu vahim durumu bir türlü anlatamıyoruz! İçimizdeki satılmış hainlerle ve maalesef bir kısım gafiller, anlamamakta ısrar ediyor.

Güney-Doğu illerimizdeki çukur siyaseti ile FETÖ ayaklanması; ülkeyi iç savaşa sokmak içindi. Bunun sonucunda da; suret-i haktan gözüküp, ülkemizi bir güzel işgal edip, paramparça edeceklerdi.

Güney-Doğu’muzu koparıp Büyük Kürdistan’a katacaklardı. Doğu’muzu Ermenistan’a peşkeş çekeceklerdi. Türkiye, Suriye ve Irak’ı üçer parçaya bölüp; yutulur lokmalar haline getirmek ve böylece; ‘Arz-ı mev’ud’un önünü açacaklardı!

F.Gülen denilen Büyük Şeytan’ı, maddi ve manevi kurtarıcı olarak başımıza geçirip; Müslüman Türk’ün bu son kalesini de yıkıp tarihe gömeceklerdi! Büyük Şeytan’ın kibrine bakın ki, Küçük Şeytanların akıbetlerinden bile ibret almıyor!

AK Parti iktidarlarına kadar Türkiye’yi sandıkta bölüp istikrarsızlaştırıyor ve güdümlerine alıyorlardı. IMF, Dünya Bankası, İthal bakanlar, kısacık ömürlü koalisyonlar ve enva-i çeşit darbeler...

Devamını Oku

Sandığın dili -4-

28 Nisan 2017

19 Nisan Referandumu sandık sonuçları; siyasi partilerimizin kimisinin kazandık, kimisinin kaybettik sözleriyle geçiştireceği cinsten değildir. Bu sonuçlara göre; her bir siyasi partimizin başını iki elinin arasına alıp derin derin düşünmesine ve inceden inceye hesap yapmasına gerek vardır.

Bütün vatan sathı; il il, ilçe ilçe, kasaba kasaba, mahalle mahalle, köy köy, mezra mazra… Yurdun en ücra köşesine kadar her belde elden geçirilmeli; oylar, önceki seçim sonuçlarıyla değerlendirilip gerekli tedbirler tez elden alınmalıdır. Yüzde 50’lik blokların her iki tarafında yer alan partilerin kendilerini, bloklarındaki oyların aslan payının sahibi görmeleri son derece aldatıcıdır. Bu durum, her siyasi parti için böyledir. Hiç kimse kendini, aç tavuk misali darı ambarında sanmasın!

Ayrıca bunun bir referandum olduğu unutulmamalı; bir kısım siyasi partiler amblemleri ile yarışa girerlerken, diğer bir kısmı parti ismi kullanmadan yarışı sürdürdü. Sonuçta da, yarışın açık ara galibi yoktur; nitekim galip taraf salt çoğunlukla ipi göğüslemiştir. Bu durum; yarışı kazansın veya kaybetmiş olsun, bütün siyasi partilere teyakkuz (alarm) halini salık vermektedir.

Bundan böyle; AK Parti MHP ile el ele verip, Anayasa’ya uyum yasalarını süratle çıkarmalıdır. Bunun için gerektiğinde Meclis yaz tatili yapmamalı ve bu uyum yasaları bir an önce yürürlüğe sokulmalıdır. Belli ki, muhalefet yine müzmin muhalefetliğini yapacak ve anayasanın bu amir hükmüne bile karşı gelecektir. Bu ise, millete saygısızlığın daniskasıdır.

Her şey milletin gözleri önünde cereyan edeceğine göre; herkes hesabını sandıkta millete verecektir.

AK parti, YSK’nın, kesin sonuçları ilanından hemen sonra; Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ı partiye davet etmeli ve Olağanüstü Kongre’yi toplayıp; Genel Başkanlık koltuğuna asıl sahibini oturtmalıdır. Siyasette 24 saat uzun bir zamandır, sözü boşuna söylenmemiştir!

Bu arada; Bakanlar Kurulu’ndaki kan tazelemesinde geç kalınmamalı; önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerini göğüsleyebilecek ve onlardan başarı ile çıkabilecek hizmet performansını sergileyecek kadrolar işbaşına getirilmelidir.

Devletin sırları, Cumhurbaşkanı’ndan esirgenmez; dolayısıyla kimsenin bilmediklerini sayın Erdoğan bilmektedir. Ülke olarak; nasıl bir terör sarmalında olduğumuz cümle alemin malumudur. Devletin en ücra köşelerine değin nüfuz eden FETÖ denilen ahtapot terör örgütü ile mücadelede; neredeyse tek başına bırakılan sayın Erdoğan’ın elinin güçlendirilmesi gerekliydi. Yurt içinde ve dışındaki terör örgütlerine karşı giriştiği kararlı tutumunu; bundan böyle tek elden ve daha etkin bir şekilde sürdürebilir!

Devamını Oku

Sandığın dili -3-

26 Nisan 2017

Referandumla milli irade direkt tecelli eder; Meclis’te ise, temsiliyet, milletin seçtikleri eliyle olduğundan milli iradenin tecellisi dolaylıdır.

CHP ile itiraz etmek, karşı olmak, ret ve inkar kelimeleri öylesine özdeştir ki, pekala bu kelimelerin yerine CHP kullanılabilir!

CHP’nin itirazı ve karşı olması; direkt de olsa, dolaylı da olsa gerçekte milli iradeyedir. Yani milletedir. Öyle olmasaydı; Meclis’ten çıkan hemen her kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurur muydu? Ve yine bugün; direkt halk oylamasıyla sandığa yansıyan milli iradenin iptali için; o mahkeme senin bu mahkeme benim; kapı kapı koşturur muydu? CHP’nin yanılgısı; köprülerin altından akan ve akmakta olan onca suları görmemesinden kaynaklanıyor.

O, hala 367 garabeti ile 411 oy’un kabulünü görmeyen ve iptal eden, kerametleri kendilerinden menkul mahkeme ya da mahkemeler var zannediyor. CHP’nin zaman tünelinde kaldığı, bundan da belli değil mi?

Varlık sebebi millet olan ve asıl işi millete saygı olması gereken bir siyasi partinin, milletin kararının iptali için mahkeme kapılarını aşındırması kadar abes ve tuhaf ne olabilir ki?

Dikkat ediniz; CHP’nin seçim sonuçlarına itiraz etmediği tek bir seçim vardır; o da 1946 seçimleridir! Neden biliyor musunuz? Çünkü o seçimler: ‘ açık oy, gizli tasnif!’ le yapılmıştı. Açık oy-gizli tasnif demek; savaşta askerin barutunun olmaması demek. Başka söze gerek var mı?

Açık oy-gizli tasnifi demokratik addetmek; dipsiz bir kuyuyu Everest Tepesi zannetmekten daha abestir.

Alışkanlık yapmış olacak ki, aynı abeslikleri hep sürdürdü; bugün de sürdürüyor; YSK’nın kararları kesindir, hükmünü bilmesine rağmen, o mahkemeden bu mahkemeye başvuruyor.

Devamını Oku

Sandığın dili -2-

23 Nisan 2017

Türkiye’mizin siyaset tarihi hep sancılı olmuştur. Balık baştan kokar; özellikle Cumhurbaşkanlığı makamı vesayetin önemli bir odağını teşkil ettiğinden; Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürekli sıkıntılı olmuş; bu yüce makam seçilmişlerden vareste tutularak, adeta atanmışlara (üstelik yalnızca askerlere) adanmıştı!

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasetin eli-kolu öylesine bağlanmış ve siyaset erbabı öylesine oyunun dışına itilmişti ki; bir tarafın önerdiği bir asker adaya, karşı tarafın yapabileceği tek şey, başka bir askeri onun karşısına çıkarabilmekti. Bu bile para etmiyor; vesayet odaklarının işaret ettiği kişi zorla dayatılıyordu.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ( başkanlık sistemi) bu netameli işi kökünden halletmiş; buna da; 2007 yılında 367 garabetini ortaya atanlar sebep olmuştur. Bugün noktalanan haliyle de; mahut zevat, tabir caizse Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştur!

Başka bir deyişle; bugün kavuşulan bu sistemi, evetçiler kadar hayırcılara, hayırcıların temsilcilerine de borçluyuz! Onlar, Meclis’i sudan bahanelerle işlemez kılınca; Cumhurbaşkanını halka seçtirmek zorunluluğu doğdu ve böyle oldu.

Cumhurbaşkanını halka seçtirerek zaten başkanlık sisteminin önü, üstelik geriye dönüşü olmaksızın açılmış olmuştu.

82 Anayasası ile yetkilerle donatılan Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik olmaktan çıkarılmış; ama bu denli yetkili bir makam, sembolikmiş gibi sorumsuz kılınmıştı. Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine şeklen geçilmiş olmasına rağmen; bu duruma resmiyet kazandırılamamıştı. Bunca yetkili ve üstelik halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı, ‘Başkan’dı ama adı konmamıştı.

Referandumla o resmiyet de kazandırılmış oldu.

Şimdi süratle yapılması gereken hususların başında; mevcut yasaları, (Meclis İçtüzüğü dahil) referandumla gerçekleştiren anayasa maddelerine uyumlu hale getirmek gelmektedir.

Devamını Oku

Çare millet!

20 Nisan 2017

Kim ne dese desin; meramını hangi yaldızlı ve tesirli sözlerle anlatırsa anlatsın; gerçekte bizzat yaşayan gibi kimse bilmez, bilemez.

İnsanoğlu ‘benlik’ hastalığıyla yaratılmıştır. Bu duygu az ya da çok her insanda bulunur. Bundan dolayıdır ki, herkes baş olma, reis olma, hükmedebilme sevdasındadır. Bu, öylesine bir hastalıktır ki, insanı ölünceye kadar terk etmez.

Siyasi sistemimizi bu hastalık üzerine bina etmişiz; Cumhurbaşkanını ve Başbakanı halka seçtirerek ve Cumhurbaşkanlığı makamını sembolik olmaktan çıkararak (Halkın seçtiği elbette yetkili olmalı) sistemi iki başlı hale getirmişiz.

Önceki Cumhurbaşkanları, Başbakanları ile kavga ettiler ve kaos ürettiler; Şimdiki yetkili Cumhurbaşkanı ile Başbakanın çatışması ve kavgası ise kaçınılmazdır! Kavga etmiyorlarsa, bu, Başbakanın ‘peki’ demesindendir. Demeyebilirdi; o zaman ne olacaktı? Şu halde; şahıslar üzerinde değil, sistem üzerinde çalışıp onu sağlam bir zemine oturtmak şarttı.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile krizleri ve kaosu önlediğimiz gibi kalıcı istikrarın önünü açtık. Bunu da, aradan aracıları ve özellikle vesayet odaklarını çekerek, bizzat millete yaptırdık. Artık işin sahibi millettir ve bundan böyle milletin dediği olacaktır.

Demokrasi de bu değil midir?

Başbakan Binali Yıldırım’ın, çok yerinde işaret ettiği gibi: ‘...Bu sistem (yani iki başlılık) baba ile oğulu birbirine düşürür. Sistem iki başlılığı tanımlamış, iki tane irade tanımlamış; bu iki iradeden biri gücünü kullanmaktan vaz geçecek. O da tabii vatandaşın verdiği yetkiye sahip çıkmamak anlamına geliyor. Halbuki devlette işlerin yürümesi için iradenin tek olması lazım.

Devamını Oku

Sandığın dili -1-

18 Nisan 2017

Evet ve hayırları ile bu referandumun kazananı; yüzde 85 gibi katılımla demokrasimizi taçlandıran aziz milletimizdir. Demokrasinin beşiği ülkelerde bile bu oran, yüzde 50’lere zor çıkıyor.

Yenilen pehlivan güreşe doymazmış; bu yüzden olsa gerektir ki, kaybedenlerin mızıkçılığı her daim olduğu gibi, şimdi de ve şimdiden sonra da olmaya devam edecektir. Doğrusu Türkiye’miz, 1950 yılından beri çok sağlıklı şekilde seçimlerini başarılı ile sürdürmektedir ve hiç kimsenin; başta AGİT gibi kuruluşların, Türkiye’deki seçimlere söz söyleme hak ve salahiyetleri yoktur ve olamaz.

Zira Türkiye’mizin bu haline, dün olduğu gibi, bugün de tüm dünya gıpta ile bakmaktadır.

18 maddelik kısmi anayasa değişikliği ile milletimiz tarihi bir karar vererek, yönetim sisteminde: kendine yeni bir yol çizmiş ve yepyeni ufuklar açmıştır.

Böylece; içerideki ve dışarıdaki tüm vesayet odaklarının çanlarına ot tıkılmış oldu! Artık söz de karar da ve icraat da milletindir. Bundan böyle hiçbir dahili ve harici şer güç, bu millete emir veremeyecek; bu milleti, kendi kötü emellerine alet edemeyecektir.

Bundan böyle; bu ülkede koalisyonlar dönemi bitmiş, siyasi istikrar dönemi, kesintiye uğramaksızın başlamıştır. Diğer bir ifade ile kalkınmanın ve medeni ülkelerle yarışmanın fitili ateşlenmiştir.

Bu referandumla siyasi partiler yarışmadı; ‘Hayır’ tarafının isimsiz yarışması lehlerine olmuş ve bu durum; özellikle kararsız oyları kendi tarafına çekmiştir.

Bu tarihi kararda MHP lideri sayın Devlet Bahçeli’nin kararlı tutumu, her türlü takdirin üzerindedir. Bahçeli olmasaydı, bu tarihi karar metni gündeme bile alınamayacaktı. Sayın Bahçeli, FETÖ’nün MHP’yi ele geçirme operasyonunu görüp, zamanında müdahale etmiş ve MHP’yi büyük bir badireden kurtardığı gibi ülkemiz için yeni ufukların kapısını açmıştır.

Devamını Oku

‘İnsan denen meçhul!’

17 Nisan 2017

Alexis Carrel insanı tanımlamaya çalışırken, onun tanımlanamayacağını; ‘ insan denen meçhul!’ vurgusuyla ifade eder.

Evreni kendi emrinde görüp, onu, adeta bir kanaviçe gibi işleyen insan; kendinin kim ve neye memur olduğunun idrakinden maalesef yoksundur!

Bizzat kendine bu denli kör olan insan, başıboş bırakıldığını mı sanıyor? Oysa; her nereye ve neye baksa, hepsinin bir sebep için ve hepsinin birer sebeple var edildiğini görüp değerlendiriyor.

Hepsinin üstünde ve amir konumundaki insanın da, sebepsiz yere var edilmeyeceği açık değil mi?

İnsan, nereden gelip nereye gittiğine ve bu hayat (canlılık) denilen süreçte rolünün ne olduğuna bakıp düşünmeli ve muhasebe yapmalı. Hiçbir dahlinin olmadığı bu geliş ve gidişte ve bu ikisi arasında kalan yaşam sürecinde, iradesi ne idi; ne oldu?

Büyük bir Velinin yerinde bir tespitiyle: ‘...’ Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği zaman, eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek arasında hür ve serbest bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı halde, elini, dilini uzatır, onları yersin. Fakat böyle mecbur olduğun zamanlarda bile, iradene malik olduğun halde, seni aciz bırakan harici kuvvetler karşısında kendini mecbur, esir, hasılı bir hiç bilirsin.

Yahu! İşin yolunda, başarı ve zafer yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zamanında ise, kaderin zorlaması altında oyuncak bir (Hiç) diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?

... Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz... Her halde ikisi arası bir şeysiniz... İlim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesat karanlığı, hep şirkin (Allah’a ortak koşmanın), imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, Hak tealayı hakim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar birbiri ile sevişemez!..’

Devamını Oku

Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar!

14 Nisan 2017

İçeride halka rağmen, dışarıda da ülkeye rağmen politika üretilirse yandı gülüm keten helva!

Hem halkçı geçinip ve hem de halka rağmen politika üretmek, dünya üzerinde yalnızca bize özgü bir siyasettir. Hem öylesine bir siyaset ki; vaktiyle bir bakana kendi politikalarıyla alay eden, son derece muzip bir örnek verildiğinde; bakanın yüzünün yarısı, sözde devleti temsil ederek asılı, diğer yarısı ile de gülüyordu!

Politikacı; halkını aşağı görüp ona vasi muamelesi yaparsa, onu bin bir çeşit yalanla uyutmak zorundadır. Halkına ‘sürü’ gözüyle bakan despot yöneticilere bakın; hemen hepsi büyük güçlerin elinde esirdir!

İçeride olsun, dışarıda olsun tüm bu alengirli işler; daha düne kadar kamufle edilerek yapılıyordu.

İletişim araçlarının gelişip, dünyayı bir köye çevirdiği günümüzde ise; hem içerideki ve hem de dışarıdaki politikacılar ‘ kral çıplak!’ şeklinde cascavlak ortada kalmışlardır. Bu durumu kendileri de görüyor; bu yüzden olsa gerektir ki; yalanlarını halkın gözünün içine baka baka sıralamaktan çekinmiyorlar!

Kasaba politikacıları bu durumu meslek edinirken; şehirdekiler ve uluslararası olanlar ise; Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’i taklit ederek ve ‘en büyük yalan en yalın gerçektir!’ sözünden hareketle, yalandan devasa heykeller dikmekte ve halklarının o heykellere tapınmasını istemekteler!

Düne kadar yapılan tüm darbelerin arkasında ve hatta içinde ABD olmasına rağmen, kendini gizliyordu. Cenazeye bizzat iştirak edip bizimle birlikte timsah gözyaşı döküyordu.

Son dönemde peş peşe sökün eden ve 15 Temmuz’da pik yapan darbeler ise, aleni olarak ve fütursuzca yapılmaktadır. Çünkü içimizden birilerini devşirmişler ve kendi adlarına rahatlıkla kullanabilmektedirler. Psikolojik savaşlarla, halkın kullanışlı hale getirildiğini biliyorlar.

Devamını Oku