‘İrlandalı’

29 Ağustos 2015

Haberlerin anlattığına göre tüm İstanbul esnafını döven üç metre boyunda, üç yüz kilo ağırlığındaki dev İrlandalıdan bahsetmeyeceğim. Scorsese’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı bir film benim başlığım. Yine iri bir adam olan Jimmy “The Irishman” Sheeran. Al Pacino’nun Martin Scorsese ile gerçekleşecek bu ilk buluşmasında, iyi pozisyonda bir sendika görevlisi ve aynı zamanda mafyayla yakın ilişkileri olan bir ağır abinin hikayesini izleyeceğiz. Amerika’nın efsanevi sendika liderlerinden, Sheeran’ın hem arkadaşı hem de çalıştığı sendikanın başkanı olan Jimmy Hoffa’nın cinayetinden de sorumlu bu İrlandalı abinin yaşadığı dönem ve olaylar hakkında önceden fikir sahibi olmak isterseniz, Jack Nicholson’ın başrolünde olduğu Hoffa’yı izleyebilirsiniz. Eğer baktınız bu konular bayağı ilginizi çekiyor, o zaman amazon’dan “I Heard You Paint Houses” (Duydum ki Evlere Badanaya Gidiyormuşsun) başlıklı kitabı sipariş etmeniz gerekecek. Bu boya badana terimi o dönemin jargonunda adam öldürmek anlamına geliyormuş. Hoffa’nın İrlandalıya söylediği ilk sözlermiş bunlar. Kitapta Sheeran’ın hem mafya aileleri hem de arkadaşı Hoffa için nasıl tetikçilik yaptığına dair itiraflar var. Sonunda bağlı olduğu mafya ailesinin emri ile Hoffa’yı da ortadan kaldırmak zorunda kaldığı anlatılıyor. Kısacası bu irim kıyım İrlandalı abilere bulaşmamakta fayda var.

Haftanın filmleri

- Cop Car/Kevin Bacon’ın ne kadar iyi bir aktör olduğunun güncel kanıtıdır bu film. Hem yönetmeni hem de senaristlerinden bir tanesi olan Jon Watts’ın kara komedisi , “Haydi Coen kardeşler yapın artık bir film daha” sızlanmalarıma merhem gibi geldi. Aldığı düşük puana hiç bakmayın.

- Aldığı puana hiç bakmamanız gereken bir film daha, “We Are What We Are.” Bir süre yemek yemek istemeyebilirsiniz izledikten sonra, uyarmadı demeyin

- M. Night Shayamalan’ın özel bir dili olduğunu düşünenlerdenim. Yarattığı atmosferler, karakterler ve her filmde peşinden koştuğu sürprizler onu sıradan bir korku filmi yönetmeninden öteye taşıyor. Korkutuyor, ama bunu diğer duygularla ustaca marine ederek yapıyor. Kaderle ilgili bir derdi olduğu da kesin. The VISIT (Ziyaret) adında yeni bir film çekmiş, Paranormal Activity’nin yapımcılarıyla birlikte. Karanlık bir yerde değilseniz fragmanı açıp izleyin derim.

Oktay Rıfat’a çarptım

Son günlerde bir Oktay Rıfat fırtınası esiyor dar mı dar şiir dünyamda. Şükrü Erbaş’ın “Çekilme Suları”nda çarptı yüzüme bir alıntı ile... “Çünkü hatıralar kuşlar gibi dal ister konacak” Bunu okur okumaz şiirlerini açtım hemen, sadece “Garip” akımından ismini bildiğim şairin. Karşıma ilk çıkansa boğazlarımda düğümlendi. Şiirin adı “Ağzımın Tadı.” Yorum yok, açın okuyun bakalım siz ne düşüneceksiniz?

Devamını Oku

#müziksusmamalı

8 Ağustos 2015

Tam her şey yoluna giriyor, yıllardır kavga edenler koalisyona gidiyor, halkın üzerindeki gerginlik azaldı, müzik sektörü kendine gelecek, dolar düşüyor, insanların yüzü gülüyor diyorduk ki… Bir türlü kurulamayan koalisyon, patlayan bombalar, yitip giden gençler, şehit haberleri ardı ardına gelmeye başladı yine. Bir an serinlemiştik, nefes almıştık ama sıcak yine başladı içimizden yakmaya. Türkiye’ye en çok turist gönderen ülkelerden biri olan Danimarka vatandaşlarını uyarıyor tatilleri konusunda. Hiçbir şeyi takmayan Ruslar iptal ediyor rezervasyonlarını. Şimdi de birileri kalkmış diyor ki, müziği susturmalıymışız. Yok ya? Siz de kültür ve sanata karşı mı terör estirmeye karar verdiniz? Yıllardır maNga olarak itiraz ediyoruz; iptal olan konserlere. Bırakın, diyoruz. Çıkalım sahneye hep birlikte tutalım yasımızı, bugün gerekirse sadece yavaş şarkılar çalalım. Yakalım mumlarımızı, sohbet edelim sadece icab ediyorsa. Ama olmuyor, çünkü belli bir kesim bu konuda tahammülsüz. Tepki almaktan korkulduğu için de cart diye iptal oluyor konserler. Tüm TV programları, garip garip yarışmalar, diziler, diskolar, barlar, Boğaz’dan geçen dım tıs dım tıs tekneler, hepsi işlerine devam edecek. Hatta konserlere tepki koyanların birçoğu da gece onlara iştirak edecek, biz müzisyenler ve yaptığımız konserlerde çalışan yüzlerce kişi işinden olacak. Hadi ya? Artık anlam veremiyorum ülkecek gösterdiğimiz bazı tepkilerin şekline. Tamam sabrımız taştı, kırgınız, sinirliyiz ama bunu göstermenin de bir yolu var yahu. Özgürlüğü, modernleşmeyi hazmedemeden yetiştirildiğimiz için elimize geçen ilk protesto fırsatında overdoz (fazla yükleme diyebiliriz) olup yönümüzü şaşırdığımız gibi yas tutmasını da beceremiyoruz. Ortamız yok çünkü. Yas tutarken hayatta kalan çiçekleri de, ‘siz niye rengarenksiniz, siz neden güzel kokuyorsunuz’ diye yakıp yıkıyoruz. Üstelik aralarından gözümüze en çok batanı seçiyoruz. O da şehirdeki bir konser mesela. Çünkü müzik denilen şey bir çoğumuz için eller havaya bir eğlencelik. Arkadaşlar biz sahnedeyken, şarkı söylerken canımız yanmıyor mu sanıyorsunuz? Çoğumuzun kalemine yansımaya başladı bile tekrardan ağıtlar. Ama bunu yaparken sanatçısıyla, halkıyla şovenistliğe kaçmamamız gerekiyor. Kültür, sanat, festivaller bir ülkenin can damarlarıdır. Ne olursa olsun bunları korumaya mecburuz. Tepkimizi, yasımızı sahnede göstermemize lütfen izin verin. Mitinglerde söylenenlerden daha güçlüdür bizim ezgilerimiz, sözlerimiz. Unutmayın ki müzik bir gün küser ve gerçekten susarsa, işte o zaman bir yerlerde on binlerin hep bir ağızdan şarkılarla kenetlenmesini engelleyecek, terörün hayatı durdurma çabasına en büyük desteği vermiş olacak, insanları evlerine hapsedecek ve umutlarını ellerinden almış olacaksınız. Bırakın devam edelim konserlerimize, hep birlikte yakalım ağıtlarımızı, varsa yapılacak bir çağrı hep birlikte bağıralım seyircimizle birlikte, ardından bu zor zamanlarda neşelendirelim gerile gerile bir hal olmuş olan insanımızı. Yok illa ki bir şeyi susturmak istiyorsanız, müziği değil de rica edeceğim; bitmek bilmeyen siyasi çıkar kavgalarını susturun önce.

BODRUM BODRUM

MFÖ’nün şarkısındaydı sadece benim için bugüne kadar. Ya da Cem Yılmaz ile Mazhar Alanson’un Her Şey Çok Güzel Olacak’taki yolculuğunda... Yıllarca direndim Bodrum’da tatil yapmaya. İstanbul’un trafiğinden yakınıp dururken burada aynı trafik içinde aynı muhabbetlerle dolu gecelere tanık olmak anlamsız geliyordu bana. Üstelik aynı paralarla her sene farklı bir ülkeyi görmek varken. Ama Aaron dünyaya gelince Türkiye’de tatil yapmak daha kolay ve güvenli geldi bize bu sene. Bettina da Bodrum’u merak ettiğinden düşünmeden kırdık dümeni Ege’ye. Yunan ve Türk adaları kokteyline bulanmış bir manzarası var tuttuğumuz evin. Saatlerce sessizce oturuyoruz manzara karşısında. Asıl hoşuma giden ise müzikten kopmamış olmam tatil moduna girip de. Şarkılarımı yazmaya devam ediyorum yeni aldığım Gretsch marka mini-komik gitarımla. Hep davul markası bilirdik, meğersem gitarmış asıl olayları. Bunun dışında, geçenlerde İskender Abi’yi (İskender Paydaş) buradaki evinde ve stüdyosunda ziyaret ettim; solo albümüm için yaptığım kayıtları usta bir prodüktör filtresinden geçirmek için. Los Angeles’ta prova yaptığımız stüdyoları aratmayacak zevkte ve kalitede ilham dolu bir köşe inşaa etmiş kendine, ailesiyle birlikte. Yeni İskender Paydaş şarkıları ve aranjeleri bambaşka bir kimya ile yeşerecek diye düşünüyorum. Fırsat bulabilirsek bir şeyler kaydedeceğiz birlikte. Yetişkin oyuncağı synthesizerlarını kurcalamak için de can atıyorum. Hatta bir sahne sürprizimiz olacak birkaç hafta içinde. Uzun lafın kısası alışmaya başladım galiba Bodrum’a…

Bir kitap

İsmini çok sevip de aldım, hiçbir fikrim olmadan. Gavin Extence’den “Evren Alex Woods’a Karşı”

Devamını Oku

Kulaktan Kulağa’da sezon finali

25 Temmuz 2015

Son iki bölüme giriyorum 3’üncü sezon için. 26 il, 26 konuk, 39 düet. Elimde muhteşem bir arşiv oluştu. Seneye ilk işim bunu bir belgesel haline getirmek olacak. TRT Müzik’e, müziğe inandıkları için teşekkür ederim. Bu akşam ekranda Bolu bölümünü izleyeceksiniz. Orada bir kez daha anladım ki; ben dünyanın en güzel ülkesinde yaşıyorum. Hiçbir güç bu ülkeden umudumu yitirmeme mani olamayacak.

Mavi Sakal

2001 yılıydı, biz Ankara’da Limon Bar’da çalmak için provalardaydık. Gazetede bir ilan gördüm “Sing Your Song” diye. “Besteni kaydet İstanbul’a gel” diyordu ilanda. Hemen ne menem bir şeydir diye araştırmaya başlayınca, jürisinde hayranı olduğum isimler çıkmaya başladı bir bir. Fuat Güner, Koray Candemir ve Mavi Sakal’ın davulcusu Murat Tümer. Charles Richards yönetmenliğindeki “İki Yol” seneler sonra bile dilimizdeydi hâlâ. Bu grubun davulcusunun yarattığı bir organizasyon bize mutlaka değer verir dedim, ve yanılmadım. O yolculukla beraber bütün hayatımız değişmeye başlayacaktı...

Uzun bir aradan sonra Kan Kokusu kadrosuna geri dönüyor Mavi Sakal. Genç Osman Yavaş’ın herkesten ayrılan büyülü sesini Mavi Sakal’ın kendine has senfonik rock geçişleri arasında tekrar duymak için gün saymaya başlayın. Aynı binanın bir katında biz maNga, bir katında onlar Mavi Sakal kayıtlardaydık dün geceye kadar. Biz gitar kayıdı yaparken top sesleri duymaya başladım yoldan. “Bizim babalar top oynamaya başladı, kayıt bitti sanırım bir uğrayayım” diye uzadım stüdyodan. Kaan Abiyi o geceye kadar görememiştim. Kısa bir hasret gidermeden sonra hemen topu pasladılar ayağıma.

Genç Osman’ın gazete kağıtlarından yaptığı topa ben de başladım Türk misali hareketlerle ayakkabılarımı artistçe dokundurmaya. Sonra ön miksi dinlemek için stüdyoya tekrar girdiklerinde beni de davet ettiler. 95 yılındaki İki Yol’dan aylar sonra kaldıkları yerden devam ediyorlarmış gibi hissettim. Demode kalmadan aynı karakteri koruyabilmek ustalık ister sanatta. Mavi Sakal işte bunu yapabilen gruplardan biri. Türkçe rock’ın nereye gideceğini bilemediği şu sıralarda, sihirli bir abi dokunuşu geliyor çok yakında…

Haftanın filmi
Stephan Hawking tükendi artık söylemekten; “Şu yapay zeka olayına dikkat edin, sonumuz olacak” diye. Bunun nasıl olabileceğine dair bir kurguyu Ex MACHINA’da bulabilirsiniz. Uyarmadı demeyin; film bittiğinde rahatsız olacaksınız.
Türk sinemasının figüran problemi
Yeşilçam filmlerine bir bakın. 30 saniyelik rol için bile bulunan figüranlar hep iyidir. İyi oynarlar, gerçektirler. Bir de şimdi bakın dizilere ve filmlere. Restoran sahnesi, süper çekimler, dev kadro. Hesabı getiren garson o kadar kötü oynuyor ki, kameraya baktı bakacak. Adamın günahı yok, az bir maaşa çalışan figüranlardan biri. Ama oyuna dahil olduğunda benim için film orada bitiyor. İnanınırlığını kaybeden bir sahneden sonra yönetmene de bir inancım kalmıyor. Yeşilçam ruhunu desteklemek, yaşatmak için oradaki kültürü, ciddiyeti iyi anlamamız gerekiyor.
Haftanın şarkısı
“Rihanna-Bitch Better Have Money (Korn Remix)” Müzik oldukça hızlı değişen, gelişen ve türlerinin arasındaki duvarları alçıpana dönüştüren bir sanat dalı haline gelmeye başladı. Biz burada “Yahu olur mu bu, yakışmaz” diye kalın çizgilerimizle böbürlenmeye devam ededuralım, okyanus ötesi aldı başını gidiyor...

Devamını Oku

Kulaktan Kulağa’da rap var

11 Temmuz 2015

Üçüncü sezonun sonlarına yaklaşıyorum programda. Bu akşam İzmit-Kandıra’daki türkü avımız ekranlara gelecek. Orada kaydettiğimiz “Kaşların Karasına” türküsünden harika bir “sample” çıkarttım. Elektronik müzikte ve rap altyapılarında oldukça sık yapılan bir harekettir bu. Hoşunuza giden etnik bir enstrümanın veya vokalin sesiyle oynayarak ondan bambaşka karakterde örneklemeler yaratırsınız. Konuğum ise, Türkçe rap’in farklı sesi Ege Çubukçu. Türkçe Rap ve Hip Hop kültürü hakkındaki sohbetin arkasından Ege’den türkü dinlemeye hazır olun. 17.45 TRT Müzik’te.

Expo 2015 Milano’da Türkiye

Arkadaşım gitmiş geçenlerde. “Farklı ülke mutfaklarını büyük şovlar eşliğinde tadabilmek için iyi bir fırsattı” diyor. Ama Türkiye’nin yemek tanıtımının diğerleri yanında oldukça zayıf kalmasından dolayı üzülmüş biraz. Türk mutfağını döner ve kabaptan öteye henüz taşıyamadığımız bir gerçek. Dünyada Yunan mutfağı olarak bilinen birçok şeyi biz ne yazık ki pazarlayamıyoruz. Yüksek vergilerden dolayı şarap, rakı, bira gibi üretimlerimiz de yurt dışındaki markalarla mücadele edecek hevesi bulamıyor. Avrupa’da şık, markalaşmış Türk restoranlarının açılması, hatta yeni markalar yaratılması gerekiyor. Özellikle Anadolu’daki ev yemeklerimizin arkasından daha çok durmamız gerektiğine inanıyorum. “English Breakfast” diye bir markanın karşısına ondan çok daha zengin ve güçlü olan “Turkish Breakfast” ile çıkamamamızın nedenini iyi araştırmak lazım. Tabii tatil yerlerinde pideyi “Turkish Pizza” diye satmaktan da vazgeçmek gerek…

Haftanın filmi ve şarkısı

Şarkı ve film adeta bir bütün. Filmin ismi; About Time. Şarkı ise Nick Cave-Into My Arms.

Çorlu Hayvan Barınağı’na dikkat!

Çorlulu maNga hayranı bir gençten mail aldım. İsmi Orkun Ateş. O kadar güzel bir dille sevgisini anlatıyordu ki, maile kayıtsız kalamadım. Orkun, Çorlu’daki hayvan barınağı için canını dişine takmış. Barınağın terkedildiğini, belediyenin artık eskisi gibi ilgilenmediğini söylüyor. Ben de Kulaktan Kulağa’nın son bölümünü orada çekmeye karar verdim. Belki bir katkımız olur gerekli kişilerin dikkatini çekebilmek adına. Eminim ki onlar da kayıtsız kalmayacaktır, çok güzel konserler verdiğimizi hatırlıyorum çünkü davetleriyle. Sanata müziğe önem veren bir belediyenin hayvanlara önem vermemesi mümkün değil; eminim gözlerinden kaçmıştır bu durum. Yeri gelmişken bir kez daha çizeyim altını. Hayvanları korumanın ilk yolu, onları satın almaktan vazgeçmektir. Örneğin; Eyüp Belediyesi’nin oldukça özenle baktığı Kemerburgaz’daki sokak hayvanlarının çoğu özel cins. Belli ki aileler satın almış, çocuklar sıkıldığında da sokağa atmışlar. Hayvan satma ve satın alma olayına artık bir son vermeli. Diğer yandan da hayvanlara kafayı takıp sokaktaki çocukları unutmamak gerek. Özellikle göçlerden sonra onların sokaklardaki artan sayısı, beni daha fazla endişelendiriyor…

Devamını Oku

Propaganda müzikleri

27 Haziran 2015

Cnn Türk’teki Demirel özel yayınına kilitlenmemi sağladı ekranın altındaki bu başlık. Tarihçi Mehmet Alkan, Taha Akyol’un yanında plaklarıyla kurulmuş masaya, muhabbetin arasına gül atıyordu resmen. Rahmetlinin dönemindeki, bugünü kıskandıran mizah anlayışını dinlemek zaten pek bir keyifliyken bir de o dönemlerdeki seçim müziklerini duymak, sandalyeyi çekip TV önündeki masaya oturttu beni. İlk aklıma gelen soru ise “Yahu biz her anlamda mı geriye gittik” oldu. Her durumu, kararı yaşandığı günün şartlarında değerlendirmek gerektiğine inanırım. Bunu da her önüne gelenin değil tarihçilerin yapması gerektiğini düşünürüm. Müzikte, genel olarak sanatta durum biraz farklı. Bir tabloya veya müziğe eski olduğu için saygı duymayız. Hâlâ çok güzel olduğu için saygı duyarız. Teknik ses kalitesi dışında bir şarkı daha samimi ve daha özgün olduğu gerçeğini otuz yıl geçse bile ayakta tutabilir. Veya hiçbir şeye benzemeyen bir tablo otuz sene geçse de bir şeye benzemez. Kötüyse kötüdür. O zamanlar imkanlar kısıtlıydı diye değerlendiremeyiz. Peki bizim seçim müziklerimize ne oldu? Aslında sorum daha genel: “Bizim pop müziğimize ne oldu? Söylediklerimin tam aksine bir evrim nasıl gerçekleşti?” 60’lardaki kendine has propaganda müzikleri ile bugünküler arasındaki kalite farkı bariz. 90’lardaki pop müziğimizin besteleri ile şimdikilerin çoğunluğu arasındaki fark da aşikar. Sosyolojik birçok nedeni var tabii ki bunun, kent kültürünün değişmesi ile ortaya çıkan. Bunu araştırmacılara bırakıp sadede geleyim. Diyeceğim şudur ki; Türkiye her anlamda ciddi bir geçiş döneminde. Önümüzdeki on sene içinde ya çok hızlı, akıl dolu, güzel bir dönüşüme gireceğiz ya da daha karman çorman bir hâl alacağız. Ortası yok. Bugünün çocuklarında maçın kaderi...

Haftanın albümü

Hep güzel ve özgün kalacak albümlerden birisi ‘Kazım Koyuncu-Dünyada Bir Yerdeyim’

Bu haftanın şarkısı

Damien Rice-It Takes a Lot To Know a Man

Bence Ramazan...

Herkesin zorda kalanlara yardım elini daha bir gayretle uzatması gereken bir aydayız. Oruç tutmanın da altında yatan empati bunu kapsıyor bence. Gazetede “Bedensel Engelliler Dayanışma Derneği”nin reklamını gördüm. “4123 engelli tekerlekli sandalye bekliyor” diye. İnanamadım sayıyı görünce. Yakışır mı büyümesiyle övündüğümüz güzel ülkemize? Bugüne kadar yaptığımız yardım ve bağışlardan bahsetmenin doğru olmadığını düşünüyordum; ama artık fikrim değişti. Hareketlerimizden haberdar etmeliyiz insanları, farkındalığı artırabilmek için. Kısacası, biz ailecek iki tane tekerlekli sandalye bağışında bulunduk hemen. Eksik sandalye sayısının Ramazan ayında sıfıra inmesi dileğiyle.

Devamını Oku

Baba olmanın müzikal sorumluluğu

13 Haziran 2015

Bir haftalık babayım. Oğlum vatana millete hayırlı olsun. Hayranlar fotoğrafını bekliyor haklı olarak ama pek fazla paylaşmak istemiyorum ne yalan söyleyeyim. Sanki onun kararı olmadan bir şey yapmak ya da ne bileyim yüzünü gereksizce eskitmek gibi geliyor. Facebook sayfamdan ona yazdığım bir mektupla birlikte bir kare fotoğrafını koyarım belki yakında. Asıl önemlisi ona karşı hissettiğim müzikal sorumluluğun verdiği baskı. Şu sıralar ona neler dinletmeliyim gibi sorular üşüşüyor kafamda. Henüz rahatsız olmaması gereken bir aşamada olduğum için seçimlerimi yumuşak, rahat müziklerden yana kullanıyorum. İşe klasik müzikle başlamanın çok doğru olduğunu düşündüm. Burada da kendi favorilerimden yürüyorum. Bach listenin başında. Pink Floyd, Metallica ardından bizim grubu geçeceğim zamanı iple seçiyorum. Ve tabii ki Türk sanat müziği. Gerçi yumuşak dedik ama doğum sırasında Gun’s N Roses çaldığımızı da söylemem lazım. Anne tercihi başımızın üstüne. Ama dedim ya şimdi kulaklar taze yavaş yavaş gitmeye devam. Piyano piyano... Ben de çalıyorum tabii ki arada...

Festivaller başlıyor!

Macaristan-Budapeşte kendime en yakın bulduğum yerlerden birisidir. Eski Ankara’yı hatırlatır bana. Tunalı’da başlayan akşam üstü muhabbetlerinin Sakarya’da son bulması ile yarattığımız sirkülasyonun bir benzerini orada yaşayabildiğimden dolayı böyle düşünüyor olabilirim. Ama iki önemli festivale de ev sahipliği yapıyor olması da kayda oldukça değer benim için. Herhalde ilk çalan Türk grup olma şerefine nail olduğumuz Sziget ile Volt festivalleri... Volt Temmuz başına; Sziget ise Ağustos ortasına denk gelir. Yaz tatili için deniz ve plaja alternatif bir tatil istiyorsanız Sziget’i kaçırmayın derim. Nehirden dolayı az da olsa plaj havasını da edinmeniz aşikar. Festivalin ağır topları arasında AVICII’nin olması, hatta isimlerinin Limp Bizkit’den daha önde olması müzik endüstrisinin elektronik müzik ve DJ’ler üzerine evrimleştiğinin göstergelirinden de bir tanesi. Çağımızın rock starları DJ’ler. Bu konuda Türkiye’de muazzam bir gençlik var. Uluslararası isimler çıkartmamamız için bir neden yok.

Devamını Oku

Nuri Bilge Ceylan-Orhan Pamuk

30 Mayıs 2015

Biri sinemamızın, diğeri edebiyatımızın uluslararası arenada bir numaralı temsilcileri. Gelin görün ki; sanatları kendi ülkelerinde hep “Zorlama, sıkıcı, akmayan konuşmalarla dolu” olarak yadırganıyor. Yeni eserleri için “Bu sefer olmamış” diyebilme arzusunun dayanılmazlığı da bu topraklara has bir haz. Ceylan’ı 2002’den bu yana, Pamuk’u ise 95’te tanıştığım “Yeni Hayat”tan bu yana takip eden birisi olarak onları hâlâ keşfetmeye ve anlamaya çalışıyorum. Ceylan’ın “Kasaba” “Uzak” ve “Kış Uykusu” arasındaki karakter bağlarını görmek heyecan veriyor bana. Uzak’taki Mahmut ile son filminde Haluk Bilginer’in hayat verdiği Aydın, akrabalar sanki. İçimizdeki şeytanı ürpertici bir şekilde yüzümüze vuruyor Ceylan her seferinde. O yüzden de izlemesi az da olsa rahatsız edici. Orhan Pamuk ise “Kafamda Bir Tuhaflık” ile artık adeta sinematografik yazıyor hikayelerini. Guy

Ritchie filmleri ile pratik yapılabilir okumadan önce. İki ismi de takip etmekte zorlananlar için nacizane bir önerim olacak. Bir anda bitirmeye çalışmayın eserlerini. Vakit tanıyın. “Filmde olur mu?” diyeceksiniz ama bal gibi de oluyor. Kış Uykusu’nu ben iki günde izledim. Ara vere vere, başa sara sara. Yeni Hayat’a on yıl ara verdim. Sonra dört günde okudum. Zaman tanıyın şarkılara, kitaplara, filmlere. Yıllandırın gerekirse, inanın tadları daha güzel olacaktır gerçekten iyilerse...

‘Sound’larını duyduğunuzda yüzünüz güler

Bu sound lafına sevgili Okan (Bayülgen) çok kızardı programında. Gel gör ki bazı kelimelerin Türkçe kaşılıklarıyla aynı şeyi anlatmak çok zor. Uğraşmak da vakit kaybı bence. Ama denemekten zarar çıkmaz. Ne yaparlarsa yapsınlar o kadar kendilerine has “ses”leri vardır ki bazı grupların. O sesleri duyduğunuzda yüzünüz güler. Hatta bir de sert ise o sesler yüzünüzde metalci açılımı belirir. The Prodigy bunlardan biri benim için. Müziğe yön vermek her gruba nasip olmaz. Dans müziğini geri dönülemeyecek şekilde değiştiren gruplardan biridir İngiliz kaçıklar birliği.

Liam Howlett’in o dönem plaklarla, bantlarla, kasetlerle yarattığı sample’ları keşfedip silkelenmek isterseniz “How to Make Smack My B.tch Up” yazınız lütfen Youtube’a.

Kulaktan Kulağa’da türküler

Bugün tekrar bölümü gelecek 3. sezon “Erdek” macerasının. Fatma Turgut’un (Model) nasıl türkü söylediğini merak edenler kaçırmasın. Bizlere “Rockçı bunlar” deyip geçiliyor zaman zaman ama çoğu halk müziği sanatçısından daha iyi söylediğimiz de olur türküleri, evelallah. Sevgili arkadaşım Fatma da buna örnek. İlk denemesinde harikalar yaratıyor. 17.45 TRT Müzik’te.

Devamını Oku

Kulaktan Kulağa, Gaziantep’te

9 Mayıs 2015

Bugünkü programda Gaziantep’ten türküler yollayacağım size. Antep’in Hamamları’nı sevgili ağabeyim Ahmet Koç’un sazından ve benim sesimden duymak istiyorsanız, bekleriz ekran karşısına. Tabii ki alışık olmadığınız bir düzenleme ve düet sızacak kulaklarınızdan içeriye, şimdiden uyarayım. (Trt Müzik-17.45)

Katü’de bahar şenliği neden yok?

Boğaziçi Üniversitesi’nin Karadeniz uyarlaması diyorum, Karadeniz Teknik Üniversitesi’ni anlatırken. Birisi gözlerinizi alamadığınız Boğaz’ımıza; diğeri ise uçsuz bucaksız, kızdırmaya gelmez deli mi deli bir denize bakıyor. Boğaziçililer şanslı; çünkü her sene sayısız festivale ev sahipliği yapıyor. Otopark konserleri dillere destan. Katü’de ise durumun öyle olmadığını gittiğim bir sempozyumda öğrendim. 5 yıldır bahar şenlikleri yapılmıyormuş kampüste. Zaten sancı çeken “festival” endüstrisi, bu tür kısıtlamalar yüzünden ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Umarım derdimize kulak verilir ve o şahane seyirci ile tekrar buluşuruz Karadeniz manzarası eşliğinde.

THY kabin müzikleri

Turnelerden dolayı uçakla oldukça sık seyahat ediyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, akla karayı seçiyorum bu yolculuklarda. Hatta gerekmedikçe arabayı tercih ederim; çünkü ciddi bir uçak korkum var. İniş ve kalkışlarda yüzümün bembeyaz kesildiğini söylüyor arkadaşlarım. Hal böyleyken tekerlekler yere bastığında benden “Oh be” diye bir ses duymak gayet mümkün. Fakat hemen ardından giren kabin müziği beni tekrar germeye başlıyor. Birçok yolcu benimle aynı fikirde, çünkü tepkilerini gözlemliyorum. Yetkililere rica ediyorum buradan, kendimizi daha mutlu hissedebileceğimiz tınılar yollayın bize hoparlörlerinizden. Zaten her daim gerginiz ülkecek, bari uçakla liman arasında neşelenelim biraz.

Kısa filmin alamet-i

Sinema yüksek lisansı yaparken hocalarımız bize şunu söylemişti: “Kısa filmi uzun metraj filme geçmek için bir basamak olarak görmekten vazgeçin.” Haklılardı. Kısa film başlı başına bir sanat dalı. İncelikleri oldukça fazla, iletisel herhangi bir boşluğa yer vermeyecek kadar özenli çalışmalara gereksinim duyan bir sanat dalı. Derdinizi anlatmanın en az dolambaçlı yollarından da biri aslında. Üstelik bunu seyirciyi hiç sıkmadan yapabilme avantajına da sahip. Ayrıca doğru şekilde kullanıldığında oldukça etkili bir yol, düşünceleri harekete geçirebilmek için. Akbank Kısa Film Festivali’nden not aldığım birkaç isim, lütfen takip etmeye çalışın:

- Oğuzhan Kaya-Mükemmel Bir Gün

Devamını Oku